6 Ağustos 2025 Çarşamba

Özgürlük, adalet ve eşitlik

Modern dönemde özgürlüğe, adalete ve eşitliğe dayanan hukuk anlayışının gelişmesi ve oluşturulması, insanlığın en önemli kazanımlarındandır. Modern öncesi dönemde eski ve orta çağlarda üretilen ve uygulanan kanun niteliğindeki düzenlemelerde ve uygulamalarda modern anlamda bir özgürlük, adalet ve eşitlik anlayışı ve arka planı bulunmamaktadır. Eski ve orta çağlarda ortaya konan kanuni uygulamalar, modern anlamdaki özgürlüğe, adalete ve eşitliğe referans olmadıkları gibi, onları bu değerler için çerçeve olarak kabul etmek de sağlıklı ve doğru değildir.

Eski ve orta çağlarda kültürel ve teolojik nitelikte ortaya konan düzenlemelerde, emirlerde, fetvalarda ve yükümlülüklerde özgürlük, adalet ve eşitlik ölçü ve değer olarak alınmamıştır. İnsanların haklarını ve sorumluluklarını ırklarına, kabilelerine, dinlerine, mezheplerine ve cinsiyetlerine göre tanzim eden eski ve orta çağların kanuni düzenlemelerine özgürlük, adalet ve eşitlik çok yabancıdır. İnsanlığın huzurunda bütün insanların eşit, onurlu ve özgür olduğu fikri, modern bir düşüncedir ve değerdir.

Özgürlük, adalet ve eşitlik fikirlerine insanlık yüzyıllar boyu süren olgunlaşma ve gelişim süreçleriyle varmıştır. Köhnemiş, küflenmiş ve katılaşmış kalıpların, kaynakların ve kuralların özgürlük, adalet ve eşitlik fikirlerinin gelişimine hiçbir katkısı olmamıştır. Bilakis özgürlük, adalet ve eşitlik fikirlerine en büyük düşmanlık ve katılık, köhnemiş, küflenmiş ve katılaşmış kurumlardan, kaynaklardan ve kalıplardan gelmektedir. Özgürlük, adalet ve eşitlik fikirleri, insan için insan tarafından geliştirilmiştir. Akıl, bilim, felsefe ve ahlak, insanın modern anlamda özgürlük, adalet ve eşitlik fikirlerine varmasını sağlayan kaynaklardır ve tecrübelerdir.

Özgürlük, adalet ve eşitliğin kaynağı insan onurudur. İnsan onuru, bireyin özgürlüğüne ve eşitliğine saygı duymayı ve bu değerler çerçevesinde insanlara hukuk çerçevesinde muamele etmeyi gerektirmektedir. İnsan onurunun dışında insanın ötesinde ve üstünde özgürlüğe, adalete ve eşitliğe kaynaklık eden hiçbir kalıp, kurum ve kural yoktur. Özgürlük, adalet ve eşitlik, insanın bilgiyle, felsefeyle akılla ve öğrenmeyle sahip olabileceği insani özelliklerdir. Dışarıdan ve tepeden yapılan dayatmalarla ve buyruklarla insanın özgürlük, eşitlik ve adalet değerlerine sahip olması mümkün değildir. Birey, insan onuru konusundaki duygusunu, düşüncesini ve duyarlılığını geliştirdikçe adalet, özgürlük ve eşitlik konusunda daha gelişmiş ve duyarlı kişi haline gelmektedir.

Modern öncesi dönemde kadını ve erkeğiyle insanlığı eşit ve özgür görmeyen, katı ayırımcılığa ve hiyerarşiye dayanan kanunlar ve kurallar, insanlar için birer zulüm cehennemi olmuşlardır. Devleti bireyden, erkeği kadından, bir kabileyi diğer insanlardan, bir inancı diğer inançlardan üstün gören ve bu kurgulanan üstünlük hiyerarşisi çerçevesinde özgürlüğü, adaleti ve eşitliği ortadan kaldıran eski ve orta çağlardaki kanuni uygulamaların ve düzenlemelerin modern dünyada yeri bulunmamaktadır.

Dünyaya adalet getirme iddiasında bulunan birçok otoriter, totaliter, teokratik ve despotik anlayış, özgürlüğü, eşitliği ve adaleti ortadan kaldırmaktadır. İnsanları siyasal, sosyal ve manevi açılardan özgürleştirme iddiası taşıyan modern öncesi ve sonrası otoriter ve totaliter sistemler, aslında insan onuruna dayanmayan otoriter ve totaliter nitelikte birer kölelik yoludurlar. Bütüncül, yüce ve vazgeçilmez olduğunu iddia eden otoriter, totaliter ve teokratik anlayışların kullandığı hürriyet, eşitlik ve adalet söylemlerinin içi boş olduğu gibi, günümüzdeki anlamıyla olgunlaşmış modern bir kavrayışı da ifade etmemektedirler.

İnsan, akla sahiptir!

 

İnsan, insan olmasından dolayı akla sahiptir. İnsan için doğal olan akıldır. Doğası gereği akla sahip olan insan, doğduktan sonra ailesi, kültürü, eğitimi, doğmaları, alışkanlıkları ve kalıpları nedeniyle akılsızlaştırılır veya akli kapasitesi ve yeteneği köreltilir, kısırlaştırılır veya karartılır. İnsanın doğal bir akla sahip olması, onun en doğal kaynağı, sermayesi, kapasitesi ve yeteneğidir. İnsan, aklı sayesinde bilim, felsefe, hukuk, siyaset, din, ticaret, edebiyat, maneviyat yapabilmektedir. Bütün insani faaliyetler, bir şekilde aklını koruyabildiği ölçüde insan aklından kaynaklanmaktadır. Her şeyin kaynağı, insan, doğa ve akıldır.

İnsan, aklıyla ve doğayı araştırmasıyla kendine, hayata, insanlığa ve doğaya dair gerçekleri açığa çıkarır. İnsan üstü veya ötesi olarak kendini tarihin belirli zamanlarında belirli kişilerde ve kaynaklarda ortaya çıkaran gerçeklik yoktur. Tarihin belirli zamanlarında ve yerlerinde insan üstü ve ötesi gerçekliğin kendisini belirli kişilerde ortaya çıkardığı iddiası gerçeklik değil, birer yanılgı, yanılsama ve yalandır. Akıl, insanın yalanlardan, yanılsamalardan ve yanılgılardan kurtulması için sahip olduğu tek kaynaktır.

İnsan ve doğa, bilimin, sanatın, edebiyatın, maneviyatın, felsefenin, ahlakın, siyasetin, hukukun, eğitimin, yazmanın ve kitapların hem konusudurlar, hem yapıcısıdırlar. Bütün insani tecrübelerin konusu ve yapıcısı insandır. Felsefi, bilimsel, teolojik, mitolojik, siyasal, hukuksal ve kültürel kaynakların tamamında anlatılan ve yazılan, değişik zamanlardaki ve mekanlardaki insanların hikayeleridir. İnsan, sürekli olarak yapmaktadır ve yazmaktadır. İnsan, yapay bir şekilde sürekli olarak yaptığı ve yazdığı için insanın yaptıklarında ve yazdıklarında sürekli olarak bir değişim, dönüşüm ve diriliş vardır. İnsanın yaptıklarında değişim ve dönüşüm olduğu için insan, aklıyla ve emeğiyle felsefede, edebiyatta, teolojide, sanatta, teknolojide, bilimde ve kültürde sürekli olarak yenilikler olmaktadır.

Aklın karşısına konulabilecek bir alternatif yoktur. Akıldan üstün ve öte olduğu düşünülebilecek bir kaynak yoktur. İnsan üstü ve akla hükmeden olarak kurgulanan vehimlerin, zanların, kabullerin ve kalıpların hiçbir bilgi niteliği olmadığı gibi, hiçbir varoluşsal ve moral değeri de yoktur. Varoluşun, bilginin ve değerin kaynağı akıldır.

Akıl, her şeyiyle insana özgü olduğu gibi, akletmek de insani bir tecrübedir. İnsan, akıl dışı bir şekilde birtakım içsel tecrübeler yaşadığını ve bu tecrübeler sırasında yaşadığı birtakım yanılsamaları gerçek sanabilir. Aklın dışında kişilerin kendi ötelerinden birtakım ilişkiler yaşadıkları ve bilgiler edindikleri kuruntusu, insanın kendisini akla ve dünyaya kapatması ve karartması anlamına gelmektedir. Aklı kararttıkça ve kendini ona kapattıkça insan, hayali otoritelere itaat eden makina tarzı bir köleye dönüşmekte, dışarıdan ve üstten dayatılan buyrukları yerine getirmekle yükümlü duygusuz, düşüncesiz, duyarsız, ahlaksız, maneviyatsız bir nesne haline gelmektedir. İnsan, akıl sayesinde duyarlıdır, düşüncelidir, duyguludur, ahlaklıdır ve manevidir.

Akıl, düşünmeyi, çalışmayı, sorgulamayı, eleştirmeyi, gözlemlemeyi, deneyimlemeyi gerektirir. Mutlak doğru olarak kabul edilen yanılsamalar, insanı aciz bıraktığı sanılan, doğanın işleyişine aykırı olan sıradışılık olarak görülen kurgulara dayanırlar. Akıl, insanı aciz bırakan sıradışı kuruntulara değer vermez. İnsan ve doğa varolduğu sürece akıl vardır. Aklı kullanmak, insanı ve doğayı var etmektir. İnsani olmayan hiçbir şey, insanüstü olduğunu iddia eden her şey, akla, insana ve doğaya aykırıdır ve karşıdır.

Yöneticinin Çay Mesaisi

 

Kurumlarımızın birçok kademesi mevcut. Yöneticilik de bu kademelere göre şekilleniyor. Hangi kademede olursan ol, yöneticiliği seçmek ateşten gömleği giymek oluyor. Yönetici olmak devleti omuzlamak anlamına geliyor. Zordur ama birileri yine de yönetici olmak için çırpınıp durur.

Bir iş niye yapılır? Tek cevap vereceğim: Ekonomik sebepler. Evet, hiç lafı eğip bükmeden söyledim. Şimdi zihnimizi birlikte çalıştıralım. Birlikte düşünelim, birlikte öneri sunalım. Oradan birisi içinden, “Ben yüce devletime gönülden bağlıyım, her işte gönüllüyüm.” diyor mu? Diyebilir ama hâlinden de memnun değildir. Böyledir bizim memurumuz. İtiraz, eleştiri, eylem, karşı duruş, hak arama, haksızın karşısında durma, haklının yanında yer alma ve dik duruş sergileme bizim en zorlandığımız hâllerdendir. Ekonomik şartları beğenmez, hak ettiğini alamaz ama bu duruma itiraz da edemez. Sindirilmiş, susturulmuş, köşesine sıkıştırılmış bir şekilde işini yapar. Yöneticilerimiz bilhassa böyledir. Hiç kusura bakılmasın, durum tam da böyledir. Çünkü biz itaat kültüründen besleniyoruz. Hatta birisi itiraz edecek olsa onu da sustururuz. “Aman ha, duymasınlar, defterini dürerler.” deriz. Deriz de çıkış yolu bulamayız. Ha, şu da var: Birisi çıkıp delikanlılık yapsın. Evet, o delikanlı birisi sizin adınıza da konuşur ama siz yine açıktan ona destek veremezsiniz. Böyle bir durum, hangi kurumumuzda yok, haksız mıyım? Buyurun bakalım!

Millî Eğitim Bakanlığından bahsedelim. Konumuz eğitim, eğitimin liderleri. 81 Millî Eğitim Müdürü, 922 İlçe Milli Eğitim Müdürü var. Ayrıca il müdür yardımcılığı, şube müdürlüğü; okullarımızda müdür, müdür başyardımcısı, müdür yardımcısı gibi görevler var. Bir ordudan bahsetmek mümkün. Bu kadar büyük organizasyonu yönetmek için de Bakanlıkta bir teşkilat var. Orada da birçok yönetim kademesi var.

Sistem içindeki yöneticilerin çoğu hâlinden memnun değil. Memnun olanların memnuniyeti geçici. Şöyle ki çok yukarılarda adamı olanda geçici bir güven ve motivasyon var. Bizde enterasan bir yaklaşım vardır. Yukarıda sizin görüşünüzden birileri varsa sesiniz soluğunuz çıkmaz. Hep olumlu bakarsınız. Sabırdan, şükürden bahsedersiniz. Ama şöyle esaslı bir itiraz, eleştiri yapamazsınız. Bu yazının ruhunda bile bahsettiğim o çekince vardır, iyi okuyan ve tahlil eden anlar. Yani bizde aklın kayıtsız şartsız çalışması zor. Hep bir bağ, bağlantı ve ilerisi için bir hesap yapılır. Durum böyle olunca yukarıyı yani otoriteyi elinde bulunduranları tedirgin edecek çıkış yapılamaz. Yukarıdaki de bildiğini okur. Her icraatın ilk kez uygulandığını, müthiş yenilik olduğunu, ülkeyi kalkındıracak çözümün kendilerinde olduğunu söylerler. Söylerler işte…

Şimdi içinizden başladınız konuşmaya. Bir sürü sorununuz birikti. Kendi aranızda konuşuyorsunuz. Çayların nasıl bittiğini bile anlamıyorsunuz. Konuşun ama meydana çıkıp da bir laf edemeyin! Olur mu böyle! Olur, derseniz daha bir şey yazmayalım. Ama olmuyor işte, olmuyor! Tamam, tamam! Yazayım bari, bakın benden vebal gitti, sonra çıkıp da niye böyle konulara girdin, ne gerek vardı, demeyin. Sorarlarsa bir bir sayarım o hâlinden şikâyet edenleri. Yok yok, hemen endişelenmeyin, ele vermem kimseyi, şaka yaptım. Siz daha iyi yerlere geleceksiniz, bunca yıl boşuna mı beklediniz elbet birgün karşılığını alacaksınız. Şimdi planınızı bozmayalım. Sizin adınıza birileri en ön safta hak arar, eylem yapar, kendini afişe eder. Siz de sessizce yükselirsiniz (!) ve daha yüksek göstergeli koltuklara gömülürsünüz. Ne güzel dedim ama “gömülmek” işte. Durum tam da böyledir. Bürokrasimiz gömülenlerin elindedir. Ne çıkar bundan, nasıl ilerleme olur? Olmuyor da.,

Siyaset, bürokrasi, ticaret üçgeninde şekillenen bu yapı bize çok zarar veriyor. Ülkenin kaynakları boşa harcanıyor. En çok da hak ettiği yere gelemeyen liyakat ehlinin harcanması zorumuza gidiyor. Ama biz oralı değiliz. Herkes klimalı ve gösterişli makam odalarında deri koltuklarına gömülmüş devlet yönetiyor. Maşaallah! Bu zevatın ajandası hep kendisi için notlarla doludur. Kurduğu irtibatı kendi ikbali için kullanır. Allah sonumuzu hayretsin.

Yöneticilik ciddi bir ihtisası gerektiriyor. Bu dikey yapılanma iyi ayarlanmazsa yatay kısımda sular hiç durulmaz. Bir atama, görev değişimi herkesi tedirgin etmemeli. Sistem sağlam olmadığından olsa gerek. Kişiye göre tavır, yönetim anlayışı ne yazık ki şâkulümüzü bozuyor. Şimdi elinde şâkulü bozuk usta misali çok yönetici var. Kimler sayesinde var? Bir de bunu soralım, cevabını siz benden daha iyi biliyorsunuz. Ah, bir de bu bildiklerinizi söyleseniz. Hep çay sohbetlerinde kalıyor tespitleriniz. Neyse siz çay içmeye devam edin, biz yazmaya devam edelim. Gerçi yazıyorsunuz da kim okuyor? Olsun, biz yine herkes okuyacakmış gibi yazalım. Kim bilir, ta yukarılarda birileri bile okuyabilir. Canımıza okur onlar, diyorsunuz anladım, anladım. Burada gülelim bari. Çaylar tazelensin, yeni tutulan demlikten olsun.

Bu yazıda yöneticilerimizin sorunlarından bahsetmek istiyordum ama sıra gelmedi. Gerçi herkes, her şeyi biliyor. Hem de çok iyi biliyor. Millî Eğitimden örnek vermiştik, oradan devam edelim mi? Edelim, şöyle esaslı ve cesur bir ses çıkaralım mı? Kim var? Arkamıza dönüyoruz, kimse kalmamış. Çay söyleyelim, çay! Çaysız olmuyor, en iyisi çayın demini konuşalım. Çünkü demini almadan konuşmak iyi değil. Anlayacağınız üzere bizim Millî Eğitimdeki yöneticilerin sorunlarını konuşmak da böyle. Demlenmesi gerek bazı şeylerin. Bardakların dolusu gelip boşu gidiyor. Sanki bürokrasimiz gibi. Öyle dolu dolu (!) tipler geldi ki. Biz yine bardağın dolu tarafına bakalım. Çay söyleyelim.

Gayrimenkul Sertifikası Meselesi

Türkiye’nin gayrimenkul piyasası, son on yılda fırtınalı bir yolculuk geçirdi. Bir yanda rekor fiyat artışları, diğer yanda arz-talep dengesizlikleri… Bu dinamik piyasada küçük yatırımcıyı oyuna dahil etmeyi amaçlayan gayrimenkul sertifikaları, acaba gerçekten bir fırsat mı, yoksa riskli bir macera mı? Gelin, bu yenilikçi aracı ve Türkiye’nin konut piyasasının son 10 yılını sade bir dille, ama derinlemesine inceleyelim.

Gayrimenkul Sertifikası: Ev Sahibi Olmanın Yeni Yolu mu?

Gayrimenkul sertifikası, büyük paralar bağlamadan gayrimenkul piyasasına adım atmak isteyenler için tasarlanmış bir araç. Mesela, 1 milyon liralık bir dairenin 10.000 liralık bir payını alabiliyorsunuz. Bu paylar, borsada alınıp satılabilen sertifikalarla temsil ediliyor. Proje tamamlandığında ya da satıldığında, payınız oranında kâr veya zarar ediyorsunuz. Kulağa cazip geliyor, değil mi? Ama işin püf noktası, doğru projeyi seçmek ve piyasa koşullarını iyi okumak.

Türkiye’de bu model, 2017’de TOKİ’nin Başakşehir projesiyle denendi. Bazı yatırımcılar kâr etti, ama beklenen talep oluşmadı. Sertifikaların borsada alıcısı azaldı, nakite çevirmek zorlaştı. Türk yatırımcısının fiziksel ev ya da arsa alma alışkanlığı, bu sistemin yaygınlaşmasını zorlaştırdı. Yine de, az sermayeyle büyük projelere ortak olma fikri, özellikle kentsel dönüşüm projeleriyle yeniden canlanabilir. Kamunun, yani SPK ve TOKİ’nin, bu işin arkasında olması güven verse de, ekonomik dalgalanmalar ve projelerin başarıya ulaşma riski, temkinli olmayı gerektiriyor. Yabancı yatırımcıların ilgisi ise bu model için hâlâ bir umut ışığı.

Konut Piyasası: On Yılın Öyküsü

Son 10 yıla bakalım: 2015-2019 arası, Türkiye’de inşaat sektörü adeta altın çağını yaşadı. Düşük faizler, uzun vadeli krediler ve kentsel dönüşüm furyası, yılda 700-800 bin yeni konutu piyasaya sürdü. İstanbul, Ankara ve İzmir, bu üretimin kalbiydi. Yabancı yatırımcılar, özellikle Körfez ülkelerinden gelenler, İstanbul ve Antalya’da talebi ateşledi. Ama 2018’deki kur krizi, her şeyi altüst etti. Yüksek faizler ve artan inşaat maliyetleri, üretimi yavaşlattı.

2020’de pandemi geldi, ama hükümetin düşük faizli kredi kampanyaları talebi patlattı. 2022’de konut fiyatları %189 artarak dünya rekoru kırdı; metrekare fiyatları 2024’te 26.348 TL’ye ulaştı. Ortalama bir evin fiyatı 3,4 milyon TL’yi buldu. Ancak, bu nominal artışın ardında reel bir gerileme var; 2023’ten itibaren enflasyondan arındırılmış fiyatlar %17 düştü. 2025’te fiyatların enflasyona paralel artması bekleniyor, ama sıfır konutlarda maliyetler düşüşe izin vermiyor.

Talep tarafında ise ilginç bir tablo var. Yabancıların alımları, özellikle vatandaşlık programıyla, 2022’de rekor kırdı: 61.741 konut satıldı. Yerli talep ise yüksek faiz ve düşen satın alma gücüyle tökezledi. 2023’te satışlar %33 azaldı, 2024’te toparlanma sınırlı kaldı. 2025’te faiz indirimleri ve kira artış sınırının kalkması, talebi canlandırabilir, ama orta-alt gelir grubu hâlâ piyasanın dışında.

Güvence Sağlayanlar Kimler?

Piyasada güveni sağlayan başlıca aktörler, kamu ve özel sektörden geliyor. SPK, sertifikalar ve proje gayrimenkul yatırım fonları gibi araçlarla piyasayı düzenliyor. TOKİ ve Emlak Konut GYO, uygun fiyatlı konut projeleriyle hem üretimi destekliyor hem de güven veriyor. Özel sektörde ise Fuzul Grup’un “topraktan ödeme” modeli gibi yenilikçi yaklaşımlar dikkat çekiyor; 2025’te 3.000, beş yılda 10.000 konut hedefliyorlar. Sur Yapı, Sinpaş, Nef gibi şirketler, geçmişte sektörü sırtladı. GYODER ve KONUTDER ise kamuyla işbirliği yaparak yeni modeller peşinde.

Sonuç: Cesaret mi, Teminat mı?

Gayrimenkul sertifikaları, düşük sermayeyle piyasaya girmek isteyenler için bir kapı aralıyor, ama başarı için proje seçimi ve piyasa takibi şart. Konut piyasası, arz eksikliği ve ekonomik dalgalanmalarla mücadele etse de, kentsel dönüşüm ve kamu destekli projeler umut vadediyor. Yatırım düşünenlere önerim: SPK güvencesindeki projeleri ve Fuzul gibi güvenilir geliştiricileri araştırın, ama tüm yumurtaları aynı sepete koymayın. Bu piyasada kâr da var, risk de. Hayallerinize bir “pay” kadar yaklaşmak için adımlarınızı sağlam atın!

05.08.2025 tarihi itibariyle; Kurulu güç 119.994 MW oldu. Santral Sayısı: 36.772 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 05 Ağustos 2025 tarihleri arasında toplam 8.726 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güçte 8.760 MW artış kaydedildi. Yılbaşından (01.01.2025) bu yana kurulu güç değerinde 4.650 MW artış kaydedildi. 

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Ağustos ayı kira artış oranı belli oldu!

 

TÜİK'in temmuz ayı enflasyon verisini yüzde 2,06 olarak yayınlamasıyla birlikte ağustos ayında yapılabilecek kira artış oranının tavanı yüzde 41,13'e düştü.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), temmuz ayı enflasyon oranını yüzde 2,06 olarak açıklarken, böylelikle yıllık enflasyon yüzde 33,52'ye geriledi. 

Açıklanan enflasyon verilerinin ardından, ev ve dükkan sahiplerinin kiracılarına yapabileceği maksimum kira artış oranı da değişmiş oldu. Ağustos ayında yapılacak kira zamlarında tavan tutar, yüzde 41,13 olarak uygulanabilecek. 

2025 Yılı ÜFE-TÜFE Oranları

 

Ocak - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre3,065,03
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre3,065,03
Bir Önceki Yıla Göre27,2042,12
Oniki Aylık Ortalamalara Göre39,5056,35
Şubat - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,122,27
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre5,247,42
Bir Önceki Yıla Göre25,2139,05
Oniki Aylık Ortalamalara Göre37,5553,83
Mart - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre1,882,46
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre7,2310,06
Bir Önceki Yıla Göre23,5038,10
Oniki Aylık Ortalamalara Göre35,2351,26
Nisan - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,763,00
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre10,1913,36
Bir Önceki Yıla Göre22,5037,86
Oniki Aylık Ortalamalara Göre32,6548,73
Mayıs - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,481,53
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre12,9215,09
Bir Önceki Yıla Göre23,1335,41
Oniki Aylık Ortalamalara Göre30,1745,80
Haziran - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,461,37
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre15,7116,67
Bir Önceki Yıla Göre24,4535,05
Oniki Aylık Ortalamalara Göre28,3443,23
Temmuz - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre1,732,06
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre17,7019,08
Bir Önceki Yıla Göre24,1933,52
Oniki Aylık Ortalamalara Göre27,0741,13