Ekonomik coğrafya kendi içinde çok farklı faaliyetleri barındırmaktadır. Bu faaliyetler insanın yaşaması için oldukça önem taşımaktadır. Doğal ve beşeri koşullar ekonomik faaliyetleri doğrudan etkilemektedir. Ekonomik faaliyetlerin dağılımı coğrafi olanaklarla belirlenmiştir. Ekonomik coğrafya nedir; İnsanların geçimini temin etmek için yaptıkları faaliyetler olup; tarım, sanayi, ticaret, madenler, enerji kaynakları, ulaşım ve turizm sektörleri bu kapsamda değerlendirilmektedir. Tüm bu olaylar ekonomik coğrafya çerçevesinde zamana göre bir değişim ve gelişme göstermiştir. Bu suretle ekonomik coğrafya gelişimi neticesinde faaliyetler canlanmış, çeşitlenmiş ve çoğalmıştır.
Ekonomik Faaliyetler insanoğlunun en önemli aktivitelerinin başında gelmektedir. Bu faaliyetlerin gelişmişlik düzeyleri, çeşitleri ve iktisadi katkıları bölge ve ülkelerin de gelişmesine katkı sağlamıştır. Ekonomik coğrafya çerçevesinde zamana göre bir değişim ve gelişme göstermiştir. Bu suretle ekonomik coğrafya gelişimi neticesinde faaliyetler canlanmış, çeşitlenmiş ve çoğalmıştır. Modern ekonomik coğrafyanın kökleri 1880’lere, yani “ekonomik coğrafya”nın ayrı bir inceleme alanı olarak kabulüne kadar gitmektedir. Aslında çağdaş coğrafyanın da gelişmeye esas olarak ondokuzuncu yüzyılda başladığı bilinmektedir. Daha sonraki zamanlarda ekonomik coğrafya belli evrelerde gelişme göstermiştir. Zaman içinde evre evre ekonomik coğrafya gelişmiştir.
Ekonomik Coğrafya ve Hammadde
Yenilikçiliğe dayanmadan yalnızca hammadde veya enerji kaynaklarına sahip olmakla büyük ekonomi olunmamaktadır. Ekonomik refahta araştırmadan geliştiremiyor, geliştirmeyince de küresel ölçekte rekabet edilemiyor. Ekonomik anlamda vizyonun ve gayretin bir sonucu büyük parasal güce ulaşmak mümkündür. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu dünyamızda kısaca küresel ortamda teknolojiden finansa, tarımsal üretimden uzaya dek her alanda dev ekonomileri görmek mümkündür Dünya ulusal pazarında yer almak için araştırma ve geliştirme ön planda olmalıdır. Kuşkusuz dünyanın büyük girişimcileri küçük ve kapsamı dar, hedefi olmayan projelere yönelmek yerine global ölçüde büyük yatırımlar içine girmişlerdir. Gelişmekte olan dünya şirketleri ise katma değeri yüksek ve inovatif ürünlerin araştırılıp geliştirilmesiyle dünya ekonomisinde bir üst basamağa çıkmayı hedeflemektedirler. Gelişen ve hızla değişen dünyada teknik ve fonksiyonel iş alanlarında ulusal ve uluslararası projeleri yatırımcılarla buluşturmak ve sektöre kazandırmak amacıyla faaliyetlerini sürdüren dünyanın dev şirketleri dünya ekonomisinin ana kaynakları olmuşlardır.
Tarımla üretime başlayan insanoğlu zaman içinde evsel üretime, küçük atölyelere ve daha sonra ise büyüyerek başlayan sanayi üretimine başlamıştır. İster küçük ister büyük üretim olsun her aşamada farklı miktarlarda hammaddeye ihtiyaç vardır. Hammadde üretilmek istenen ürünün kaynağı niteliğindedir. Uluslararası hammadde piyasalarının nicel çözümlenmesine yönelik çalışmalarında izlenen yöntem, özetle, herhangi bir hammadde için, ithalatçı gelişmiş ülke piyasalarındaki nihai fiyat ile ihracatçı az gelişmiş ülke tarafından elde edilen fiyat (birim ihraç değeri) arasındaki marjın saptanmasına ve ihracatçı payının oransal olarak ifade edilmesine dayanır. Nihai fiyat içinde ihracatçı ülke payının göreli küçüklüğü, zımnen, incelenen hammadde ticaretinde az gelişmiş ülkelerin sömürülme derecelerini temsil eder.
Günümüzde teknoloji geliştirme, sanayileşme ve sanayileşirken de ileri teknolojiden yararlanarak yeni alanlar ve ürünler oluşturma yarışı her geçen gün daha ileri bir boyuta ulaşırken, bu yolla erişilen güç, milletler için dünya piyasalarında büyük bir rekabet alanını da beraberinde getirmektedir. Gelişmiş ülkelerde ürün rekabeti, bilimsel ve teknolojik yetkinlik rekabetine dönüşmüş durumdadır. Dolayısıyla yoğunlaşmış bilgi ve beceriye sahip iş gücü, bilgi ve deneyim birikimi, Ar-Ge alt yapısı, modern haberleşme ağı, bilişim teknolojilerinin etkin kullanımı, kaliteden ödün vermemek ve ürün skalasında zenginlik gibi kriterler rekabet gücünü belirleyen en önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknolojik gelişmeler uluslararası bir perspektifle izlenmekte, özellikle ülkenin ticaretine/ekonomik büyümesine ve rekabet edebilirliğine getirebilecekleri katkı dikkate alınarak hedefler belirlenmekte ve işbirlikleri aranmaktadır. Bilim-buluş-teknoloji üretimi ile yönlendirilen ülkelerde firmalar, uluslararası ticareti yapılacak ürünleri belirlemekte ve belirli dönemler sonunda geliştirilmiş ürünler veya yeni ürünlerle eski ürünleri değiştirerek inisiyatifi bir süre ellerinde tutmakta, bu arada dünya ticaret hacmini de büyütmeye çalışarak, paylarını artırmak için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bunun sonucu olarak bilim-buluş-teknoloji güdümlü ekonomiler dünya ticaretinin ihracat çıkış kapıları olarak yarışmakta; diğerleri ise yalnız ithalatçı durumunda olmaktadırlar. Bugün, sahip oldukları bilimsel ve teknolojik bilgiyi entegre süreçler içinde ürüne ve toplumsal kalkınmaya dönüştürebilen ülkeler ile bu süreç entegrasyonunu başaramamış ülkeler arasındaki anlayış ve uygulama farkı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tanımlamasında kullanılan önemli araçlardan biri olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde yürütülen çalışmalar, teknolojik açıdan belli bir gelişmişlik düzeyine ulaşılmadıkça, hızlı bir ekonomik büyümenin gerçekleşemediğini göstermektedir. Bu ülkelerde Türkiye'de de olduğu 114 gibi- teknolojik gelişme, yerel olarak yürütülen Ar-Ge çalışmalarına bağlı olarak değil, genellikle gelişmiş ülkelerden teknoloji transferi yolu ile başlamakta ve transfer edilen bu teknolojinin yerel koşullara adaptasyonu faaliyetlerine bağlı olarak teknolojik yeteneğin oluşturulması yolu ile sağlanabilmektedir. Bir ülkenin teknolojik yeteneğini ölçebilmek için geliştirilen bazı göstergelerle teknolojik yeteneklerine göre ülkeler çeşitli kategorilere ayrılarak bu kategoriler arasında ekonomik büyüme, kişi başına düşen milli gelir ve çeşitli sektörlerdeki yurt içi hâsıla arasında ilişkiler irdelenmektedir. Yapılan bu çalışmalarda teknolojik gelişkinlikle, ekonomik büyüme arasında ciddi bir ilişki olduğu görülmektedir. Son yıllarda hızlı teknolojik gelişmenin yanında, dünya ticaretinin giderek serbestleşmesi ile beraber rekabet de hızla artmaktadır. Gelişmiş ülkeler çeşitli araçlarla kendi sanayilerini destekleyerek yapısal uyum ve rekabet gücünün sürdürülmesi yönünde politikalar uygulamaktadır. Bu gelişmeler, bilim ve teknoloji politikalarını ön plana çıkarmakta ve Ar-Ge çalışmalarına daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir. Kalkınmanın ana unsurlarından biri olan sanayileşmede, uygun teknoloji seçimi yanında, doğal kaynaklar ile bölgesel potansiyellerin değerlendirilmesi konusu da son derece önem arz etmektedir. İhracat ve ihracatta süreklilik için de girdilerin dünya fiyatlarından temini yanında, ithalatta düşük fiyat ve düşük kaliteli ürünlerin meydana getirdiği haksız rekabete karşı sanayinin korunması gerekmektedir. Dolayısıyla gerçek refah ve büyümenin sanayileşmeden geçtiği unutulmadan, ülkemizin de gelişmiş ülkeler sınıfında yer almasının sağlanması amacıyla ülke sathında yapılacak yatırımlar için her türlü özveride bulunulması son derece önemlidir.
Türkiye’de planlı kalkınma dönemiyle birlikte Organize Sanayi Bölgeleri kurulmaya başlanmıştır. Bu kapsamda Organize Sanayi Bölgesi Müteşebbis Heyetleri'ne, kamu tarafından düşük faizli, uzun vadeli krediler verilmekte ve sanayiciler için altyapısı tamamlanmış sanayi parselleri hazırlanmaktadır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder