31 Mart 2025 Pazartesi

İkinci Trump Dönemi ve Yeniden Realizm

Donald Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’a dönüşü, küresel politik ekonomide adeta bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. “America First” sloganıyla şekillenen bu yeni dönem, realist bir dünya görüşünün güçlü bir yansıması: Güçlü olan kazanır, ittifaklar ise yalnızca çıkarlar örtüştüğünde anlamlıdır. Realizmin sahne aldığı bu yeni dünya düzeninde, ABD’nin çıkarlarını koruma stratejisi, küresel dengeleri nasıl etkileyecek?

Realizm, uluslararası ilişkiler literatüründe devletlerin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket ettiği bir yaklaşımı temsil eder. Bu perspektifte, devletler güç mücadelesine odaklanır ve ittifaklar yalnızca ulusal çıkarlarla örtüştüğü sürece anlamlıdır. Trump’ın dış politika yaklaşımı da bu bağlamda realist doktrinle örtüşmektedir. İlk dönemi boyunca “önce Amerika” stratejisiyle hareket eden Trump, küresel düzende ABD’nin çıkarlarını merkeze koymuş, ekonomik ve askeri araçları kullanarak hegemonyayı pekiştirmeyi hedeflemiştir. İkinci dönemin bu çizgiyi daha da sertleştireceği aşikârdır.

Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor. 2024’te İsrail’in Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürmesi ve örgütün askeri kapasitesini çökertmesi, İran’ın en güçlü vekil gücünü devre dışı bıraktı. Bu hamle, İsrail’in güvenlik doktrinini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda İran’ın bölgesel nüfuzunu da derinden sarstı. Realist bir perspektiften bakıldığında, bu İsrail’in ulusal güvenlik çıkarlarını koruma adına attığı stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Ancak Lübnan ve Suriye’de doğan güç boşluğu, yeni aktörlerin devreye girmesi için zemin hazırlıyor. Trump, bu boşluğu İsrail’e daha fazla destekle mi dolduracak, yoksa diplomatik bir çözümle ABD’nin ekonomik çıkarlarını mı gözetecek? İsrail'in bölgesel ittifaklarını genişletme ve Arap ülkeleriyle normalleşme çabaları bu bağlamda nasıl şekillenecek?

Diğer yandan, DAEŞ’in 2025 itibarıyla küçük bir alana sıkışması, Trump liderliğindeki ilk dönemin askeri zaferini pekiştirmiş görünüyor. Ancak bu başarının jeopolitik getirileri nasıl yönetilecek? Orta Doğu’nun enerji kaynaklarına erişim mi, yoksa müttefiklere daha fazla silah satışı mı öncelik olacak? Bu soruların cevabı, realizmin “çıkar esaslı ittifaklar” doğasını bir kez daha gözler önüne seriyor. ABD’nin enerji güvenliğini sağlamlaştırma çabaları ve Suudi Arabistan’la gelişen stratejik ortaklıklar, bölgedeki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor.

Türkiye’nin bölgedeki rolü de göz ardı edilemez. PKK’nın silah bırakma sürecine girmesi – ki bu süreç 2025’te hız kazandı – Türkiye’nin ulusal güvenlik politikalarının bir sonucu olabilir. Trump’ın Türkiye ile ilişkileri, özellikle Suriye’deki Kürt meselesinde nasıl bir realist tavır sergileyecek? ABD’nin YPG’ye verdiği desteğin azalması ya da Türkiye’ye ekonomik ve askeri teşviklerin artırılması, iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından kritik önem taşıyor. Ayrıca, Türkiye’nin Orta Doğu’da yeni bölgesel güç olma stratejisi, ABD ile dengeli ilişkiler kurma arayışını da etkiliyor. Bu noktada Trump’ın NATO’ya bakış açısı ve Türkiye’nin ittifak içindeki rolü de yeniden tartışmaya açılabilir.

Rusya-Ukrayna savaşı ise küresel enerji piyasalarını ve güç dengesini şekillendirmeye devam ediyor. Üçüncü yılına giren bu çatışma, Avrupa’yı enerji krizine sürüklerken, ABD’nin LNG ihracatını artırarak ekonomik kazanç elde ettiği bir fırsata dönüştü. Trump, ikinci döneminde bu savaşa nasıl yaklaşacak? Müzakere masasına Rusya’yı oturtmak mı, yoksa yaptırımlarla Moskova’yı daha da sıkıştırmak mı? Bu çatışma, realist dış politikanın ABD’nin stratejik çıkarlarını koruma mücadelesinde nasıl şekilleneceğini gösterecek. Aynı zamanda, Avrupa’nın enerji bağımlılığını azaltma çabaları, ABD’nin Avrupa üzerindeki ekonomik ve siyasi etkisini artırabilir.

İsrail-İran çatışması ise realist oyunun en tehlikeli sahnesi. Hizbullah’ın çöküşü ve Hamas’ın zayıflaması, İran’ı doğrudan bir çatışmaya zorlayabilir. Trump’ın ilk döneminde gerçekleştirdiği Soleimani suikastı, İran’a verilen güçlü bir mesajdı. Peki, ikinci dönemde İran’a karşı nasıl bir strateji izlenecek? Askeri baskı mı yoksa yeni yaptırımlar mı? Bu, Körfez ülkeleriyle ittifakların güçlendirilmesi açısından önemli bir sınav olacak. Ayrıca İran’ın nükleer programının kontrol altına alınması, Trump’ın yeni dönem dış politika gündeminde belirleyici bir başlık olarak öne çıkacak.

Ekonomik cephede ise Trump’ın korumacı politikaları, küresel tedarik zincirlerinde büyük kırılmalara neden olabilir. Çin’e yönelik tarifeler, müttefiklere baskı ve çok taraflı ticaret kurumlarına mesafeli duruş, ABD’nin kendi çıkarlarını koruma refleksi olarak öne çıkıyor. Realizmin temel prensibi olan “kazananı güçlü olan belirler” anlayışı, Trump’ın ikinci döneminde daha da belirgin hale gelebilir. Ancak bu politikaların, ABD’nin küresel ticaret liderliği üzerindeki etkisi de tartışmalı bir konu olarak gündeme gelebilir.

Sonuç olarak, Trump’ın ikinci dönemi realizmin zaferi mi, yoksa dünya düzeninde yeni bir kaosun habercisi mi olacak? ABD’nin liderlik iddiasını pekiştiren hamleler mi göreceğiz, yoksa küresel güç çatışmaları yeni vekalet savaşlarını mı tetikleyecek? Bu soruların yanıtı, sadece Washington’da değil, dünyanın dört bir yanında merakla bekleniyor.

25 Mart 2025 Salı

24.03.2025 tarihi itibariyle; Kurulu güç 117.460 MW oldu. Santral Sayısı: 34.614 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 24 Mart 2025 tarihleri arasında toplam 7.558 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güçte 6.266 MW artış kaydedildi. Yılbaşından (01.01.2025) bu yana kurulu güç değerinde 2.106 MW artış kaydedildi. 


24 Mart 2025 Pazartesi

Terörle Mücadelede Yeni Dönem

Dünya siyaseti hızla değişiyor, uluslararası sistem yeni bir rota arayışına girerken devletler arasındaki mücadelenin şiddeti de giderek artıyor. Soğuk Savaş sonrasındaki tek kutuplu düzen, çok kutuplu ve dinamik bir yapıya dönüşüyor. Bu dönüşüm sürecinde Türkiye’nin hem yurtiçinde hem de uluslararası arenada attığı adımlar büyük önem taşıyor ve dikkatle izleniyor.

Yeni Küresel Düzen: Devletler Arası Mücadeleye Dönüş

Yeni küresel düzende terör örgütlerine yer yok. Artık devletler, çıkarlarını koruma noktasında terör örgütlerini kullanmaktan vazgeçerek, doğrudan güç mücadelesine yönelmiş durumda. Bunun en somut örneklerinden biri, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş ve İsrail ile İran arasındaki jeopolitik çekişmedir. Bu iki cephede de devletler, arka plandaki vekil güçlerden ziyade doğrudan karşı karşıya gelerek çıkarlarını savunma yolunu tercih etmektedir.

Türkiye de bu yeni konjonktürde, kendi güvenliğini sağlama ve bölgesel istikrarı koruma amacıyla kararlı bir mücadele yürütmektedir. Terörle mücadelede yeni bir döneme girilirken, Türkiye’nin stratejik hamleleri küresel düzlemde de yankı buluyor.

PKK ve Terörle Mücadelede Yeni Dönem

Son dönemde terör örgütü PKK’nın silah bırakma sürecine girmesi, yaşanan gelişmelerin rastlantı olmadığını gözler önüne sermektedir. Uluslararası güç dengelerinin değişmesi ve terörle mücadelede küresel iş birliğinin artması, PKK gibi örgütlerin hareket kabiliyetini ciddi şekilde sınırlandırdı. Bu süreçte Türkiye, gerek askeri operasyonlar gerekse diplomatik girişimlerle terörle mücadelede aktif bir rol üstlendi.

Ancak bu sadece PKK ile sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. Türkiye’nin kararlılığı, diğer sol terör örgütlerini de kapsamaktadır. MLKP, Troçkistler, TKP, TKEP/L, TİKB/B, TKİP, DSİH ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin de yakın zamanda kapsamlı operasyonlarla hedef alınacağı sinyalleri gelmektedir. Bu durum, Türkiye’nin terörle mücadeledeki kapsamlı yaklaşımını gözler önüne sermektedir.

Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi: Çok Boyutlu Yaklaşım

Türkiye’nin terörle mücadelesinde benimsediği strateji çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bu strateji; askeri operasyonlar, istihbarat faaliyetleri, diplomatik temaslar ve kamuoyu bilinci oluşturma gibi unsurları bir arada yürütmektedir.

Özellikle Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe serisi operasyonlar, terör örgütlerinin Türkiye sınırına yaklaşma çabalarını boşa çıkarmıştır. Bu süreçte, güvenlik birimlerinin koordineli çalışmaları ve istihbarat paylaşımı, operasyonların etkinliğini artırmıştır.

Dünya Kamuoyunda Değişen Algı: Teröre Sıfır Tolerans

Terörle mücadelede Türkiye’nin attığı adımlar, sadece iç güvenlik açısından değil, küresel anlamda da yankı bulmaktadır. Özellikle Batılı ülkelerde terör saldırılarının artışı, terörle mücadelede ortak bir zeminin oluşmasına katkı sağlamıştır. Avrupa ve ABD gibi ülkeler, terörle mücadelede Türkiye’nin kaygılarını daha fazla dikkate almaya başlamış, bazı ülkeler terör örgütlerine verdikleri desteği gözden geçirme yoluna gitmiştir.

Türkiye’nin NATO ve diğer uluslararası örgütler nezdindeki girişimleri, güvenlik kaygılarının uluslararası düzlemde daha iyi anlaşılmasına olanak tanımaktadır. Aynı zamanda bölgesel iş birlikleri de bu süreci desteklemekte ve Türkiye’nin liderlik rolünü pekiştirmektedir.

Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Rolü

Yeni küresel düzenin şekillenmesinde Türkiye’nin aktif rol oynaması, sadece iç güvenliğini sağlamakla sınırlı kalmayıp bölgesel ve küresel barışın sağlanmasına da katkıda bulunmak anlamına gelmektedir. Türkiye’nin terörle mücadelesi, sadece ulusal bir sorun değil, aynı zamanda uluslararası bir güvenlik meselesi olarak ele alınmalıdır.

Sonuç olarak, dünya düzeni değişirken terör örgütlerine artık tolerans gösterilmeyen bir döneme giriyoruz. Türkiye’nin bu süreçteki kararlılığı ve güçlü duruşu, yeni dünya düzeninde güvenlik ve istikrarın teminatı olmaya devam edecektir. Terör örgütlerinin sonu gelmiştir ve dünya konjonktürü artık bu yönde şekillenmektedir.

Türkiye’nin hem askeri hem diplomatik hem de toplumsal kararlılığı, bu sürecin başarıya ulaşmasının en temel garantisidir. Türkiye, güçlü ve kararlı bir duruşla terör örgütlerinin kökünü kazıyacak; hem kendi halkını hem de bölgeyi güvenlik tehditlerinden arındıracaktır.

22 Mart 2025 Cumartesi

Ahlak ve adalet

Adalet ve ahlak, insanın olmazsa özellikleri ve ihtiyaçlarıdır. Adalet ve ahlak hakkındaki bilincimiz ve düzeyimiz, aslında insani bilinç düzeyimizi göstermektedir. İnsanın insanla ve doğayla kurduğu bütün ilişkilerin ölçüsü ahlak ve adalettir. Adalet, herkesin layık olduğu hakları talep etmesi ve layık olduğu muameleyi görmesi demektir. Bir insanın hakkı olan hakları gaspetmek ve ona insan onuruyla bağdaşmayan mumamelede bulunmak, en büyük ahlaksızlık ve hukuksuzluktur. Adaletin olmadığı yerde ahlak yoktur. Ahlak ve vicdan ortadan kalktığı zaman ortaya adaletsizliklerle dolu bir sosyal siyasal ve idari yapı çıkmaktadır.Birinin yokluğu, kaçınılmaz olarak diğerinin yokluğunu sonuç vermektedir. Ahlak ve adalet, bilgiden, akıldan, barıştan, özgürlükten ve çoğulculuktan beslenen asli insani değerlerdir.

Adalet ve ahlak, kişilerin ortaya koyduğu keyfi kurallara dayanmamaktadır. Adalet ve ahlak, evrensel kuralları ve kurumları esas almaktadır. Adalet, hukuk kurallarına uygun olarak işlemeli, insanların özgür ve eşit olduğunu esas almalı ve bir insanın bir diğer insana ve doğaya hiçbir şekilde zarar verme hakkının olmadığını benimsemelidir. Ahlak ve fazilet, adalet sayesinde siyasal ve hukuksal olgular haline gelmişlerdir. Adalet, insan haklarının korunması için vardır. İnsan haklarından soyutlanmış bir adalet ve hukuk uygulaması, keyfilik ve despotizm anlamına gelmektedir. Adalet ve ahlakta ölçü, insan onuru ve insan haklarıdır.

Ahlaklı ve adil olmak için insanın iç dünyasında canlı, yaratıcı ve yapıcı bir vicdana sahip olması lazımdır. İnsan vicdan denilen iç dünyasında kendisiyle, insanlarla ve doğayla barışık olmayı başarmalı, ahlaklı bir insan olarak yaşama çabasında olmalı, vicdanındaki iyiliği ve ahlaklılığı dış dünyada pratiğe dönüştürmelidir. Ahlak ve adalet, insanın iç ve dış dünyasının birlikte barışa, hukuka, özgürlüğe, eşitliğe kavuşması demektir. Menfaat, güç ve çıkar merkezli bir siyaset, bir insan davranışının ahlaklı veya adil olup olmadığına karar veremez. Adalet, iş başında olan ahlaktır. Bütün ahlaki erdemler ve özellikler adalet şeklinde ete kemiğe bürünmektedir. Kaliteli bir hukuk sistemi, ancak kaliteli bir ahlak anlayışının ürünü olabilir. En kötü yasalar ve en kötü yasal pratikler, ahlakın ve vicdanın köreldiği ve yozlaştığı toplumlarda görülmektedir. Ahlak ve vicdan açısından yoz toplumların yasal uygulamaları, evrensel hukuk literatüründe referans alınmamakta ve onlara hiçbir değer atfedilmemektedir. Ahlaksız ve vicdansız nitelikteki yasal uygulamalar, hukuk açısından bir hiç muamelesi görmektedir.

Bir toplum için en önemli sorun, adaletin yokluğudur. Adaletin olmadığı toplumlarda, ekonomik, sosyal ve siyasal buhranlar ardı ardına çıkmaktadır. Hiçbir güç, otorite, grup veya kişi, adaletten daha önemli değildir. Hiçbir güç veya kişi, adaletin üstünde bir yere kendilerini konumlandıramazlar. Eski zamanlarda biri öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp o kişinin ölümü herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde kilise çanı iki defa çalınır, kral öldüğünde ise dört kez çalınırmış. Herkesin ölümde eşit olduğu anda bile kilise çanları, farklı sınıflara mensup kişilerin ölümlerini eşitsiz bir şekilde duyururmuş. Herkesin hak aramak için başvurduğu mahkeme, bir gün bir vatandaşı haksız yere mahkum etmiş. Bu haksız mahkeme kararı üzerine kilise çanı, o gün tam beş kez çalmış. Halk panik içinde kilise papazına koşmuş ve ona “kraldan daha önemli kim varki kilise çanları beş kez çalıyor?” diye sormuşlar. Kilise papazı, bu soruya şu tarihi cevabı vermiştir: “Kraldan daha önemli bir şey var. ADALET ÖLDÜ.” Adaletin her şeyden ve herkesten daha önemli ve yüce olduğuna dair bilinç ve farkındalık düzeyine ulaşmak ahlaki ve vicdani sorumluluktur. Adaleti herkesten ve her şeyden önemli ve öncelikli görmedikçe, hiçbir şeyin normalleşmeyeceğini unutmamak lazımdır.

Adorno, “yanlış hayat, doğru yaşanmaz” demektedir. Adorno’dan ilham alarak adaletsiz hayat, ahlaklı yaşanmaz diyebiliriz.Vicdan, insanın kafasına özgürlüğü, barışı, eşitliği ve adaleti koyuyor. Formel yasalar ve mahkemeler, vicdanın insanın derinliğine nakşettiği özgürlük, barış, eşitlik ve adalet değerlerini söküp atacak güce sahip değildir. Adalet ve ahlak, birlikte birbirini beslemekte ve birbirini güçlendirmektedirler. Ahlaka dayanmayan hukuk, hukuk olmaktan çıktığı gibi, insanı ve doğayı inkar eden bir çürümüşlük durumundan başka bir şey değildir.

19 Mart 2025 Çarşamba

HAYATTA KÜÇÜK SIRLAR

∞ Bol bol gülümse! Hem maliyeti sıfırdır, hem de bedava!
∞ İnsanlara adları ile hitap et!
∞ İlk intibalarına güvenme!
∞ Arkadaşına borç verirken dikkat et! İkisi de kaybolabilir.
∞ Kimse ile köprüleri atma!
∞ Söz ver ama, yerine de getir!
∞ Her şeyin olmasını bekleme!
∞ Hükümde iki taraf da dinlenir!
∞ Zarif ol! Kendinden soğutma!
∞ Birine “Seni seviyorum!” deme fırsatını sakın kaçırma!
∞ Yardımcı olanlara minnet duy!
∞ Önceliklerini iyi tayin et!
∞ Zamana dikkat! Geri gelmez!
∞ Temiz ve sade olarak giyin!
∞ Geniş ol! Şükretmeyi unutma!
∞ Nasihatinin tersinden sakın!
∞ Her işini mümkünse bitir!
∞ Kimsenin sözünü kesme!
∞ Ziyâretciyi ayakta karşıla!
∞ Az tanıdığın birine elini uzat!
∞ Telefonu güvenli bir sesle aç!
∞ Kendine bir mezar yeri satın al ve sık sık oraya git!
∞ “Keşke” yerine, “Bir dahaki sefere” demeyi dene!
∞ Devamlı olarak, “Ben dürüstüm!” diyenden şüphelen!
∞ İş bitmeden, tamamını ödeme!
∞ Karnın açken yiyecek-içecek alışverişine çıkmamaya çalış!
∞ Ölüm dışında hiçbir şey göründüğü kadar önemli değildir!
∞ Bir iş bulmadan istifa etme!
∞ İyi bir tesisatçıyla ahbap ol!
∞ Az konuş, dinlemeyi öğren!
∞ Büyük düşün ama, küçük zevklerin de tadına var!..


Kaynak: Türkiye Gazetesi Takvimi

19.03.2025

18 Mart 2025 Salı

Dünyayı Deliler ve Dahiler Yönetiyor

Dünya tarihine dönüp baktığımızda, büyük değişimlere yön veren liderlerin ya dâhi ya da “çılgın” olarak görüldüğünü fark ederiz. Çılgınlık ve dahilik arasındaki sınır, çoğu zaman tarih tarafından çizilir. Başlangıçta deli denilenler, kazanan tarafta olursa dâhi olarak anılır; kaybedenlerse tarihin sayfalarına “akılsız maceraperestler” olarak yazılır. Günümüzde de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Liderler, geleneksel siyasetin sınırlarını aşan çıkışlarıyla dünyayı sarsmaya devam ediyor.

Trump: Çılgın mı, Stratejik mi?

Donald Trump, modern zamanlarda bu denklemi en iyi temsil eden liderlerden biri. Başkanlık döneminde attığı tweetlerle uluslararası siyaseti şekillendirdi, geleneksel diplomasi anlayışını yerle bir etti. Kimi zaman Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’a hakaret ederken, kimi zaman onunla tarihi bir zirve gerçekleştirdi. Son olarak Groenland’ı satın alma fikrini tekrar gündeme getirdi. Evet, yanlış duymadınız: Trump, 2019’da Danimarka’ya resmî olarak “Groenland’ı satın almayı düşündüğünü” bildirmişti. İlk duyulduğunda bir delilik olarak görülen bu öneri, Çin ve Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki varlığını güçlendirmesiyle yeniden anlam kazandı. Bugün ABD’nin bölgedeki askerî varlığı ve küresel jeopolitik dengeler düşünüldüğünde, belki de “çılgın” Trump’ın ileri görüşlülüğü yeniden tartışılmalı.

Zelensky: Tiyatro Sahnesinden Savaş Alanına

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky, politikaya atılmadan önce bir komedyendi. Halk onu sahnede gülerek izliyordu, ama bugün onun liderliğinde Ukrayna, Rusya’ya karşı bir savaş yürütüyor. Kimileri onun idealist ve Batı’nın piyonu olduğunu söylerken, kimileri de savaş psikolojisini iyi yönettiğini ve uluslararası desteği maksimize eden bir strateji izlediğini savunuyor. Onun çılgınlığı, sahne sanatçısından savaş liderine dönüşmesinde yatıyor. Batı başkentlerinde alkışlarla karşılanırken, içeride halkı savaşın yükünü taşımaya devam ediyor. Peki, tarihin ona biçtiği rol ne olacak? Bugün çılgın bir savaşçıyken, yarın özgür bir Ukrayna’nın kahraman lideri mi olacak, yoksa tarih onu bir hayalperest olarak mı yazacak?

Putin: Kendi Dünyasında Bir Çar

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kendi ideolojisi ve dünyayı algılama biçimiyle klasik siyaset normlarından oldukça farklı bir yerde duruyor. Batı’nın kurduğu sistemin dışında, kendi jeopolitik gerçekliğini yaratıyor. 2022’de Ukrayna’ya girdiğinde dünya “Putin delirdi mi?” sorusunu sordu. Ancak onun gözünde bu, çarlık döneminden kalan bir misyondu: Rusya’nın toprak bütünlüğünü ve etki alanını koruma mücadelesi. Batı’nın yaptırımları karşısında ekonomisini ayakta tutması, enerji krizini fırsata çevirmesi ve Çin’le stratejik ortaklık kurması, onun “çılgın” hamlelerinin bazılarının aslında planlı ve stratejik olduğunu gösteriyor.

Erdoğan: Risk Alarak Kazanan Lider

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dünya siyasetinde risk almayı seven ve kimi zaman Batı’nın “hesap edilemez” olarak gördüğü liderlerden biri. Rusya-Ukrayna savaşında hem Moskova hem Kiev ile dengeli ilişkisini sürdürmesi, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinde Batı’yı zorlayarak Türkiye’nin çıkarlarını öncelemesi, onun klasik siyaset kalıplarının dışında hareket eden bir lider olduğunu gösteriyor. Batı’nın ambargolarına ve baskılarına rağmen Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesi, onun “çılgın” gözüken ama sonuç alan stratejilerinden kaynaklanıyor. Bugün, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da aktif bir rol oynayan Türkiye’nin politik manevraları, bazen eleştirilse de çoğu zaman “siyasi satranç” olarak görülüyor.

Delilik ve Dahilik Arasındaki Sınır

Dünya, her zaman “hesap edilemez” liderler tarafından şekillendirildi. Büyük İskender, Cengiz Han, Napolyon ve Hitler… Kimisi bir imparatorluk kurdu, kimisi dünyayı ateşe verdi. Günümüzde ise siyaset, daha az kanlı ama daha kaotik. Artık savaşlar cephelerde değil, medya manipülasyonları ve ekonomik yaptırımlarla yapılıyor. Liderler ise geçmişte olduğu gibi “dâhi mi, deli mi?” tartışmalarıyla tarihin yargısına bırakılıyor.

Bugün Trump, Zelensky, Putin, Erdoğan, Netanyahu ve diğerleri, kendi gerçeklikleri içinde dünyayı şekillendiriyor. Kimi zaman çılgınca gözüken hamleler, uzun vadede stratejik bir deha olarak algılanabiliyor. Peki, bu liderlerin hangi tarafın kazananı olacağını tarih nasıl yazacak? Delilik ve dahilik arasındaki bu ince çizgi, onları tarihin sayfalarında hangi sıfatla anılacaklarını belirleyecek. 

Nadir Toprak Rekabeti: Türkiye ve Grönland

Son yıllarda nadir toprak elementleri (NTE) stratejik ham madde kategorisinde giderek daha fazla öne çıkıyor. Savunma sanayinden yenilenebilir enerjiye, elektronik üretiminden yüksek teknolojiye kadar pek çok kritik alanda kullanılan bu elementler, küresel güç mücadelesinde kartların yeniden dağıtılmasına neden oluyor. Bu bağlamda, Grönland ve Türkiye’nin sahip olduğu nadir toprak elementleri rezervleri, jeopolitik dengeleri etkileyen önemli unsurlar haline gelmiş durumda.

ABD, Grönland ve Küresel Rekabet

Grönland, ABD için sadece coğrafi bir üs olmanın ötesinde, nadir toprak elementleri bakımından da büyük önem taşıyor. Çin’in küresel nadir toprak elementleri arzının büyük kısmını kontrol etmesi, Washington yönetimini alternatif kaynaklar aramaya yöneltti. Grönland’ın bu elementler açısından zengin olması, ABD’nin bu bölgedeki ilgisini artırıyor. ABD’nin Grönland üzerindeki stratejik hesapları, hem Çin’in nadir toprak elementleri üzerindeki tekelini kırmak hem de Arktik bölgesinde jeopolitik üstünlük sağlamak üzerine kurulu. Ancak, uluslararası hukuk açısından Grönland’ın bağımsızlığı ve Danimarka’nın egemenlik hakları, ABD’nin bu bölgedeki hamlelerini sınırlıyor.

Türkiye’nin Nadir Toprak Elementleri Keşfi ve Önemi

Türkiye’nin Eskişehir Beylikova’da keşfettiği nadir toprak elementleri rezervi, dünya genelinde büyük yankı uyandırdı. Dünyanın en büyük ikinci nadir toprak elementi rezervi olarak tanımlanan bu keşif, Türkiye’yi bir anda küresel enerji ve teknoloji savaşlarının merkezine yerleştirdi.

Bu rezervin Türkiye için önemi birkaç temel noktada toplanıyor:

1.    Stratejik Bağımsızlık: Türkiye, Çin’e bağımlı kalmadan kendi nadir toprak elementlerini işleyebilir ve kullanabilir hale gelirse, savunma sanayinden teknolojik üretime kadar birçok sektörde dışa bağımlılığını azaltabilir.

2.    Ekonomik Kazanç: Dünya genelinde bu elementlerin stratejik değeri her geçen gün artarken, Türkiye’nin bu alanda bir üretici ülke haline gelmesi, ülkeye büyük ekonomik kazançlar sağlayabilir.

3.    Jeopolitik Konum: Türkiye’nin enerji ve ham madde tedarikinde küresel oyuncularla müzakere gücünü artırabilir. Avrupa ve Orta Doğu’ya olan yakınlığı, Türkiye’yi stratejik bir tedarik merkezi haline getirebilir.

Türkiye ile ABD’nin Çıkarları Kesişiyor mu?

ABD’nin Grönland’a olan ilgisi ile Türkiye’nin nadir toprak elementleri keşfi arasında doğrudan bir bağ olmasa da, küresel rekabet açısından ortak noktalar bulunuyor. ABD’nin Çin’e olan bağımlılığını azaltma çabası, Türkiye’nin nadir toprak elementleri piyasasına güçlü bir giriş yapması durumunda, Türkiye ile Washington arasındaki ilişkileri daha stratejik hale getirebilir. ABD, Çin’e olan bağımlılığı azaltma adına Grönland ve Türkiye gibi bölgelerde alternatif kaynaklara yönelebilir.

Ancak burada önemli bir soru var: Türkiye, bu kaynakları işleyip kendi sanayisini mi güçlendirecek, yoksa hammadde sağlayıcısı bir ülke olarak mı kalacak? Eğer Türkiye, bu kaynakları işleyebilecek bir endüstriyel altyapı geliştirmezse, tıpkı diğer bazı doğal kaynaklarda olduğu gibi, sadece hammadde satan bir ülke konumuna düşebilir. Bu nedenle Türkiye’nin hedefi, nadir toprak elementlerini çıkarıp ihraç etmek yerine, bunları işleyerek yüksek katma değerli ürünler üretmek olmalıdır.

Sonuç: Türkiye Kendi Yolunu Çizmeli

Grönland örneği, stratejik doğal kaynaklara sahip olmanın, jeopolitik hesapların merkezinde yer almak anlamına geldiğini gösteriyor. Türkiye’nin Beylikova’daki nadir toprak elementleri keşfi, ülkeye büyük fırsatlar sunarken, aynı zamanda dikkatli bir strateji gerektiriyor. Türkiye, bu keşfi yalnızca ekonomik bir fırsat olarak değil, jeopolitik bir koz olarak da değerlendirmelidir.

Eğer doğru politikalar uygulanırsa, Türkiye küresel enerji ve teknoloji savaşlarında kendisine güçlü bir yer edinebilir. Ancak aksi takdirde, sadece hammadde ihracatçısı bir ülke olarak kalır ve bu stratejik avantajı kaybeder. Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat var; önemli olan, bu fırsatı doğru değerlendirip ulusal çıkarları ön planda tutan bir yol haritası çizmektir.

14 Mart 2025 Cuma


Komşularımızın Üçüncü Ülkelerle Mevcut veya Olası Anlaşmalarının Etkileri

1. Gürcistan Üzerinden Avrupa’ya Enerji Hatları: Fırsatlar ve Tehditler

Gürcistan, Türkiye için kritik bir enerji geçiş ülkesidir. Türkiye’nin Avrupa’ya enerji taşımada Gürcistan üzerinden geçiş yapması, hem enerji arz güvenliği açısından fırsatlar sunmakta hem de Karadeniz bölgesindeki enerji hatlarının güvenliğine dair riskler barındırmaktadır. Gürcistan’ın siyasi istikrarı ve bölgedeki çatışmalar bu enerji hatlarının sürdürülebilirliği açısından tehdit oluşturabilir.

Gürcistan’ın, enerji kaynaklarını Avrupa’ya taşımada Türkiye’yi bypass ederek üçüncü ülkelerle anlaşma yapma olasılığı, özellikle AB’nin Rusya dışında enerji kaynaklarına erişim arayışları kapsamında dikkate değer. Bu olasılık gerçekleşirse, Türkiye’nin mevcut enerji geçiş koridoru rolü zayıflayabilir. Ancak maliyet açısından Gürcistan’ın altyapı eksikliği ve Türkiye’nin mevcut hatlarına kıyasla daha yüksek yatırım gereksinimleri, bu seçeneği ekonomik olarak zorlaştırır. Ayrıca Türkiye’nin NATO ve Batı ile ilişkilerdeki stratejik önemi, Gürcistan’ın alternatif rotalarının siyasi destek bulmasını zorlaştırabilir. Türkiye, bu tür senaryolarda Gürcistan ile enerji iş birliğini güçlendirmeli ve AB’nin enerji güvenliği için Türkiye’nin vazgeçilmez olduğunu vurgulamalıdır. Bu gibi adımlar, uluslararası arenada Türkiye’nin pozisyonunu sağlamlaştırabilir ve potansiyel maliyet risklerini azaltabilir.

2. İran ile Enerji İşbirliği: Çeşitlendirme Fırsatı ve Bölgesel Riskler

İran, Türkiye’nin enerji ithalatında önemli bir role sahiptir. Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve İran-Türkiye boru hatları, Türkiye’nin enerji çeşitlendirme stratejileri için fırsat sunar. Ancak, İran’a uygulanan uluslararası yaptırımlar, bu iş birliğini riske atabilir. Ayrıca, İran’ın bölgede artan nüfuzu, Türkiye’nin enerji politikalarında rekabet yaratabilecek bir dinamik taşır.

İran’ın üçüncü ülkelerle enerji anlaşmaları yapma ihtimali, özellikle Çin ve Hindistan gibi enerji talebi yüksek ülkelerle ilişkilerini güçlendirmesi bağlamında oldukça muhtemeldir. Bu tür bir iş birliği Türkiye için enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi noktasında faydalı olabilir, çünkü İran’dan gelen enerji arzında süreklilik sağlanabilir. Ancak, uluslararası yaptırımların etkisi altında bu tür iş birliklerinin maliyeti yükselebilir ve Türkiye’nin bu iş birliğinden faydalanması zorlaşabilir. Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, İran’ın bu tür anlaşmalarla Batı’dan uzaklaşıp doğuya yönelmesi, Türkiye’yi hem enerji kaynakları açısından hem de bölgesel rekabette sıkıntıya sokabilir. Türkiye, bu durumda İran ile iş birliğini derinleştirmeye çalışarak enerji arz güvenliğini güçlendirebilir; ancak bu süreçte Batı ile dengeli ilişkiler sürdürmesi de hayati olacaktır.

3. Irak-Türkiye Boru Hattı: Bölgesel İstikrar ve Güvenlik Tehditleri

Irak’tan gelen boru hatları, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından önemli bir fırsat sunarken, bu hatlar aynı zamanda terör saldırıları, sabotajlar ve bölgesel istikrarsızlık gibi ciddi tehditler de barındırır. Özellikle Irak’ın kuzeyindeki siyasi belirsizlikler ve Türkiye’nin bölgedeki askeri operasyonları, bu enerji projelerinin sürdürülebilirliği açısından risk teşkil etmektedir.

Irak’ın üçüncü ülkelerle enerji anlaşmaları yapma potansiyeli, özellikle Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle işbirlikleri bağlamında düşünüldüğünde önemli bir olasılıktır. Irak’ın bu yönde atacağı adımlar, Türkiye’nin enerji ithalatını olumsuz etkileyebilir ve bölgedeki enerji dengelerini değiştirebilir. Maliyet açısından Türkiye’nin mevcut boru hatları, yeni güzergâhlara kıyasla daha düşük maliyetli bir alternatif sunsa da Irak’ın iç karışıklıkları ve güvenlik riskleri maliyetleri artırabilir. Uluslararası ilişkiler boyutunda Irak’ın üçüncü ülkelerle anlaşmalar yaparak enerji ihracatını çeşitlendirmesi, Türkiye’nin bölgedeki stratejik önemini zayıflatabilir. Ancak Türkiye, Irak ile enerji ilişkilerini güçlendirip ortak projelere yönelirse bu riski en aza indirebilir ve maliyetleri dengeleyebilir.

4. Doğu Akdeniz’deki Enerji Keşifleri: Kıbrıs Sorunu ve Deniz Yetki Alanları

Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları, Türkiye için potansiyel bir fırsat oluştururken, Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları ile ilgili hukuki ve siyasi anlaşmazlıklar bu fırsatları tehdit edebilir. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır gibi aktörlerle yaşanan gerilimler, bölgedeki enerji projelerinin sürdürülebilirliğini olumsuz etkileyebilir.

Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde, İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi aktörlerin üçüncü ülkelerle yapacağı enerji anlaşmaları Türkiye için hem fırsatlar hem de tehditler yaratabilir. Bu tür anlaşmalar, Türkiye’nin enerji politikalarını etkileyebilir ve bölgedeki enerji rotalarının Türkiye’den geçmesini zorlaştırabilir. Maliyet açısından Türkiye’nin bu süreçte dışlanması, enerji arz güvenliği için alternatif maliyetler oluşturabilir. Ancak Türkiye, bölgedeki enerji projelerine dahil olmayı başarabilirse maliyetler azalabilir ve bölgesel iş birliğinden fayda sağlayabilir. Uluslararası ilişkiler bağlamında, Türkiye’nin bölgedeki deniz yetki alanları konusundaki anlaşmazlıkları çözmeden üçüncü ülkelerin iş birliklerine dâhil olması zor olacaktır. Bu nedenle Türkiye, Doğu Akdeniz’deki diplomatik stratejilerini güçlendirip enerji kaynaklarını güvence altına almalıdır.

5. Rusya ile Enerji İlişkileri: Stratejik Ortaklık ve Jeopolitik Rekabet

Türkiye, enerji ithalatında Rusya’ya büyük oranda bağımlı olmasına rağmen, bu ilişkinin hem fırsatlar hem de tehditler barındırdığını söylemek mümkündür. TürkAkım gibi projeler, Türkiye’nin enerji arz güvenliği için önemli katkılar sağlarken, Rusya’nın enerji politikalarındaki değişimler Türkiye’yi jeopolitik ve ekonomik açıdan zayıflatabilir. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşı sonrası Rusya ile olan enerji iş birliği, Batı ile Türkiye’nin ilişkilerinde de belirsizlik yaratmaktadır.

Rusya’nın Avrupa ve Asya ile yapacağı enerji anlaşmaları Türkiye üzerinde büyük etkiler yaratabilir. Özellikle Rusya’nın Batı ile enerji ilişkilerini yeniden düzenlemesi, Türkiye’nin enerji transit rolünü sekteye uğratabilir. Ancak maliyet açısından bakıldığında, Rusya’dan gelen enerji Türkiye için ekonomik açıdan avantajlı olmaya devam edebilir. TürkAkım gibi projeler Türkiye’nin enerji arz güvenliğini güçlendirse de Rusya’nın diğer ülkelere yönelebilecek alternatif enerji projeleri Türkiye’nin enerji politikalarında ciddi maliyet riskleri yaratabilir. Uluslararası ilişkiler açısından, Rusya’nın Avrupa ve Asya’daki enerji anlaşmaları, Türkiye’yi stratejik bir pozisyona getirse de bu durum Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinde dengeyi korumasını gerektirecektir.

6. Azerbaycan ile Enerji İşbirliği: Güçlü Bağlar ve Bölgesel Dengeler

Azerbaycan ile Türkiye arasında enerji alanındaki iş birliği, TANAP gibi projeler üzerinden derinleşmiştir. Bu stratejik iş birliği, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini sağlamada büyük bir fırsat sunar. Ancak Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu, bu iş birliğinin istikrarını riske atabilir ve bölgedeki siyasi gerilimlerin enerji projelerine zarar verebilme ihtimali göz ardı edilmemelidir.

Azerbaycan’ın üçüncü ülkelerle yapacağı enerji anlaşmaları, özellikle Orta Asya ülkeleri ve Avrupa ile olan enerji koridorları kapsamında Türkiye’ye önemli yansımalar yaratabilir. Bu tür anlaşmaların gerçekleşmesi, Türkiye’nin Azerbaycan üzerinden enerji arz güvenliğini zayıflatabilir. Ancak maliyet açısından bakıldığında Türkiye’nin TANAP gibi projelerle güçlü altyapıya sahip olması, üçüncü ülkelere alternatif olarak ekonomik avantaj sunmaktadır. Uluslararası ilişkiler bağlamında, Azerbaycan’ın üçüncü ülkelerle yapacağı enerji anlaşmaları, Türkiye ile ilişkilerinde diplomatik gerilim yaratabilir. Türkiye, bu durumda Azerbaycan ile iş birliğini artırarak enerji projelerinde stratejik konumunu koruyabilir ve maliyet avantajlarını sürdürebilir.

13 Mart 2025 Perşembe

Türkiye’nin Enerji Hinterlandında Fırsatlar ve Zorluklar

Doğal gaz ticaret merkezi olma hedefiyle enerji politikalarını yeniden şekillendiren Türkiye, bir yandan fırsatlarla diğer yandan zorluklarla karşı karşıya. TANAP’tan TürkAkım’a, Karadeniz sondajlarından Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıklara kadar kritik projeler ve stratejik iş birlikleri, Türkiye’yi uluslararası enerji piyasalarının kilit aktörlerinden biri yapabilir mi? Türkiye’nin enerji hinterlandındaki rolü, potansiyeli ve karşı karşıya olduğu riskler...

Türkiye, enerji kaynakları açısından zengin olmayan bir ülke olmasına karşın, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik konumu nedeniyle hem bölgesel hem de küresel enerji piyasalarında önemli role sahiptir. Buna bağlı olarak da enerji geçiş yollarının kritik bir parçası haline gelmiştir. Tüm bu özellikler doğrultusunda, Türkiye’nin enerji hinterlandında karşılaştığı fırsatlar ve riskler hem Türkiye’nin ekonomik güvenliği hem de uluslararası enerji politikaları açısından büyük önem taşımaktadır.

Doğal Gaz Ticaret Merkezi Olma Hedefi

Türkiye’nin enerji politikaları, son yıllarda doğal gaz ticaret merkezi olma hedefi etrafında şekillenmektedir. Bu kritik hedef, Türkiye’nin enerji ithalat bağımlılığını azaltma ve enerji arz güvenliğini artırma çalışmalarının bir parçası olarak görülebilir. Nitekim bu konuda Türkiye, enerji piyasasının serbestleşmesi ve şeffaflığının artırılması amacıyla çeşitli reformlar gerçekleştirmiştir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından yürütülen regülasyonlar, piyasaya yeni aktörlerin katılımını teşvik etmekte ve piyasa mekanizmasının etkin işlemesini sağlamaktadır. Ancak bu rol aynı zamanda bölgesel istikrarsızlık, hukuki sorunlar ve uluslararası rekabet gibi çeşitli riskleri de beraberinde getirmektedir.

Türkiye, doğal gaz ticaret merkezi olma stratejisi kapsamında hem kendi enerji arz güvenliğini artırmakta hem de bölgesel ve uluslararası enerji arz güvenliğine katkı sağlamaktadır. 

Mevcut boru hatları arasında TANAP (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı) ve TürkAkım, Türkiye’nin enerji taşımacılığında kritik rol oynamaktadır. Bu hatlar, Türkiye’nin hem enerji tüketimini karşılamakta hem de enerji ticaretinde merkezi bir konumda yer almasını sağlamaktadır.

Ayrıca Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Bulgaristan doğal gaz boru hatları, Türkiye’nin Avrupa’ya enerji taşıma kapasitesini artırmakta ve Avrupa’nın enerji arz güvenliğine katkıda bulunmaktadır. Bunun yanında, İran-Türkiye ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) gibi diğer boru hatları da Türkiye’nin doğalgaz tedarik çeşitliliğini sağlamaktadır. İlerleyen yıllarda, Irak-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı ve Doğu Akdeniz Boru Hattı gibi projeler de devreye alınarak, Türkiye’nin enerji merkezi olma yolundaki rolünü daha da güçlendirecektir.

Türkiye’nin enerjide merkez ülke olma hedefinin önemli adımlarından biri de çok sayıda alıcı ve satıcının yer alacağı bir piyasa oluşturmak amacıyla yoğun bir diplomatik ağ kurmaya çalışmasıdır. Bu çabalar kapsamında, çeşitli alıcılarla anlaşmalar imzalanmaktadır. Örneğin, Bulgaristan ile 2035 yılına kadar yıllık yaklaşık 1,5 milyar metreküplük gaz satış anlaşması yapılmış; Kuzey Makedonya, Romanya ve Moldova ile de benzer süreçlerin yürütüldüğü açıklanmıştır. Ayrıca, Umman ile yıllık 1,4 milyar metreküplük doğalgaz tedarikini kapsayan 10 yıllık bir anlaşma imzalanmıştır. Enerjide merkez ülke olma yolunda, 2022 yılında Avrupa’dan Orta Asya ve Körfez bölgesine kadar uzanan geniş bir coğrafyada 15 ülke ile görüşmeler yapıldığı belirtilmiştir.

Bu projelerin yanı sıra, Türkiye’de önemli doğal gaz depolama tesisleri ve LNG terminalleri bulunmaktadır. Silivri Yeraltı Doğal Gaz Depolama Tesisi ve Tuz Gölü Doğal Gaz Depolama Tesisi gibi projeler, Türkiye’nin enerji merkezi olma yolunda attığı önemli adımlar olarak görülebilir. Beraberinde Marmara Ereğlisi ve Aliağa LNG terminalleri, ithal edilen sıvılaştırılmış doğal gazın (LNG) depolanması ve yeniden gaz haline getirilmesi açısından stratejik öneme sahiptir. Saros FSRU (Yüzer Depolama ve Yeniden Gazlaştırma Ünitesi) gibi yeni yatırımlar, Türkiye’nin enerji altyapısını daha da çeşitlendirirken çok sayıda doğalgaz alıcı ve satıcısının buluşabileceği bir merkez olma yolunda ilerlendiğini göstermektedir.

Bu strateji doğrultusunda, Türkmenistan doğal gazının Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılması için de mutabakata varıldığı ilan edilmiştir. Bu stratejik iş birliği kapsamında, Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı, Nahçıvan’ın enerji güvenliğini sağlamanın yanı sıra Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini de güçlendirmektedir. TANAP ve Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hatları’nın kapasitesinin artırılması ve Avrupa bağlantı noktalarının genişletilmesi de bu stratejinin önemli unsurlarındandır. Bu projeler, Türkiye’nin uluslararası enerji piyasalarındaki konumunu güçlendirmektedir.

Riskler ve Tehditler

Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefi, Türkiye’yi küresel ve bölgesel enerji piyasalarında diğer aktörlerle (örneğin Rusya, İran gibi büyük enerji üreticileri) doğrudan rekabetini meydana getirebilir. Bu ülkelerle yaşanan stratejik çekişmeler, Türkiye’nin enerji politikalarının sürdürülebilirliğini ve enerji ticaretinin istikrarını tehdit edebilir.

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya göz önüne alındığında Türkiye’nin enerji merkezi olma stratejisi, bölgesel istikrara dayanır.

Ancak Ortadoğu, Kafkaslar ve Doğu Akdeniz gibi bölgelerdeki siyasi ve askeri çatışmalar, enerji yollarını ve projelerini tehdit ediyor. Özellikle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarıyla ilgili anlaşmazlıklar ve Kıbrıs sorunu gibi karmaşık meseleler, Türkiye’nin enerji projelerinin sürdürülebilirliği anlamında zorluklar olarak kendini gösteriyor.

Enerji boru hatları, LNG terminalleri ve depolama tesisleri gibi altyapılar; terör saldırıları, sabotajlar veya doğal afetler gibi güvenlik tehditlerine karşı hassastır. Bu anlamda Türkiye’nin bu kritik altyapıyı korumak için büyük çaba sarf etmesi gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’nin enerji projeleri ve stratejik iş birlikleri, uluslararası siyasi ilişkilerden etkilenir. Örneğin Türkiye-Azerbaycan iş birliği gibi projeler, İran gibi bölgedeki aktörler tarafından istenmeyebilir. Ayrıca, Avrupa ile enerji güvenliği konusundaki ilişkilerde yaşanacak belirsizlikler ve Rusya ile enerji ilişkilerindeki gerilimler, enerji alanında karşı karşıya olunan riskler olarak öne çıkıyor.

Doğu Akdeniz ve Karadeniz Enerji Keşiflerinin Etkileri

Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki enerji keşifleri, Türkiye’nin enerji güvenliği ve bölgesel politikaları üzerinde derin etkilere yol açmıştır. Bu keşifler, Türkiye’nin enerji ithalatını çeşitlendirme ve yerli enerji kaynaklarını artırma stratejilerine katkı sağlamaktadır.

Diğer taraftan Rusya-Ukrayna savaşı (2022-…), küresel enerji piyasalarını derinden sarsarak, enerji arz güvenliği konusundaki endişeleri artırmıştır. Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma çabaları, Türkiye için hem fırsatlar hem de tehditlere yol açmıştır. Türkiye, enerji ticaretinde kilit bir aktör olarak, Avrupa’nın enerji arz güvenliğinde daha önemli bir rol oynamayı hedeflese de Rusya ile olan enerji ilişkileri ve bu ilişkilerin geleceği, Türkiye’nin enerji politikalarının sürdürülebilirliği açısından önemli bir belirsizlik kaynağı olarak kendini göstermektedir.

Yerli Kaynakları Çıkarma ve Kullanma Çalışmaları

Türkiye, denizlerde olduğu kadar karasal alanlarda da enerji arama ve çıkarma faaliyetlerine devam etmektedir. Karasal enerji arama çalışmaları neticesinde, özellikle Gabar bölgesinde olmak üzere çeşitli bölgelerde petrol rezervleri keşfedilmiş ve üretim süreçleri başlamıştır. Gabar’daki petrol bulgusu, diğer bölgelerde de arama faaliyetlerinin teşvik edilmesinde önemli bir etken olmuş ve bu bağlamda Kato bölgesinde arama faaliyetlerinin artırıldığı duyurulmuştur. Türkiye’nin geçmişte terörle ilişkilendirilen bölgelerinde artan enerji arama faaliyetleri ve bazı bölgelerde bulunan petrol rezervleri, ülkenin enerji bağımlılığını azaltma hedeflerinin en kritik unsurları arasında yer almaktadır.

Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve yerel üretimin artırılması, Türkiye’nin uluslararası enerji piyasalarında daha bağımsız ve etkili bir oyuncu olmasına olanak tanımaktadır. Ayrıca bu strateji, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltarak enerji güvenliğini artırmakta ve dış politika araçları olarak kullanılabilecek ekonomik ve stratejik bir avantaj sağlamaktadır. Türkiye’nin enerji arama faaliyetlerinin genişlemesi, enerji alanında uluslararası iş birlikleri ve stratejik ortaklıklar kurma çabalarını da desteklemekte, özellikle enerji transit ülkesi olarak rolünü pekiştirmektedir. Bununla birlikte terörle ilişkilendirilen bölgelerdeki enerji kaynaklarının değerlendirilmesi, Türkiye’nin bölgesel güvenlik ve istikrar hedefleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmekte ve uluslararası platformlarda ülkenin güvenlik ve enerji politikalarının etkili bir şekilde ifade edilmesine katkıda bulunmaktadır.

Türkiye’nin enerji hinterlandındaki fırsatlar ve riskler, ülkenin ekonomik güvenliği, bölgesel istikrarı ve uluslararası ilişkileri açısından kritik öneme sahiptir. Türkiye’nin enerji politikaları, hem ulusal enerji güvenliğini sağlamayı hem de bölgesel ve küresel enerji piyasalarında etkin bir aktör olmayı amaçlamaktadır. Ancak bu stratejilerin başarıya ulaşması, jeopolitik risklerin yönetilmesi ve bölgesel iş birliklerinin geliştirilmesinin yanında güçlü bir askeri kapasite ile hatların güvenliğinin sağlanması ve uzun vadeli sürdürülebilirlik politikalarının uygulanmasıyla mümkündür.

Enerji Stratejilerinin Karşılaştığı Zorluklar

Türkiye’nin enerji hatları altyapısını korumak için büyük çaba sarf etmesi gerekmektedir. Ayrıca enerji altyapısını genişletmek ve yenilemek için büyük finansal yatırımlar gereklidir. Diğer yandan ekonomik krizler, yabancı yatırımcıların ilgisini azaltabilir veya mevcut projelerin finanse edilmesini zorlaştırabilir. Bu da Türkiye’nin enerji merkezi olma hedeflerine ulaşmasını finansal açıdan riskli hale getirir.

Türkiye’nin enerji stratejileri, ithalat bağımlılığını azaltma amacı taşısa da mevcut durumda hala büyük oranda ithalata bağımlılık devam etmektedir. Enerji ithalatına bağımlılık, enerji fiyatlarının dalgalanması durumunda ekonomik güvenliği tehdit edebilir ve Türkiye’nin ulusal enerji politikalarını esnek hale getirme çabalarını zayıflatabilir.

Türkiye’nin enerji geçiş yollarındaki stratejik rolü, bölgesel güç dengeleri ve jeopolitik gerilimler tarafından tehdit edilebilir; bu durum Türkiye’nin enerji güvenliğini ve uluslararası ilişkilerini etkileyebilir. Enerji projeleri, çevresel düzenlemelere ve uluslararası hukuki standartlara uyum sağlamak zorundadır. Aksi halde çevresel ve hukuki uyumsuzluklar projelerin sürekliliğini riske atabilir. Ayrıca yerli enerji üretiminin yetersizliği, Türkiye’nin uluslararası enerji piyasalarına olan bağımlılığını sürdürebilir ve bu durum, ülkenin enerji güvenliğini tehdit edebilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin enerji politikaları, çeşitli risk ve tehditleri yönetme stratejilerini içeren kapsamlı bir yaklaşım gerektirmektedir.

Diğer taraftan enerji merkezi olmak için uluslararası yatırımcılar için güvenli ve cazip bir yatırım ortamı oluşturmak şarttır.

Türkiye’nin enerji projelerine yabancı yatırım çekebilmesi için hukuki ve regülasyonel çerçeveyi uluslararası standartlara uygun hale getirmesi, yatırım süreçlerini şeffaflaştırması ve bürokrasiyi azaltması gerekmektedir. Özellikle, yatırımcıların risk algısını azaltacak hukuki güvencelerin sağlanması kritik önemdedir.


Kaynak: T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı


Ruh ve Maneviyat

İnsan, ruh sahibi değildir, çünkü insanın kendisi ruhtur. İnsan, ruh olarak yaşamakta, düşünmekte, duygulanmakta, düşünmekte ve davranmaktadır. Ruh, bendir. Ruh olarak yaşamayan insan, aslında duygularından, düşünmelerinden ve duyarlılıklarından çok şey yitirmiş demektedir. Ruh olarak yaşadığı takdirde insan, elini, belini ve dilini tutabilmektedir. İnsanı tek başına tutan, geliştiren ve olgunlaştıran hiçbir ritüel yoktur. İnsanı tutan, farkındalık kazandıran ve olgunlaştıran ruh benidir. Ruh, insanı tutmadığı takdirde birey, hiçbir şeye tutunamamaktadır. Tutunamayan insan, ruhun kendisini tutmadığı insandır.

Ruh, varlığın açık özüdür. Ruh, kapalı ve içi doldurulmuş değildir. Her birey, ruhunu kendisine göre beslemek, geliştirmek ve güçlendirmek sorumluluğuna sahiptir. İnsan ilişkilerimiz, ilgilerimiz ve ideallerimiz, ruhumuzu iyileştirecek, onaracak ve geliştirecek nitelikte olmalıdır. Her an ruhumuz için ne yaptığımız sorusu, bizi meşgul etmelidir.

Ruhu yaralamak, incitmek, kanatmak her zaman mümkündür. Ruhta açtığımız yaralar ve travmalar, geçmemektedir. Ruhtaki acılarımız, incinmişliklerimiz, kırılmalarımız ve kanamalarımız, sadece kabuk bağlayabilir. Yaralarımızın kabuk bağlaması, incinmişliklerimizin geçtiği ve kaybolduğu anlamına gelmemektedir. Ruh, ancak bir başka ruhla ilişkiye girerek, birlikte aklederek, düşünerek, hissederek ve duyumsayabilerek iyileşebilir ve ilerleyebilir.

Elinde kılıç, herkese saldıran bir zihniyette ruh ve maneviyat yoktur. Ruhta ve maneviyatta şiddetin yeri yoktur. Şiddeti ve kılıcı yücelten ve kutsayan zihniyetin, ahlaka, maneviyata, sanata, felsefeye, edebiyata hiçbir katkısı olmamıştır. Ruh, aslında sürekli olarak bilim yapmayı, ahlaklı yaşamayı, hukuka riayet etmeyi, felsefi sorgulamayı, sanatsal yaratıcılığı gerektirmektedir.

Ruha ve maneviyata ulaştıran yol olma iddiası taşıyan birçok inanç, kültür ve ritüel kalıbı vardır. Şekilci, doğmatik ve taklitçi çerçeveler ve tekrarlar, maneviyata gitmemekte, insanı kendi içlerinde çıkmaza sürüklemektedirler. Çıkmazda kalmamak için bireyin ruhu ve maneviyatı, şekilci, çerçevelenmiş, sınırlanmış, taklitçi kalıblara sıkıştırmaması ve dondurmaması gerekmektedir.

Ruhun ve maneviyatın, kuralları, doğmaları ve ritüelleri yoktur. Hiçbir ritüel ve kural, insanı ruha ve maneviyata ulaştırmaz. Ruh beni ve maneviyat, insanın sürekli olarak duygusal, düşünsel, davranışsal ve sosyal sınırların ötesine gitmeyi ve onları aşmayı kapsayan bir varoluşsal durumdur. İnsan, yiyip içtiklerinden ibaret değildir. İnsan, dış dünyadaki uyarıcılara verdiğimiz tepkilerden ibaret değildir. İnsan, içimizdeki duygulardan ve düşüncellerden ibaret değildir. İnsan, bütün bunlarla beraber, bütün bunlardan fazlasını kapsayan ve aşan ruh benidir.

Ruh beni, farkındalığı gerektirir. Farkındalık olmadığı zaman, aslında ruh ve maneviyatta ortadan kalkmaktadır. Gaflet, ruh beninin ve maneviyatın düşmanıdır. Akılla, bilgiyle ve emekle hayatın farkında olarak hayatı yaşamak, ruh beninin ve maneviyatın olgun yoludur.Ruh beni ve maneviyatı diri tutan farkındalık, duygularımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın, ilgilerimizin ve ilişkilerimizin sürekli farkında olmayı, onları gözlemlemeyi, takip etmeyi, sorgulamayı ve soruşturmayi içermektedir. Farkındalık düzeyimiz arttıkça ruh benimize, maneviyata ve hayata vereceğimiz anlam ve amaç derinleşerek genişlemekte, hayatımızı yeniden her gün dinamik bir şekilde oluşturma imkanlarına ve motivasyonuna kavuşmaktayız.

Ruh beni, bedenimizin yedikleriyle, içtikleriyle, arzularıyla ve görünüşüyle bizi savaşa ve çatışmaya sokmamaktadır. Ruh beni, ruhumuz kadar bedenimizi de sevmeyi, ona özen göstermeyi ve ona incelikli davranmayı gerektirmektedir. Vücudumuzun yeteri kadar güzel olmadığını sanmak, bedenimizin çirkin göründüğünü sandığımız yerlerini yapay bir şekilde değiştirmeye kalkmak, aslında ruh beni açısından bir yozlaşma ve yabancılaşma anlamına gelmektedir. Maneviyat, bedenimizle barış içinde olmaktır. Bedenimizle barış içinde olmak onun hayat kaynağı olarak devamını sağlamak için biyolojik ihtiyaçlarımızı bilimsel, akli, tıbbi, estetik ve sosyal ölçülerde karşılamayı gerektirmektedir.Beden, önemlidir, çünkü beden hayattır. Beden, ruhun ete kemiğe bürünmüş halidir. Bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi, hep birbiriyle ilgili ve ilişkili tutmak şeklinde çetin bir meydan okuma önümüzde durmaktadır. Gerçek maneviyat tecrübesi, bu çetin meydan okumaya verilen cevaptır.

11 Mart 2025 Salı

Faiz ve enflasyonun gölgesinde büyüme


Türkiye ekonomisi, son yıllarda küresel belirsizlikler, iç siyasi ve ekonomik dinamikler, yüksek enflasyon ve finansal dalgalanmalarla önemli sınavlardan geçiyor. Ancak özellikle 6 Şubat 2023 depremleri, ekonomik dengeleri derinden sarsan bir gelişme oldu. Bu süreçte enflasyon, Merkez Bankası’nın faiz politikası, işsizlik, sanayi üretimi ve enerji maliyetleri birbiriyle yakından ilişkili hale geldi.

Türkiye’de enflasyon uzun süredir ekonomi yönetiminin en büyük mücadele alanlarından biri. 2023 yılı itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 60’ın üzerinde seyrederken, 2024’te bu oran yüzde 40’lara geriledi. Ancak bu düşüş, fiyatların genel seviyesinin indiği anlamına gelmiyor; sadece artış hızının yavaşladığını gösteriyor. Enflasyonun başlıca nedenleri arasında kur şokları, ithalata bağımlılık ve enerji maliyetlerindeki artış öne çıkıyor. Özellikle Türkiye’nin doğalgaz ve petrol gibi enerji kaynaklarında dışa bağımlı olması, küresel enerji fiyatlarındaki dalgalanmalara karşı ekonomiyi kırılgan hale getiriyor.

6 Şubat depremleri, ekonomide enflasyonist baskıyı artıran önemli bir faktör oldu. Deprem bölgesinde yıkılan altyapının yeniden inşası, kamu harcamalarının hızla artmasına neden oldu. Bu süreçte bütçe açığı büyüdü ve kamu borçlanması arttı. Aynı zamanda depremden etkilenen illerde üretim kayıpları yaşandı, iş gücü göçü nedeniyle işsizlik oranları yükseldi.

Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede faiz oranlarını en önemli araç olarak kullanıyor. 2023’ün ikinci yarısında faizler yüzde 50 seviyesine kadar çıkarıldı. Faiz artışı, TL’nin değerini koruyarak ithalat maliyetlerini düşürebilir ve enflasyonu kontrol altına alabilir. Ancak diğer yandan, yüksek faizler kredi maliyetlerini artırarak işletmelerin yatırım yapmasını zorlaştırıyor. Bu da sanayi üretimi ve istihdam üzerinde baskı yaratıyor.

Sanayi sektörü, Türkiye ekonomisinin büyüme motorlarından biri. Ancak 2024 itibarıyla sanayi üretiminde yavaşlama dikkat çekiyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri, yüksek finansman maliyetleri. Şirketler, yüksek faiz oranları nedeniyle yatırım kararlarını ertelemek zorunda kalıyor. Aynı zamanda enerji maliyetlerinin yükselmesi de sanayi üretimini olumsuz etkiliyor. Doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki artış, üretim maliyetlerini artırarak rekabet gücünü zayıflatıyor.

İşsizlik oranı resmi verilere göre yüzde 9-10 seviyesinde seyrediyor. Ancak genç işsizlik oranı daha yüksek ve iş bulma süreci giderek zorlaşıyor. Deprem bölgesinde iş gücü piyasasında yaşanan daralma, bölgesel işsizliği daha da artırdı. Yeniden inşa sürecinde istihdam yaratılmasına rağmen, özel sektör yatırımlarının yavaşlaması işsizlik sorununu çözmede yeterli olmadı.

6 Şubat depremlerinin ekonomik etkileri sadece bütçe açığı ve işsizlikle sınırlı kalmadı. Deprem harcamalarının büyük bir kısmı devlet tarafından karşılandığı için kamu maliyesi üzerinde ciddi bir yük oluştu. Deprem bölgesinde ekonomik faaliyetlerin yeniden canlanması için özel sektör teşvik edilmeli, sanayi ve hizmet sektörlerinde üretim kapasitesi artırılmalı.

Türkiye ekonomisi, enflasyon ve faiz ikilemi, işsizlik sorunu ve deprem sonrası toparlanma süreciyle aynı anda mücadele ediyor. Bu noktada sürdürülebilir bir ekonomik model oluşturmak için bazı adımların atılması gerekiyor. Öncelikle enflasyonu kontrol altına almak için sıkı para politikası sürdürülmeli, ancak sanayi ve istihdam üzerindeki olumsuz etkiler de göz önünde bulundurulmalı. Türkiye’nin enerji bağımsızlığını artırmak için yenilenebilir enerji yatırımlarına daha fazla kaynak ayrılmalı. Bu, sanayi sektörünün enerji maliyetlerini düşürerek üretim maliyetlerini azaltacaktır.

Deprem bölgesinde üretimi teşvik eden politikalar geliştirilerek, vergisel teşvikler ve uygun kredi imkanları sağlanmalı. Bu illerde sanayi ve hizmet sektörlerinin yeniden canlandırılması, hem istihdamı artıracak hem de bölgesel ekonomik canlanmayı destekleyecektir. İş gücü piyasasına yönelik reformlar yapılmalı, özellikle genç işsizliği azaltmak için mesleki eğitim programlarına daha fazla yatırım yapılmalı.

Türkiye ekonomisi güçlü dinamiklere sahip bir yapı. Ancak sürdürülebilir büyüme ve toplumsal refah için uzun vadeli ve dengeli politikalar izlenmesi gerekiyor. Önümüzde zorlu ama aşılması mümkün bir süreç var. Yeter ki doğru politikalarla ilerleyelim.

5 Mart 2025 Çarşamba

Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) tarafından 28 Şubat 2025 tarihinde açıklanan verilere göre, Türkiye’nin toplam elektrik kurulu gücü 116 bin 570 MW’a ulaştı. Bu kapasite içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi giderek artarken, güneş enerjisi kurulu gücü 20 bin 379 MW’a yükselerek dikkat çekti.

Güneş enerjisi kapasitesinin detaylarına bakıldığında, kurulu gücün büyük bir kısmının lisanssız santrallerden oluştuğu görülüyor. TEİAŞ verilerine göre, güneş enerjisi kurulu gücünün 18 bin 371 MW’ı lisanssız santrallerden, 2 bin 8 MW’ı ise lisanslı santrallerden sağlanıyor. Lisanssız güneş enerjisi santrallerinin bu denli yüksek paya sahip olması, bireysel ve küçük ölçekli üreticilerin yenilenebilir enerjiye olan ilgisini ortaya koyuyor. Türkiye’nin enerji politikalarında temiz ve sürdürülebilir kaynaklara yönelim son yıllarda hız kazanmış durumda. Güneş enerjisinin toplam kurulu güç içindeki payının yüzde 17,5’e ulaşması, ülkenin bu alandaki potansiyelini ve yatırımlarını gözler önüne seriyor. Uzmanlar, güneş enerjisinin hem çevresel faydaları hem de enerji bağımsızlığı açısından Türkiye için stratejik bir önem taşıdığını vurguluyor.

 

2025 Şubat Ayı Türkiye’nin Kurulu Güç Verilerine Göre Öne Çıkan Bazı Bilgiler

  • Lisanssız güneş kurulu gücü bir önceki aya göre artarak 18.371 MW’a ulaşırken, lisanslı güneş kurulu gücü bir önceki aya göre artarak 2.008 MW seviyesine yükseldi. Toplam güneş enerji kurulu gücü de 20.379 MW oldu.
  • Rüzgar enerji kurulu gücü bir önceki aya göre artarak 13.044 MW seviyesine yükseldi.
  • Jeotermal kurulu gücünde herhangi bir değişiklik olmadı ve 1.734 MW seviyesinde sabit kaldı.
  • Biyokütle kurulu gücü de 2.121 MW oldu.
  • Toplam yenilenebilir kurulu gücü de 68.480 MW’a yükseldi.
  • Toplam aktif kurulu güçte ilk sırayı yine doğalgaz aldı ve 24.601 MW oldu.

2025 Şubat Ayı Türkiye’nin Kurulu Güç Tablosu

 

KAYNAKSANTRAL ADEDİKURULU GÜÇ (MW)
Akarsu6178.340
Asfaltit Kömür1405
Atık Isı73314
Barajlı14723.863
Biyokütle3782.121
Doğalgaz33224.601
Fuel Oil8230
Güneş32.00420.379
İthal Kömür1610.456
Jeotermal661.734
Linyit5110.234
LNG12
Motorin11
Nafta15
Rüzgar37613.044
Taşkömür4841
Toplam34.076116.570

Tok Tutan Yiyecekler

 

Yumurta: Uzun zaman doygunluk hissi sağlaması ile Ramazan ayında sahur sofralarında yumurtanın bulunması isteniyor. Yumurta kan şekeri kontrolü de sağlayarak, yemek yeme isteğini azaltır.

Kuru Fasulye: Kilo kontrolü sırasında en büyük yardımcılarımızdan biridir. Baklagil tüketenlerin kan şekeri kontrolü daha iyi olur ve tokluk hissi sağlar. Piyaz olarak veya ana yemek olarak pişirilebilir.

Tarçın: Bir tutam tarçın bile yemek sonrası insülin tırmanışlarını engelliyor. Sahurda süte veya herhangi bir içeceğe 1 çay kaşığı tarçın, katılıp içilirse, daha rahat oruç tutulur.

Çörekotu: Ölümden başka birçok derde devâ olduğu Hadis-i şerîfle bildirilmiştir. Birçok faydası yanında, doygunluk hissi sağlar ve Ramazanda yenmesi istenen bir baharattır. Salata, yoğurt gibi yiyeceklere eklenen çörekotu, doygunluk dışında zindelik de verir.

Yağsız Et: Yemeğin içinde et olması tokluk hissini artırır. Ayrıca ette ve balıkta bol bulunan 'lösin' adındaki amino asit kaslarınızın kalori harcamasını kolaylaştırır. Bu sebeple yemekler, yağsız kıyma yahut yağsız et ile pişirilir.

Esmer Buğday: Esmer buğday tüketenlerin, beden yağı yüzdelerinin düştüğü, sağlıklı yağ oranlarına doğru yol aldıkları görülmüştür. Salatalara, ekmeklere eklenerek kolesterol seviyeleri düşürülebilir.

Yeşil Çay: Çay yapraklarının taze kurutulan yapraklarından meydana gelir. Kilo kontrolünde ve vücut yağını azaltmada önemlidir. Ramazanda günde 2/3 fincan yeşil çay içilebilir.

Kaynak: Türkiye Gazetesi Takvimi

4 Mart 2025 Salı

Bir meydan okuma olarak sevmek

Sevmek,  hayatı sevmektir. Bir ötekinin hayata tutunması,  hayatı coşkuyla sürdürmesi, hayatını derinliğine  yaşaması için bir başka hayata katkı sunmak demektir. Bir çiçeği sevmek, onu sulamaktır ve soldurmamaktır. Bir çiçeği yaşattığımız sürece onu sevebiliriz. Sevmek,  pahalı  hediyeler almak değildir. Sevgiliyi her gün hayata bağlıyorsak, onun yaşama sevincini canlı tutabiliyorsak aslında seviyoruz demektir. Hayat ve aşk, sıradan ve sıkıcı şeyler  değildir. Sevgili olanı  yaşama coşkusuyla ve sevinciyle  doldurmuyorsak, aslında ortada sevgi adına bir şey bulunmamaktadır. Nazım Hikmet, sevmek ve yaşamak arasındaki ilişkiyi canlı bir şekilde  kurarak ifade etmektedir: “Yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim. Yaşamak: Seni sevmek gibi ciddi bir iştir.” Sevgi tecrübesinin  yaşama coşkusu ve tutkusu için verilen emek olduğunu unutmuş olmak, günümüzün en  gafletlerinden biridir. Sevmek, hayatı keşfetmektir, yenilemektir, hayatı diri tutmaktır. Sevmenin diriliş olduğu gerçeğini fark etmek için hayat ve sevgi arasındaki derin bağı yeniden keşfetmeliyiz.

Sevgi, insanı ve doğayı sevmekle tecrübe edilebilir. İnsanın ötesinde ve üstünde  sevilecek hiçbir  sahte kurgu yoktur. İnsan yerine  sahte otoriteleri ve güçleri sevmeyi dayatan  uyduruk  kalıplar ve klişeler, aslında insanı köleleştirmeye çalışmaktadırlar. İnsan, sadece  insanları ve doğayı sevdikçe özgürleşebilir. Sevmek, kölelik ve kulluk değildir. Sevmek, bağımlılık değildir. Sevmek, özgürce insana ve doğaya bağlanarak özgürleşerek yaşamak ve olgunlaşmaktır.

Sevmek, birlikte büyümektir ve gelişmektir.  Doğayla ve insanlıkla birlikte  büyüdüğümüz ve geliştiğimiz sürece  sevgiyi tecrübe ediyoruz.  Doğayı  tahrip ettiğimiz ve insanı gerilettiğimiz durumlarda, artık  sevgiden söz etmek mümkün değildir. Sevginin var olup olmadığının ölçüsü büyümenin ve gelişmenin var olup olmadığıdır. Bir ilişkide  gerilemeden,  zarardan ve  kısırdöngüden söz ediyorsak, aslında orada sevgi yerine nefretin işbaşında olduğunu  söyleyebiliriz. Nefret, geriletir, zarar verir, tüketir, boğar ve  yıkar. Sevgi, ilerletir, büyütür, geliştirir, üretir, yaşatır ve yapar.

Sevgi, dayatmayla olmaz. Sevginin emir-komutası yoktur. Sevgi, insanın içinden gelen  manevi bir tecrübedir. Kendisini,   kişinin canı dahil her şeyden daha sevilmesi gerektiğini dayatan, bunu değişmez ahlak normu haline getirenler, aslında kendilerine putlaştıranlardır. Sevmek putlaştırmak değildir. Kendisinin  her şeyden çok sevilmesini buyuran ve dayatan bütün putlardan uzak durmalı ve bütün putlar reddedilmelidir. Putlar ormanının  putlarını ancak sevgiyle ve düşünceyle yıkıp onlardan özgürleşebiliriz. Sevmek için putlardan  vazgeçelim. Kültürün ve tarihin ürettiği ve dayattığı bütün putlardan vazgeçmek, sevmenin önümüze koyduğu çetin bir meydan okumadır.

Sevgi, manevi bir tecrübedir. Sevgi, şunu yap-şunu yapma şeklinde kurallara, kaidelere, kararlara ve kaynaklara sığdırılacak bir tecrübe değildir. Sevgi, su gibi insan ruhunda sürekli akış ve canlılık içinde olan bir durumdur. Sevginin akışı, sevmenin dondurulamayacağını göstermektedir. İnsanın düşlerini, duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını  şunu yapmalısın-şunu yapmamalısın şeklinde sınırlayan  formalist ve legalist yaklaşımların hepsinde, aslında  sevgiye düşmanlık adına insanın duygusunu, düşünü ve düşüncesini kontrol ve yönetme sapkınlığı vardır. Sevginin formu ve normu yoktur. Her birey, sevgiyi kendisine özgü bir şekilde yaşar. Formalizm ve legalizm, sevgiyi kurutmakta, kuraklaştırmakta ve çölleştirmektedir. Sevgi, özgürlük sayesinde  verimlileşmekte,  üretmekte ve  dirileşmekte ve diriltmektedir.

Sevgi, arzuyu, benliği, umudu ve ümidi   dolu dolu yaşamaktır. Sevgi, insanın   sürekli olarak kendi sınırlarını aşması,  insanda ve doğada  yeni alanlar ve imkanlar yaratmak için emek sarf etmesi ve mücadele etmesidir. İnsanın, sürekli olarak kendisini aşma mücadelesi içinde olması, hayatı ve doğayı  yenilemekte ve diriltmektedir.