31 Temmuz 2024 Çarşamba

​Türkiye ekonomisinin kronik sorunu: Enflasyon

 

Enflasyon, Türkiye ekonomisinin uzun yıllardır mücadele ettiği ve toplumsal refahı ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Ekonomik istikrarın temel unsurlarından biri olan fiyat istikrarı, yüksek enflasyon oranları ile tehdit altına girmekte ve bu durum, hem bireylerin hem de işletmelerin mali planlamalarını olumsuz etkilemektedir. Bu yazıda, enflasyonun nedenleri, sonuçları ve çözüm önerileri üzerinde durarak, bu kronik sorunun Türkiye ekonomisine etkilerini ele alacağız.

Enflasyonun Nedenleri

Enflasyonun temel nedenleri arasında döviz kurlarındaki dalgalanmalar, para politikalarındaki belirsizlikler ve arz-talep dengesizlikleri bulunmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, döviz kurlarındaki dalgalanmalar enflasyon üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi, ithalat maliyetlerini artırmakta ve bu durum, özellikle enerji ve hammadde fiyatlarında yükselişe neden olmaktadır. Bu da nihai tüketici fiyatlarına yansımakta ve enflasyonun artmasına yol açmaktadır.

Para politikalarının etkin bir şekilde uygulanamaması da enflasyonun önemli nedenlerinden biridir. Para politikalarının güvenilirliği, enflasyon beklentilerinin yönetilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Faiz oranlarının doğru seviyelerde belirlenmesi ve enflasyon hedeflemesi politikalarının kararlılıkla uygulanması, fiyat istikrarının sağlanmasında büyük rol oynamaktadır. Ancak, zaman zaman siyasi müdahaleler ve kısa vadeli ekonomik hedefler, para politikalarının etkinliğini azaltmakta ve enflasyonist baskıların artmasına neden olmaktadır.

Arz-talep dengesizlikleri de enflasyonun önemli nedenlerinden biridir. Tarım ve sanayi sektörlerindeki verimlilik sorunları, üretim maliyetlerini artırmakta ve bu durum, ürün fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle tarım sektöründe iklim değişiklikleri ve yapısal sorunlar, gıda fiyatlarının dalgalanmasına yol açmaktadır. Ayrıca, tüketici talebindeki artışlar ve arz yetersizlikleri de enflasyonist baskıları artırmaktadır.

Küresel Ekonomik Etkiler

Küresel ekonomik gelişmeler, Türkiye’deki enflasyon oranlarını doğrudan etkileyen önemli bir faktördür. Küresel piyasalardaki değişimler, özellikle gelişmekte olan ekonomiler üzerinde belirgin etkiler yaratmakta ve Türkiye de bu değişimlerden payını almaktadır. Küresel ekonomik etkilerin Türkiye’deki enflasyon üzerinde nasıl bir rol oynadığını anlamak için, enerji fiyatları, tedarik zinciri aksaklıkları ve uluslararası ticaret politikalarına yakından bakmak gerekmektedir.

Enerji Fiyatları

Enerji fiyatları, enflasyonun en önemli bileşenlerinden biridir. Türkiye, enerji ithalatına büyük ölçüde bağımlı bir ülke olduğundan, dünya genelindeki enerji fiyatlarındaki artışlar doğrudan iç piyasaya yansımaktadır. Özellikle petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki dalgalanmalar, üretim maliyetlerini artırarak tüketici fiyatlarını yükseltmektedir. Küresel enerji piyasalarındaki arz ve talep dengesizlikleri, jeopolitik gerilimler ve büyük üretici ülkelerin politikaları, enerji fiyatlarının belirlenmesinde kritik rol oynamaktadır.

Örneğin, büyük petrol üreticisi ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar veya üretim kısıntıları, petrol fiyatlarında ani artışlara neden olabilir. Bu durum, Türkiye’nin enerji ithalat maliyetlerini yükselterek enflasyonist baskıları artırır. Ayrıca, enerji fiyatlarındaki artışlar, ulaşım ve üretim maliyetlerini de yükselterek, nihai tüketici ürünlerinin fiyatlarını artırır.

Tedarik Zinciri Aksaklıkları

Küresel tedarik zincirlerinde yaşanan gecikmeler ve maliyet artışları, ithal edilen ara malların ve hammaddelerin fiyatlarını artırmakta, bu da üretim maliyetlerine yansımaktadır. Üretim maliyetlerindeki artış, nihai tüketici fiyatlarının yükselmesine ve dolayısıyla enflasyonun artmasına neden olmaktadır. Özellikle elektronik, otomotiv ve beyaz eşya gibi sektörlerde tedarik zinciri aksaklıkları, fiyat artışlarını daha belirgin hale getirmektedir.

Uluslararası Ticaret Politikaları

Uluslararası ticaret politikaları da enflasyon üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ticaret savaşları, korumacılık politikaları ve gümrük tarifeleri, küresel ticaretin serbest akışını engelleyerek fiyat istikrarını bozabilmektedir. Türkiye, birçok ülke ile ticaret ilişkilerine sahip olduğundan, küresel ticaret politikalarındaki değişikliklerden doğrudan etkilenmektedir.

Örneğin, büyük ekonomiler arasındaki ticaret savaşları, ithalat maliyetlerini artırarak enflasyonist baskılara neden olabilir. Aynı şekilde, belirli ürünlerde uygulanan gümrük tarifeleri ve ticaret kotaları, ithal malların fiyatlarını yükselterek iç piyasada fiyat artışlarına yol açabilir. Bu durum, özellikle tarım ve gıda ürünlerinde belirgin hale gelmekte ve tüketici fiyat endeksindeki artışlara katkı sağlamaktadır.

Enflasyonun Sonuçları

Enflasyonun yüksek olması, ekonomik ve toplumsal açıdan birçok olumsuz sonuca yol açmaktadır. İlk olarak, enflasyon, bireylerin alım gücünü düşürmekte ve yaşam maliyetini artırmaktadır. Sabit gelirli bireyler ve dar gelirli kesimler, enflasyondan en çok etkilenen gruplar arasında yer almakta ve bu durum, gelir dağılımındaki adaletsizlikleri daha da derinleştirmektedir.

Yüksek enflasyon oranları, aynı zamanda yatırımcı güvenini de olumsuz etkilemektedir. Belirsizlik ortamı, yerli ve yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisini azaltmakta ve ekonomik büyüme potansiyelini sınırlamaktadır. Yatırımların azalması, istihdam yaratma kapasitesini düşürmekte ve işsizlik oranlarının yüksek kalmasına neden olmaktadır.

Enflasyonun bir diğer önemli sonucu ise, mali piyasalarda istikrarsızlıklara yol açmasıdır. Döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve fiyat belirsizlikleri, finansal planlamaları zorlaştırmakta ve ekonomik aktörlerin uzun vadeli kararlar almasını engellemektedir. Bu durum, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmakta ve toplumsal refahı olumsuz etkilemektedir.


Tüketici güven endeksi yüzde 75,9 oldu

 

Türkiye İstatistik Kurumu ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası işbirliği ile yürütülen tüketici eğilim anketi sonuçlarından hesaplanan tüketici güven endeksi, Haziran ayında 78,3 iken Temmuz ayında yüzde 3,1 oranında azalarak 75,9 oldu.

Tüketicilerin maddi durum ve genel ekonomiye ilişkin mevcut durum değerlendirmeleri ile gelecek dönem beklentilerini, harcama ve tasarruf eğilimlerini ölçen tüketici güven endeksi son 8 ayın en düşük seviyesine gerilemiş oldu.

Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan sıkı para politikasının da etkisiyle, Mayıs ayında 80,5 olan tüketici güven endeksi iki ayda 4,6 puan geriledi.

Verinin alt detayları incelendiğinde;

Geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde hanenin maddi durumu bir önceki aya göre yüzde 5,4 azalarak 60,4 değerini, gelecek 12 aylık dönemde hanenin maddi durum beklentisi yüzde 4,2 azalarak 75,9, geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde genel ekonomik durum yüzde 7,9 azalarak 43,2, gelecek 12 aylık dönemde genel ekonomik durum beklentisi yüzde 7 azalarak 70,8, gelecek 12 aylık dönemde işsiz sayısı beklentisi yüzde 5,6 artarak 77,8, geçen 3 aylık döneme göre gelecek 3 aylık dönemde yarı-dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşüncesi yüzde 0,6 artarak 106,7, mevcut dönemin dayanıklı tüketim malı satın almak için uygunluğu yüzde 2 artarak 44,8, geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşüncesi yüzde 2,6 artarak 96,5, mevcut dönemin tasarruf etmek için uygunluğu yüzde 0,7 azalarak 71,8, gelecek 12 aylık dönemde tasarruf etme ihtimali yüzde 6,5 artarak 42,0, gelecek 3 aylık dönemde tüketimin finansmanı amacıyla borç kullanma ihtimali yüzde 11,3 artarak 58,2, geçen 12 aylık dönemde tüketici fiyatlarının değişimine ilişkin düşünce yüzde 4,8 artarak 16,7, geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde tüketici fiyatlarının değişimine ilişkin beklenti yüzde 9,8 azalarak 55,9, gelecek 12 aylık dönemde otomobil satın alma ihtimali yüzde 3,6 artarak 19,4 ve gelecek 12 aylık dönemde konut satın alma veya inşa ettirme ihtimali yüzde 3,3 azalarak 10,4 değerini aldı.

İç talebi azaltmaya yönelik atılan adımların, özellikle tüketici kredilerine ve kredi kartı kullanımına getirilen sınırlamaların ve yüksek faiz oranlarının katkısıyla ekonominin yavaşlaması amaçlanıyor. Ancak alt endekslere bakıldığında farklı bir tablo karşımıza çıkıyor. Tüketim eğilimlerini gösteren endeksler mevcut durumda ve gelecek dönemde dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarına olan talepte bir azalma olmayacağını gösteriyor. Bunun yanı sıra azalan alım gücü nedeniyle tüketimin finansmanı amacıyla borç kullanma ihtimalindeki artış da dikkat çekiyor.

Tüketici fiyatlarının değişimine ilişkin beklenti endeksinin yüzde 9,8 azalması ise tüketici fiyatlarında ciddi bir artış beklentisi olduğunu gösteriyor. Konut satın alma veya inşa ettirme ihtimalindeki gerileme de konut satışlarındaki durgunluğun bir süre daha devam edeceğine işaret ediyor. 

29 Temmuz 2024 Pazartesi

 

28.07.2024 tarihi itibariyle;

    2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 4.096 MW oldu. 28.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 111.092 MW oldu. Santral Sayısı: 26.904 adet oldu. 30 Haziran ile 28 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 1.033 adet santral devreye girmiştir. Bu santrallerin 1.032 adedi güneş (Lisanssız) 1 adedi rüzgar enerjisine aittir. 

23 Temmuz 2024 Salı

Allah, güvenilir olanları sever


Yüce dinimiz İslam, istikamet üzere, dosdoğru bir ömür geçirmemiz için bizlere gönderilmiştir. Yüce Rabbimiz, niyet ve inancımızda, söz ve davranışlarımızda doğru ve dürüst olmamızı emretmiştir. Bununla birlikte İslam, yalanı ve yalana götüren her türlü davranışı asla tasvip etmez. Şaka bile olsa yalan söylemeyi, insanları eğlendirmek için dahi yalan konuşmayı hoş karşılamaz. Doğruluk, imanın özü, müminin şiarıdır. Yalan, toplumun huzurunu bozan, insanları birbirine düşüren kötü bir hastalıktır. Doğruluk, güveni tesis eder, sevgi ve saygıyı kalıcı kılar. Doğruluk, mal ve mülkü hayırlı kılar. Yalanla kazanılan maldan hayır gören yoktur. Kalbimizi doğruluğun merkezi kılalım. Özümüz ve sözümüz doğru, davranış ve tavırlarımız tutarlı olsun. Unutmayalım ki sözü doğru olanın işi doğru olur. İşi doğru olanın kalbi doğru olur. Kalbi doğru olanın dini doğru olur. Dini doğru olanın varacağı yer ise ancak cennettir.

Kaynak: Diyanet Takvimi 

Eleştirel düşünme niçin vazgeçilmez bir ihtiyaçtır?

 

Tarihin her döneminde düşüncemizi, aklımızı, kalbimizi, duygularımızı, düşlerimizi ve davranışlarımızı kontrol ve yönetmek isteyen dinler, devletler, ideolojiiler, gruplar, güçler, otoriteler, kitaplar ve kişiler olmuştur. Düşünceyi yönetmek ve manipüle etme durumu, günümüzde tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yoğunlaşmış, derinleşmiş, karmaşıklaşmıştır. Düşünceyi yönetme, yönlendirme ve kontrol etme günümüzde bir endüstri haline gelmiştir. Reklam ve propaganda, düşünceyi kontrol ve yönetmek isteyen endüstrinin en güçlü pratikleridir. Günümüzde gerçek ortadan kalkmıştır. Her şey imajdır. Siyaset, din, kültür, yönetim, diplomasi, ekonomi, hep imajlar üzerinden yapılmaktadır. Siyasetçiler, oyumuzu ve rızamızı almak için her türlü düşünce ve duyguyu iğfal etme aracını kullanmaktadırlar Otoriter ve totaliter despotlar, diktatörler, monarklar, duygularımızı ve önyargılarımızı kullanarak hayatlarımız üzerinde tahakküm etmek için her türlü yolu denemektedirler. Milliyetçi, ırkçı ve fanatik güruhlar, bireyleri kullanmak için her türlü zihin iğfal edici argümanı kullanmaktadırlar. İmajların yalancılığına ve yanıltıcılığına karşı, düşünce yoluyla köleleştirilmemek için tek yol eleştirel düşünmedir. Eleştirel düşünme olmadan kendimize özgü düşüncelerle siyasal, kültürel, manevi, ahlaki, kültürel ve özel alanlarda kararlar vermemiz ve tercihlerde bulunmamız mümkün değildir.

Eleştirel düşünme, hiçbir şekilde günah, utanç, yasak ve gayri meşru gibi kavramlarla sınırlanamaz. Eleştirel düşünme günah değil, en erdemli tecrübedir. Eleştirel düşünmenin günah ve yasak değil, özgür ve erdemli bir tecrübe olduğu şeklinde yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Eleştirel düşünmeyi günah gibi kavramlarla bastırmaya ve kontrol etmeye çalışan kültürlerde, kimliklerde ve zihniyetlerde gerçek anlamda düşünme olmayacağı gibi eleştirel düşünme de olmaz.

Düşünmenin sonu yoktur. Düşünme tecrübesi boyunca varacağı sonuçlardan korkan kişiler, düşünemezler. Sonuçlarından korkanlar düşünemezler. Düşünme, açık uçlu bir tecrübedir. Düşünme tecrübesi boyunca birey, hiç arzu etmediği sonuçlara, kanaatlere ve fikirlere varabilir. Eleştirel düşünmenin amacı, kişinin yeni, sürpriz, heyecan verici farklı fikirlere ulaşmasını ve bakış açılarını görmesini sağlamaktır. Eleştirel düşünme, bakış açısını değiştirtme ve yenileme faaliyetidir. Halihazırda sahip olunan bakış açısını sabitleştiren, olumlayan, güçlendiren ve tartışılmaz kılan düşünceler, eleştirel düşünme olarak değil, doğma olarak nitelenebilir. Doğmalar, düşünceler değildir. Doğmaların mutlak doğru olduğuna dair kanaatler, düşünme değildir. Doğma ve düşünme aynı şey değildir. Doğma, tek bir düşüncenin donmuş ve değiştirilmez formudur. Eleştirel düşünme ise, hiçbir düşünce formunda donmadan dinamik bir şekilde bütün düşünceleri, değerleri, kalıpları, kaynakları, kişileri, kimlikleri, kurumları sorgulayarak akletmek, hissetmek, duymak ve yaşamaktır. Eleştirel düşünme, bütün inançlarımız, alışkanlıklarımız ve kalıplarımız hakkında aklımıza şüpheler sokmalı, kalbimiz yeni düşüncelerle ferahlamalıdır. Şüphe, bunalım ve bunama değildir. Şüphe ve eleştiri, ferahlamadır, özgürleşmedir ve yenilenmedir.

Eleştirel, açık ve dinamik düşünme, başkalarının bizim gibi düşünmesi olmadığı gibi, bizim de başkaları gibi düşünmemiz değildir. Eleştirel düşünme, farklılıktır ve çoğulculuktur. Bizden farklı düşünen kişilerin düşünceleri, hiçbir şekilde yasaklanamaz, onlara entelektüel mobbing uygulanamaz. Çoğu kişi eleştiriye açık olduğunu iddia etmesine rağmen, beş-altı dakikadan sonra muhataplarını susturmaya, suçlamaya ve onlara mobbing uygulamaya başlarlar. Eleştirel düşünme, farklı olanı dinlemektir, onunla ilişkiye girmektir ve değişmeye hazır olmaktır. Değişmek yerine farklı olana kendini kapatan ve katılaştıran dinler, inançlar, kurumlar, kaynaklar ve kimlikler, düşünmeye ve eleştirel düşünmeye şiddetle karşıdırlar. Kapalı ve katı inançlar, kimlikler ve kurgular, düşünmeye ve eleştiriye giden bütün yolları kapatarak nihai kararlarını yüz yıllar öncesinden vermiş hayata ve düşünmeye giden bütün kapıları tarihleri boyunca kapatmışlardır. Düşünmeye ve eleştiriye giden yollara kapılarını kapatan dogmatik, kapalı ve katı kültürlerde, düşünmenin ve eleştirinin kapılarının ve yollarının tekrar açılmasını ummak, imkansızlık derecesinde zor olduğu gibi çoğu kez içi boş vehimden öteye geçememektedir.

Eleştirel düşünme tecrübesi konusunda kapasitemizin ve yeteneğin geliştirilmesi için soru sorma yeteneğimizin geliştirilmesi lazımdır. Soru sormada sınır yoktur. Çok soru sorma! diyen bir kültürde düşünme ve eleştirel düşünmenin olması mümkün değildir. Eleştirel düşünmenin esası, çok soru sormaktır. Eleştirel düşünme, insanın kendi kimliğini, kültürünü, toplumunu, kabullerini sorgulamasıdır. Kendi dışında her şeyin eleştirilmesine izin veren bir kültür, din, kimlik, eleştirel düşünmeye ve akla kapalı demektir. Eleştirel düşünme tecrübesinde hiç kimse, kendisini istisna yapamaz. İstisna yapıldığı andan itibaren, eleştirel düşünme eleştirellik ve düşünme niteliklerini kaybetmekte dogmatikleşme ve donma dediğimiz durum ortaya çıkmaktadır. Dogmatiklik ve donma, eleştirelliği ve düşünmeyi reddeder, yasaklar ve yok ederler.

Eğitim, tanımında geçmişten günümüze kadar tüm insanların ortak fikir belirttiği fakat icra etme noktasında her toplumun kendi özelliklerine göre farklılaştığı ve günümüzde ülke stratejilerine uygun hedeflerin eklendiği önemli bir kavramdır. Toplum bireylerinin düşünsel özelliklerine uygun bir şekilde işlevsel hale getirilen eğitim, sosyal ve kültürel özelliklerin bir sonraki kuşaklara aktarılması, toplumun refah seviyesinin artırılması gibi birçok konuda önemli görevler üstlenmektedir. Toplumun gelişmeye açık tüm alanları ve eğitim arasında ki önemli ilişki nedeniyle günümüzde eğitimin daha işlevsel hale getirilmesi stratejik olarak da önemli bir yer tutmaktadır.

Eğitim, stratejik özelliği bakımından spor alanıyla da önemli bir ilişki içerisindedir. Bu önemli ilişki beden eğitimi ve spor ders saatlerinin okullarda yeterli düzeyde olmamasına rağmen yıllardır Türk sporuna sporcu keşfetme konusunda devam etmektedir. Uluslararası alanda başarı sağlamış birçok sporcu, okullarda beden eğitimi ve spor öğretmenleri tarafından keşfedilmiş ve spor branşlarına yönlendirilmişlerdir.

Türk eğitim sisteminde sporcu keşfetme ve yetiştirme gibi çok önemli bir proje de seçilen spora yetenekli öğrencilerin kendi yeteneklerine uygun bir şekilde eğitimlerine devam edecekleri “Spor Ortaokul” türü bulunmamaktadır. Spor ortaokullarının eğitim sistemi içerisinde yer almaması, sporcu keşfetme ve yetiştirme gibi önemli yatırım yapılan projelerin etkisini azaltmaktadır. Ayrıca yeteneği keşfedilen öğrencilerin yeteneklerine uygun olmayan okullarda eğitim alması eğitim ve sportif başarısızlıkların yanında gelişimsel bozukluklara da yol açmaktadır. Türk eğitim sisteminde spor ortaokullarının yokluğu, uluslararası alanda başarı sağlaması muhtemel bir sporcunun sosyal çevre kaynaklı yanlış yönlendirilmesiyle belki de spor alanından uzaklaşmasına da neden olmaktadır. Spor alanında yetenekli öğrencilerin kendi yetenek alanları dışında ki ortaokullarda eğitim görmeleri, Türk sporuna sporcu keşfetmek ve yetiştirmek için uygulanan spor politikalarının başarı sağlamasının önünde bir kilit olarak durmaktadır.

Spor ortaokulları, spora yetenekli öğrencilerin aynı alan üzerinde eğitimlerine devamlılık sağlayabilecekleri “Spor Liseleri” bünyesinde açılabilirler. Türkiye genelinde yaygın olan spor liselerinin alt okul türleri olarak spor ortaokulları eğitim sistemine dâhil edilebilirler. Spor ortaokullarından mezun olan öğrenciler eğitimlerine kendi yeteneklerine uygun bir şekilde spor liselerinde devamlılık sağlayabilirler. Spor ortaokullarının spor lisesi alt okul türü olarak açılması, ülkemizin uluslararası spor alanında başarısı için son derece önemli olan kendine ait “Türkiye Başarılı Sporcu Yetiştirme Modeli” oluşmasına da öncülük edecektir.

Spor ortaokullarının açılması, Türk sporuna sporcu keşfetme ve yetiştirme noktasında önemli katkı sağlayacağı gibi Türk eğitim sisteminde spora yetenekli öğrencilerin eğitimleri için de yeni bir dönem başlatacaktır. Spor ortaokulları belki de günümüzde ülkemiz için çok önemli olan ve ihtiyaç duyulan “Mesleki Ortaokul” türlerinin de açılmasına da ön ayak olacaklardır.


Ekonomik güvenliğin artırılması gerekiyor

 

Türkiye ekonomisindeki son gelişmelere bakıldığında enflasyonist durumun devam ettiği ancak fiyat artış hızının frene bastığı görülmektedir. Son bir yıldaki enerji maliyetlerindeki artış ve jeopolitik belirsizlikler, üretim maliyetlerini artırarak büyüme üzerinde baskı oluşturmuştur. Yıllık enflasyondaki bu yüksek seyrin başlıca nedenleri arasında enerji maliyetlerindeki artış, kur dalgalanmaları ve tarım ürünlerindeki fiyat artışları bulunmaktadır. Döviz kuru, son bir yıl içerisinde önemli dalgalanmalar göstermiştir. Özellikle dış borç ödemeleri ve küresel ekonomik belirsizlikler, Türk Lirası üzerinde baskı oluşturmuştur. Yüksek enflasyon, maliyetlerin artmasına ve reel gelirlerin düşmesine neden olurken, döviz kuru dalgalanmaları özellikle ithalata bağımlı sektörler için büyük risk teşkil etmektedir.

Son döneme bakıldığında özellikle sanayi üretiminde aylık bazda artış olsa da yıllık bazdaki azalma ekonomide uygulanan sıkı para politikası neticesinde yavaşlama olduğunu gösterir nitelikte. Diğer taraftan ise inşaat sektörü gibi bazı sektörlerde yaşanan durgunluk, iç talep göstergelerinde yaşanan dalgalanmalar, tüketici güveninin tam anlamıyla sağlanamaması genel ekonomik büyümeyi sınırlayan faktörler arasında yer alıyor.

Perakende satış hacmindeki artış, iç tüketimin canlandığını gösterse de, hanehalkı borçluluğunun yüksek seviyelerde olması, uzun vadeli talep istikrarı açısından risk oluşturmaktadır. Son bir yılda uygulanan çeşitli sosyal politika tedbirleri ve asgari ücret artışları, iç talebi desteklemiştir ancak bu durum enflasyonist baskıları da beraberinde getirmiştir.

Cari açığın yüksek seviyelerde seyretmesi, dış finansman ihtiyacını artırmakta ve bu durum ekonomik güvenliği tehdit etmektedir. Enerji ithalatına olan bağımlılık, cari açığın temel nedenlerinden biri olarak öne çıkmaktadır.

Tüm bu bilgiler doğrultusunda bakıldığında Türkiye’de ekonomik güvenliği artırmak için sıkı para politikası uygulanmaya muhtemelen devam edilecektir.

Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan para politikasının sıkılaştırılması ve faiz oranlarının artırılması piyasada başta konut ve otomotiv olmak üzere iç talebin daralmasına ve bu durumunda fiyat artışlarının önüne geçilmesine yol açtığı görülmektedir.

Ayrıca kamu harcamalarının kontrol altına alınması ve bütçe disiplininin sağlanması, enflasyonla mücadelede önemli bir rol oynamaktadır. İsrafın önlenmesi ve kamu kaynaklarının etkin kullanımı, mali disiplini güçlendirmektedir. Artan vergi oranlarıyla birlikte kamunun geliri artırılmış ve emekli maaşlarına zam yapılması imkânı oluşturulmuştur. Özellikle 6 Şubat depremleri sebebiyle kamunun artan para ihtiyacı ve emeklilerin maaş artışı talebinin karşılanması için kamu gelirlerini artırmak ve enflasyonu düşürmek için vergi artışı politikası uygulandığı görülmektedir.

Tüm bunların yanında enflasyonu düşürmek ve ekonomik güvenliği artırmak için gıda ve enerji fiyatlarının enflasyon üzerindeki etkilerini azaltmak için tarım ve enerji sektörlerinde verimliliği artıracak politikaların uygulanması gerekmektedir. Tarım ürünlerinin arzını artırmak için çiftçilere yönelik teşvikler ve destekler sağlanmalı, enerji sektöründe ise yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar artırılmalıdır.

Ekonomik güvenliği artırmak için atılan bir diğer adım da Merkez Bankası'nın döviz rezervlerini artırmasıdır. Rezervlerin artırılması döviz kuru dalgalanmalarına karşı daha dirençli bir ekonomi oluşturacaktır. Rezervlerin güçlendirilmesi için aslında atılması gereken en önemli adım ihracat gelirlerinin artırılması ve doğrudan yabancı yatırımların teşvik edilmesidir. Faiz artışı ile kurun dengelenmesi pansuman tedavisinden başka bir şey değildir. Pansuman tedavisi geçici bir çözüm olup asıl yapılması gereken yerli üretimin teşvik edilmesi ve katma değerli ürünlerin üretimine yönelik yatırımların artırılması, ithalat bağımlılığını azaltarak döviz kuru üzerindeki baskının hafifletilmesidir. Özellikle stratejik sektörlerde yerli üretim kapasitelerinin artırılması önem taşımaktadır. İhracatın artırılması için dış pazarlara yönelik teşviklerin ve desteklerin sağlanması gerekmektedir. İhracatçılara yönelik vergi indirimleri, düşük faizli krediler ve lojistik destekler, ihracatın büyümesini sağlayacaktır.

Enerji ithalatına olan bağımlılığın azaltılması için yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlar artırılmalı ve enerji verimliliği projeleri desteklenmelidir. Bu sayede, cari açık üzerindeki enerji maliyeti baskısı azaltılabilir.


18 Temmuz 2024 Perşembe

Alışveriş çılgınlığı ve tüketim kültürü

 

Modern dünyanın en belirgin özelliklerinden biri, alışveriş çılgınlığı ve buna bağlı olarak gelişen tüketim kültürüdür. Reklamların, pazarlama stratejilerinin ve dijital platformların etkisiyle, tüketici davranışları giderek daha da değişmektedir. Peki, bu değişim ne kadar sağlıklı ve sürdürülebilir?

Alışveriş çılgınlığı, özellikle büyük indirim günlerinde ve özel kampanyalarda kendini gösterir. Kara Cuma, Sevgililer Günü, yılbaşı indirimleri gibi dönemlerde, mağazalar ve online alışveriş siteleri çeşitli indirimler sunar. İnsanlar, ihtiyaçları olmasa bile sadece indirim var diye alışveriş yapar hale gelirler. Bu durum, tüketici davranışlarının rasyonellikten uzaklaştığını ve alışverişin bir tür bağımlılığa dönüştüğünü gösterir.

Tüketim kültürü, toplumsal değerlerin ve bireysel kimliklerin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. İnsanlar, sahip oldukları eşyalarla kendilerini tanımlar ve bu eşyalar aracılığıyla toplumsal statülerini belirler. Moda, teknoloji ve lüks tüketim ürünleri, bu sürecin en bariz örnekleridir. Yeni bir telefon modeli çıktığında, birçok insan eski telefonunu yenisiyle değiştirme ihtiyacı hisseder. Bu, sadece teknolojik gelişmeleri takip etmek değil, aynı zamanda toplumsal kabul görme arzusuyla da ilgilidir.

Alışveriş çılgınlığı ve tüketim kültürünün getirdiği bir diğer önemli sorun ise çevresel etkileridir. Sürekli olarak yeni ürünler almak, eski ürünlerin atılmasına ve büyük bir atık sorununun ortaya çıkmasına neden olur. Elektronik atıklar, plastik ambalajlar ve kullanılmayan giysiler, çevre kirliliğinin başlıca nedenleri arasında yer alır. Bu durum, sürdürülebilir tüketim alışkanlıklarının önemini bir kez daha ortaya koyar.

Tüketim kültürü aynı zamanda ekonomik açıdan da bireyleri zor durumda bırakabilir. Özellikle kredi kartı kullanımı ve tüketici kredileri, insanların borçlanmasına ve finansal stres yaşamasına neden olabilir. İhtiyaç duyulmayan ürünlerin satın alınması, ekonomik kaynakların verimsiz kullanılması anlamına gelir ve bu da uzun vadede bireysel ve toplumsal ekonomik sorunlara yol açar.

Alışveriş çılgınlığı ve tüketim kültürünün yaygınlaşmasında medya ve reklamların etkisi büyüktür. Televizyon reklamları, sosyal medya ünlüleri ve internet üzerindeki reklam kampanyaları, insanları daha fazla tüketmeye yönlendirir. Bu durum, tüketim toplumunun daha da pekişmesine ve insanların ihtiyaçları dışında alışveriş yapma alışkanlığının artmasına yol açar.

Bu noktada, bireyler olarak daha bilinçli tüketim alışkanlıkları geliştirmek önemlidir. Gerçekten ihtiyaç duyulan ürünleri almak, uzun ömürlü ve kaliteli ürünleri tercih etmek, yeniden kullanım ve geri dönüşüm alışkanlıkları edinmek, sürdürülebilir bir yaşam tarzının temel unsurlarıdır. Ayrıca, alışveriş yaparken çevresel etkileri göz önünde bulundurmak ve yerel üreticileri desteklemek de önemli adımlar arasındadır.

Sonuç olarak, alışveriş çılgınlığı ve tüketim kültürü, modern toplumun önemli bir parçası haline gelmiş durumdadır. Ancak, bu kültürün getirdiği sorunları görmezden gelmemek ve daha sürdürülebilir, bilinçli tüketim alışkanlıkları geliştirmek, hem bireysel hem de toplumsal refah için büyük önem taşır. Alışverişin bir ihtiyaç değil, bir araç olduğunu hatırlamak ve bu doğrultuda hareket etmek, daha dengeli ve sağlıklı bir yaşamın anahtarıdır.

Evcil hayvanlar ve hayatımıza etkileri

 

Evcil hayvanlar, insanlık tarihi boyunca bizimle birlikte olmuş, yaşamımıza neşe, sevgi ve birçok fayda katmıştır. Köpekler, kediler, kuşlar ve balıklar gibi hayvanlar, sadece dostluk ve eğlence sağlamakla kalmaz, aynı zamanda fiziksel ve ruhsal sağlığımıza da olumlu etkilerde bulunur. 

İlk olarak, evcil hayvanların ruh sağlığı üzerindeki etkilerine bakalım. Bir evcil hayvana sahip olmak, özellikle yalnızlık duygusunu azaltmada büyük rol oynar. Evcil hayvanlar, sahiplerine koşulsuz sevgi sunar ve bu da kişinin kendini daha az yalnız hissetmesine yardımcı olur. Bir köpeğin sevgi dolu bakışları ya da bir kedinin mırlaması, kişinin moralini yükseltebilir ve stres seviyelerini düşürebilir. Yapılan araştırmalar, evcil hayvan sahibi olmanın depresyon ve anksiyete semptomlarını hafifletebileceğini göstermektedir. Özellikle yaşlılar için evcil hayvanlar, yaşam kalitesini artıran önemli bir destek kaynağıdır.

Fiziksel sağlığımız açısından da evcil hayvanlar büyük faydalar sağlar. Özellikle köpek sahipleri, düzenli yürüyüş ve oyun seansları sayesinde daha aktif bir yaşam sürerler. Bu da obezite, kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunlarının riskini azaltır. Ayrıca, hayvanlarla vakit geçirmenin kan basıncını düşürdüğü ve kalp sağlığını iyileştirdiği bilinmektedir. Köpeklerin enerjik doğası, sahiplerini de hareketli olmaya teşvik eder ve bu da genel sağlık durumunu olumlu yönde etkiler.

Evcil hayvanların sosyal hayatımıza etkileri de yadsınamaz. Parkta köpeğini gezdiren biri, diğer köpek sahipleriyle kolayca sohbet edebilir ve bu da yeni arkadaşlıkların doğmasına vesile olur. Evcil hayvanlar, sosyal etkileşimleri artırır ve topluluk içinde daha aktif bir rol oynamamıza yardımcı olur. Özellikle çocuklar için evcil hayvanlar, empati kurma, sorumluluk alma ve başkalarının ihtiyaçlarını anlama becerilerini geliştirir. Bir çocuğun bir evcil hayvana bakması, onun duygusal ve sosyal gelişimine katkıda bulunur.

Evcil hayvanların eğitim ve terapötik alanlarda da önemli rolleri vardır. Terapi hayvanları, hastanelerde, yaşlı bakım evlerinde ve okullarda insanlara moral ve destek sunar. Örneğin, okuma zorluğu çeken çocuklar, bir terapi köpeği ile okuma pratiği yaparak kendilerini daha rahat hissedebilir ve okuma becerilerini geliştirebilirler. Ayrıca, Travma Sonrası Stres Bozukluğu gibi durumlar yaşayan kişiler, terapi hayvanları sayesinde büyük ölçüde rahatlama ve iyileşme yaşayabilirler.

Sonuç olarak, evcil hayvanlar sadece evimizin neşesi değil, aynı zamanda sağlığımız ve sosyal yaşamımız için de büyük birer destek kaynağıdır. Onlarla kurduğumuz bağ, bizi hem fiziksel hem de ruhsal olarak güçlendirir. Bir evcil hayvan, yaşamımıza kattıkları sevgi ve dostluk ile vazgeçilmez bir yol arkadaşıdır. Bu nedenle, bir evcil hayvana sahip olmayı düşünen herkesin bu kararı vermesi ve hayatına bir dost katması, hem kendisi hem de evcil hayvan için büyük bir mutluluk kaynağı olacaktır.

Dünyanın kanayan yarası

 

Ölümlerin rakamla ifade edilmeye başlandığı bir çağda yaşamak yitirmiştir anlamını artık. Bombalar hep mazlumun başında patlıyor ve kötüler zulmünde azgınlaşıyorsa aradığınız merhamete ulaşılmasını beklemek acizliktir. Duadır en büyük silahı mazlumun. Bugün mazlumun adıdır ve direnişin sembolüdür Gazze.

Cemil Meriç’in “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.” dediği noktada Gazze’den, Filistin’den ve mazlumdan taraf, zulmün ve zalimin karşısındayım. Siyonistlere ve tüm küresel güçlere inat Gazze’nin, mazlumun yanındayım. Haykırarak söylüyorum ki; Filistin her zaman Filistinlilerindir.

Söyleyecek çok sözümüz olsa da bazen tüm kelimeler tükenir sadağımızda. Sözün tükendiği yerde ise bir şiirin, bir türkünün, bir ağıtın gücüne sığınır insan. Dua niyetine dökülür yüreğimizden. Ben de sözün tükendiği yerde bir şiirimle zulme karşı duruşumu ve mazlumun yanında oluşumu ilan ile Hz. Ali’nin “Bir zulmü engelleyemiyorsanız, en azından onu herkese duyurun.” sözüne icabet ediyorum. Vesselam.

Güdümlü Bürokrasi

 

Güdümlü bürokratizm de güdümcü bürokratizm kadar kötüdür. İşin aslı hayat bir denge üzerinde varlığını sürdürüyor ve ifrat ile tefrite yönelen bütün sistemler hayatiyetini yitiriyor. Belki de onca yıllık Batılılaşma serüvenimizin bizi getirip bıraktığı yerdeki anomalinin başlıca sebebi budur. Açlığın, yoksulluğun, sefaletin, sefahatin, ayrımcılığın, nepotizmin, adaletsizlik ve eşitsizliğin, sömürülmenin tarihi yeni değil. Her toplumda az çok kötülüğün de iyiliğin de nüvesi mayalanmaya hazır bekler. Bunlardan hangisi öne çıkarsa diğeri geri çekilmek zorunda kalır. Adalet güçlendikçe adaletsizlik, zenginlik arttıkça yoksulluk, refah görünür oldukça sefalet geri çekilmek zorunda kalır. Tıpkı bilginin ışığı parıldadıkça cehalet karanlığının hızla uzaklaşmaya başlaması gibi. Ez cümle, güdümlü bürokratizm de güdümcü bürokratizm de yaraya merhem olucu değil. Aşırılıklardan hayat doğsaydı Mars’ta hayat olurdu.

Görüldüğü kadarıyla Türkiye’de siyaset ile bürokrasi arasındaki uyum hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmedi. Dolayısıyla toplum belli münavebelerle ya güdümlü bürokratizmin veya güdümcü bürokratizmin çarkları arasında öğütüldü durdu. Belki de yetişmiş, kalifiye ve bireyden topluma yayılan bir kültür olgunlaşmasının gerçekleşmemesindeki en büyük etkenlerden biri budur. Biz vur deyince öldüren bir toplumuz. Uçlara yatkınlığımız su götürmez. Varılan noktada siyasetin güçlü dönemlerinde bürokrasiyi hegemonyası altına aldığı süreçlerde özünü yitiren biçimlerden, bürokrasinin kendini merkeze alarak siyaseti parmağında oynatıp her türden yaratıcılığı teknik mertebeye irca ederek oluşturduğu biçimsiz özden en büyük zararı halkın geniş kesimleri gördü. Burada yapılması gereken ve müreffeh toplumların da yaptığı şey, bu ikisi arasındaki dengeyi gözetmek ve hayatın gramerine uygun biçimde bir “intibak”, bir “teori-pratik” uyumu gözetmektir.

Sanayi üretimi aylık yüzde 1,7 arttı


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre; sanayi üretimi 2024 yılı Mayıs ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,1 azalırken, bir önceki aya göre ise yüzde 1,7 arttı. Önceki veride, yıllık yüzde 0,7, aylık yüzde 4,9 oranında daralma gerçekleşmişti.

Uygulanan sıkı para politikasının da etkisiyle ekonomide belirgin bir yavaşlama bekleniyordu. Toplam sanayi üretiminin yıllık değişim oranlarına bakıldığında son iki aydır sınırlı bir düşüş olduğu görülüyor. Aylık olarak gerçekleşen yüzde 1,7’lik üretim artışı ise dikkat çekiyor. Her ne kadar aylık değişimlerde oynaklık yüksek olsa da Mayıs ayında görülen bu canlanmanın bir nedeni enflasyonun düşüş trendine girmesiyle birlikte şu an gündemde olmasa da önümüzdeki döneme dair faiz indirimi beklentisi olabilir.

Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2024 yılı Mayıs ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,2 arttı, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 0,4 azaldı ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 0,9 arttı.

Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2024 yılı Mayıs ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki aya göre yüzde 3,9 azaldı, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 2,1 arttı ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 1,0 arttı.

Ana sanayi gruplarının aylık değişim oranlarına bakıldığında; ara malında yüzde 0,7, dayanıklı tüketim malında yüzde 0,7, dayanıksız tüketim malında yüzde 1,8, enerjide yüzde -0,9, sermaye malında yüzde 5,1, düşük teknolojide yüzde 2,0, orta-düşük teknolojide yüzde -0,4, yüksek teknolojide yüzde -5,2 ve orta-yüksek teknolojide yüzde 7,3 artış gerçekleşti.

Ana sanayi gruplarının yıllık değişim oranlarına bakıldığında ise; ara malında yüzde 0,3, dayanıklı tüketim malında yüzde 1,5, dayanıksız tüketim malında yüzde -0,4, enerjide yüzde 4,3, sermaye malında yüzde -3,3, düşük teknolojide yüzde -0,6, orta-düşük teknolojide yüzde 0,8, yüksek teknolojide yüzde -18,0 ve orta-yüksek teknolojide yüzde 2,8 artış gerçekleşti.

Bu rakamlar iki ay öncesine ait geriden gelen veriler olsa da üretimde genel eğilimin düşüş yönünde olduğu görülüyor. PMI verisine göre ise bu durumun devam edeceği anlaşılıyor.

İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), Mayıs ayında 48,4 iken Haziran’da 47,9’a gerileyerek üst üste üçüncü ay 50,0 eşik değerinin altında gerçekleşti. Talep koşullarındaki zayıflık, sektörün faaliyet koşulları üzerinde belirleyici olmaya devam etti ve hem yeni siparişlerde hem de üretimde yavaşlamanın sürmesine neden oldu. Yeni siparişlerdeki düşüş ise hem iç hem de dış pazarlardaki zayıflık nedeniyle Mayıs ayına kıyasla hızlandı. Diğer yandan, yurt dışından alınan yeni siparişlerdeki yavaşlama toplam yeni siparişlerdekine göre daha ılımlı seyretti.

Özetle, finansman maliyetlerinin yükselmesi, iç talepteki yavaşlama ve ihracat pazarındaki daralma toplam sanayi üretimini olumsuz yönde etkilerken bu tablonun 2025 yılı ortalarına kadar devam edeceği öngörülüyor.

 

17.07.2024 tarihi itibariyle;

    2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 4.096 MW oldu. 17.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.602 MW oldu. Santral Sayısı: 25.940 adet oldu. 30 Haziran ile 17 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 69 adet santral devreye girmiştir. Bu santrallerin 68 adedi güneş (Lisanssız) 1 adedi rüzgar enerjisine aittir. 

9 Temmuz 2024 Salı

Zeytin Çekirdeği

Yüzyıllardır alternatif tıpta tedâvi amaçlı kullanılan zeytin çekirdeği sindirimden baş ağrısına kadar en etkili doğal çözümdür.  Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan zeytin çekirdeği tam bir şifa kaynağıdır. B vitamini kompleksi bakımından da zengin besinler listesinde ilk sırada yer alıyor. Günde 5-6 tane yutulması tavsiye ediliyor.


Uzun zaman tok tutar.
Sindirimi kolaylaştırır.
Ülser, gastrit ve reflü’ye iyi gelir.
Kabızlık gibi ishâli de engeller.
Kanserojen hücrelerini engeller.
Bağışıklık sitemini güçlendirir.
Yeşil zeytin toksinleri temizler.
Görme kaybı riskini azaltır.
Kötü kolesterolü dengeler.
Kanser riskini azaltır.
Hücreleri yeniler. 

 

    08.07.2024 tarihi itibariyle;

    2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 3.799 MW oldu. 08.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.592 MW oldu. Santral Sayısı: 25.935 adet oldu. 30 Haziran ile 08 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 64 adet santral devreye girmiştir. Bu santrallerin 63 adedi güneş (Lisanssız) 1 adedi rüzgar enerjisine aittir. 

​Haziran ayı enflasyonu beklentilerin altında kaldı

 

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre; tüketici fiyat endeksi (TÜFE) 2024 yılı Haziran ayında bir önceki aya göre yüzde 1,64, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 24,73, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 71,60 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 65,07 oranında arttı.

Aylık ortalama yüzde 2,2, yıllık ise 72,6 olan piyasa beklentisinin altında kalan TÜFE bir önceki ay yıllık yüzde 75,45, aylık yüzde 3,37 artış göstermişti.

Ana harcama gruplarının yıllık değişim oranlarına bakıldığında;

Giyim ve ayakkabı yüzde 47,84, haberleşme yüzde 52,27, eğlence ve kültür yüzde 61,00, çeşitli mal ve hizmetler yüzde 64,27, ulaştırma yüzde 65,67, ev eşyası yüzde 67,72, alkollü içecekler ve tütün yüzde 67,93, gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 68,08, sağlık yüzde 78,51, lokanta ve oteller yüzde 90,67, konut yüzde 94,72 ve eğitim ana harcama grubunda yüzde 107,11 oranında artış gerçekleşti.

Ana harcama gruplarının aylık değişim oranlarına bakıldığında ise;

Giyim ve ayakkabı yüzde -0,58, ulaştırma yüzde -0,13, alkollü içecekler ve tütün yüzde 0,07, eğlence ve kültür yüzde 0,26, çeşitli mal ve hizmetler yüzde 1,56, ev eşyası yüzde 1,62, sağlık yüzde 1,69, gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 1,78, haberleşme yüzde 2,54, lokanta ve oteller yüzde 3,09, eğitim yüzde 3,47 ve konut ana harcama grubunda ise yüzde 3,79 oranında artış gerçekleşti.

Üretici maliyetlerindeki değişimi gösteren yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) ise yıllık yüzde 50,09, aylık yüzde 1,38 arttı.

Yıllık TÜFE oranının geçen aya göre 3,85 puan gerilediği görülüyor. En son 2023 yılı Ekim ayında sınırlı bir düşüş kaydedilmişti. Aylık enflasyon oranı ise 2023 yılı Mayıs ayından bu yana en düşük seviyeyi gördü. Beklentiler TÜFE’de tepe noktanın Mayıs ayında görülmesinden sonra baz etkisinin de katkısıyla dezenflasyon sürecinin başlayacağı yönündeydi. Hatırlanacağı üzere geçen yılın Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında TÜFE’deki aylık artışlar yüzde 3,92, yüzde 9,49 ve yüzde 9,09 olarak açıklanmıştı. Dolayısıyla önümüzdeki iki ay daha sert düşüşler görebiliriz.

Aylık değişim oranındaki belirgin düşüş göz önüne alındığında ise TÜFE’deki yıllık artış hızının yavaşlamasındaki tek unsurun baz etkisi olduğu söylenemez. Bunun yanı sıra iç talebi yavaşlatmaya yönelik yapılan düzenlemelerin ve döviz kurlarındaki yatay seyrin etkisi de göz ardı edilmemeli.

Öte yandan 01 Temmuz tarihinden itibaren kira artış oranındaki yüzde 25’lik zam sınırı da kaldırıldı. On iki aylık ortalamalara göre hesaplanan kira artış oranı yüzde 65,07 olacak. Haziran verisine göre; kirada yıllık değişim yüzde 123,64 iken on iki aylık ortalamalara göre değişim oranı ise yüzde 111,37 oldu. Görüldüğü üzere bu durumun enflasyon üzerinde risk oluşturmayacağı anlaşılıyor.

Özgürlük olmadan maneviyat olmaz!

 

Her insan, doğal olarak onur ve özgür olma hakkına sahiptir. İnsan onuru ve özgürlüğü, hiçbir şekilde ihlal edilemez, aşağılanamaz ve zayıflatılamaz. İnsan onurunu ve özgürlüğünü tanımayan kültürlerde, kimliklerde, inançlarda, insan hakları, hukuk, barış, ahlak ve maneviyat yoktur. İnsan, onur ve özgürlüğünü koruduğu sürece, esenliğini, barışını, güvenliğini, hukukunu, ahlakını, maneviyatını ve yaratıcılığını koruyabilir.

Özgürlüğün olduğu yerde maneviyat ve ahlak vardır. Tanrı adına yetki ve söz sahibi olduğunu iddia eden devletler, hükümetler, din adamları, kiliseler ve otoriteler, insan ruhunun ve zihninin sapmaması için kendilerini insan ruhunu korumak göreviyle görevlendirilmiş kayyumlar olarak atamaktadırlar. İnsan ruhunun ve bilincinin hiçbir kayyuma, vasiye, himayeye ihtiyacı yoktur. İnsan ruhu, manda, kayyum ve himaye kabul etmez. İnsan ruhu, bütün otoritelere “Gölge etme! Başka ihsan istemem!”der. İnsan ruhunun ve bilincinin su ve hava kadar ihtiyaç duyduğu tek şey, özgürlük, bireysellik ve özgünlüktür. İnsan ruhunu ve bilincini denetlemek, kontrol etmek ve tahakküm etmek isteyen otoritelerin varlığı, aslında maneviyatın, bilincin ve ahlakın ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.

Özgürlük maneviyatı, maneviyat özgürlüğü gerektirir. Birinin yokluğu, diğerinin yokluğunu sonuç vermektedir. İnsan, kendi ruhunu kendi içinde ve doğada özgürce arayabilir, geliştirebilir, oluşturabilir ve yenileyebilir. Maneviyat, insanın kendisine ve doğaya sürekli olarak hayat nefesini üflemesi çabasıdır, tecrübesidir ve emeğidir. Maneviyat, insanın kendisini dışarıda başkaları tarafından oluşturulmuş çerçevelere, kimliklere, kurgulara, kalıplara, doğmalara ve köhnemişliklere hapsetmesi değildir. Hayat nefesinin üflendiği her yerde maneviyat ve özgürlük vardır.

Maneviyat, dışarıdan emir-komutayla dayatılarak tecrübe edilemez. Dış otoriteler tarafından emir-yasaklar şeklinde dayatılan hiçbir talimname, maneviyat olmadığı gibi, böyle talinameler, insan ruhunu ve bilincini kontrol altına almayı ve yönetmeyi amaçlayan köleleştirme yöntemleridirler. Bireyin güven içerisinde maneviyatını tecrübe etmesi için özgürlüğe ihtiiyacı vardır. Maneviyat tecrübesinin özgürce yaşanması için devlet, kilise, ulema, ruhban, papalık, tarikat, cemaat, mezhep gibi bütün kurumların, kuruluşların ve kurguların müdahalesinden insan ruhunun ve bilincinin özgür olması gerekmektedir. Dışarıdan müdahalelerle insanın maneviyatının güvenliği sağlanamaz. Dışarıdan yapılan müdahalelerin nihai amacı, insan ruhuna ve bilincine hükmetmektir. Maneviyat özgürlüğü ve güvenliği için ihtiyaç duyulan tek şey, müdahale değil, müdahalesizliktir.

Maneviyat tecrübesini, ancak birey olanlar yaşayabilir. Kurumların, kurguların, kaynakların ve kalıpların maneviyatı yoktur. Maneviyat, kişiye özgüdür ve kişinin tekelindedir. Bireyin üstünde ve ötesinde bir maneviyat tecrübesi yoktur. Kişinin ötesinde kurumların, kalıpların, zamanın ve grupların ruhundan söz edenler, aslında sahte ve yalan maneviyat kurgularından söz etmektedirler. Bireysellik ve maneviyat birbirinden koparılamaz. Maneviyatı gerçekliğe dönüştüren bireydir. Birey, ruhunda ve bilincinde hayata nasıl bir nefes üfleyeceğine ve kendini nasıl gerçekleştireceğine kendisi karar vermelidir. Maneviyat alanında bireyin kendi maneviyatını belirleme hakkı vardır. Maneviyatı başka otoriteler tarafından belirlenen birey, sadece başkalarının emir- yasaklarına maruz kalan akılsız, ruhsuz, bilinçsiz ve iradesiz bir köle ve makina düzeyine indirgenmiş bir nesneden başka bir şey değildir. Hiçbir kaynak, kurum, kimlik ve otorite, kişinin üstünde değildir. Kişi, maneviyatını kendi içinde kendisine özgü ve uygun şekilde ve muhtevada özgürce yaşama hakkına sahiptir.

Tepemizde kılıçlarıyla kuşanmış otoriteler olduğu sürece, maneviyatı yaşamak, ahlaklı olmak, ruhla ve bilinçle sanatsal, felsefi, bilimsel, edebi ve insani yapıcılıklarda bulunmak mümkün değildir. Her birey, kendi hakikatini kendi ruhu ve bilinci içinde arayabilir, oluşturabilir, geliştirebilir ve oluşturabilir. Bireyin, dışarıda oluşturulan ve hazır bulunan bütün çerçevelerden ve kalıplardan kendini özgürleştirme, onları eleştirme ve onları reddetme hakkı ve özgürlüğü vardır. Maneviyat alanı, çoğulculuğu gerektirir. Maneviyat alanında homojenleştirme mümkün değildir. Tek tip maneviyat, maneviyat değildir. Tek tip maneviyatı dayatmak ve kurgulamak, hiçbir otoritenin görevi değildir. Doğada ve insanda çeşitlilik olduğu gibi, insanın maneviyatı da çoğulcu olmalıdır. İnsan maneviyatı, kontrol edilebilir, tektipleştirilebilir ve kolektifleştirilebilir bir tecrübe değildir. İnsan maneviyatı, özgürlüğe, bireyselliğe ve çoğulculuğa dayanan bir tecrübe alanıdır.

3. Dünya Savaşı senaryoları

 

Dünya tarihine baktığımızda, savaşlar insanlık için sürekli bir tehdit olmuştur. İlk ve İkinci Dünya Savaşları, milyonlarca insanın ölümüne, şehirlerin yok olmasına ve ulusların yeniden şekillenmesine neden oldu. Şimdi ise, "Üçüncü Dünya Savaşı mı çıkıyor?" sorusu, uluslararası ilişkilerin karmaşık yapısı ve küresel gerilimlerin artması nedeniyle sıkça soruluyor.

Günümüzde uluslararası arenada artan gerilimler, Üçüncü Dünya Savaşı korkusunu tetikliyor. Bu gerilimlerin başlıca nedenlerinden biri, büyük güçler arasındaki rekabetin yoğunlaşmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya ve Çin gibi süper güçler, jeopolitik ve ekonomik üstünlük için kıyasıya bir mücadele içindeler. Bu rekabet, Güney Çin Denizi, Ukrayna ve Orta Doğu gibi bölgelerde kendini gösteriyor.

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik politikaları NATO ve Batı ülkeleri ile olan gerilimi artırdı. Aynı şekilde, Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki askeri varlığını artırması ve Tayvan üzerindeki iddiaları, bölgesel ve küresel güvenliği tehdit ediyor. İsrail’in aymazlığı ve saldırganlığı bu süreci hızlandırıyor. Bu tür jeopolitik çatışmalar, bölgesel krizlerin küresel bir savaşa dönüşme riskini beraberinde getiriyor.

Ekonomik faktörler de olası bir Üçüncü Dünya Savaşı'nın sebepleri arasında sayılabilir. Küresel ekonomik dengesizlikler, ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği ve kaynak mücadelesi, uluslararası ilişkilerde gerilimi artırıyor. Özellikle enerji kaynakları, su ve nadir toprak elementleri gibi stratejik kaynaklar üzerindeki rekabet, büyük güçler arasında çatışmalara yol açabilir.

Enerji kaynaklarına olan bağımlılık, Orta Doğu'daki krizleri daha da derinleştiriyor. Petrol ve doğal gaz rezervlerinin kontrolü için yapılan mücadeleler, bölgesel çatışmaların küresel bir boyut kazanmasına neden olabilir. Ayrıca, su kaynaklarının kıtlığı, özellikle Orta Doğu ve Afrika'da, ülkeler arasında ciddi gerilimlere yol açabilir.

Askeri ve teknolojik gelişmeler, potansiyel bir Üçüncü Dünya Savaşı riskini artıran bir diğer faktördür. Yapay zekâ, siber savaş, hipersonik silahlar ve nükleer teknoloji gibi alanlardaki ilerlemeler, savaşların doğasını köklü bir şekilde değiştirebilir. Bu teknolojiler, geleneksel savaş yöntemlerinin ötesine geçerek, daha yıkıcı ve geniş çaplı çatışmalara yol açabilir.

Siber savaş, günümüzde devletler arasındaki en büyük tehditlerden biri haline geldi. Siber saldırılar, kritik altyapılara zarar vererek, ekonomik ve sosyal hayatı felç edebilir. Bu tür saldırılar, devletler arasında misillemelere ve kontrol edilemeyen bir çatışma ortamına yol açabilir. Ayrıca, nükleer silahların yayılması ve bu silahların terör örgütlerinin eline geçme olasılığı, küresel güvenliği ciddi şekilde tehdit ediyor.

Üçüncü Dünya Savaşı olasılığını azaltmak için diplomasi ve uluslararası kurumların rolü oldukça önemlidir. Birleşmiş Milletler (BM), NATO, Avrupa Birliği (AB) ve diğer uluslararası kuruluşlar, barış ve istikrarı koruma çabalarını sürdürüyor. Ancak, bu kurumların etkinliği zaman zaman sorgulanıyor ve reform ihtiyacı dile getiriliyor.

Diplomasi, uluslararası çatışmaların çözümünde önemli bir araçtır. Büyük güçler arasındaki diyalog ve müzakere süreçleri, gerilimleri azaltabilir ve çatışma riskini minimize edebilir. Diplomatik girişimler, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesine katkı sağlar. Ancak, diplomasi her zaman başarılı olamayabilir ve askeri çözümler devreye girebilir.

Olası bir Üçüncü Dünya Savaşı'nın toplumsal ve kültürel etkileri de dikkate alınmalıdır. Savaş, sadece askerler arasında değil, sivil nüfus üzerinde de yıkıcı etkilere yol açar. Milyonlarca insan yerinden olabilir, sivil kayıplar artabilir ve toplumsal yapılar derinden sarsılabilir. Savaşın psikolojik etkileri, nesiller boyunca sürebilir ve toplumlarda derin yaralar açabilir.

Kültürel açıdan, savaşlar medeniyetler arası çatışmaları tetikleyebilir. Farklı kültür ve inanç sistemleri arasındaki çatışmalar, dünya barışını tehdit eder. Kültürel çatışmalar, ayrımcılığı ve nefreti körükleyerek, toplumlar arasında derin uçurumlar oluşturabilir. Bu nedenle, kültürel diyalog ve anlayış, barışın korunması için hayati öneme sahiptir.

Üçüncü Dünya Savaşı olasılığı, korkutucu bir senaryo olsa da bu felaketin önüne geçmek mümkündür. Barış ve istikrarı korumak için uluslararası işbirliği, diplomasi ve sürdürülebilir kalkınma politikaları büyük önem taşır. Ayrıca, küresel sorunlara karşı ortak çözümler geliştirmek ve çatışma yerine diyalog ve uzlaşma yolunu tercih etmek, savaş riskini azaltabilir.

Eğitim ve farkındalık artırma çalışmaları, barış kültürünün yerleşmesine katkı sağlar. Genç nesillerin barış, hoşgörü ve anlayış değerleriyle yetiştirilmesi, gelecekte olası çatışmaların önlenmesine yardımcı olabilir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları ve bireylerin barışa yönelik çabaları desteklenmelidir.

Modern dünyanın değiştirdiği zihniyet ve buna bağlı gelişen tutum, toplum sosyolojisi üzerinde her açıdan etkili olmakta. Gündelik hayattan, alışkanlıklarımızdan tutunuz hayata karşı bakış açımıza, reaksiyonlarımıza varıncaya kadar her öğe zihniyet kodlarımızın ışığında değişir ve şekillenir.

Toplumsal değişim bazen zihinsel değişime ayak uydurmakta zorlanabilir ya da tam tersini görebiliriz. Toplumsal değişikliğe direnen ve mantıksallaştırmakta zorlanan düşünce yapıları da olağan ve insana özgü durumlar…

Hayat o kadar gürültülü akmakta ve toplum ışık hızıyla o kadar çabuk değişmektedir ki insan algı ve düşüncesi buna ayak uydurmakta zorlanabilmektedir. Bu hıza belki diyecek bir şeyimiz yok yalnız dönüşümü gerçekleştiren merkez, odak hepimizin ortak sorunu olmalı! Toplumsal değişim eskiden entelektüeller, düşünce insanları, sanatçılar, akademya üzerinden gerçekleşirken şimdilerde tüm bu saydıklarımızın dışında kalanlar eliyle yapılmaktadır.

Kulağa ne kadar tuhaf ve absürt gelirse gelsin inteliyansiyanın artık âtıl ve etkisiz olduğunu söylemek durumundayım. Topluma yön veren, şekillendiren, yol ve ufuk açan düşünürlerin de yazarların da entelektüellerin de etki alanlarının gittikçe azaldığı acı bir gerçek!

“Ânı yaşa!” Sloganıyla kafalarını âna çevirmiş ve beyinlerini bunu dışındaki her bir unsura kapatmış insanlar için motto günü kurtarmak olmuş. Bırakınız düşünsel derinliği, düşünmeyi unutmuş bir topluma evrilmiş, bir sloganlar cennetine dönüşmüş durumdayız.

Tüm bunları Z ya da alfa kuşağı için söylüyor değilim. Toplumun tüm kesimi oportünist olmuş ve ânı kurtarma peşinde koşuyor.

Bir tür sosyal medya iktidarı yönetiyor insanları! Elinde akıllı telefon olan herkes bu iktidarın tebaaları olarak kendisine sunulmuş özgürlük alanlarında var olmaya çalışıyor!

İçerik üretmenin kolaylığı, fark edilmenin dayanılmaz cazibesi, para kazanma yolunu açması, şöhrete imkan sağlaması, denetimsizlik, aşırı özgür bir ortamın olması her şeyden önce toplumsal değer üretemeyenler için cazip bir mecra oluşturuyor. Düşünsel bir mekanizmadan, toplumsal katkı sağlayacak bilgi birikimi ve donanımdan mahrum tipler için bu alanlar kendilerini gösterecekleri en önemli alanlara dönüşmüş

Örneğin Tiktok gibi etkileşiminin yüksekliğine karşılık niteliğinin can çekiştiği bir alanda cümle kurmaktan aciz insanların ilahi kurtarıcı kişiler gibi ilgi gördüklerini, insanları her açıdan etkilediklerine sıklıkla tanıklık ediyoruz. Ya da kabalığın nirvanasına erişmiş birisi Facebook’ta, X’de vecizeler, kıssalar, özlü sözlerle atanamayan kanaat önderi pozisyonunda duyar kasıp takipçi devşiriyor.

Sadece beş on dakikalık, en fazla bir günlük ömrü olan paylaşımlarla etki alanları düşünürlerden, entelektüellerden fazla olan, anlık yaşam peşinde koşan beyinleri sıfır kilometre insanların yönettiği bir acayip dünya!

Kaç kişi toplumsal dönüşümün fikir sahibi, aklı selim, entelektüel, sanatçılar tarafından/eliyle gerçekleşmesi gerekirken sosyal medyanın şöhret peşinde koşan, çapsız ve cahil üstelik saygısız ve küfürbaz tipleri üzerinden/eliyle gerçekleştiğinin farkında?

Toplumsal zihniyetimizin, tercihlerimizin, alışkanlıklarımızın, yaşam biçimimizin toplumun neredeyse en atıl, düşünmeyen, okumayan, değer üretme ve yarar sağlama amacı olmayan, şöhret ve kazanmak için her yol ve yöntemi meşru gören sığ, oportünist kişileri tarafından dönüştürüldüğünü kimler görüyor? Peki, böylesi acayip ve eğreti bir dönüşümün sonuçları ne olur, uzun vadede nasıl bir topluma dönüşürüz? Üzerine kafa yormamız gereken çok konumuz var vesselam, hem de acil bir şekilde!

8 Temmuz 2024 Pazartesi

Yatırıma 'BYD Etkisi' olur mu?

 

BYD’nin Türkiye’de fabrika kuracağı, bugün bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanacağı haberlerinin ortaya çıkması deyim yerindeyse şahsen beni ‘ters köşeye yatırdı.’

İyi de oldu. Neden mi?

Çünkü, Çinli yöneticiler hem Türkiye’ye yatırım yapmak istiyor hem de çekiniyor.

Yatırım teşvik ve destekleri iyi olsa da, ekonomideki dalgalanma ve belirsizlik yatırımcı için okyanusta pusulasız yol almaya benziyor.

Tabi son zamanlarda ortaya konan politikalar, ‘gri listeden çıkmamız’ gibi detaylar yatırım ortamının güvenli olmasına işaret ediyor.

Nitekim dünyanın en büyük elektrikli araç üreticisi Çin menşeili BYD’nin Türkiye’ye yatırım yapacak olması diğer markalara da örnek olacaktır.

Umarım ‘kelebek etkisi’ yapar ve Çinli markalar birer ikişer ülkemizde fabrika kurar.

Muharreminiz kutlu, aşureniz bereketli ola…

Hicri 1446 yılının, sağlık, afiyet, esenlik ve müjdeler getirmesini diliyorum.

Spor ve sosyal siyaset

Sosyal politika, dezavantajlı bireylerin topluma uyumlarının sağlanması için destek verilmesi, toplumda refah ve sosyal koruma sağlanması yönünde uygulanan tüm politikaları içermektedir. Sosyal devlet anlayışı da toplumsal düzenin korunması ve sosyal barışın sağlanması için gerekli olan bu sosyal politikaların uygulanmasıyla ortaya çıkmaktadır.

Sosyal politika kavramı dar ve geniş anlamda ikiye ayrılmaktadır. Günümüzde insanlar için gerekli yaşamsal ihtiyaçların emperyalizm önderliğinde kapitalizmle köşeye sıkıştırılmasından dolayı değişime uğraması sonucunda üçüncü sosyal politika kavramı da literatüre eklenmiştir. Dar anlamda sosyal politika anlayışının temel amacını sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan sosyal sorunları çözmek oluşturmaktadır. Dar anlamda sosyal politika anlayışının zamanla toplumun değişik kesimlerine ve çeşitli toplumsal sorunlara yönelme ihtiyacı da sosyal politikaların daha geniş alanda uygulanma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Geniş anlamda sosyal politika kavramının temelini toplumun tüm kesimlerinin refahının sağlanması ve toplumda ekonomik nedenlerle oluşması muhtemel sosyal dengesizliği engellemeye yönelik tedbirler oluşturmaktadır. Bunların yanında sosyal politikaların temelini oluşturan eğitim, sağlık, gelir gibi alanlarda toplumda temel hakların devlet eliyle fırsat eşitliği temelinde uygulanması konuları üzerinde de durmaktadır. Üçüncü kuşak sosyal politikalar kavramı ise günümüzde dar ve geniş sosyal politika kavramlarıyla birlikte topluma uyum sorunu yaşayan, toplumdan dışlanan, kadın, erkek, genç, çocuk, eski hükümlü ve engelli bireylerin haklarının korunması ve geniş kitlelerin sorunlarının çözümünün sağlanması için toplumsal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.

Spor faaliyetlerinin amacı, fair-play temelinde din, dil, ırk, kültür, yaş, cinsiyet, gelir, eğitim seviyesi, engel durumları gibi toplumda herhangi bir ayrım olmaksızın tüm insanların bir araya getirilmesi olarak temellendirilebilir. Geniş anlamda ve üçüncü kuşak sosyal politikaların kapsadığı toplumsal gruplar ve bu sosyal politika anlayışlarının temel çerçevesinde spor faaliyetlerine bakıldığında sporla sosyal politika uygulama bağının çok güçlü olduğu görülecektir. Sosyal politika uygulamalarıyla birlikte spor faaliyetleri, maddi seviyesi düşük bireyler, engelliler, risk altındaki çocuklar ve toplumda bunlara benzer durumda olan bireylerin topluma uyumlarının sağlanması adına önemli bir rol oynamaktadır.

Spor, bireylerin topluma uyum sağlamaları adına önemli bir araçtır. Bunun yanında eğitim ve sağlık gibi temel alanlarda ki bütünleyici rolü de toplumsal açıdan oldukça önemlidir. İnsanların hareket ihtiyaçlarını karşılayamamaları sebebiyle ortaya çıkması muhtemel fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarının önüne geçilmesi için de spor alanında uygulanacak sosyal politikaların önemli bir gerekliliği vardır. Spor alanında yapılacak sosyal politika uygulamalarıyla toplumda sağlık açısından ortaya çıkması muhtemel fiziksel ve psikolojik hatta sosyolojik sorunlarında önüne geçilecektir. Bu sayede son yıllarda önemli derecede artış gösteren sağlık harcamalarının da azalması gibi toplumsal verimliliğinde artış göstermesi sağlanacaktır. Spor da sosyal politika uygulamaları risk altında bulunan çocuklar gibi özellikle engelli bireylerin rehabilitasyonları ve yeteneklerinin geliştirilmesi için de önemli unsurlardan biridir. Spor faaliyetleri engelli bireylerin zihinsel ve bedensel gelişimlerine temel motorik özelliklerine ve vücut koordinasyonlarında sağladığı iyileşmeye önemli etkisi olmaktadır. İçerisinde spor uygulamaları olan tüm sosyal politika uygulamaları sporun sosyal politika ile bağını daha da güçlenmektedir.

Topluma katılmakta zorluk çeken bireylere yönelik olarak kullanılan sporla sosyal politika uygulamaları, dünya genelinde tüm uluslararası metinlerde insanlara kamu kurum ve kuruluşları aracılığıyla verileceğinin garantisini vermektedir. Toplumsal bütünleşme ve topluma uyumun hızlanması açısından sporla birlikte yapılan sosyal politika uygulamaları günümüzde daha önemli bir hale gelmiştir.

Türkiye’de kamu tarafından sporla sosyal politika uygulamaları son dönemlerde önemli artış göstermiştir. Bu artışla birlikte toplumda önemli derecede bir farkındalık oluşmuş ve sosyal politikalara ihtiyaç duyan bireylerin sosyalleşmeleriyle birlikte topluma uyumları da sağlanmıştır.

Kaybolmak

 

Yok olmak, gözden ırak olmak, görünmez olmak belki daha fazla anlamı içinde barındıran kaybolmak kelimesini bugün birçoğumuz olumsuz manalarıyla biliyor. Oysa hayatın hayhuyu içerisinde hepimizin kaybolmaya ihtiyacı var.

Kalabalıkların üzerimize geldiği, her şeyin insana yük olduğu bir çağda kaybolmak bizi ne kadar çok dinlendirecek ve güçlendirecek. Ah, bunu bir bilebilsek ve zaman zaman kaybola bilsek bize şifa olacak. Biz ne yapıyoruz? Tam tersi bir görüntüyle arzı endam ediyoruz. Daha çok görünüyor, daha çok ses çıkarıyor, daha çok göze batıyoruz. Ne ruhumuz dinlenebiliyor ne tenimiz. Şimdi kaybolma vakti!

Bulunduğumuz her yer bize değer katacak diye bir şey yok. Bazen oradan ayrılmak daha mı güzel olur, bunu düşünelim mi? Sanırım cesaretsiz davranıp çoğumuz bulunduğu yere mıh gibi saplanmış. Aynı yerde dura dura paslanmış ne çok ruh var. Tuhaf değil mi sizce de? Bağırarak değil, biraz geri çekilerek, gizlenerek, sırlanarak, ortada görünmeyerek yürümek daha mı değerlidir, ne dersiniz? Mesela Cahit Zarifoğlu’nun planör kursuna yazılması ve uçma isteğinin altında yatan sebep neydi! Peki, otostop yaparak Avrupa’yı gezmesine ne diyelim? Ondaki kaybolma isteği, uzaklaşmak duygusu şairi nereye taşımıştı? Kimler bu cesaretli, ayrıksı ve eksantrik mizaca sahip olmak ister? Doğrusu kolay değil. Çoğumuz sıradan hayatların temsilciliğini, basit rollerin oyunculuğunu seçerek yaşamıyor muyuz?

Belki de zordur sıra dışı yaşamak. Gayrıtabii ve ekstrem bir insanın şu toplumda kendine yaşam alanı bulması kolay mıdır? Böyle bir insanın anlaşabileceği kim vardır? İşte bu durumda kaybolmak imdada yetişir. Kaybolan imajını korur, imanını güçlendirir. Peygamberlikten önce Hz. Muhammed’in mağaraya çekilmesini nasıl anlarız, yorumlarız? Aynı şekilde Hz. İsa’nın Eriha’da mağaraya çekildiğini biliyoruz.

İnsan kaybolarak, uzaklaşarak ruhunu kaplayan ve çepeçevre saran maddi kirlerden arınacak, manevi anlamda da kendini daha canlı ve diri kılacaktır. İnsan kayboldukça hatırlanıyor ve aranıyorsa değerlidir.

Unutulma korkusu çoğumuzda vardır. Sürekli göz önünde bulunmak, fark edilmemek ve nesneleşmek de unutulmak değil midir? Kötü değil midir, insanın bir eşya muamelesi görmesi? Tiyatodaki bir dekor gibi aynı yerde kalan her canlı nesneleşmeye mahkûmdur. Dolayısıyla yer değiştirmek, eskilerin deyimiyle tebdilimekân güzeldir. İnsan kayboldukça, kendini fark etmeyenlerin bulunduğu yerleri terk ettikçe kendini bulacak, iç dünyasını keşfedecektir. Kim, bu keşfe hayır diyebilir ki?

Bir mekânın tarih içinde yaşadığı iyi kötü ne varsa ondan etkilenmemek kaçınılmazdır. Kötümser, karamsar ve mutsuz biriyseniz yerinizi değiştirmeyi deneyin, demişti bir dost. Şimdi daha da ileriye gidip kaybolmayı tercih etmek gerektiğini düşünüyorum veya düşündürüyor yaşadıklarımız. Yalnız insanın yaşadığı yere olan aşırı duygusal bağlılığı ona engel oluyor. Sonra aklımıza büyük düşünürler geliyor. Mevlana binlerce kilometre uzaktan gelmişti. Çoğu büyük isim doğdukları toprakları terk ederek büyük coğrafyalara açılmıştı, hepsi kaybolarak kendini keşfe çıkmıştı. Şimdi sıra bizde.

“Kaybolmak İçin Nereye Gitmeli?” diyordu Hüseyin Akın. İnsanın kendi yüzü ve gökyüzü üzerinden metafor geliştiren Hüseyin Akın, kaybolmaya yarayan bu yüzleri niye anlatmıştı? Ayaklarımız yere sağlam mı basmalı? Yoksa yeri, ayağımızın altından çekilen halı gibi mi düşünmek gerekir? Kaybolmak ama ruhumuzu kaybetmeden. Kaybolmak ama konacağımız yeri bilerek…

Kaybolmak üzere yeni yollara çıkmak, yeni mekânlara ayak basmak, yeni insanlara selam vermek, yenilenmek, dirilmek zamanı. Kaybolmak fâniliğin remzidir. Çok yerde görünmek, bir eşya gibi göze çarpmak yerine kaybolup sırra kadem basmak, ruhun özgürlüğüne kavuşması değil midir? Sözde de özde de biraz örtülü, biraz gizli kalmak. Tıpkı gizliden sevmek gibi kaybolmak onun varlığında ve kavuşmak tertemiz özüne.