8 Temmuz 2024 Pazartesi

Kaybolmak

 

Yok olmak, gözden ırak olmak, görünmez olmak belki daha fazla anlamı içinde barındıran kaybolmak kelimesini bugün birçoğumuz olumsuz manalarıyla biliyor. Oysa hayatın hayhuyu içerisinde hepimizin kaybolmaya ihtiyacı var.

Kalabalıkların üzerimize geldiği, her şeyin insana yük olduğu bir çağda kaybolmak bizi ne kadar çok dinlendirecek ve güçlendirecek. Ah, bunu bir bilebilsek ve zaman zaman kaybola bilsek bize şifa olacak. Biz ne yapıyoruz? Tam tersi bir görüntüyle arzı endam ediyoruz. Daha çok görünüyor, daha çok ses çıkarıyor, daha çok göze batıyoruz. Ne ruhumuz dinlenebiliyor ne tenimiz. Şimdi kaybolma vakti!

Bulunduğumuz her yer bize değer katacak diye bir şey yok. Bazen oradan ayrılmak daha mı güzel olur, bunu düşünelim mi? Sanırım cesaretsiz davranıp çoğumuz bulunduğu yere mıh gibi saplanmış. Aynı yerde dura dura paslanmış ne çok ruh var. Tuhaf değil mi sizce de? Bağırarak değil, biraz geri çekilerek, gizlenerek, sırlanarak, ortada görünmeyerek yürümek daha mı değerlidir, ne dersiniz? Mesela Cahit Zarifoğlu’nun planör kursuna yazılması ve uçma isteğinin altında yatan sebep neydi! Peki, otostop yaparak Avrupa’yı gezmesine ne diyelim? Ondaki kaybolma isteği, uzaklaşmak duygusu şairi nereye taşımıştı? Kimler bu cesaretli, ayrıksı ve eksantrik mizaca sahip olmak ister? Doğrusu kolay değil. Çoğumuz sıradan hayatların temsilciliğini, basit rollerin oyunculuğunu seçerek yaşamıyor muyuz?

Belki de zordur sıra dışı yaşamak. Gayrıtabii ve ekstrem bir insanın şu toplumda kendine yaşam alanı bulması kolay mıdır? Böyle bir insanın anlaşabileceği kim vardır? İşte bu durumda kaybolmak imdada yetişir. Kaybolan imajını korur, imanını güçlendirir. Peygamberlikten önce Hz. Muhammed’in mağaraya çekilmesini nasıl anlarız, yorumlarız? Aynı şekilde Hz. İsa’nın Eriha’da mağaraya çekildiğini biliyoruz.

İnsan kaybolarak, uzaklaşarak ruhunu kaplayan ve çepeçevre saran maddi kirlerden arınacak, manevi anlamda da kendini daha canlı ve diri kılacaktır. İnsan kayboldukça hatırlanıyor ve aranıyorsa değerlidir.

Unutulma korkusu çoğumuzda vardır. Sürekli göz önünde bulunmak, fark edilmemek ve nesneleşmek de unutulmak değil midir? Kötü değil midir, insanın bir eşya muamelesi görmesi? Tiyatodaki bir dekor gibi aynı yerde kalan her canlı nesneleşmeye mahkûmdur. Dolayısıyla yer değiştirmek, eskilerin deyimiyle tebdilimekân güzeldir. İnsan kayboldukça, kendini fark etmeyenlerin bulunduğu yerleri terk ettikçe kendini bulacak, iç dünyasını keşfedecektir. Kim, bu keşfe hayır diyebilir ki?

Bir mekânın tarih içinde yaşadığı iyi kötü ne varsa ondan etkilenmemek kaçınılmazdır. Kötümser, karamsar ve mutsuz biriyseniz yerinizi değiştirmeyi deneyin, demişti bir dost. Şimdi daha da ileriye gidip kaybolmayı tercih etmek gerektiğini düşünüyorum veya düşündürüyor yaşadıklarımız. Yalnız insanın yaşadığı yere olan aşırı duygusal bağlılığı ona engel oluyor. Sonra aklımıza büyük düşünürler geliyor. Mevlana binlerce kilometre uzaktan gelmişti. Çoğu büyük isim doğdukları toprakları terk ederek büyük coğrafyalara açılmıştı, hepsi kaybolarak kendini keşfe çıkmıştı. Şimdi sıra bizde.

“Kaybolmak İçin Nereye Gitmeli?” diyordu Hüseyin Akın. İnsanın kendi yüzü ve gökyüzü üzerinden metafor geliştiren Hüseyin Akın, kaybolmaya yarayan bu yüzleri niye anlatmıştı? Ayaklarımız yere sağlam mı basmalı? Yoksa yeri, ayağımızın altından çekilen halı gibi mi düşünmek gerekir? Kaybolmak ama ruhumuzu kaybetmeden. Kaybolmak ama konacağımız yeri bilerek…

Kaybolmak üzere yeni yollara çıkmak, yeni mekânlara ayak basmak, yeni insanlara selam vermek, yenilenmek, dirilmek zamanı. Kaybolmak fâniliğin remzidir. Çok yerde görünmek, bir eşya gibi göze çarpmak yerine kaybolup sırra kadem basmak, ruhun özgürlüğüne kavuşması değil midir? Sözde de özde de biraz örtülü, biraz gizli kalmak. Tıpkı gizliden sevmek gibi kaybolmak onun varlığında ve kavuşmak tertemiz özüne.

Hiç yorum yok: