12.11.2024 tarihi itibariyle; kurulu güç 114.482 MW oldu. Santral Sayısı: 31.922 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 12 Kasım 2024 tarihleri arasında toplam 4.866 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 3.288 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç değeri 7.926 MW artış kaydedildi.
13 Kasım 2024 Çarşamba
Müminin güç kaynağı: tevekkül
Bir Hadis: "Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et." (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60)
Çağın İhtiyacı: Samimiyet
Hiç şüphe yok ki Allah, sadece kendi rızasını kazanma niyetiyle yapılan samimi amelleri kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)
Dinimiz İslam’da iman, ibadet ve güzel davranışların kabulü; halis niyet ve samimiyete bağlıdır. Niyet, her işin başı, kulluğun sırrıdır. Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanma arzusudur. Samimiyet ise inancın ve amelin yalnızca Allah’a has kılınmasıdır.
İnsanın içiyle dışının, kalbiyle hâlinin bir olmasıdır. Niyet ve amel, birbirini tamamlayan ruh ve beden gibidir. Namazı fiziksel hareketten, orucu aç ve susuz kalmaktan, hac ve umreyi seyahatten ayıran niyettir.
Mümin imanında samimidir: Yalnızca Allah’a kulluk eder ve sadece O’ndan yardım ister. İbadetlerinde samimidir: Diliyle, bedeniyle ve gönlüyle Rabbinin nimetlerine şükreder. Çevresine karşı samimidir: Ailesiyle, akrabasıyla, komşularıyla iyi ilişkiler kurar.
Ameller, niyetlere göre kıymet kazanır. Samimiyetsiz işlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Unutmayalım ki imanın lezzetine, ibadetin huşûuna, salih amelin huzuruna ve Cenab-ı Hakk’ın rızasına ancak halis bir niyet ve samimiyetler varılır.
Kaynak: Diyanet Takvimi
Tarih: 11.11.2024
12 Kasım 2024 Salı
İklim değişikliği enflasyonist baskı unsuru haline geldi
İklim değişikliğinin artan etkisinin Türkiye’deki gıda fiyatları üzerinden ekonomi üzerinde enflasyonist baskı oluşturduğu ortaya kondu.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın iki uzmanı tarafından yapılan çalışmaya göre iklim değişikliği nedeni ile son yıllarda artan sıcaklık, uzayan kuraklık dönemleri, şiddetli fırtına ve seller gibi aşırı hava olaylarının daha sık ve yoğun seyretmesi, tarımsal üretim, tedarik zincirleri ve dolayısıyla gıda fiyatları açısından önemli bir risk unsuru oluşturuyor.
Aynı zamanda yine iklim değişikliği nedeni ile uzayan ve daha sıcak geçen yaz dönemi de tarımsal amaçlı elektrik tüketimini artırarak gıda üretimi maliyetlerinin artmasına neden oluyor.
Bankanın internet sitesinde yayımlanan çalışma Adana, Antalya, Hatay, Mersin ve Muğla olmak üzere Türkiye’nin önde gelen meyve ve sebze üreticisi beş ili özelinde yapılmış.
Çalışmanın sonuçlarına göre 2020 yılı öncesinde taze meyve ve sebze enflasyonu yaz aylarında Türkiye’nin aylık enflasyonuna negatif katkı verirken, 2020 sonrasında ise bu durum tersine dönmüş durumda.
Çalışmada bu değişimde pandemi, tedarik zinciri aksaklıkları ve jeopolitik gelişmeler gibi faktörlerin yanı sıra iklim değişikliğinin de önemli bir payı olma ihtimaline dikkat çekiliyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerinin 2020 sonrası dönemde sonbahar ve kışların daha ılıman, ilkbahar ve yazların ise çok daha sıcak geçtiğini, yağış miktarının ise genel olarak azaldığını gösterdiğine dikkat çekilen çalışmada, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu verilerinin de bu dönemde tarımsal faaliyette kullanılan elektrik miktarının arttığını ortaya koyduğu belirtiliyor.
Çalışmaya göre daha sıcak ve az yağışlı yaz ayları sulama ihtiyacını ve dolayısıyla tarımsal faaliyette kullanılan elektrik miktarını artırıyor.
Artan elektrik kullanımı da hem olumsuz doğa olayları nedeni ile düşen arz ile birlikte tarımsal üretim maliyetlerinin artmasına neden olarak, gıda fiyatları üzerinden ekonomi üzerinde enflasyonist baskı oluşturuyor.
Çalışmada Türkiye’nin dünyanın önde gelen meyve ve sebze üreticilerinden biri konumunda iken aynı zamanda iklim değişikliğine karşı en hassas bölgeler arasında yer alan Akdeniz kuşağında bulunduğunun altı çizilirken, iklim değişikliği, gıda fiyatları üzerinden önemli bir enflasyonist baskı unsuru oluşturması dolayısı ile gıda fiyatları ve iklim değişikliğinin birlikte ele alınmasının önemi ve gerekli olduğu vurgulandı.
TCMB 2021’de iklim değişikliğine dikkat çekmişti
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 2021 yılı Mayıs ayı Finansal İstikrar Raporu‘nda “İklim Değişikliği Kaynaklı Finansal Riskler ve Çevreci Finans” başlıklı özel bir bölüm yer almış ve bu bölümde iklim değişikliğinin orta ve uzun vadede finansal istikrar üzerinde risk barındırdığı değerlendirmesi yapılmıştı.
TCMB bünyesinde 2021 yılında iklim değişikliğinin getireceği zarar ve fırsatlara odaklanma amacı ile Yeşil Ekonomi ve İklim Değişikliği Müdürlüğü kurulmuştu.
11 Kasım 2024 Pazartesi
ABD'de bir hafta önce yapılan seçimde, Cumhuriyetçi Donald Trump 47. Başkan oldu.
Sonbahar
Hava serinledi, güneş yüzünü göstermiyor pek. Ağaçlar tüm yüklerini boşalttı, yapraklar cansız bir beden gibi sereserpe. Sahne bomboş, ışıklar söndü, ışıklar söndürüldü. Umutlar derin uykuya daldı. Şimdi sonbahar.
Tohum toprakla buluştu, bir dua ekildi toprağa. Yağmur rahmet olup düştü. Yeni umutlar içimizde sessizce zamanını bekler. Acelesi yok, gün doğacak ve sabrın meyvesi olgunlaşacak. Ya nasip!
Uzaklar hep bizi davet eder, uzak düşen ruhlar hep birbirini arar. Dünya kocaman bir sahneye dönüşür ve herkes rolünü bölüşür. Olmuyor böyle, dolmuyor kum saati. Her şey geçiyor. Yıl bitiyor belki ömrümüzün son dönemecindeyiz. Hasattan sonra ne kaldı ki elimizde? Ekşimsi bir tat yüzümüzü buruyor. Bahçeler boşaldı, gönlümüz tenha. Gitti giden, mevsim dönüyor. Lambalar birer birer sönüyor. Geldi sonbahar. Refik Durbaş bu sırrı biliyor:
“Sonbahar akşamına sar beni
Seni hangi ömrümle sevdiğimi
Bir güz yağmurları bildi
Bir de saçlarına düşen sonbahar”
Olmayacak olan oluyor. Hiç boş kalmayan bu durakta, şimdi sessizlik bir çığlık olup gönlümüzü tarumar ediyor. Giden gitti, yetişmek mümkün değil. Şimdi bavullarda yarı hüzün, yarı umut, biraz gözyaşı, biraz özlem ve çokça ayrılık var. Şimdi sonbahar.
Kuşlar ve toprak, bu kalbi artık kim yoklayacak? Bu kuşun yuvasını kim bekleyecek, boşluk içinde boşluk. Sesi çıkmayan yokluk.
Her mevsim ömrümüzün bir bölümüydü. Sonbahar, evet, sonbahar hayallerimizin ölümüydü. Sonbahar babasız çocukların yüzü…. Sonbahar, uzak mevsim, her gönle tuzak mevsim. Düşüyoruz sonbaharın hüzün atlasına, bir rüzgâr savuruyor. Hakikat yüzümüze acımasızca vuruyor.
Dünya, yaprağını dökmüş, kurumuş bir ağaç oluyor. Ne gölgesi ne meyvesi var. Kıvrılan yollar, içimizde büyüyen yara. Zamansız uçan kelebeğin göğsüne bir bıçak iniyor. Yollara sararmış yüzler dökülüyor. Şimdi sonbahar.
Neden yanlış mevsimde açar ki bu çiçek? Bu kalem kimin elinde? Sapandan çıkan bir taş, bir göze isabet ediyor. Bir kurşun kalbi delip geçiyor, bir söz içimizi yarıp geçiyor. Mevsimler geçiyor içimizden ve sonbahar hükmünü veriyor. Emir tek, oyun tek, son bölüm bizi buluyor. Sonbahar!
Gitmek, acıyı emanete bırakmak değil miydi? Emanete kabul edilmeyecekti bu acı, bilmeliydik. Bir tabloya hayallerimizi çizmeliydik. Zordu. Gölgesi düşmüyordu hayallerimizin. Çünkü kendisi hiç olmadı. Şimdi uğurlarken bir mevsimi, üşütüyor tenimizi. Ancak yürekten sarılmak ısıtabilir gönlümüzü.
Bir konak. Cıvıl cıvıl bahçe, havuz başında serçeler, ağaçlar, çiçekler, meyveler ve çocuklar. En güzeli mevsimin. Ve çiçek çiçek açan yüzün en güzel masal. Ve henüz konuşmayı öğrenen çocuğun telaffuzuyla konuşmaya başlamak seninle. Her şeye yeniden başlamak. Eski fotoğraflardan tanımak. Ne ki geçti vakit. Kapanmayan bir yara ve teşhisi mümkün olmayan bir dert. Müptelası olunan uzak sevda. Mevsim sonbahar…
Eli böğründe kalır her umudun. Kalemde mürekkep, defterde sayfa yok. Ve kalpte hüzün çok. Işığını saçar, geceyi aydınlatır da yolunu bulamaz mı ay? Düşer parça parça, kırılır içten içe. Şiir olur sûreti. Mevsim gibi geçer yüzü. Her gece misafir olur gönüllere. Suya düşer ay, başlar ayrılık. Ağlar ismini yüzüne aksettiren güzellik. Ve başlar sonbahar.
Yollar nereye gider? Şairin sesi son söz olur: “Üşüdüm yağmuruna sar beni
Hasretime vâha, çölüme serap ol
Kendine başka anlam bulsun intihar
Son istasyonda beklerken ömrüm
Seni sevdim, ne söylesem, hepsi inkâr
Giderken, elvedana sar beni”
Yazan: Ali BAL
Yeni Trump Döneminde Gazze Beklentisi
ABD'deki başkanlık değişimi her zaman küresel ölçekte önemli sonuçlar doğurur. Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle, önceki başkanlık dönemindeki dış politika yaklaşımlarının benzer şekilde sürdürülmesi olası görünüyor. Örneğin, ticaret savaşları, enerji bağımsızlığına verilen önem ve ABD’nin NATO ve diğer uluslararası kurumlarla ilişkileri gibi konularda daha sert ve Amerikan çıkarlarını önceleyen bir tutumun geri dönebileceği beklentisi var. Bu, birçok ülkenin özellikle enerji, savunma ve ticaret politikalarında kendilerini konumlandırmalarını etkileyebilir. Türkiye açısından bakıldığında da Trump dönemindeki gibi belirgin iniş çıkışlar olabilir; bu durum, özellikle Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki çıkarları açısından da dikkatle izlenecektir.
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar, uluslararası toplumun uzun yıllardır çözmekte zorlandığı karmaşık bir mesele. İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonları, özellikle sivillere yönelik saldırılar açısından birçok ülke tarafından sert şekilde eleştiriliyor ve bu durum bir insanlık krizi olarak değerlendiriliyor.
Ancak, İsrail’in bu tür operasyonları durdurması üzerinde uluslararası baskı çok önemli bir etkiye sahip olabilir. Özellikle ABD, AB ve BM gibi önemli aktörler, İsrail üzerinde doğrudan yaptırım uygulamasa bile diplomatik baskı ve ekonomik yardımlar yoluyla bu süreci etkileyebilir. Ancak ABD’nin İsrail’e uzun süredir verdiği destek ve Orta Doğu’daki stratejik öncelikleri dikkate alındığında, İsrail üzerinde etkin bir baskı oluşturulması zaman alabilir ve sınırlı kalabilir.
Bu noktada kamuoyunun ve çeşitli insan hakları kuruluşlarının İsrail’in eylemlerini sert bir şekilde kınamaları ve Filistin’deki insani duruma dikkat çekmeleri, diplomatik baskıyı artırma potansiyeli taşıyor. Ancak, İsrail’in mevcut iç siyaseti ve güvenlik politikaları düşünüldüğünde, dış baskının operasyonları tam anlamıyla durdurması zor olabilir. Yine de, bölgede kalıcı bir ateşkes veya çözümün sağlanması için tüm tarafların bir masa etrafında toplanması gerektiği açık.
Donald Trump’ın önceki başkanlık döneminde, İsrail’e yönelik destekleyici bir duruş sergilediği biliniyor. Bu nedenle, Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturmasıyla, İsrail-Filistin meselesinde İsrail’i sınırlayıcı ya da Gazze saldırılarını engelleyici bir politika izlemesi olası görünmüyor.
Trump’ın önceki döneminde İsrail lehine attığı adımlar arasında, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve büyükelçiliği Kudüs’e taşıması, Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıması gibi sembolik ve stratejik kararlar bulunuyor. Bu adımlar, Trump’ın İsrail’in güvenlik çıkarlarına verdiği önemi gösteriyor ve Filistin’in yaşadığı hak kayıplarına karşı ABD’nin desteğinin azalacağını işaret ediyor. Dolayısıyla, Trump’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonlarını kısıtlayıcı bir politika izlemesi pek mümkün görünmüyor.
Trump’ın dış politikasının temelinde “Önce Amerika” (America First) yaklaşımı bulunuyor ve bu çerçevede ABD’nin çıkarlarını ön plana koyarak hareket ediyor. Bu anlayış, İsrail’in Orta Doğu’daki stratejik rolünü desteklemeye devam etme olasılığını artırıyor. Dahası, Trump döneminde insan hakları ya da sivillere yönelik saldırılar gibi konularda geniş kapsamlı eleştiriler veya yaptırımlar görmek zor olabilir.
Bu durum, Trump yönetiminin İsrail-Filistin sorununun çözümünde tarafsız bir arabuluculuk rolü üstlenme olasılığını da düşürüyor ve Filistin halkının yaşadığı trajedilerin uluslararası toplumun çözüm çabalarına bağlı kalacağını gösteriyor.
Trump’ın mevcut dönemde, İsrail’e yönelik destekleyici politikalara geri dönmesi veya devam etmesi beklenebilir, ancak bu tutumun Gazze’deki saldırıların sona ermesine yönelik bir diplomatik baskı anlamına gelmesi düşük ihtimaldir. Ancak, Orta Doğu’da uzun süredir var olan İsrail-Filistin sorununun çözümü için üçüncü tarafların devreye girmesi gerektiği açıktır. Eğer ABD bu konuda daha dengeli bir arabulucu rolü üstlenmezse, durumun hızla değişmesini beklemek zor olabilir.
Trump’ın önceki dönemdeki gibi Ortadoğu Barış Anlaşmaları (Abraham Anlaşmaları) gibi bölgedeki bazı ülkelerle İsrail arasındaki ilişkileri geliştirme adımları atması mümkün olabilir. Ancak bu anlaşmalar da Filistin tarafını kapsamadığı sürece, Gazze’deki duruma doğrudan bir çözüm sağlamıyor.
7 Kasım 2024 Perşembe
Değişim dil ile başlar
Bir Hadis: "Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun..." (Buhârî, Rikâk, 23)
Selamlaşmak: Sevgi ve esenliğe kapı açmak
Bir Hadis: "Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız." (Müslim, İman, 93)
Sözlükte selam “bedenî ve ruhi hastalık, eksiklik ve kusurlardan uzak olma” anlamında kullanılır. Allah’a nispet edildiğinde “her türlü eksiklik, acz ve kusurdan, yaratılmışlara özgü değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olan, selametin kaynağı olup esenlik veren” şeklinde açıklanır. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde “eman, kurtuluş, esenlik, barış” manaları yanında ‘selamlama’ anlamında da geçer. Kur’an’da bazen tahiyye kelimesiyle ifade edilen selam (Nisa, 4/86), karşılaşan iki kişiden birinin diğerine “selâmün aleyküm” (es-selâmü aleyküm: selam sizin üzerinize olsun, Allah sizi her türlü kaza ve beladan korusun) demesi, diğerinin de buna aynı manada olmak üzere “aleyküm selâm” (ve aleykümü’s-selâm) diye hayır duada bulunmasıdır. Yâsîn suresinde (36/58) Cenab-ı Hakk’ın cennet ehline doğrudan veya melekler vasıtasıyla selam vereceği bildirilir. Mümin de imanından aldığı huzur ve güveni selam ile çevresine yayar ve iyi niyetlerini duaya döker.
Kaynak: Diyanet Takvimi
5 Kasım 2024 Salı
İMÂM-I GAZÂLÎ’DEN NASİHATLER
Sokak ve caddeleri meclis gibi kullanma!
Dükkânları sohbet yeri olarak seçme!
Tartışmada kendini haklı çıkarmak için inat etme!
Edepsiz, terbiyesiz ve patavatsız kimselerle tartışma!
Bir hüküm verirken; “Bu benim görüşümdür.” de!
Bir şeyi veya bir adamı överken aşırıya gitme!
4 Kasım 2024 Pazartesi
Terörle Mücadelede Kapsamlı Strateji
Terör, sivillere yönelik şiddet eylemleri yoluyla toplumda korku yaratarak siyasi, ideolojik veya dini hedeflere ulaşmayı amaçlayan bir yöntemdir. Ancak bu sadece bir güvenlik sorunu olarak değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve diplomatik yansımaları olan çok yönlü bir tehdit olarak ele alınmalıdır. Geçtiğimiz hafta savunma sanayimizin önemli kurumlarından TUSAŞ’a yapılan hain saldırı milletimizde üzüntüyle karşılanırken, siyasilerimizin olayı ortak bir dille kınaması, ülkemizdeki birlik ve beraberlik ruhunun ne denli güçlü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Milletimizin sağduyusu ve kararlılığıyla, terörü lanetlemeye ve ülkemizin huzuruna katkı sağlamaya devam edeceğimizden şüphe yok.
Türkiye’nin terörle mücadele politikası, tarihsel, coğrafi ve siyasi gerçekler temelinde oluşturulmuş kapsamlı bir stratejiyi esas almaktadır. Uzun yıllardır hem iç hem de dış kaynaklı terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye, bu tehdide karşı güvenlik, diplomasi, hukuk ve sosyo-ekonomik alanları kapsayan bütüncül bir yaklaşım benimsemiştir.
Bu mücadelede özellikle PKK terör örgütü öne çıkmaktadır. PKK, Türkiye’nin güvenliğine ve bölgesel istikrara zarar veren pek çok saldırı gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra, 2016'daki FETÖ darbe girişimi ve DAEŞ gibi uluslararası terör örgütlerinin de Türkiye’yi hedef aldığı bilinmektedir.
Terörle mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı, terör örgütlerine karşı eşgüdümlü operasyonlar yürütmektedir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları gibi sınır ötesi operasyonlar, Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlama ve terör tehditlerini kaynağında yok etme hedefi doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
Hukuki boyutta ise terörle mücadeleye yönelik yasal düzenlemeler kimi zaman uluslararası çevrelerce ifade ve basın özgürlüğü bağlamında eleştirilmiştir. Ancak Türkiye, NATO üyesi olarak terörle mücadelede koalisyonlarda aktif rol oynamakta ve DAEŞ gibi küresel tehditlerle mücadelede müttefikleriyle iş birliği yapmaktadır.
Türkiye’nin terörle mücadelesi yalnızca askeri yöntemlerle sınırlı kalmamış; sosyal, ekonomik ve diplomatik boyutları da içermektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki terör olayları, zorunlu göçlere ve geniş çaplı güvenlik önlemlerine neden olmuş; FETÖ’nün darbe girişimi ise devlet kurumlarında önemli yapısal değişiklikler meydana getirmiştir.
Uluslararası düzeyde, Türkiye’nin terörle mücadele adımları zaman zaman demokrasi ve insan hakları açısından eleştirilse de Türkiye, güvenlik önceliklerini vurgulamakta ve bu mücadelenin ulusal güvenlik açısından kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir.
“Ne Yapılmalı?” sorusuyla yazımızı bitirelim:Terörle mücadelede yalnızca askeri yöntemler yeterli değildir. Terörün kökenine inmek, sorunun ardındaki sosyo-ekonomik faktörleri ele almak, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak ve dezavantajlı bölgelerdeki gençleri terör örgütlerinin etkisinden korumak adına kapsamlı politikalar geliştirilmelidir. Ayrıca, uluslararası iş birliğini güçlendirmek, diplomatik kanalları etkin kullanmak ve terör örgütlerine finansal ve lojistik desteği kesmek hayati önemdedir. Toplumsal uzlaşıyı destekleyen ve hoşgörüyü artıran kültürel ve sosyal projeler de uzun vadede terörün etkisini azaltmada kritik rol oynayacaktır.
Kötülük mü güçlü yoksa iyilik mi sessiz
En çok kullanılan kelimeler iyilik, sevgi, eşitlik gibi herkesi etkileyen evrensel kavramlar olsa da her yeri kötülük ve sevgisizlik kuşatmış durumda. Kötülüğün de kabahati yok. Esas suçlu kötü insanlar. Sayılarının fazlalığı mı kötülüğün istilacı etkisi mi bilinmez tek bir kötüden dünyaya sayısız kötülük frekansı yayılıyor. Dahil olduğumuz her çevrede kıskançlar, iftiracılar, fırsatçılar amip gibi artıyor. İyiler ve iyiliğin gücü mü; sessiz ve etkisiz köşelerine çekilmiş duruyorlar.
Esasında zaman zaman kötülük ve kötüler üzerine tartışmalar yaptığımız oluyor. Esas soru; kötülük mü daha güçlü, yoksa iyilik mi sessiz? Toplumda kötülük ve iyilik arasındaki denge sıkça tartışılan bir meselelerden biri. “Kötü insanlar mı daha fazla, yoksa iyilik mi sessiz?” sorusu bu tartışmanın temelini oluşturuyor. Kötülük, çoğunlukla göz önünde olan, duyulan ve fark edilen bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Medyada, hikayelerde, günlük yaşamda kötülük; şiddet, adaletsizlik, bencillik gibi kavramlarla hemen dikkatimizi çekiyor. İyilik ise çoğu zaman sessizdir, sakin bir şekilde yaşanır ve kimi zaman gözden kaçar. Ancak bu, iyiliğin güçsüz olduğu anlamına mı gelir? Ya da iyilik, gerçekten bu kadar sessiz mi kalmalıdır?
Kötülük, dikkat çekme ve hızlı yayılma potansiyelini taşır. Kötü eylemler, insanın doğasında bulunan ilkel duyguları uyandırarak hızlı bir şekilde yayılabilir. İnsanlar kendilerini tehlike altında hissettiklerinde buna doğal bir ilgi gösterirler, bu da kötülüğün fark edilme olasılığını artırır. Medya da bu ilgiyi besler; çünkü kötü haberler, daha çok ilgi çeker ve daha fazla dikkat toplar. Bu, kötülüğün sanki iyilikten daha fazla olduğu algısını güçlendirebilir. Ancak bu algı yanıltıcı olabilir; çünkü kötülük, sesini duyurma gücüne sahip olduğu için göründüğünden daha fazla gibi hissedilir.
İyiliğe gelince, iyilik çoğunlukla göz önünde yaşanmaz. Yardım etmek, paylaşmak, destek olmak gibi iyilik halleri genellikle bireyler arasında, özel alanlarda ya da toplumsal farkındalık gerektirmeyen durumlarda gerçekleşir. Bir kişinin sessizce ihtiyacı olan birine destek olması, gözle görülebilir bir haber değeri taşımaz. Ancak bu tür iyilikler toplumun temelinde önemli bir rol oynar; insanlar arasındaki bağları güçlendirir, toplumda güveni artırır ve huzurlu bir yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlar. Bu yönüyle iyilik, sessiz bir şekilde dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirir.
“İyiliğin güçlenmesi için sesini duyurması gerekir mi?” sorusuna da cevap arayabiliriz. İyiliğin etkisiz olduğu algısı, genellikle bu iyiliklerin göz önünde olmamasından kaynaklanır. Oysa iyiliğin, toplumsal yapıyı destekleyen, değerlerin korunmasını sağlayan ve kötülüğün etkisini azaltan gücü büyüktür. Ancak, iyilik sessiz kaldıkça kötülüğün sesi daha güçlü ve belirgin hale gelir. İyiliklerin daha çok duyulması, paylaşılarak yayılması, insanlarda umut ve birlik duygusu oluşturabilir. Toplumda yardımlaşma ve paylaşım kültürünün yaygınlaştırılması, iyiliğin daha güçlü bir etkiye sahip olmasını sağlayabilir. Bu açıdan, iyiliğin daha görünür ve etkili olması, toplumsal dayanışmanın güçlenmesi için önemlidir.
Toplumdaki kötülüğü azaltmanın ve iyiliğin görünürlüğünü artırmanın en önemli yollarından biri, bireylerin bu konuda kendilerini sorumlu hissetmesidir. Her birey, küçük de olsa iyilik yaparak bu döngüye katkıda bulunabilir. Toplumda iyi insanların sesini çıkarması, kötülüğün baskın görünmesini engelleyebilir. Bu nedenle, insanların iyilik yapma eğilimlerini daha fazla göstermeleri, yalnızca kendileri için değil, toplum için de büyük bir fayda sağlayabilir.
Kötülüğün daha güçlü görünmesinin nedeni, sesini daha fazla duyurması ve dikkat çekici olmasıdır. İyilik ise çoğunlukla sessiz, sakin ve alçak gönüllü bir biçimde yaşanır. Ancak bu, iyiliğin etkisiz olduğu anlamına gelmez. Toplumda iyiliğin daha görünür kılınması, insanların umut ve dayanışma duygusunu güçlendirebilir. Eğer bireyler, iyilikleri daha çok paylaşır ve bu iyilikleri duyurmayı amaçlarsa, kötülüğün yoğun olduğu algısı da azalır. Sonuç olarak, kötülüğün gücü, aslında iyiliğin sessizliğinden kaynaklanan bir yanılsamadır. İyiliğin sesi duyuldukça, kötülüğün etkisi zayıflayacak ve dünya daha yaşanabilir bir yer olacaktır. Her birey dünyada iyiliğin gücünü artırma adına kendi potansiyeli doğrultusunda bir görev ve sorumlulukla doğar diye düşünüyor ve inanıyorum peki sen, iyiliği artırmak için neler yapıyorsun?
Yazan: Sabiha DOĞAN
4 Kasım 2024
Milat Gazetesi
Sevmek
Sevmek için geldik, bilinmez bir yazgının cümlelerinde ararız ismimizi. Talih, baht ve kader… Hafî ve bilinmez bir yola koyulma, arayış başlar. Kalp mi, akıl mı hükmeder, bilinmez. Arada kalır, darda kalır, yârde kalır gönül.
Sevmek bir mevsim olur, bekler, bekler durursunuz. Ya gelir ya gelmez. Belki gelir sevmek mevsimi, bulamaz sizi. Mevsimi geçmiştir, geçmiştir gönlünüz. Vakitsiz açan çiçekler gibi yanar, solar ve tek tek dökülürsünüz. Kalakalırsınız yek başınıza. Işıksız, havasız, bunaltıcı ve kasvetli bir hücreye döner koskoca dünya. Sevmek böyle bir anda başlar. Ve şairin dediğini dersiniz: “Ben o gün öldüm gülüm/Bir daha ölmem artık.”
Sevmek, sancıdır, acıdır; acıyı bal eylemek mümkün müdür? Her kalbin dayanacağı bir ağrı mıdır? Kalbin kadar sevebilir, kalbin kadar sevilirsin. Sevmek, her gönlün harcı mıdır? Sabrın zirvesi belki tâlimidir sevmek. Kimisine baharda, kimisine kışta düşer acı. Bir telaşa kapılır, bir göze meftun olur, bir bakışın tuzağına düşersiniz. Zamansızdır. Başka zamanda, ah başka mevsimde olaydı… İçten içe söylenir, dilenir durursunuz amansız bir derde derman.
Sonsuz ama onsuz bir çölün ortasında vâha. Bir çiçek, yalnız bir çiçek, çiçek… Beklenen mevsime erişmektir niyet ama atışları değişir, ritmi bozulur yorgun ve dilsiz kalbinizin. Varırsınız, durursunuz karşısında. Seddini aşan su olur kanınız. İçinize vurur, vurur durur kanınız. Isınır, yakar kanınız, beyniniz zonklar, kalbiniz göğsünüze sığmaz, bir dağ olur, patlamaya hazır yanardağ. Ve çaresizliğin resmi çizilir yanık benzinize. Derinleşir çizgiler, çizgiler hikâyesi olur sırrınızın.
Sır, toprağa düşen sevmek tohumu. Filizlenir mi, çürür mü? Gizli bir dua yükselir perde perde. Ancak sır kâtibi bilir, bilir ama arz eylemez en yüce kata. Razı olur derdinize, dönersiniz en başa. Ve sevmek imtihan olur size.
Turgut Uyar, “Ömrümüz böyle olmamalıydı/Hep aşkta durmalıydı çağımız.” diyordu, kim için demişti? Söyleteni biliriz de söyleyemeyiz. Ahraz bir ağrı yapışır yüzümüze. Harfler karışır, heceler şaşar, kelimeler boşluğa düşer. Sesimiz rengini kaybeder. Hâlimizi anlatan tek kelime nedir, sorulur memnu ve hafî yâre. Özlem, der. Nazım’ın “Hasretimden deli olacak hâle geldim.” sözünü hatırlarsınız. Delilik, evet, delilik değil miydi kışta yağmur duasına el açmak. Zamansızlık, kadersizlik, bahtsızlık…
Mecalsiz düşersiniz. Dil bağlanır, şikâyet sessiz bir konuşma. “Bir nigehle komadı derdimi takrîre mecâl/ Çeşm-i mestin nice gûyâları hâmûş eyler” diyen Fıtnat Hanım, sizi anlatmıştır. Peki, kim anlar sizi, kim duyar? Duygular kementte.
Bahar sevmek mevsimidir güya. Uyanır tüm canlılar. Sular coşar. Gök gürler. Göçmen kuşlar dönüş yolundadır. İzzet Molla, “Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin/Bülbül hamûş havz tehî gülsitan harâb” diyordu. Sevmek, kederli bir ömrün imtihanı olur mevsim bahar olsa da. Baharını yaşasa da sevilen, bülbül suskun ve gül bahçesi haraptır. Bilemezsin ki ne zaman geleceğini, bilemezsin levh-i mahfuzu. Dönmek istersin evvel zamana. Takvim yapraklarını geriye saymak istersin. Hepsi yırtılmıştır. Boşluk… Sevmek, ıpıssız ve karanlık bir boşluğa düşen ışık. Tutmak istersin, kavramak gövdesinden… Kaçar, kaybolur ışık.
Anlatmak da anlaşılmak da mümkün değildir. Erzurumlu Emrah’ı dinleyip susma vakti: “Dedi bir pîr pişman olursun/Râzını açma Hak’tan gayri pişman olursun” Evet, sırrınızı açmak bir yarayı açmaktır. Yaraya neşter vurmaktır, kanatmaktır oyulan içinizi.
Şimdi bir hayal mevsimi, geçti sevmek mevsimi. İyisi mi Özdemir Asaf gibi söyleyelim, tesellimiz bir hayal olsun: “Bana yaşadığın şehirleri aç/Başka şehirleri özleyelim orada seninle/Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar/İkimize yetmez” Âlem içinde âlem olsun. Yetmeyen zamanı, boşa geçen ömrü kim bilir, kim dinler ki? “Aşktı uçup giden üstümüzden/Aşktı değip geçen yanımızdan” dese de şair, biz şimdi sevmek imtihanında pişmanlıklar yaşamaya mahkûm edildik.
Bilim kervanı yolda düzelir!
İnsan, bilim yapan bir varlıktır. Bilim, diğer insan tecrübe alanları olan felsefe, sanat, edebiyat, ekonomi, siyaset, kültür ve ahlak ile ilişki içinde olup onları etkilemekte ve onlardan etkilenmektedir. Bilim, insanın kendisi ve doğa hakkındaki karmaşık, açık ve gelişen sorularına cevaplar bulmak için sürdürdüğü asli faaliyetin adıdır. İnsan, sahip olduğu her şeyi bilime borçludur. İnsan, sürekli olarak bilimsel faaliyet içindedir. Bilim, donuk ve durağan bir doğma değil, sürekli gelişen, değişen ve yenilenen bir etkinliktir. Newton, bir bilim insanı olarak doğanın ve insanın gizemler dünyası karşısındaki psikolojisini şöyle ifade etmektedir: “Deniz kenarında oynayan, arada bir daha düzgün bir çakıl bulup oyalanan bir çocuk gibiyim… Oysa önümde büyük hakikat okyanusu keşfedilmeden duruyor.”Bilim, zaman ve mekânla sınırlı bir faaliyet değildir. Linus Pauling şöyle demektedir: “Dünyada bilim insanlarının araştırmayacağı hiçbir alan yoktur. Yanıtlanmamış bazı sorular hep olacaktır. Genel olarak, henüz sorulmamış sorular vardır…”Bilim, hayata ve doğaya dair kendini zaman ve mekanla sınırlamadan her şeyi kendine konu edinebilen çok yönlü kompleks bir süreçtir.
Bilim kelimesinin İngilizce karşılığı olan Science terimi, Latincedeki scientia sözcüğünden türemiştir. Latince kökü ışığında anlamını düşündüğümüz zaman bilim, doğanın, doğal olguların, insanın ve insani olguların işleyişini anlamak, açıklamak ve kavramak için yapılan yapılan insani çabadır. Bilim, doğayı ve insanı illüzyonlar, kurgular, fantaziler ve spekülasyonlar çerçevesinde anlamaz. Bilim, doğaya ve insana dair sürekli gözlemlenebilir ve elle dokunulur somut kanıtları keşfetmenin çabası içindedir. Bilim sürekli olarak gözlem yaparak, doğal ve insani olaylara dair deneyler yaparak somut bilgilere ve verilere ulaşmaya çalışır. Bilim, insanın doğa ve hayatla gerçekçi bir ilişki kurmasının yoludur. Bilim sayesinde insan, düşünebilmekte, sorgulamakta, gelişmekte ve değişmektedir. İnsan, kendisine ve doğaya dair en hakiki bilgiyi bilim yoluyla elde etmektedir. Evrene ve insana dair her şeyi bilme arzusu, isteği ve motivasyonuyla insan doludur. Merakını ve bilme ihtiyacını tatmin etmek için insan, deneysel yöntemler ve gözlemler yapmak ve gerçeklikten kopmayarak açıklamalar ve sonuçlar üretmek suretiyle düzenli ve sistematik biçimde bilimsel bilgi tecrübesini gerçekleştirmektedir. Bilimsel bilgi, insanın başıboş, amaçsız ve gereksiz bir faaliyeti değildir. Bilimsel bilgi, insanın bilme tutkusundan neşet ederek amaçlı, sistemli ve metodik bir araştırma ve arama sürecidir.
İnsan, olguların görünen bilgisiyle yetinmemektedir. Doğal ve insani olguların arkasındaki sebepleri ve işleyiş süreçlerini insan bilmeyi ve anlamayı istemektedir. Bilim, bilgimizi, anlayışımızı, algılarımızı ve düşüncelerimizi bir düzene ve sisteme kavuşturmaktadır. Dış dünyadan maruz kaldığımız ve duyularımız ile algıladığımız bilgileri mantığımızı kullanmak suretiyle düşünerek anlamaya çalışırız. Bilim, duyusal, düşsel ve düşünsel olanın birlikte bilgi üretme çabasının adıdır. Bilim, insana ve evrene dair olgular arasında duyularımızı, düşlerimizi ve düşüncemizi kullanarak ilişkiler kurma ve yasaları keşfetme faaliyetidir.
Bilim, gerçeğe ve gerçekliğe dairdir. Bilim, doğanın ve insanın gerçekliğine dair bir tecrübe olmasına rağmen, gerçeğin kendisi ve kesinliği değildir. Bilim, kendisini gerçeklikle ve kesinlikle özdeşleştirmez. Gerçeği aramanın ve test etmenin peşinde olan bilim, mutlak ve kesin gerçekliği ürettiğini ve bildiğini iddia etmez. Bilim dâhil hiçbir insani faaliyet, gerçeğin kendisi olduğunu ve mutlak kesin gerçek olduğunu söyleyemez. Bilim kervanı, sürekli olarak yolda düzelmekte, doğrulmakta ve dizayn edilmektedir. Bilimsel faaliyet sürecinde ortaya atılan tezler ve teorilerin doğruluğu ve yanlışlığı sınanmakta, eksik, yanlış ve isabetli yönleri bulunmakta, bütün bilimsel teoriler ve tezler sürekli olarak gözden geçirilmekte, yenilenmekte ve değiştirilmektedir. Bilim, insan ve doğayla bir inatlaşma içine girmemektedir. Bilim, doğa ve insanla açıklık ve değişime temelinde bir ilişki kurmaktadır.
2024 Yılı ÜFE-TÜFE Oranları
Ocak - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 4,14 | 6,70 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 4,14 | 6,70 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 44,20 | 64,86 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 47,35 | 54,72 | |||||||||||||||
Şubat - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 3,74 | 4,53 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 8,03 | 11,54 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 47,29 | 67,07 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 45,71 | 55,91 | |||||||||||||||
Mart - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 3,29 | 3,16 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 11,59 | 15,06 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 51,47 | 68,50 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 45,28 | 57,50 | |||||||||||||||
Nisan - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 3,60 | 3,18 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 15,61 | 18,72 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 55,66 | 69,80 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 45,83 | 59,64 | |||||||||||||||
Mayıs - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 1,96 | 3,37 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 17,87 | 22,72 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 57,68 | 75,45 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 47,24 | 62,51 | |||||||||||||||
Haziran - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 1,38 | 1,64 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 19,49 | 24,73 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 50,09 | 71,60 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 47,97 | 65,07 | |||||||||||||||
Temmuz - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 1,94 | 3,23 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 21,81 | 28,76 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 41,37 | 61,78 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 47,55 | 65,93 | |||||||||||||||
| |||||||||||||||||
Eylül - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) | |||||||||||||||
Bir Önceki Aya Göre | 1,37 | 2,97 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 25,55 | 35,86 | |||||||||||||||
Bir Önceki Yıla Göre | 33,09 | 49,38 | |||||||||||||||
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 44,81 | 63,47 |
Ekim - 2024 | ÜFE (%) | TÜFE (%) |
Bir Önceki Aya Göre | 1,29 | 2,88 |
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre | 27,17 | 39,77 |
Bir Önceki Yıla Göre | 32,24 | 48,58 |
Oniki Aylık Ortalamalara Göre | 43,93 | 62,02 |
Ekim ayı enflasyon rakamları açıklandı
Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık % 48,58, aylık % 2,88 arttı.
TÜFE'deki (2003=100) değişim 2024 yılı Eylül ayında bir önceki aya göre % 2,97, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 39,77, bir önceki yılın aynı ayına göre % 48,58 ve on iki aylık ortalamalara göre % 62,02 olarak gerçekleşti.
TÜFE değişim oranları (%), Ekim 2024
Bir önceki yılın aynı ayına göre en az artış gösteren ana grup % 26,14 ile ulaştırma oldu. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre artışın en yüksek olduğu ana grup ise % 93,66 ile eğitim oldu.
TÜFE ana harcama gruplarına göre yıllık değişim oranları (%), Ekim 2024
Ana harcama grupları itibarıyla 2024 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre azalan ana grup %-0,54 ile ulaştırma oldu. Buna karşılık, 2024 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre artışın en yüksek olduğu ana grup ise % 14,32 ile giyim ve ayakkabı oldu.
Özel kapsamlı TÜFE göstergesi (B) yıllık % 47,10, aylık % 2,69 oldu
Endekste kapsanan 143 temel başlıktan (Amaca Göre Bireysel Tüketim Sınıflaması-COICOP 5'li Düzey) 2024 yılı Ekim ayı itibarıyla, 26 temel başlığın endeksinde düşüş gerçekleşirken, 7 temel başlığın endeksinde değişim olmadı. 110 temel başlığın endeksinde ise artış gerçekleşti.
Ekim ayı enflasyonu açıklandı. Enflasyon Ekim ayında yüzde 2,88 oldu. Toplu sözleşme hükmüne göre memurlar, 2024'ün ikinci yarısı için yüzde 10 zam aldı. Memurlar 2024'ün 2. altı ayı için yüzde 10 toplu sözleşme zammı almıştı. Alınan zam iki ayda enflasyona karşı eridi. Enflasyon Temmuz ayında yüzde 3,23, Ağustos ayında yüzde 2,47 arttı. Eylül ayında da yüzde 2,97 arttı. Ekim ayında yüzde 2,88 arttı. Kasım ve Aralık enflasyonu ile beraber 6 aylık enflasyon yüzde 10'u aşması durumunda aşılan miktar kadar fark alınacak. Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında 4 aylık enflasyon oranı yüzde 12,06 oldu.
Ekim ayı enflasyon rakamları açıklandı
TÜFE'deki (2003=100) değişim 2024 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre % 2,88, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 39,77, bir önceki yılın aynı ayına göre % 48,58 ve on iki aylık ortalamalara göre % 62,02 olarak gerçekleşti. Yİ-ÜFE (2003=100) 2024 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre % 1,29, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 27,17, bir önceki yılın aynı ayına göre % 32,24 ve on iki aylık ortalamalara göre % 43,93 artış gösterdi.
1 Kasım 2024 Cuma
31.10.2024 tarihi itibariyle Ülkemizin Birincil Kaynaklara göre Kurulu Güç Verileri
BİRİNCİL KAYNAKLARA GÖRE SANTRAL ADETLERİ VE KURULU GÜÇ VERİLERİ | |||
BİRİNCİL KAYNAK | SANTRAL ADEDİ | KURULU GÜÇ (MW) | |
AKARSU | 617 | 8.339 | |
ASFALTİT KÖMÜR | 1 | 405 | |
ATIK ISI | 77 | 317 | |
BARAJLI | 147 | 23.856 | |
BİYOKÜTLE | 386 | 2,113 | |
DOĞALGAZ | 340 | 24,680 | |
FUEL OİL | 9 | 255 | |
GÜNEŞ | 29.782 | 18.854 | |
İTHAL KÖMÜR | 16 | 10,404 | |
JEOTERMAL | 63 | 1.691 | |
LİNYİT | 48 | 10,229 | |
LNG | 1 | 2 | |
MOTORİN | 1 | 1 | |
NAFTA | 1 | 5 | |
RÜZGAR | 365 | 12.369 | |
TAŞKÖMÜR | 4 | 841 | |
TOPLAM | 31.858 | 114.361 | |
* TEİAŞ KURULU GÜÇ RAPORU - 31.10.2024 |