Hava serinledi, güneş yüzünü göstermiyor pek. Ağaçlar tüm yüklerini boşalttı, yapraklar cansız bir beden gibi sereserpe. Sahne bomboş, ışıklar söndü, ışıklar söndürüldü. Umutlar derin uykuya daldı. Şimdi sonbahar.
Tohum toprakla buluştu, bir dua ekildi toprağa. Yağmur rahmet olup düştü. Yeni umutlar içimizde sessizce zamanını bekler. Acelesi yok, gün doğacak ve sabrın meyvesi olgunlaşacak. Ya nasip!
Uzaklar hep bizi davet eder, uzak düşen ruhlar hep birbirini arar. Dünya kocaman bir sahneye dönüşür ve herkes rolünü bölüşür. Olmuyor böyle, dolmuyor kum saati. Her şey geçiyor. Yıl bitiyor belki ömrümüzün son dönemecindeyiz. Hasattan sonra ne kaldı ki elimizde? Ekşimsi bir tat yüzümüzü buruyor. Bahçeler boşaldı, gönlümüz tenha. Gitti giden, mevsim dönüyor. Lambalar birer birer sönüyor. Geldi sonbahar. Refik Durbaş bu sırrı biliyor:
“Sonbahar akşamına sar beni
Seni hangi ömrümle sevdiğimi
Bir güz yağmurları bildi
Bir de saçlarına düşen sonbahar”
Olmayacak olan oluyor. Hiç boş kalmayan bu durakta, şimdi sessizlik bir çığlık olup gönlümüzü tarumar ediyor. Giden gitti, yetişmek mümkün değil. Şimdi bavullarda yarı hüzün, yarı umut, biraz gözyaşı, biraz özlem ve çokça ayrılık var. Şimdi sonbahar.
Kuşlar ve toprak, bu kalbi artık kim yoklayacak? Bu kuşun yuvasını kim bekleyecek, boşluk içinde boşluk. Sesi çıkmayan yokluk.
Her mevsim ömrümüzün bir bölümüydü. Sonbahar, evet, sonbahar hayallerimizin ölümüydü. Sonbahar babasız çocukların yüzü…. Sonbahar, uzak mevsim, her gönle tuzak mevsim. Düşüyoruz sonbaharın hüzün atlasına, bir rüzgâr savuruyor. Hakikat yüzümüze acımasızca vuruyor.
Dünya, yaprağını dökmüş, kurumuş bir ağaç oluyor. Ne gölgesi ne meyvesi var. Kıvrılan yollar, içimizde büyüyen yara. Zamansız uçan kelebeğin göğsüne bir bıçak iniyor. Yollara sararmış yüzler dökülüyor. Şimdi sonbahar.
Neden yanlış mevsimde açar ki bu çiçek? Bu kalem kimin elinde? Sapandan çıkan bir taş, bir göze isabet ediyor. Bir kurşun kalbi delip geçiyor, bir söz içimizi yarıp geçiyor. Mevsimler geçiyor içimizden ve sonbahar hükmünü veriyor. Emir tek, oyun tek, son bölüm bizi buluyor. Sonbahar!
Gitmek, acıyı emanete bırakmak değil miydi? Emanete kabul edilmeyecekti bu acı, bilmeliydik. Bir tabloya hayallerimizi çizmeliydik. Zordu. Gölgesi düşmüyordu hayallerimizin. Çünkü kendisi hiç olmadı. Şimdi uğurlarken bir mevsimi, üşütüyor tenimizi. Ancak yürekten sarılmak ısıtabilir gönlümüzü.
Bir konak. Cıvıl cıvıl bahçe, havuz başında serçeler, ağaçlar, çiçekler, meyveler ve çocuklar. En güzeli mevsimin. Ve çiçek çiçek açan yüzün en güzel masal. Ve henüz konuşmayı öğrenen çocuğun telaffuzuyla konuşmaya başlamak seninle. Her şeye yeniden başlamak. Eski fotoğraflardan tanımak. Ne ki geçti vakit. Kapanmayan bir yara ve teşhisi mümkün olmayan bir dert. Müptelası olunan uzak sevda. Mevsim sonbahar…
Eli böğründe kalır her umudun. Kalemde mürekkep, defterde sayfa yok. Ve kalpte hüzün çok. Işığını saçar, geceyi aydınlatır da yolunu bulamaz mı ay? Düşer parça parça, kırılır içten içe. Şiir olur sûreti. Mevsim gibi geçer yüzü. Her gece misafir olur gönüllere. Suya düşer ay, başlar ayrılık. Ağlar ismini yüzüne aksettiren güzellik. Ve başlar sonbahar.
Yollar nereye gider? Şairin sesi son söz olur: “Üşüdüm yağmuruna sar beni
Hasretime vâha, çölüme serap ol
Kendine başka anlam bulsun intihar
Son istasyonda beklerken ömrüm
Seni sevdim, ne söylesem, hepsi inkâr
Giderken, elvedana sar beni”
Yazan: Ali BAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder