26 Mayıs 2025 Pazartesi

Küresel Sistemin Değişimi ve Türkiye’nin Yükselişi


Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ), KAAN, HÜRJET, HÜRKUŞ, GÖKBEY, ATAK, ATAK-2, ANKA serisi ve AKSUNGUR gibi platformlarla savunma sanayiinde dikkat çekici bir ivme yakaladı. Ancak Türkiye’nin havacılık ve uzay alanındaki gelişmeleri yalnızca TUSAŞ ile sınırlı değil; Baykar’ın Bayraktar TB2 ve TB3, KIZILELMA, Aselsan’ın elektronik harp sistemleri, Roketsan’ın füze teknolojileri ve Türksat’ın uydu projeleri de bu ekosistemin önemli parçaları. Bu gelişmeler, Türkiye’nin bölgesel ve küresel güç projeksiyonunu artırırken, Avrupa Birliği (AB) için de stratejik bir ortaklık potansiyeli sunuyor. Küresel sistemdeki değişimler ve Türkiye’nin artan rolü, bu bağlamda detaylı bir analiz gerektiriyor.

Türkiye’nin Havacılık ve Uzay Alanındaki Genişleyen Kapasitesi

TUSAŞ’ın KAAN gibi beşinci nesil savaş uçağı projeleri, Türkiye’yi NATO içinde teknolojik üstünlük sağlayabilecek bir konuma taşıyor. HÜRJET ve HÜRKUŞ, eğitim ve hafif taarruz görevleriyle Türk Hava Kuvvetleri’nin modernizasyonuna katkı sağlarken, GÖKBEY ve ATAK serisi helikopterler, hem iç güvenlik hem de ihracatta önemli bir yer ediniyor. ANKA ve AKSUNGUR insansız hava araçları (İHA) ise, Türkiye’yi İHA teknolojisinde dünya liderlerinden biri haline getirdi. Yerli motor TEI-PD170 gibi teknolojiler, bu platformların dışa bağımlılığını azaltarak stratejik özerkliği artırıyor.

TUSAŞ’ın ötesine baktığımızda, Baykar’ın Bayraktar TB2 ve TB3 modelleri, düşük maliyetli ancak yüksek etkili İHA’lar olarak küresel pazarda büyük başarı elde etti. KIZILELMA ise insansız savaş uçağı kategorisinde Türkiye’yi yeni bir lige taşıyor. Aselsan’ın geliştirdiği elektronik harp ve aviyonik sistemler, bu platformların etkinliğini artırırken, Roketsan’ın SOM ve ATMACA gibi seyir füzeleri, Türkiye’nin uzun menzilli vuruş kabiliyetini güçlendiriyor. Uzay alanında ise Türksat’ın 5A, 5B ve 6A uyduları, Türkiye’nin iletişim ve gözlem kapasitesini genişletiyor. Ayrıca, Türkiye Uzay Ajansı’nın Ay Görevi ve uzay limanı projeleri, ülkenin uzay yarışında iddialı bir aktör olma hedefini ortaya koyuyor.

Bu geniş kapsamlı gelişmeler, Türkiye’nin yalnızca askeri değil, aynı zamanda ekonomik ve teknolojik alanda da bağımsızlığını artırma çabasını yansıtıyor. İhracat başarıları, özellikle Afrika, Asya ve Doğu Avrupa ülkelerine yapılan satışlarla, Türkiye’nin küresel savunma pazarındaki payını büyütüyor. Örneğin, Bayraktar TB2’lerin 20’den fazla ülkeye ihracatı, Türkiye’nin yumuşak güç unsuru olarak teknolojiyi nasıl kullandığını gösteriyor.

İhracat Verileri ve Ekonomik Etki Analizi

Türkiye’nin havacılık ve uzay sanayiindeki ihracat performansı, ekonomik değer açısından da dikkat çekiyor. Savunma ve havacılık sektöründe kilogram başına ihracat değeri, diğer sektörlerle kıyaslandığında çok daha yüksek. Örneğin, Türkiye’nin genel ihracatında kilogram başına değer yaklaşık 1,57 USD seviyesindeyken, savunma ve havacılık sektöründe bu rakam 65 USD’ye ulaşıyor. Bu, sektörün yüksek katma değerli ürünler sunduğunu ve Türkiye’nin küresel pazarda teknolojik üstünlükle rekabet ettiğini gösteriyor. Özellikle insansız hava araçları (İHA) gibi ürünlerde kilogram başına değer 10.000 USD’yi aşarken, elektro-optik sistemler 20.000 USD, AESA radarlar ise 30.000 USD gibi etkileyici seviyelere ulaşıyor. Bu veriler, Türkiye’nin savunma ve havacılık sektörünün ekonomik anlamda ne kadar kritik bir rol oynadığını ortaya koyuyor.

Havacılık ve uzay sanayi dışındaki ürünlerin kilogram başına ihracat değeri ise oldukça düşük kalıyor. Örneğin, tekstil ve hazır giyim sektörü yaklaşık 15 USD, otomotiv sektörü ise 7 USD seviyesinde. Bu fark, Türkiye’nin ekonomik büyümesinde yüksek teknolojili ürünlerin önemini vurguluyor. Savunma ve havacılık sektörü, toplam ihracatta henüz küçük bir paya sahip olsa da (yaklaşık 230 milyar USD’lik toplam ihracatın 7 milyar USD’si bu sektörden), kilogram başına değer açısından diğer sektörlere kıyasla çok daha yüksek bir katma değer yaratıyor. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik dönüşümünde teknoloji odaklı sektörlerin öncülük ettiğini ve ihracatta çeşitlendirme sağladığını gösteriyor. Ancak, sektörün toplam ihracattaki payının artırılması, Türkiye’nin küresel ticaretteki rekabet gücünü daha da yükseltebilir.

Küresel Sistemdeki Değişim ve Türkiye’nin Rolü

Küresel sistem, büyük güçler arasında artan rekabet, bölgesel çatışmalar ve teknolojik üstünlük mücadelesiyle şekilleniyor. Devletler, güvenliklerini sağlamak için yerli savunma sanayiine yönelirken, Türkiye bu ortamda stratejik bir aktör olarak öne çıkıyor. Realist bir bakış açısıyla, Türkiye’nin havacılık ve uzay alanındaki atılımları, güç projeksiyonunu artırma ve bölgesel dengelerde belirleyici bir rol oynama çabasını yansıtıyor. KAAN ve KIZILELMA gibi platformlar, Türkiye’yi büyük güçlerle aynı masada oturabilecek bir seviyeye taşırken, İHA ve uydu teknolojileri, asimetrik tehditlere karşı avantaj sağlıyor.

Bölgesel olarak, Türkiye’nin Karadeniz, Kafkaslar, Orta Doğu ve Akdeniz’deki konumu, onu vazgeçilmez bir aktör yapıyor. İHA’ların sınır ötesi operasyonlarda ve bölgesel çatışmalarda (örneğin Libya ve Karabağ) oynadığı rol, Türkiye’nin caydırıcılığını artırdı. Uzay alanında ise Türksat uyduları ve Ay Görevi, Türkiye’nin istihbarat ve iletişim kapasitesini güçlendirerek bölgesel liderliğini pekiştiriyor. Küresel ölçekte, Türkiye’nin NATO içindeki konumu ve enerji koridorlarındaki etkisi, büyük güçlerle ilişkilerinde dengeleyici bir rol oynamasını sağlıyor.

Avrupa Birliği İçin Türkiye’nin Stratejik Önemi

AB açısından Türkiye, havacılık ve uzay alanındaki gelişmeleriyle hem bir fırsat hem de bir meydan okuma sunuyor. Türkiye’nin KAAN, KIZILELMA ve ANKA gibi platformları, AB’nin NATO içindeki ortak savunma stratejilerinde önemli bir destek unsuru olabilir. Özellikle Rusya ve Çin’e karşı savunma kapasitesini artırmak isteyen AB için, Türkiye’nin teknolojik katkıları kritik bir değer taşıyor. Örneğin, Türkiye’nin İHA teknolojileri, AB’nin sınır güvenliği ve istihbarat toplama kabiliyetini güçlendirebilir.

Enerji ve göç gibi alanlarda da Türkiye’nin AB için önemi artıyor. Türksat uyduları ve TANAP gibi enerji projeleri, AB’nin enerji güvenliği için alternatif bir kaynak sunarken, Türkiye’nin göç yönetimindeki rolü, AB’nin istikrarı için vazgeçilmez. Ayrıca, Türkiye’nin yüksek katma değerli ihracat kapasitesi, AB ile ekonomik işbirliğini derinleştirebilir. Türkiye’nin savunma ve havacılık ürünlerinin kilogram başına yüksek değeri, AB’nin teknoloji odaklı tedarik zincirlerinde Türkiye’yi daha önemli bir ortak haline getirebilir.

Gelecek Projeksiyonu: Türkiye ve AB İlişkilerinde Yeni Dinamikler

Türkiye’nin havacılık ve uzay alanındaki ilerlemeleri, önümüzdeki on yılda bölgesel ve küresel gücünü daha da artıracak. KAAN ve KIZILELMA gibi platformlar, Türkiye’yi beşinci nesil savaş uçağı üreten sınırlı sayıdaki ülkelerden biri haline getirirken, uzay projeleri, Türkiye’yi bu alanda yeni bir oyuncu olarak konumlandıracak. İhracat kapasitesinin artması, ekonomik gücünü pekiştirecek ve küresel savunma pazarında daha büyük bir pay almasını sağlayacak. Eğer Türkiye, savunma ve havacılık sektörünün toplam ihracattaki payını artırabilirse, kilogram başına yüksek katma değer sayesinde ekonomik büyümesi daha sürdürülebilir hale gelebilir.

AB için Türkiye, güvenlik, teknoloji ve enerji alanlarında stratejik bir ortak olarak giderek daha fazla önem kazanacak. Ancak bu ortaklık, her iki tarafın da pragmatik bir yaklaşım benimsemesine bağlı. Türkiye’nin artan gücü, AB içinde bazı üye devletlerde rahatsızlık yaratabilir; özellikle Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerle gerilimler devam edebilir. Buna rağmen, ortak tehditler (terörizm, göç, enerji güvenliği) AB’yi Türkiye ile daha yakın bir işbirliğine yöneltebilir. Uzay alanında ise Türkiye’nin uyduları ve Ay Görevi, AB ile ortak projeler için bir zemin oluşturabilir; örneğin, iklim değişikliği izleme veya uzay güvenliği gibi konularda işbirliği artabilir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin havacılık ve uzay sanayiindeki yükselişi, küresel sistemde güç odaklı dinamiklerin bir yansıması. Bu gelişmeler, Türkiye’yi yalnızca bölgesel değil, küresel bir aktör haline getiriyor. AB için ise Türkiye, hem bir ortak hem de bir denge unsuru olarak kritik bir rol oynayacak. Önümüzdeki yıllar, bu iki aktör arasındaki ilişkinin yeniden tanımlandığı bir dönem olabilir; yeter ki her iki taraf da ortak çıkarlar doğrultusunda hareket etmeyi başarabilsin.

Hiç yorum yok: