30 Haziran 2025 Pazartesi

Türkiye’nin Rotası

    Son haftalarda dünya sahnesi, deyim yerindeyse bir ekonomik gerilim filmini aratmayacak sahnelere ev sahipliği yaptı. İsrail ile İran arasında 12 gün süren çatışmanın ardından gelen ateşkes, yalnızca bir silah bırakma değil, aynı zamanda küresel piyasalar için kısa bir “nefes alma molası” oldu. Brent petrol fiyatlarındaki 77 dolardan 63-67 dolar bandına düşüş, enerji ithalatçısı ülkeleri sevindirse de bu sakinliğin geçici olduğunu hepimiz biliyoruz. Zira Orta Doğu’da sessizlik, her zaman yeni bir fırtınanın habercisi olmuştur.

        Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın iç ve dış politikada estirdiği sert rüzgârlar, küresel dengeleri sarsmaya devam ediyor. Fed Başkanı Powell’ı görevden alma tehdidi, doların değerini son 39 ayın en düşük seviyesine indirirken, Euro’nun 1,17 seviyesini aşarak 2021 sonrası en yüksek düzeye ulaşması, Avrupa için beklenmedik bir doping etkisi yarattı. Fakat bu rüzgâr, aynı zamanda küresel ekonomide yön tayin etmeyi zorlaştırıyor. Ticaret savaşları, korumacı politikalar ve belirsizlikler içinde pusula sapıyor.

        Avrupa tarafında tablo daha karamsar: Resesyon sinyalleri artık kulislerden değil, ana akım ekonomistlerin dilinden yükseliyor. Almanya’nın ihracat beklentileri düşerken, Avrupa Merkez Bankası (ECB) parasal gevşeme sinyalleri veriyor. Asya’da ise Çin, faiz indirimleriyle ekonomik yavaşlamaya karşı nefes almaya çalışırken; Japonya, enflasyon ile BoJ’un hedefleri arasında sıkışmış durumda. Altın fiyatları dalgalanırken, 3.340 dolarlık ons değeri ve 2026’ya dair %20’lik düşüş öngörüleri yatırımcıların aklını karıştırıyor.

        Türkiye cephesine geldiğimizde, dışarıda esen bu fırtınaya karşı dikkatli ve temkinli bir seyir izleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacağına dair açıklaması, enerji güvenliği açısından kritik bir mesajdı. Türkiye’nin enerji üretimini artırma ve ithalat bağımlılığını azaltma hedefi, bu fırtınalı ortamda daha da stratejik bir önem kazanıyor. Merkez Bankası rezervlerinin 157,3 milyar dolarla rekor kırması ve Bakan Mehmet Şimşek’in enflasyonla mücadele kararlılığı, iç piyasalarda nispi bir güven ortamı yaratıyor.

        Öte yandan, Türkiye’de sosyal ve ekonomik adımlar da gündemde. En düşük emekli maaşlarına yönelik Temmuz zammı beklentisi ve TBMM’nin bu konuda çalışmalarını sürdürmesi, dar gelirli vatandaşlar için umut ışığı oldu. Otomobil ÖTV matrah limitlerinde yapılan artış ise fiyatlara doğrudan yansımasa da sektör açısından düzenleyici bir hamle. Konut kredisi faizlerinin %2,89 seviyelerine gerilemesi, kentsel dönüşüm projelerine yeni bir ivme kazandırabilir.

        Döviz kurlarındaki yükseliş ise dikkat çekici: Dolar 39,71 TL, Euro ise 46,69 TL ile tarihi zirvelerde. Bu durum hem ithalat maliyetlerini artırıyor hem de enflasyonist baskıyı büyütüyor. Ancak BIST 100 endeksinin 9.210 puanda yatay seyretmesi, yerli yatırımcının temkinli ama kararlı duruşunu yansıtıyor.

        Küresel alanda öne çıkan gelişmeler ise hiç hız kesmiyor. AB’nin AliExpress’e yönelik yasa dışı ürün suçlaması, Çin merkezli platformlara karşı sertleşen tutumu ortaya koyarken; ABD ile yeniden alevlenen gümrük vergisi tehditleri, ticaret savaşlarının yeniden kızışabileceğini gösteriyor. Birleşik Krallık’ta 16.500 milyonerin ülkeyi terk etmesi ise kapital hareketliliğinin politik belirsizliklerle nasıl ilişkili olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

        Türkiye, tüm bu küresel ve bölgesel gelişmeler karşısında ekonomik ve politik bir denge oyunu oynuyor. Enflasyonla mücadele, yapısal reformlar ve enerji arz güvenliği alanlarında atılacak her adım, bu fırtınalı sahnede ülkeyi rotada tutacak temel unsurlar olacak. Ancak Trump’ın Orta Doğu’da yeni bir gerilim dalgasına neden olabilecek açıklamaları ve Çin’le süren ekonomik savaşları, önümüzdeki dönemin hiç de kolay geçmeyeceğini şimdiden haber veriyor.

        Küresel sahnede belirsizlik artarken, Türkiye için en önemli başlık “istikrar” olmaya devam edecek. Hem içeride hem dışarıda “rüzgârın yönünü iyi okuyan” bir ekonomi politikası, bu fırtınadan en az hasarla çıkmanın anahtarı olabilir.

Diploma yetkinlik mi, yeterlilik mi verir?

  Bir süredir Güneydoğu bölgesinin illerinde bulunuyorum. Mesleğimin en güzel yanlarından biri olsa gerek gittiğim yerlerde çocuklara ve ailelere dokunma fırsatım oluyor. Bu sayede bulunduğum süre boyunca çocuk gelişimsel takip ve danışmanlık süreçleri üzerine gözlem yapma fırsatım oldu.  Karşılaştığım bazı durumlar karşısında hayrete düştüğümü ifade etmeliyim. Herkesin her mesleği yapma cesaretine alıştık ancak yine de söz konusu insan sağlığı hele ki çocuk sağlığı olunca vicdani yükümlülük bir başka olmalı beklentisine bürünüyor insan… Ya da en azından ben böyleyim. Çocuk gelişimi ve ruh sağlığı alanında hakikaten yasal düzenlemeler ve uygulamaların daha belirgin hale gelmesi gerektiğini bir kez daha gördüm.

    Öncelikle şunu söylemeliyim ki bizim ülkemizde sağlık alanında çalışanlar dahil olmak üzere “psikiyatrist”e karşı olma düşünce mevcut. Genelleme yapamayız tabii ki ancak böyle düşünenler yok denemeyecek kadar fazla. Psikiyatrist demek ilaç kullanmak demek. “Ben ilaca karşıyım” diyen ebeveynlere alıştım(!) da bunu diyen ruh sağlığı profesyoneline, özel eğitim uzmanına, çocuk gelişimciye ne yazık ki alışamıyorum. Alışmayalım da… Burada karşılaştığım bir durumda psikiyatrist 6 yaşındaki bir çocuğa ilaç düzenlemesi yapıyor. Aile sonrasında çocuğu bir özel eğitim merkezine götürüyor ve buradaki uzman kişi (merkez sahibi) çocuğu eğitime alabileceğini ancak ilaca karşı olduğunu ilaç kullanan çocuğu kabul etmediğini söyleyerek psikiyatristten habersiz bir şekilde ilacı bıraktırıyor. Sonuç… Çok daha büyük davranışsal sorunlar ve psikiyatriste gidilerek ilaca geri dönüş…

    Çocuk gelişimsel takip, değerlendirmesi bütüncül bir yaklaşımdır. Nasıl ki ağaç dalsız olmaz, bu alan da çocuk gelişim uzmanı, dil konuşma terapisti, ergoterapisti, psikoloğu, psikiyatristi olmadan olmaz. Bir meslek dalı diğer meslek dalının alanında karar verme yetkisine sahip değildir. Bir alandaki diploma, her alanda söz hakkı vermez. Psikiyatristler öcü değildir. Aynı alandan iki farklı kişiye gidip görüş alabilirsiniz. Ancak ne olursa olsun psikiyatristin görüş ve tanısını koordine olmaksızın hiçe saymak hiç birimizin yetkisinde değildir. Sevgili ebeveynler, psikiyatri çocuk gelişimi ve takibinin önemli dinamiklerinden biridir. Tıptan, bilimden korkmayalım. Bir de gittiğimiz uzmanların yeterliliklerini sorgulayalım. Bu sizin doğal hakkınız.

Ben bir süredir küçük illerde bulunduğum için buradaki gözlemlerimi paylaştım. Büyükşehirlerde de benzer sorunlar var tabii ki. Ancak büyükşehirlerde tercih hakkı daha geniş bir yelpazede. Küçük illerimizde, ilçelerimizde ne yazık ki çok seçenek olmayabiliyor.

    Ve artık üzgünüm diploma yetkinlik veriyor ancak yeterlilik kazandırmıyor.  

    Dr. Gamze Gezginci

    Milat Gazetesi

    30.06.2025

23 Haziran 2025 Pazartesi

Orta Doğu’nun Ateşi ve Türkiye Ekonomisinin Terazisi

Ortadoğu yine hararetli. İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırı ve ardından İran’ın Hayfa’daki petrol rafinerisini hedef almasıyla bölge, zaten gergin olan dengeyi büsbütün kaybetti. Peki bu kızgın coğrafyada her patlayan roket, Türkiye ekonomisinin hangi fay hattını sarsıyor?

Enerji ithalatına bağımlı bir ülke olarak Türkiye, bölgedeki her çatışmayı doğrudan bütçesinde hissediyor. Hürmüz Boğazı'nda bir tanker tehdit edilse bile Brent petrol yukarı tırmanıyor. Mayıs sonunda 64 dolar olan Brent petrol, 20 Haziran itibarıyla 77 doları aştı. Sadece iki ayda %20’ye yakın bir artış. 13 Haziran’daki saldırılarla tek günde yaşanan %7’lik sıçrama, bu kırılgan zeminin ne kadar kaygan olduğunu hatırlattı.

Zaten yüksek seyreden fiyatlar, enflasyon cephesinde yeni bir baskı yaratıyor. Türkiye’de yıllık enflasyon %35,4, ama bu kâğıt üzerindeki değer. Oysa “enflasyon” tek rakamla ölçülse de, Türkiye’de herkes aynı hayatı yaşamıyor. Herkes aynı sepete atılıyor ama o sepetin içindeki yangın, İstanbul gibi metropollerde iliklere kadar hissediliyor. Raflar boş değil belki, ama cepler her zamankinden daha dolu hesaplarla boşalıyor. Çünkü enerji maliyetleri arttıkça, iğneden ipliğe her şeyin fiyatı tırmanıyor. Ve döviz kuru… O da bu yangında ayrı bir körük. Kur yukarı, ithalat maliyeti yukarı, fiyatlar yukarı.

Ama mevzu sadece enerji değil.

Yollar Uzun, Gölge Büyük

Yemen’deki Husi saldırıları Kızıldeniz’i dar ediyor, Hürmüz Boğazı'ndaki riskler Körfez ticaretini kilitliyor. Türkiye’nin Afrika ve Orta Doğu’ya uzanan ihracat yolları, lojistikte ek maliyet ve zaman baskısıyla karşı karşıya. Türk ihracatçısı hem navlunda hem termin süresinde rekabet avantajını yitiriyor.

Bu da yetmezmiş gibi, Avrupa’da yaşanan ekonomik durgunluk, Türkiye’nin en büyük pazarı olan AB’ye bağımlılığı daha da sorunlu hale getiriyor. Alternatif pazarlar arayışı, bu denklemde kolay bir çözüm sunmuyor. Ortadoğu’daki her kriz, haritayı biraz daha karmaşık hale getiriyor.

Suriye: Fırsatla Riski Yan Yana Taşımak

Suriye’de dengeler değişiyor. Esad sonrası yeni dönemde HTŞ liderliğindeki yapılanmayla Türkiye’nin sahadaki etkisi artıyor. Türkiye hem Suriye Milli Ordusu üzerinden hem de diplomatik kanallarla burada masada olmak istiyor. Peki ne kazanabilir?

Cevap: Çok şey. İnşaat, tarım, lojistik, gıda... Suriye’nin yeniden inşası bu alanlarda Türk şirketleri için dev bir pazar anlamına geliyor. Coğrafi yakınlık, saha tecrübesi, maliyet avantajı Türkiye’yi bu süreçte öne çıkarabilir.

Ama riskler mi? Az değil. Bölgede tam istikrar hâlâ sağlanmış değil. Milis gruplar, güvenlik tehditleri ve elbette, Türkiye’deki 3,6 milyon Suriyelinin gönüllü geri dönüşü gibi zorlu meseleler, bu fırsatları dikenli bir yolda yürümeye zorluyor.

Jeopolitik Avantaj: Doğru Anda, Doğru Yerde Olmak

Türkiye bir yandan İsrail-Filistin hattında ateşkese çağrı yaparken, diğer yandan Suriye ile doğrudan temas kuruyor. Bu çift yönlü diplomasi, Türkiye’ye sadece bir “barış aracı” rolü değil, aynı zamanda bölgesel ticari ortaklıkların anahtarı olma fırsatı sunuyor.

Özellikle enerji konusu burada kritik. İran’ın bölgedeki etkisinin kırılması, Türkiye’nin doğu-batı enerji koridorunda vazgeçilmez bir köprü olmasını sağlayabilir. Boru hatları, LNG merkezleri, doğalgaz geçiş projeleriyle Türkiye enerji denkleminde bir transit değil, bir merkez haline gelebilir. Ama bu stratejiyi hayata geçirmek; iç politik istikrar, vizyoner dış politika ve küresel diplomasi oyununu iyi oynamakla mümkün.

Son Söz

Ortadoğu’nun ateşi Türkiye’yi sadece ısıtmıyor, zaman zaman ciddi şekilde yakıyor. Ama aynı yangında yeni yollar, yeni fırsatlar da doğabilir. Enerji maliyetlerinden dış ticarete, güvenlikten yatırım ortamına kadar birçok başlıkta sıkı sınavlar var.

Bu fırtınalı coğrafyada ayakta kalmak yetmez, rotayı da çizmek gerekiyor. Türkiye eğer bu karmaşık dönemde krizleri fırsata çevirmeyi başarırsa, sadece etkilenen değil, şekillendiren ülke olabilir. Artık mesele sadece gelişmeleri izlemek değil; sahada, masada ve pazarda oyunu kurabilmek.

Ve evet, soruyu sormak kaçınılmaz:

Türkiye bu yangından sadece sağ çıkmakla kalmayıp, ateşi yönlendiren ülke olabilir mi?

Doğru adımlarla: Neden olmasın?

16 Haziran 2025 Pazartesi

Orta Doğu'da Fırtına, Ticaret Masasında Umut

Dünya, son haftalarda hem jeopolitik hem de ekonomik açıdan çalkantılı bir dönemden geçiyor. İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’ın nükleer ve balistik füze tesislerine yönelik “Rising Lion” operasyonu, Orta Doğu’da gerilimi tırmandırırken, küresel enerji piyasalarını sarsıcı bir dalga yarattı. Brent petrol fiyatları %13’lük bir sıçramayla 74 dolar/varil seviyesine yükseldi, altın ise ons başına 3.430 dolara ulaşarak rekor kırdı. Aynı günlerde, ABD ve Çin’in Londra’da başlayan ticaret müzakereleri, küresel piyasalarda iyimser bir rüzgar estiriyor. Peki, bu iki büyük gelişme Türkiye’yi nasıl etkiliyor ve birbirine nasıl bağlanıyor?

İsrail-İran Gerilimi: Enerji Fiyatlarında Tsunami Etkisi

İsrail’in İran’ın nükleer programını hedef alan saldırısı, sadece bölgesel bir çatışma değil, küresel enerji piyasalarında bir domino etkisi yarattı. İran, OPEC üyesi olarak küresel petrol arzının %3-4’ünü sağlıyor ve Hürmüz Boğazı’ndan geçen petrol ticaretinin %20’si bu bölgedeki istikrara bağlı. İran’ın misilleme olarak balistik füzeler fırlatması ve Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehditleri, enerji piyasalarında arz kesintisi korkusunu körükledi. JP Morgan’ın uyarısına göre, boğazın kapanması petrol fiyatlarını 120-130 dolar/varil seviyesine fırlatabilir. Avrupa’daki doğalgaz fiyatları ise %4’lük bir artışla bu gerilimin erken yansımasını gördü.

Türkiye için bu durum, enerji faturasında ağır bir yük demek. Ülke, enerji ihtiyacının yaklaşık %70’ini ithal ediyor ve petrol ile doğalgaz fiyatlarındaki her artış, doğrudan enflasyonu ve cari açığı vuruyor. Ekonomist Mahfi Eğilmez’in de belirttiği gibi, bu gerilim Türkiye ekonomisini enerji fiyatları, döviz kuru ve dış ticaret üzerinden olumsuz etkileyebilir. Borsa İstanbul, saldırının ilk gününde %3,71 düşüşle 9.167 puana gerilerken, ulaştırma sektörü hisseleri %5,95 kayıp yaşadı. Öte yandan, savunma sanayi hisseleri %3 prim yaptı; bu, Türkiye’nin bölgesel gerilimlerde savunma kapasitesine olan güvenin bir göstergesi.

ABD-Çin Ticaret Müzakereleri: Umut Işığı mı?

Tam bu kaotik ortamda, ABD ve Çin arasındaki ticaret müzakereleri küresel piyasalara bir nefes aldırıyor. ABD’nin Çin’den ithalata uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri, Çin’in ihracatını %34 azalttı ve küresel tedarik zincirlerini sarstı. Ancak Londra’daki görüşmelerde, Hazine Bakanı Scott Bessent ve Ticaret Bakanı Howard Lutnick’in “verimli” nitelediği toplantılar, piyasalarda risk iştahını artırdı. ABD Başkanı Donald Trump’ın “iyi haberler” aldığına dair açıklamaları, Asya ve Avrupa borsalarını pozitife çevirdi. Nadir toprak elementleri ihracatı ve teknoloji kısıtlamaları gibi kritik konuların masada olması, bu müzakerelerin sadece iki ülkeyi değil, tüm küresel ekonomiyi ilgilendirdiğini gösteriyor.

Türkiye, bu müzakerelerden dolaylı olarak etkileniyor. Çin, Türkiye’nin en büyük ikinci ithalat partneri ve ihracatta da önemli bir Pazar. Ticaret savaşlarının hafiflemesi, Türkiye’nin Çin’e ihracatını artırabilir ve tedarik zincirindeki aksamaları azaltabilir. Ancak, ABD’nin çelik ve alüminyum tarifelerini %50’ye çıkarması gibi kararlar, Türkiye’nin bu sektörlerdeki ihracatını zorlaştırabilir. Öte yandan, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni modernize etme çabaları ve AB ile ticari ilişkileri, bu müzakerelerin sonucuna bağlı olarak yeni fırsatlar yaratabilir.

Türkiye’nin Diplomatik ve Ekonomik Rolü

Bu iki gelişme, Türkiye’yi hem risk hem de fırsatlarla karşı karşıya bırakıyor. İsrail-İran gerilimi, enerji fiyatlarındaki artışla Türkiye’nin enflasyon ve cari açık sorunlarını derinleştirme potansiyeline sahip. Hürmüz Boğazı’nın kapanması gibi uç senaryolar, akaryakıt ve doğalgaz fiyatlarında zam dalgası yaratabilir; bu, vatandaşın cebini doğrudan etkiler. Ancak Türkiye, bu krizde arabulucu rolüyle öne çıkabilir. Ukrayna-Rusya savaş esiri takasında olduğu gibi, İstanbul’un ev sahipliği yaptığı diplomatik girişimler, Türkiye’yi bölgesel bir barış aktörü olarak konumlandırabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile yaptığı görüşme, bu potansiyeli gösteriyor.

ABD-Çin müzakereleri ise Türkiye için bir umut ışığı. Ticaret savaşlarının hafiflemesi, küresel ekonomik büyümeyi destekleyerek Türkiye’nin ihracat pazarlarını canlandırabilir. Ancak, Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirmesi için Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve AB ile ilişkilerin güçlendirilmesi kritik. Ayrıca, enerji bağımlılığını azaltmak için yenilenebilir enerji yatırımları hızlandırılmalı. Dünya Enerji Konseyi’nin raporuna göre, Türkiye’nin 2025’te rüzgar ve güneş enerjisi kurulu gücünde kaydettiği 2698 MW ve 674 MW’lik artış, bu yönde umut verici bir adım.

Sonuç: Dengede Yürümek

İsrail-İran gerilimi ve ABD-Çin ticaret müzakereleri, küresel ekonominin iki yüzünü temsil ediyor: jeopolitik riskler ve ekonomik işbirliği umudu. Türkiye, bu iki dinamiğin kesişiminde, hem kırılgan hem de stratejik bir konumda. Enerji fiyatlarındaki artışın vatandaşın günlük hayatına yansımasını hafifletmek için hükümetin enerji verimliliği ve yerli üretim hamlelerini hızlandırması şart. Aynı zamanda, diplomatik alanda proaktif bir rol oynayarak bölgesel istikrarı desteklemek, Türkiye’yi küresel arenada daha güçlü bir konuma taşıyabilir. Orta Doğu’da fırtına bulutları toplanırken, ticaret masasında esen iyimserlik rüzgarı, Türkiye’nin bu dengeyi iyi yönetmesiyle bir fırsata dönüşebilir.

25.06.2025 tarihi itibariyle; Kurulu güç 119.360 MW oldu. Santral Sayısı: 36.226 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 25 Haziran 2025 tarihleri arasında toplam 8.180 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güçte 8.126 MW artış kaydedildi. Yılbaşından (01.01.2025) bu yana kurulu güç değerinde 4.016 MW artış kaydedildi. 


10 Haziran 2025 Salı

Ticaret Gerilimleri, Enerji Fiyatları ve Türkiye

ABD ile Çin arasındaki ticaret çekişmeleri, Rusya-Ukrayna çatışmasının enerji piyasalarına yansımaları ve Avrupa Birliği’nin (AB) ticaret politikalarında sertleşen tutumu, küresel ekonomide dalgalanmalara yol açıyor. Peki, bu çalkantılı ortamda Türkiye nerede duruyor ve nasıl bir yol izlemeli?

Ticaret Çekişmelerinin Gölgesinde Küresel Piyasalar

ABD Başkanı Donald Trump’ın çelik ve alüminyum ithalatına yönelik gümrük tarifelerini %50’ye çıkarma planı, piyasalarda endişe yarattı. Çin’in misilleme sinyalleri ve AB’nin karşı hamle hazırlıkları, küresel ticaret dengelerini sarsıyor. Euro/Dolar kuru 1.14’ü aşarak 44.5 TL’ye ulaşırken, Türkiye gibi gelişen ekonomiler bu fırtınadan etkileniyor. İthalat maliyetlerinin artması, enflasyonu körüklerken, ihracatçıların rekabet gücü de baskı altında. Ancak bu kaos, Türkiye için bir fırsat penceresi açabilir. Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve AB ile daha sıkı ekonomik bağlar, Türkiye’yi bu çekişmelerde avantajlı bir konuma taşıyabilir. Soru şu: Ankara, bu stratejik hamleyi yapacak cesareti gösterebilecek mi?

Enerji Fiyatlarındaki Dalgalanma ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Rusya-Ukrayna arasındaki gerilim, petrol fiyatlarını %2.5 artırırken, OPEC+’ın üretim artırma kararı Brent petrolü 64.92 dolara çekti. Bu çelişkili dinamikler, enerji piyasalarında belirsizliği derinleştiriyor. Türkiye, enerji ithalatına bağımlı bir ülke olarak bu dalgalanmalardan doğrudan etkileniyor. Akaryakıt ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, hane halkının bütçesini zorlarken, sanayinin maliyetlerini yükseltiyor. Öte yandan, yenilenebilir enerjiye geçiş ve bölgesel enerji işbirlikleri, Türkiye için bir çıkış yolu olabilir. Romanya’daki Avrupa yanlısı seçim zaferi, Türkiye’nin Karadeniz’deki enerji projelerinde yeni ortaklıklar kurma şansını artırıyor. Türkiye, bu fırsatı değerlendirerek enerji güvenliğini güçlendirebilir mi?

Para Politikaları ve Ekonomik Belirsizlik

Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) faizleri %2.25’e indirme beklentisi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) %42.5’lik faizi sabit tutma duruşuyla tezat oluşturuyor. Küresel faiz indirimleri, Türkiye’deki yatırımcılar için döviz kurları ve enflasyon üzerinde baskı yaratabilir. Yüksek faiz, kısa vadede enflasyonu dizginlese de, uzun vadede ekonomik büyümeyi yavaşlatma riski taşıyor. TCMB’nin bu dengeyi nasıl sağlayacağı, sadece ekonomi uzmanlarını değil, sokaktaki vatandaşı da ilgilendiriyor. Zira kredi faizleri, tasarruf kararları ve geçim derdi, bu politikaların doğrudan yansıması.

Türkiye’nin Stratejik Seçimi

Küresel ekonomideki bu çalkantılar, Türkiye’yi bir yol ayrımına getiriyor. Ticaret gerilimlerinde tarafsız bir aktör olarak pozisyon almak, enerji güvenliğinde bölgesel liderlik hedeflemek ve para politikasında dengeli bir yaklaşım benimsemek, Türkiye’nin elindeki kartlar. Romanya gibi yeni müttefiklerle işbirliği, AB ile ekonomik bağları güçlendirme ve yenilenebilir enerjiye yatırım, bu kartları doğru oynama fırsatını sunuyor. Ancak bu fırsatları değerlendirmek, cesur ve vizyoner adımlar gerektiriyor.

Türkiye’nin küresel sahnede daha güçlü bir oyuncu olması için bu fırtınalı günler, sadece bir kriz değil, aynı zamanda bir dönüşüm fırsatı. Türkiye’nin bu şansı nasıl kullanacağını hep birlikte izleyelim.

4 Haziran 2025 Çarşamba

Türkiye'nin Suriye'nin yeniden inşasındaki stratejik rolü

Şam’ın savaşla yıpranmış sokaklarında, umut yeniden filizleniyor. Yıkıntılar arasında yükselen Şam Uluslararası İnşaat Fuarı’nda Türk bayrakları dalgalanıyor; Kalyon, Cengiz ve diğer Türk holdingleri, 7 milyar dolarlık enerji ve altyapı anlaşmalarıyla Suriye’nin yeniden inşasında başrolü kapmış durumda. Geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’nın 27 Mayıs 2025’teki İstanbul ziyareti, bu sürecin diplomatik temelini atarken, Türkiye’nin attığı bu stratejik hamle, sadece ekonomik bir fırsat değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirme iddiası taşıyor. Peki, bu hamle Türkiye’yi nereye taşıyacak? 7 milyar dolarlık bir bahis, bölgesel bir mirasa dönüşebilir mi?

Türkiye ekonomisi, 2025’in ilk çeyreğinde %2’lik büyüme ile “ılımlı” bir performans sergiledi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in işaret ettiği gibi, dezenflasyon süreci devam ederken, kur korumalı mevduat 18,8 milyar dolara geriledi ve döviz mevduatı 1,34 milyar dolar azaldı. Borsa İstanbul ise 9.161,46 puana düşerek kırılgan bir tablo çiziyor. Bu ortamda, Suriye’nin yeniden inşası, Türk ekonomisi için bir can simidi olabilir. Türk müteahhitlik sektörü, küresel çapta 482 milyar dolarlık proje hacmiyle zaten ikinci sırada. Suriye’deki 7 milyar dolarlık anlaşmalar, enerji santrallerinden karayollarına, hastanelerden okullara uzanan projelerle, Türkiye’nin ihracatını artırabilir ve işsizlik oranını (%8,6, Mart 2025) aşağı çekebilir. Örneğin, sadece enerji projeleri, Türkiye’nin 2024’te 12,3 milyar dolar olan enerji ithalatına bağımlılığını azaltacak bölgesel bir ağ oluşturabilir.

Ancak bu hamle, sadece ekonomik bir denklem değil. Suriye’nin yeniden inşası, Türkiye’nin dış politikada oynadığı bir satranç oyunu. ABD ve AB’nin 25 Mayıs’ta Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması, Şam’ı küresel ekonomiye yeniden açtı. Türkiye, bu fırsatı ilk yakalayan oldu. Şara’nın İstanbul’da mülteci dönüşü için “güvenli bölgeler” vaadi, Türkiye’deki 3,6 milyon Suriyeli mültecinin geleceği için umut ışığı. 2024 verilerine göre, Türkiye mültecilere 40 milyar dolar harcadı; geri dönüşler, bu yükü hafifletebilir. Ancak Suriye’nin siyasi istikrarsızlığı ve güvenlik riskleri, bu planı tehdit ediyor. Örneğin, Halep’te hâlâ devam eden düşük yoğunluklu çatışmalar, inşaat projelerini sekteye uğratabilir.

Küresel bağlamda, Türkiye’nin Suriye’deki rolü, Rusya ve İran gibi aktörlerle rekabeti de içeriyor. Gazprom’un Çin’e 100 milyar metreküp doğal gaz sevkiyatı yaptığı bir dünyada, Suriye’deki enerji projeleri, Türkiye’yi bölgesel enerji merkezi yapma yolunda stratejik bir adım. Ancak, İran’ın Şam’daki tarihsel nüfuzu ve Körfez ülkelerinin finansal gücü, Türkiye’nin karşısındaki rakipler. Üstelik, AB’nin Suriye’ye yardım için ayırdığı 2,1 milyar euroluk fon, Batılı şirketlerin de pastadan pay alma yarışına gireceğini gösteriyor. Türkiye’nin bu rekabette öne çıkması, şeffaflık ve proje kalitesine bağlı. Yolsuzluk iddiaları veya kalitesiz projeler, Türk firmalarının küresel itibarına zarar verebilir.

İnsan hikayeleri, bu ekonomik ve siyasi tablonun kalbi. Şam’da bir Türk müteahhidin inşa ettiği okulda okuyan Suriyeli bir çocuk, savaşın travmasını atlatabilir mi? Halep’te bir Türk mühendisin kurduğu elektrik şebekesi, bir ailenin evini yeniden ısıtabilir mi? Bu projeler, sadece betonla değil, umutla örülüyor. Türk şirketlerinin yerel halkla iş birliği, iki ülke arasında köprü kurabilir. Ancak, Suriyeli işçilerin istihdamı ve adil ücret politikaları, bu sürecin toplumsal kabulünü belirleyecek.

Türkiye, Suriye’yi inşa ederken kendi bölgesel mirasını mı yazıyor? 7 milyar dolarlık anlaşmalar, sadece ekonomik bir başlangıç. Başarı, şeffaf yönetim, güvenlikli bir Suriye ve Batı ile dengeli ilişkilerle mümkün. Şam’daki fuarda dalgalanan Türk bayrakları, bir umudu temsil ediyor: Savaşın yaralarını saran bir Suriye, Türkiye’nin liderliğinde yeniden doğabilir. Ancak bu yolda, her tuğla dikkatle yerleştirilmeli. Türkiye, bu şansı bir mirasa dönüştürebilecek mi? Cevap, Şam’ın sokaklarında, Türk ve Suriyeli ellerin birlikte inşa edeceği gelecekte yatıyor.

3 Haziran 2025 Salı

İş ve Mesleklerin Geleceği: Fırsatlar ve Sınırlılıklar

 

Çalışma hayatıyla ilgili sıkça başvurulan iş, iş gücü ve istihdam ilişkileri son 20 yıldır büyük bir dönüşüm geçirmektedir.  Bu dönüşüme neden olan birçok etken olsa da üretim ve tüketim modellerindeki değişim, küreselleşme, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerleme ve özellikle son yıllarda yapay zekâ ve dijital teknolojilerin gelişimi temel etkenler arasında sayılabilir. Dördüncü endüstriyel devrim (Endüstri 4.0) ve sanayi sonrası toplum olarak da adlandırılan bu süreçle birlikte iş gücü; bilgi ve uzmanlık gerektiren profesyonel işlere yönelmiştir. Dolayısıyla artık günümüzde çalışma yaşamı, bedensel güç gerektiren mavi yakalı işler yerine zihin emeğine dayalı beyaz yakalı işlerin hâkim olduğu bir yapıya sahiptir. Nitekim bu durum istihdamın sektörel dağılımında yaşanan değişimi gösteren somut bir şekilde görülmektedir. Son 20 yılda OECD ülkelerinde de Türkiye’de de iş gücünde tarım sektörünün oranı azalırken hizmetler sektörünün oranı artmaktadır. Ancak OECD ülkelerinde sanayiden hizmetlere istikrarlı bir değişim yaşanırken Türkiye’de bu değişim tarımdan hizmetlere doğru gerçekleşmiştir. Türkiye bu değişime rağmen hâla hizmetler sektöründe, OECD ülkelerinin gerisinde kalmaktadır.

İş gücünde yaşanan bu değişim istihdam edilenlerin yıllara göre meslek grupları içerisindeki oranlarında da görülmektedir. Özellikle 2010-2022 arasında büro ve müşteri hizmetlerinde çalışanlar, hizmet ve satış elemanları en yüksek artış gösteren meslek grupları arasındadır. Buna karşın tarımsal işlerde çalışanların oranının düştüğü ve buradan niteliksiz işlerde çalışanlara doğru bir geçiş olduğu görülmektedir. Ancak iş gücünün ve istihdamın tarımdan hizmetlere doğru geçiyor olması Türkiye’nin sanayi sonrası bilgi toplumuna doğru ilerlediğini gösterse de nitelikli iş gücünün artışıyla istihdam arasında doğru bir orantı sağlanamamıştır. Bu durum da işsizlik gibi toplumsal sorunları ortaya çıkarmaktadır.

Türkiye’de çalışma yaşamıyla ilgili bu değişimler ön plana çıkarken Dünya’da mevcut otomasyon, yapay zekâ ve dijital teknolojilerin ekonomi üzerindeki etkisi giderek artmakta, bu durumun iş ve mesleklerin geleceğini nasıl etkileyeceği konusunda tartışmalar yürütülmektedir. Nitekim Dünya Ekonomi Forum’unun (World Economic Forum) hazırladığı “Geleceğin İşleri Raporu”na göre (Future of Jobs Report 2023) iş gücü piyasaları; yapay zekânın çağ atlamasıyla yaşanan teknolojik gelişmelerin yanı sıra ekonomik, jeopolitik bozulmalar ve artan sosyal ve çevresel baskılardan dolayı dönüşüm geçirmektedir. Buradan hareketle raporda 2023-2027 yılları arasında makro ekonomik trendler ve teknoloji trendlerinin işler ve beceriler üzerindeki etkisi araştırılmaktadır.

Makro trendlerin iş üzerindeki etkisini küresel ve Türkiye boyutuyla karşılaştırmalı bir şekilde gösteren şekilde görüldüğü üzere işletmeler tarafından önümüzdeki beş yıl içinde kuruluşları üzerinde en etkili net istihdam yaratan üç makro trend; iklim değişikliği kaynaklı yatırımların uyum faaliyetlerine yönlendirilmesi, yeni ve öncü teknolojilerin daha fazla benimsenmesi ve çevresel, sosyal ve yönetim standartlarının daha geniş çapta uygulanmasıdır. Ayrıca Türkiye’ye bu etkinin daha büyük oranda yansıdığı görülmektedir. Türkiye’de iş gücü küresel ekonomik trendleri henüz yakalayabilmiş değildir. Dolayısıyla ekonomik ve teknolojik anlamda yaşanacak gelişmeler Türkiye’de daha fazla etki yaratacaktır. Bu nedenle olumsuz durumlardan da daha hızlı bir şekilde etkilenecektir. Örneğin daha yavaş ekonomik büyüme, tedarik sıkıntısı ve artan girdi maliyetleri iş yıkımına neden olacaktır. Özellikle Türkiye’de bu oranın sırasıyla %-40 ve %-43 oranında gerçekleşeceği düşünülmektedir

Türkiye için %82 oranında, küresel boyutta ise %58 oranında istihdamın artışında büyük bir itici güce sahip olduğu görülmektedir. Dikkat çeken büyük farklılıklardan bir tanesi, yapay zekânın küresel boyutta yaratacağı istihdam %25.6 iken Türkiye’de %56 oranında olmasıdır. Bu durum Türkiye’nin yapay zekâ teknolojilerini iş gücünde kullanımında yaşadığı gecikmeden kaynaklanmaktadır. Ayrıca genel olarak Türkiye iş gücü, teknolojik gelişmelere uyum sağladığında küresel boyutta beklenen etkiden daha fazla olumlu bir etki beklenmektedir. Bu durum yaşanacak toplumsal gelişme ile birlikte eş zamanlı olarak ortaya çıkacak istihdamı göstermektedir. Ancak bunların sağlanabilmesi için nitelikli iş gücü oranının artması ve gerekli ekonomik şartlara sahip olunması gerekmektedir.

Makro trendlere ve teknolojiye uyum sağlamanın birçok anlamda istihdamı arttıracağı düşünülmektedir. Ancak raporda küresel boyutta 673 milyon işten 69 milyon yapısal bir iş istihdamı sağlansa da 83 milyonluk işin yok olacağı ortaya çıkmaktadır. Yaratılan istihdam ile yok olan işler karşılaştırıldığında iş gücünde 14 milyonluk net bir azalma meydana gelmektedir. Bu ise mevcut istihdamın %2’sine denk gelmektedir. Bu bağlamda gelecekte teknolojiyle ilgili en hızlı büyüyen yeni meslekler; yapay zekâ ve makine öğrenim uzmanları, sürdürülebilirlik uzmanları, iş zekâsı analistleri ve bilgi güvenliği analistleri olacaktır. Bunlara ek olarak ekonomiler yenilenebilir enerjiye doğru yöneldikçe enerji mühendisleri, güneş enerjisi kurulum ve sistem mühendisleri hızlı bir büyüme kat edecektir.

Teknolojik gelişmeler iş gücü için yeni istihdam alanları yaratırken eş zamanlı olarak bazı mesleklerin yok olmasına da neden olacaktır. Örneğin görselde büyüklüklerine göre en hızlı yükseliş gösteren ve en hızlı düşüş gösteren 10 meslek yer almaktadır. En hızlı düşüş gösteren mesleklerin büyük oranda büro veya sekreterlik işleri ile ilgili olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra güvenlik görevliliği, kasiyerlik ve posta servisi yapan memurlarının da mesleklerinde gelecek 5 yıl içerisinde düşüş yaşanması beklenmektedir.

Eğitim, tarım ve dijital ticaret alanlarıyla ilgili mesleklerde ise büyük ölçekli istihdam artışı beklenmektedir. Nitekim raporda özellikle tarımsal ekipman operatörlerine yönelik işlerin yaklaşık %30 oranında bir artış gerçekleşmesi bu artışın da 3 milyon ek istihdam yaratılacağı düşünülmektedir. Eğitim sektöründe yaklaşık %10 oranında bir büyüme ön görülürken mesleki eğitim öğretmenleri ve üniversite ve yükseköğretim elemanlarının mesleklerinde 3 milyonluk ek iş yaratması beklenmektedir. Dolayısıyla bazı mesleklerin iş gücünde istihdam oranı düşerken bazılarının ise artmaktadır. Önemli olan ülkelerin bu gelişmeleri dikkate alarak ekonomi politikalarını yapmaları ve uygulamalarıdır.

Değişen ve dönüşen çalışma yaşamına uyum sağlanabilmesi için iş yerlerinde çalışanlardan beklenen beceriler de farklılaşmaktadır. Nitekim çalışanlar için en önemli 10 beceri arasında ilk sırada analitik düşünme yer almaktadır. Beklenen bir diğer bilişsel beceri ise yaratıcı düşünmedir. Dayanıklılık, esneklik ve çeviklik ise öz yeterlilik becerisi olarak üçüncü sırada yer almaktadır. Dikkat çeken temel becerilerden altıncı sırada teknoloji okuryazarlığı bulunmaktadır çünkü dijital araçların etkin kullanımı artık iş dünyası için büyük bir gerekliliktir. Dijitalleşen ve küreselleşen dünyada işler de meslekler de değişmekte bu değişimle eş zamanlı olarak çalışanlardan da bu değişime uyum sağlayabilecekleri becerilere sahip olmaları beklenmektedir.

Sonuç olarak 2000 sonrası dünyada ve Türkiye’de sanayiden bilgi toplumuna geçiş hızlanmış dijital teknolojilerin çalışma yaşamına entegrasyonu ilerlemiştir. Bu gelişmeler iş gücünün sektörel dağılımını etkileyerek yeni iş ve istihdam yaratacağı gibi bazı işlerin de hızlı bir düşüş yaşamasına neden olacaktır. Özellikle Türkiye’nin makro ekonomik trendleri takip ederek, dijital teknolojileri çalışma yaşamına entegre etmesi gerekmektedir. Ancak gelecekte en hızlı düşüş yaşayacak meslek grupları Türkiye’nin mevcut iş gücünün yaklaşık %40’ına denk gelmektedir. Bu nedenle alınacak ekonomik kararlar ile mevcut iş gücünün yapısı dikkate alınmalı ve istihdam politikaları buna göre belirlenmelidir.


[1] WEF, “Future of Jobs Report”.

ChatGPT En Çok Hangi Meslekleri Etkileyecek?

 

https://www.ilkeanaliz.net/2023/05/18/chatgpt-en-cok-hangi-meslekleri-etkileyecek/ 

Mayıs ayı enflasyonu açıklandı. Enflasyon Mayıs ayında yüzde 1,53 oldu. Toplu sözleşme hükmüne göre memurlar, 2025'ün ilk yarısı için yüzde 6 zam aldılar. İlk 5 ayda enflasyon yüzde 15,09 oldu. Haziran ayında çıkacak enflasyon rakamları memurların alacağı enflasyon farkını da netleştirecek. Kamu personelinin Ocak ayında aldığı yüzde 6'lık zam, açıklanan enflasyon rakamlarına göre erimiş oldu. Yüzde 9,09 enflasyon farkı oluştu.

Mayıs ayı enflasyon rakamları açıklandı

 

Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) yıllık % 35,41 arttı, aylık % 1,53 arttı

TÜFE'deki (2003=100) değişim 2025 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre % 1,53 artış, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 15,09 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 35,41 artış ve on iki aylık ortalamalara göre % 45,80 artış olarak gerçekleşti.

TÜFE yıllık değişim oranları (%), Mayıs 2025

TÜFE gıda ve alkolsüz içeceklerde yıllık % 32,87 arttı

En yüksek ağırlığa sahip 3 ana harcama grubunun yıllık değişimleri; gıda ve alkolsüz içeceklerde %32,87 artış, ulaştırmada %24,59 artış ve konutta %67,43 artış olarak gerçekleşti. İlgili ana grupların yıllık değişime olan etkileri ise gıda ve alkolsüz içeceklerde %8,25, ulaştırmada %4,07 ve konutta %9,34 oldu.

TÜFE gıda ve alkolsüz içeceklerde aylık %0,71 azaldı

En yüksek ağırlığa sahip 3 ana harcama grubunun aylık değişimleri; gıda ve alkolsüz içeceklerde %0,71 azalış, ulaştırmada %2,66 artış ve konutta %2,99 artış olarak gerçekleşti. İlgili ana grupların aylık değişime olan etkileri ise gıda ve alkolsüz içeceklerde %-0,18, ulaştırmada %0,40 ve konutta %0,48 oldu. 

TÜFE ana harcama gruplarının yıllık değişim oranları ve genel endeks değişimine etkileri (%), Mayıs 2025

Endekste kapsanan 143 temel başlıktan (Amaca Göre Bireysel Tüketim Sınıflaması-COICOP 5'li Düzey) 2025 yılı Mayıs ayı itibarıyla, 28 temel başlığın endeksinde düşüş gerçekleşirken, 4 temel başlığın endeksinde değişim olmadı. 111 temel başlığın endeksinde ise artış gerçekleşti.

Özel kapsamlı TÜFE göstergesi (B) yıllık % 34,81 arttı, aylık % 2,25 arttı

İşlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler ve tütün ile altın hariç TÜFE'deki değişim, 2025 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre %2,25 artış, bir önceki yılın Aralık ayına göre %15,24 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre %34,81 artış ve on iki aylık ortalamalara göre %45,00 artış olarak gerçekleşti.

2025 Yılı ÜFE-TÜFE Oranları


Ocak - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre3,065,03
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre3,065,03
Bir Önceki Yıla Göre27,2042,12
Oniki Aylık Ortalamalara Göre39,5056,35
Şubat - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,122,27
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre5,247,42
Bir Önceki Yıla Göre25,2139,05
Oniki Aylık Ortalamalara Göre37,5553,83

Mart - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre1,882,46
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre7,2310,06
Bir Önceki Yıla Göre23,5038,10
Oniki Aylık Ortalamalara Göre35,2351,26
Nisan - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,763,00
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre10,1913,36
Bir Önceki Yıla Göre22,5037,86
Oniki Aylık Ortalamalara Göre32,6548,73

Mayıs - 2025ÜFE (%)TÜFE (%)
Bir Önceki Aya Göre2,481,53
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre12,9215,09
Bir Önceki Yıla Göre23,1335,41
Oniki Aylık Ortalamalara Göre30,1745,80

2025 Mayıs ayı enflasyon rakamları açıklandı


TÜFE'deki (2003=100) değişim 2025 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre % 1,53 artış, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 15,09 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 35,41 artış ve on iki aylık ortalamalara göre % 45,80 artış olarak gerçekleşti. Yİ-ÜFE (2003=100) 2025 yılı Mayıs  ayında bir önceki aya göre % 2,48 artış, bir önceki yılın Aralık ayına göre % 12,92 artış, bir önceki yılın aynı ayına göre % 23,13 artış ve on iki aylık ortalamalara göre % 30,17 artış gösterdi.

2 Haziran 2025 Pazartesi

31.05.2025 tarihi itibariyle Ülkemizin Birincil Kaynaklara göre Kurulu Güç Verileri

 

BİRİNCİL KAYNAKLARA GÖRE SANTRAL ADETLERİ VE KURULU GÜÇ VERİLERİ

BİRİNCİL KAYNAK

SANTRAL ADEDİ

KURULU GÜÇ (MW)

AKARSU

623

8.420

ASFALTİT KÖMÜR

1

405

ATIK ISI

71

310

BARAJLI

147

23.864

BİYOKÜTLE

377

2,121

DOĞALGAZ

331

24,626

FUEL OİL

8

230

GÜNEŞ

33.926

22.596

İTHAL KÖMÜR

16

10,456

JEOTERMAL

66

1.734

LİNYİT

50

10,233

LNG

1

2

MOTORİN

1

1

NAFTA

1

5

RÜZGAR

381

13.376

TAŞKÖMÜR

4

841

TOPLAM

36.005

119.220

* TEİAŞ KURULU GÜÇ RAPORU - 31.05.2025

31.05.2025 tarihi itibariyle; Kurulu güç 119.220 MW oldu. Santral Sayısı: 36.005 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 31 Mayıs 2025 tarihleri arasında toplam 7.959 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güçte 7.986 MW artış kaydedildi. Yılbaşından (01.01.2025) bu yana kurulu güç değerinde 3.876 MW artış kaydedildi. 

31.05.2025 tarihi itibarıyla ülkemiz kurulu gücü 119.220 MW’a ulaşmıştır. 31.05.2025 tarihi itibarıyla kurulu gücümüzün kaynaklara göre dağılımı; % 27,12'si hidrolik enerji, % 20.69'u doğal gaz, % 18,44'ü kömür, % 11,15'i rüzgâr, % 18,90'ı güneş, % 1,46'sı jeotermal ve % 2,24'ü ise diğer kaynaklar şeklindedir. Toplam kurulu güçte ilk sırayı yine doğalgaz aldı ve 24.628 MW seviyesinde kaldı. Toplam yenilenebilir kurulu gücü de 72.422 MW’a yükseldi. Lisanssız güneş kurulu gücü 31.05.2025 tarihi itibariyle 20.270 MW’a ulaşırken, lisanslı güneş kurulu gücü 2.326 MW seviyesine yükseldi.

Ayrıca Ülkemizde elektrik enerjisi üretim santrali sayısı, 31.05.2025 tarihi itibarıyla 36.005'e (Lisanssız santraller dâhil) yükselmiştir. Mevcut santrallerin 771 adedi hidroelektrik, 71 adedi kömür, 381 adedi rüzgâr, 66 adedi jeotermal, 332 adedi doğal gaz, 33.926 adedi güneş, 458 adedi ise diğer kaynaklı santrallerdir. 

31.05.2025 tarihi itibariyle (Mayıs ayı içinde) elektrik üretimimizin, % 28,76'sı kömürden, % 14,92'si doğal gazdan, % 26,88'i hidrolik enerjiden, % 10,08'i rüzgardan, % 13,12'si güneşten, % 3,16'sı jeotermal enerjiden ve % 2,81'i diğer kaynaklardan elde edilmiştir.

Türkiye Elektrik İletim A.Ş. 31.05.2025 tarihine ait son kurulu güç raporunu yayınladı. 31.05.2025 tarihli kurulu güç raporuna göre Türkiye 31.05.2025 tarihini 119.220 MW kurulu güç ve 36.005 santral ile tamamladı.

31.05.2025 tarihli Kurulu Güç Raporunda Öne Çıkan Bazı Bilgiler aşağıdaki gibidir.

Toplam elektrik kurulu gücü, 119.220 seviyesine ulaşmıştır. Toplam santral sayısı da 36.005 olmuştur.

Yenilenebilir enerji kurulu gücü de bir önceki aya göre 840 MW artarak 72.422 MW‘a yükselirken yenilenebilir santraller toplam kurulu gücün yaklaşık % 60,75'ini oluşturdu.

Güneş enerji santrallerinin kurulu gücü de 22.596 MW'ye, toplam güneş enerji santral sayısı da 33.926'ya yükseldi.

Rüzgar enerji santrallerinin de kurulu gücü 164 MW artışla 13.376 MW oldu.

Güneş enerji kurulu gücü toplam kurulu gücün % 18,95'ini oluştururken, rüzgar enerji kurulu gücünün toplam kurulu güçteki oranı ise % 11,22 oldu.

Rüzgar ve güneşin yanında önemli bir yenilenebilir enerji santrali olan biyokütle santral kurulu gücü 2.121 MW seviyesine yükseldi.

Toplam kurulu güçte ilk sırada 24.626 MW ile doğalgaz yer alırken, onu 23.864 MW ile barajlı hidroelektrik santralleri takip etti.

Fosil yakıtlı santrallerin kurulu gücü de 31.05.2025 tarihi itibariyle 46.798 MW seviyesinde seyretmekte olup toplam kurulu güçteki oranı ise % 39,25'dir.

Ayrıca lisanssız güneş enerji santral kurulu gücü 20.270 MW seviyesine ulaşırken, lisanslı GES kurulu gücü ise 2.326 MW seviyesine yükseldi.

Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) tarafından 31 Mayıs 2025 tarihinde açıklanan verilere göre, Türkiye’nin toplam elektrik kurulu gücü 119 bin 220 MW’a ulaştı. Bu kapasite içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi giderek artarken, güneş enerjisi kurulu gücü 22 bin 596 MW’a yükselerek dikkat çekti.

Güneş enerjisi kapasitesinin detaylarına bakıldığında, kurulu gücün büyük bir kısmının lisanssız santrallerden oluştuğu görülüyor. TEİAŞ verilerine göre, güneş enerjisi kurulu gücünün 20 bin 270 MW’ı lisanssız santrallerden, 2 bin 326 MW’ı ise lisanslı santrallerden sağlanıyor. Lisanssız güneş enerjisi santrallerinin bu denli yüksek paya sahip olması, bireysel ve küçük ölçekli üreticilerin yenilenebilir enerjiye olan ilgisini ortaya koyuyor. Türkiye’nin enerji politikalarında temiz ve sürdürülebilir kaynaklara yönelim son yıllarda hız kazanmış durumda. Güneş enerjisinin toplam kurulu güç içindeki payının yüzde 18,90’a ulaşması, ülkenin bu alandaki potansiyelini ve yatırımlarını gözler önüne seriyor. Uzmanlar, güneş enerjisinin hem çevresel faydaları hem de enerji bağımsızlığı açısından Türkiye için stratejik bir önem taşıdığını vurguluyor.

 31.05.2025 tarihi itibariyle;

2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. 

Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 4.637 MW oldu. 31.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 111.193 MW oldu. Santral Sayısı: 27.038 adet oldu. 30 Haziran ile 31 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 1.167 adet santral devreye girmiştir. 11.08.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 112.111 MW oldu. Santral Sayısı: 28.714 adet oldu. 31 Temmuz ile 11 Ağustos 2024 tarihleri arasında toplam 1.676 adet santral devreye girmiştir.  Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 918 MW artış kaydedildi

31.05.2025 tarihi itibariyle; Kurulu güç 119.220 MW oldu. Santral Sayısı: 36.005 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 31 Mayıs 2025 tarihleri arasında toplam 7.959 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güçte 7.986 MW artış kaydedildi. Yılbaşından (01.01.2025) bu yana kurulu güç değerinde 3.876 MW artış kaydedildi.