Son haftalarda dünya sahnesi, deyim yerindeyse bir ekonomik gerilim filmini aratmayacak sahnelere ev sahipliği yaptı. İsrail ile İran arasında 12 gün süren çatışmanın ardından gelen ateşkes, yalnızca bir silah bırakma değil, aynı zamanda küresel piyasalar için kısa bir “nefes alma molası” oldu. Brent petrol fiyatlarındaki 77 dolardan 63-67 dolar bandına düşüş, enerji ithalatçısı ülkeleri sevindirse de bu sakinliğin geçici olduğunu hepimiz biliyoruz. Zira Orta Doğu’da sessizlik, her zaman yeni bir fırtınanın habercisi olmuştur.
Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump’ın iç ve dış politikada estirdiği sert rüzgârlar, küresel dengeleri sarsmaya devam ediyor. Fed Başkanı Powell’ı görevden alma tehdidi, doların değerini son 39 ayın en düşük seviyesine indirirken, Euro’nun 1,17 seviyesini aşarak 2021 sonrası en yüksek düzeye ulaşması, Avrupa için beklenmedik bir doping etkisi yarattı. Fakat bu rüzgâr, aynı zamanda küresel ekonomide yön tayin etmeyi zorlaştırıyor. Ticaret savaşları, korumacı politikalar ve belirsizlikler içinde pusula sapıyor.
Avrupa tarafında tablo daha karamsar: Resesyon sinyalleri artık kulislerden değil, ana akım ekonomistlerin dilinden yükseliyor. Almanya’nın ihracat beklentileri düşerken, Avrupa Merkez Bankası (ECB) parasal gevşeme sinyalleri veriyor. Asya’da ise Çin, faiz indirimleriyle ekonomik yavaşlamaya karşı nefes almaya çalışırken; Japonya, enflasyon ile BoJ’un hedefleri arasında sıkışmış durumda. Altın fiyatları dalgalanırken, 3.340 dolarlık ons değeri ve 2026’ya dair %20’lik düşüş öngörüleri yatırımcıların aklını karıştırıyor.
Türkiye cephesine geldiğimizde, dışarıda esen bu fırtınaya karşı dikkatli ve temkinli bir seyir izleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacağına dair açıklaması, enerji güvenliği açısından kritik bir mesajdı. Türkiye’nin enerji üretimini artırma ve ithalat bağımlılığını azaltma hedefi, bu fırtınalı ortamda daha da stratejik bir önem kazanıyor. Merkez Bankası rezervlerinin 157,3 milyar dolarla rekor kırması ve Bakan Mehmet Şimşek’in enflasyonla mücadele kararlılığı, iç piyasalarda nispi bir güven ortamı yaratıyor.
Öte yandan, Türkiye’de sosyal ve ekonomik adımlar da gündemde. En düşük emekli maaşlarına yönelik Temmuz zammı beklentisi ve TBMM’nin bu konuda çalışmalarını sürdürmesi, dar gelirli vatandaşlar için umut ışığı oldu. Otomobil ÖTV matrah limitlerinde yapılan artış ise fiyatlara doğrudan yansımasa da sektör açısından düzenleyici bir hamle. Konut kredisi faizlerinin %2,89 seviyelerine gerilemesi, kentsel dönüşüm projelerine yeni bir ivme kazandırabilir.
Döviz kurlarındaki yükseliş ise dikkat çekici: Dolar 39,71 TL, Euro ise 46,69 TL ile tarihi zirvelerde. Bu durum hem ithalat maliyetlerini artırıyor hem de enflasyonist baskıyı büyütüyor. Ancak BIST 100 endeksinin 9.210 puanda yatay seyretmesi, yerli yatırımcının temkinli ama kararlı duruşunu yansıtıyor.
Küresel alanda öne çıkan gelişmeler ise hiç hız kesmiyor. AB’nin AliExpress’e yönelik yasa dışı ürün suçlaması, Çin merkezli platformlara karşı sertleşen tutumu ortaya koyarken; ABD ile yeniden alevlenen gümrük vergisi tehditleri, ticaret savaşlarının yeniden kızışabileceğini gösteriyor. Birleşik Krallık’ta 16.500 milyonerin ülkeyi terk etmesi ise kapital hareketliliğinin politik belirsizliklerle nasıl ilişkili olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Türkiye, tüm bu küresel ve bölgesel gelişmeler karşısında ekonomik ve politik bir denge oyunu oynuyor. Enflasyonla mücadele, yapısal reformlar ve enerji arz güvenliği alanlarında atılacak her adım, bu fırtınalı sahnede ülkeyi rotada tutacak temel unsurlar olacak. Ancak Trump’ın Orta Doğu’da yeni bir gerilim dalgasına neden olabilecek açıklamaları ve Çin’le süren ekonomik savaşları, önümüzdeki dönemin hiç de kolay geçmeyeceğini şimdiden haber veriyor.
Küresel sahnede belirsizlik artarken, Türkiye için en önemli başlık “istikrar” olmaya devam edecek. Hem içeride hem dışarıda “rüzgârın yönünü iyi okuyan” bir ekonomi politikası, bu fırtınadan en az hasarla çıkmanın anahtarı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder