31 Ağustos 2024 Cumartesi

​On soruda TÜİK enflasyonu

 

Küresel enflasyonist süreç Türkiye’de de önemli problemlere neden oldu ve olmaya devam ediyor. Ancak enflasyon ile ilgili en çok tartışılan konu genellikle enflasyon verileri üzerine yapılıyor. Daha önce bu konuda defalarca yazı yazmıştım. Ancak günümüzde kelli felli ekonomistler konuyla ilgili manipülasyonlar yapınca yeniden yazma ihtiyacı ortaya çıktı.

Enflasyon hesaplama süreci nasıl işliyor?

Önce enflasyon hesaplaması için öncelikle bir sepet belirleniyor. Her yıl Aralık ayı itibari ile, yeni maddeler endekse dâhil edilir ya da önemini kaybeden maddeler endeksten çıkarılır ve yeni ağırlıklar endeks hesabında kullanılır.

Sepet nasıl belirleniyor?

Tüm sosyo-ekonomik gruplardan yaklaşık yıllık 15 000 (3 yıl toplamı 45 000 )hanehalkı ile yapılan Hanehalkı Bütçe Anketi, kurumsal nüfus anketi, yabancı uyrukluların Türkiye’de yapmış oldukları harcamalar için turizm anketi ve idari kayıtlardan elde edilen harcama ve ciro bilgileri, Ulusal Hesaplar Hanehalkı Nihai Tüketim Harcama verilerinin değişim hızları ile genişletilerek hesaplanır.

Belirtilen usul sepette yer alacak ürün ve hizmetleri belirlerken aynı zamanda sepette yer alan maddelerin ağırlıklarını da belirlemektedir.

Madde sepet ağırlığı nedir?

Enflasyon sepeti oluşturulurken kullanılan yöntemlerde özellikle hanehalkı bütçe anketi etkilidir. Hane halkı yaptığı harcamada hangi ürüne ne kadar para harcadığını bir deftere yazar ve TÜİK görevlisi her hafta o defteri almak ve incelemek üzere hane ile yüz yüze ve telefonla görüşmeler yapar. Deftere yazılan harcamaların gelir içindeki payı üzerinden madde sepet ağırlığı belirlenir. Yani enflasyon sepetindeki her ürün aynı ağırlıkta enflasyonu etkilememektedir.

Ağırlıkların enflasyon hesaplamasındaki etkisi nedir?

Her maddenin ağırlığı fiyatının çarpılacağı kat sayıyı belirler. Geçmen yıllardaki sepet ağırlıklarından örnek vermek gerekirse; Türkiye geneli ekmek fiyatının geometrik ortalaması 2,5384 ile çarpılırken kira fiyatları 4,4375 ile çarpılıyor. Sigaralar 4,04234 ile çarpılırken benzin 1,4706 ile motorin 2,0142 ile ve LPG 1,3830 ile çarpılıyor. Sepetteki ağırlığı en düşük olan maddelerden biri olan nane ise 0,0078 ile çarpılıyor.

Fiyatlar Türkiye’nin nerelerinden alınıyor?

Endekste 81 il merkezinin tamamını da içeren toplam 228 ilçeden fiyat derlenmektedir. Ayda 27 bin 411 işyerinden 564 bin 710 fiyat derlenmekte ve 5 bin 246 kiracı endeks kapsamında takip ediliyor.

Fiyat toplama yöntemi nasıl?

Alandan veri derleme yönteminde; taze sebze ve meyveler, futbol maçına giriş ücreti, LPG, tüp gaz ve seçilmiş 16 gıda ürünü haftada bir kez ve diğer ürünler ayda iki kez derlenmektedir. Mücevher(altın), sigaralar benzin ve mazot fiyatları ise günlük olarak takip edilmektedir. Barkod verileri ve Internet üzerinden derlenen fiyatlar ise günlük takip edilmektedir.

Nerelerden fiyat toplanıyor?

Nüfusun yoğun olduğu yerlerden ve hanehalkının yoğun olarak alışveriş yaptığı yerlerden fiyatlar toplanmaktadır.

Hangi fiyatlar alınıyor?

Satın alış fiyatları olarak tespit edilir. Fiyatlar, vergiler dâhil peşin ödemeler olarak belirlenerek, taksitli satışlar üzerinden fiyatlandırmalar veya anlaşmalı fiyatlar dikkate alınmamaktadır.

Hissedilen enflasyon ile açıklanan neden farklı?

Öncelikle TÜİK enflasyonu bir önceki aya göre ve bir önceki yılın aynı ayına göre açıklamaktadır. Ancak birçoğumuzun hafızasında daha eski fiyatlar yer alıyor. Daha sonra herkesin enflasyon sepeti ve sepetteki maddelerin ağırlıkları farklıdır. Arabası olan biri benzin zamlarından doğrudan etkilenirken arabası olmayan daha dolaylı ve geniş zamanda etkileniyor. Küçük yaşlarda çocuğu olan aileler bebek bezi fiyatlarından doğrudan etkilenirken bu yaş grubunda çocuğu olmayan aileler veya bireyler etkilenmiyor. Aynı şekilde iller arasında da fiyat ve fiyat artış farklılıkları bulunuyor. Anadolu’nun farklı il veya ilçelerinde yaşayan vatandaşlarla İstanbul’da yaşayan vatandaşların enflasyonları aynı değil. Ancak enflasyon sepeti tüm Türkiye’ye göre hesaplanıyor.

Enflasyon hesaplama yöntemi nasıl?

EUROSTAT içinde belirtilen ve ilgili uluslararası ve bölgesel standartlarla, Türkiye’nin metodolojisi arasında önemli bir fark yoktur.

Sonuç olarak, herhangi bir ürün veya hizmetin fiyatındaki %100 artış, TÜFE genelini aynı oranda artırmaz. Bu, enflasyon sepetindeki her ürünün ağırlığına ve fiyat değişikliklerine bağlı olarak değişebilir. Herkesin hissettiği enflasyon, kişisel harcama alışkanlıklarına, yaşadığı bölgeye ve diğer faktörlere bağlı olarak farklılık gösterebilir.


Kamu yönetiminde ahlak anlayışına bir bakış

Ahlak kuralları toplumların temelini oluşturan unsurlardan bir tanesidir. Yine ahlak, toplumda genel kabul görmüş kurallara uymaktır. Ahlak, TDK göre ‘Kişilerin huyları, herhangi bir toplum içinde herkesin uyması gereken davranışlar ve kurallardır’ diye tanımlanır.

Düşünce dünyamızı aydınlatan ünlü düşünürler ahlak ile ilgili neler söylemişler bir bakalım;

Farabi’ye göre ahlâk,’ kendisiyle, insanda iyi ve kötü eylemlerin ortaya çıktığı şeydir.’ der

İbn Haldun ise ahlak; ‘Devlet, güç ile ahlakın birleşmesiyle meydana gelmektedir’ diye tarif eder.

Aristoteles ise ahlakı İnsanın mutlu olması için karar vermesi, seçim yapması, eylemde bulunmasıdır. Erdemli olmak, iyi ve kötüyü seçebilmek insanın elindedir. diye bahseder

İbn-i Sina yazdığı ahlak risalesinde; ahlaki hayataşırı davranışlar ve ölçüsüzlüklerden uzakta orta yola dayanmaktadır.

Sonuç olarak, ahlaki bir niyet ve amaç var olmalıdır. Bu, ebedi mutluluğa ulaşmak içindir, der.

Saymış olduğumuz bu bilge insanların binlerce yıl önce bir öğreti olarak söylemleri toplum tarafından bugün genel kabul görmüş kurallar haline gelmiştir. Onlara göre, İnsanın ahlaklı olması için İyiyi kötüden, ayırt etmek, mutlu olması için elinden gelen çabayı göstermek, erdemli olmak için, aşırı davranışlardan kaçınmak ve orta yolu bulması gerekir.

Genel olarak günümüzde toplumsal ahlak ve çürümeden bahsedebiliriz. Çalıştığımız kurumlarda, kendini beğenen, sevgiden saygıdan yoksun, ne konuştuğunu bilmeyen, kibirli insan tipleri mevcuttur, ben bunlara ahlaktan nasibini almamış güruhlar diyorum.

Çünkü toplum içerisinde belli ahlak kuralları var diyoruz, ahlak önce ailede başlar, toplumda yaygınlaşır, gelişir ve olgunlaşır bu bir birikimdir nesilden nesile devam eden bir süreçtir. Bir örnek, hiç kimse işyerinde çalışan personeline bağırarak konuşamaz, bu şekilde davranırsa orada çatışma ortamı doğar ve herkes herkese bağırarak cevap vermeye kalkar ve o iş yerinde huzur kalmaz.

Yıllar önce şahit olduğum bir olayı anlatmak istiyorum. İlçeye yeni atanan Kaymakam’a ilçenin ileri gelenleri ve iş dünyasından insanlar ziyarete geliyorlar. Bir gün bir iş insanı elinde bir hediye ile birlikte içeri girmek istedi, Kaymakam Bey ‘siz içeri girin elinizdekiler dışarıda kalsın ‘demişti.

Adam tabi bozuldu bir daha da Kaymakamlığa uğramadı. Şimdi diyeceksiniz ki adam hediye getirmiş alsaydı ne olurdu, ama iş öyle değil sorumluluk mevkiindeki insanlar bunu yapmazsa, ast memurlarda nasıl olsa Kaymakam alıyor bir şey olmuyor biz de alalım anlayışı hasıl olur.

Bu nedenle kamu yöneticilerinin tutum ve davranışlarıyla kamu personeline örnek olması gerekmektedir.

Son söz olarak; eğer ahlaki değer ve kuralları kamu yönetimi içerisinde şeffaf adil ve uygulanabilir, sürdürülebilir bir biçimde kurumsallaştıramazsak ve kamu personellerine bu ahlaki değer ve kuralları benimsetip içselleştiremezsek işte o zaman ahlak dışı davranışların cezai tedbirler ile önlenmesi mümkün değildir diyebiliriz.

Toplumun holiganlaşması


Düşünme, duyarlı olma, duygulu olma ve düş kurma yeteneklerini kaybeden bireyler, şiddete ve tüketmeye eğilimli holiganlara dönüşüyor. Holiganizm denilen tipin ve tutumun ana özelliği, yıkıcı ve akıl düşmanı olmasıdır. İnsanlığa, bireye, medeniyete ve topluma karşı her türlü yıkıcı ve tahrip edici davranışı gerekli gören holiganizm, toplum, demokrasi, hukuk ve barış karşıtı her türlü haydutvari tutum ve davranışı ifade eden bir vahşet halidir.

Holiganizm, sadece futbol ve miting gibi toplumsal ve sportif aktivitelerle ortaya çıkan bir zihniyet, tutum, pozisyon ve kimlik değildir. Holiganizm, siyasette, kültürde, medyada, sanal alemde, dini hayatta, sokakta, kısacası hayatın her alanında karşımıza çıkan tehlikeli bir tutumdur. Özgürlük, hak, onur ve sorumluluk sahibi bireyler olmayı başaramayan kişiler, kolay bir şekilde holiganlaşmaktadırlar. Bir takımın, dinin, siyasi partinin, mezhebin, tarikatın, grubun, derneğin akılsız, duyarsız ve düşüncesiz fanatik bir taraftarı olmak, holiganlıktır. Kişiler, kendi hayatlarını akıllarını kullanarak şekillendirmek, kendi bireysel hak ve özgürlüklerini, özgürce ve sorumlulukla kullanmak yerine, herhangi bir kolektif kimliğin fanatik taraftarı, yani holiganı olarak aidiyet ve benlik değeri ihtiyaçlarını tatmin etmeye çalışmaktadırlar.

Holiganlar, ait oldukları siyasi partiyi, lideri, dini, derneği, tarikatı, mezhebi, ideolojiyi, bütün varlıklarıyla desteklerler. Ait oldukları dini, siyasi partiyi, inancı, mezhebi, kimliği ve kültürü bütün varlıklarıyla destekleyen holiganlar, onların hakimiyeti için sonuna kadar kavga etmeye, savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye hazırdırlar. Holiganlar, kendi takımlarının, inançlarının, dinlerinin, siyasi ideolojilerinin, partileri hakim oluncaya kadar onların uğrunda savaşma motivasyonu içindedirler. Holiganlar, gözü dönmüş bir kesin inançlılar güruhudur. Fanatik taraftarlığını yaptıkları kimliğin ve yapının hakimiyeti için her türlü desteği ve şiddeti yapmak, holiganlığınana özelliğidir.

Holiganlar, taraftarı oldukları takımın, dinin, mezhebin, kültürün, ideolojinin, kabilenin, en üstün olduğuna inanırlar. Holiganizm, eninde sonunda zaferin ve üstünlüğün kendi taraflarında olduğuna inanırlar. Kendi spor takımlarının yenilmesi, destekledikleri siyasi partinin seçimden başarıyla çıkmaması, bağlı oldukları liderin zaaflarının ortaya çıkması, inandıkları inancın veya ideolojinin eleştirilmesi, bir holiganın hiçbir şekilde tahammül edeceği bir durum değildir. Holigan, taraftarı olduğu takımın, kimliğin veya inancın üstünlüğünün kayıtsız şartsız, şeksiz şüphesiz kabul edilmesini ve tanınmasını dayatmaktadır. Holigan, taraftarı olduğu şeye inanmanın, onu üstün yapmaya yeterli olduğu yanılsaması içindedir.

Holiganizm, kabilecidir. Fanatik taraftar olarak holigan, sadece kendi takımına, dinine, mezhebine, tarikatına, cinsiyetine, şehrine, partisine, ideolojisine mensup taraftarları sevmekte, onları değerli görmektedir. Holigan, kendi kabilesine veya klanına mensup olmayan herkesten nefret etmekte, onları düşman, rakip ve öteki olarak görmektedir. Holigan için futbol, siyaset, din ve eğitim, savaştan başka bir şey değildir. Holigan için hayat, inanmadan, savaştan ve zaferden ibarettir. Holigan, günlük hayatın en rutin aktivitesini bile savaşçı bir mopotivasyonla yerine getirmektedir. Oy verme, bir siyasi parti mitingine katılma, dini, siyasal veya toplumsal bir lideri karşılama, bir spor karşılaşmasına katılmak gibi aktiviteler holigan tarafından birer savaş eylemi olarak görülmektedir.

Holiganlar, birey olarak insan onurunu, özgürlüğünü ve haklarını inkar ederler. Bireysel insan onurunu ve haklarını inkar etmelerine rağmen holiganlar, taraftarı oldukları partinin, ırkın, milletin, ideolojinin, dinin, takımın, cinsiyetin, ailenin veya grubun onurunu korumak için ayağa kalktıklarını ve mücadele ettiklerini iddia ederler. Taraftarı oldukları şeyin onurunu kurtarmak için verdikleri sözde ve sahte mücadelenin kendilerini kahraman, değerli ve üstün yaptığı şeklinde bir kuruntu içindedirler. Holiganlık, insan onurunu sahte ve sözde onurlara kurban vermektir. Özgür, onurlu ve akıllı bireyler olmak yerine bağımlı, değersiz ve düşüncesiz fanatik taraftarlardan oluşan güruhların dünya genelinde çoğalması, insanlığı bir bütün olarak tehdit etmekte, demokrasiye, özgürlüğe, hukuka, çoğulculuğa ve barışa dayalı insani bir hayat sürmenin imkanlarını ve kaynaklarını ortadan kaldırmaktadır. 


28 Ağustos 2024 Çarşamba

Ayakkabı boyacılığı

 

Bir zamanlar şehirlerin meydanlarını, kahvehanelerin ve çarşıların köşelerini süsleyen ayakkabı boyacıları, şimdilerde tarihe karışıyor. Son yıllarda dünyanın önemli markalarının ürettiği sentetik malzemelerden imal edilmiş ayakkabılar giymeye başlandı. Haliyle bu da boyacılık mesleğinin sona ermesine neden oluyor. Kahvehanelerin ve sokakların vazgeçilmez unsuru bu meslek, artık sadece anılarda yaşıyor diyebiliriz.

İşe giderken sabahları önceki ilk durak ayakkabı boyacısıydı. Sarı pirinç madeninden mamül kapaklı ayakkabı sandıkları kaldırımları süslerdi. Bu sandıklar sadece bir iş aracı değil, aynı zamanda mahalle kültürünün de bir parçasıydı. Çocukların çoğunluğu okul tatiline girer girmez mahalle bakkalından aldıkları veya evlerindeki kutulardan yaptıkları boya sandıklarıyla sokaklara dökülür, “Badem yağlı, bol cilalı, parlamazsa para yok!” diye bağırarak işlerini yaparlardı. İki fırça, bir sünger ve biraz cila ile yıpranmış ayakkabıları yeniden parlatırlardı.

Ayakkabı boyacılığı, ekonomik bir faaliyet olmanın ötesinde, sosyal bir etkinlikti. Herkes boyacıları tanır, onlarla sohbet ederdi. Boyacılar, mahallelerin nabzını tutan kişilerdi. İnsanlar, ayakkabılarını boyatırken günlük haberleri öğrenir, mahalle dedikodularını dinlerdi. Bu sıcak ilişkiler, boyacılığı bir meslekten öteye taşıyarak bir kültür unsuru haline getirmişti.

Yeşilçam filmlerinde de sıkça rastladığımız ayakkabı boyacılığı, en iyi Sadri Alışık tarafından canlandırıldı. Onun karakterleri, boyacılık mesleğinin zorluklarını ve güzelliklerini izleyiciye en iyi şekilde aktarırdı. Diğer oyuncular da ayakkabı boyacılığı üzerine şarkılar söyleyerek bu rolleri canlandırırlardı. Bu sahneler, eski mesleği hatırlatan sıcak ve duygusal anılar olarak kalplerde yer etti.

Zamanla her şey değişti. Sentetik malzemelerden üretilen ayakkabılar, boyanma ihtiyacını ortadan kaldırdı ve boyacılar yavaş yavaş kayboldu. Şimdi ayakkabı boyacılarını görmek neredeyse imkânsız hale geldi. Yerlerini, hızlı tüketim kültürünün bir parçası olan modern ayakkabı tamircileri aldı.

Dünyanın farklı köşelerinde de benzer bir durum yaşanıyor. Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya kadar birçok ülkede ayakkabı boyacılığı, sokak kültürünün önemli bir parçasıydı. Büyük şehirlerin meydanlarında ve tren istasyonlarında boyacı sandıkları görmek mümkündü. Ancak küresel ekonomik değişimler ve modernleşme süreci, bu mesleğin yavaş yavaş yok olmasına neden oldu. Gelişmiş ülkelerde ayakkabı boyacılarına rastlamak neredeyse imkânsızken, gelişmekte olan bazı bölgelerde bu meslek hala ayakta kalmaya çalışıyor.

Ayakkabı boyacılığı, tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Ancak bu mesleğin sıcaklığı ve insani ilişkileri hep hatırlanacak. Belki de modern dünyada kaybettiğimiz şeylerden biri de bu samimi ilişkiler ve mahalle kültürüdür. Ayakkabı boyacılarımız bir dönemin tanıkları olarak hep hatırlanacak ve nostaljiyle anılacaklar ve’s-selam.

 İnsan davranışları üzerine çalışan ve elde ettiklerini kitlelerle paylaşan Doğan Cüceloğlu, bir konuşmasında "insanların değişimden niçin kaçındıklarını" soran gazeteciye şu cevabı veriyor:

"Değişime kalktığınız andan itibaren şimdiki rahatlık çemberinizle olmaz. Mutlaka rahatlık çemberinin dışına çıkmanız gerekiyor. Bu rahatlık çemberinin dışına çıktığınız anda gerginleşiyorsunuz, eski alışkanlıklarınızla karşı karşıya geliyorsunuz ( Burada şairin, "Alışkanlık aşktan kötüdür." sözünü hatırlayın. Hem zaten birileri, yerimi koruyamam düşüncesiyle, değişimi tehlike olarak görmektedir. İ.B.) Onun için önce evvelki bildiğiniz alışkanlıkları unutmanız gerekecek. Yeniden bir gayret sarf ederek, yeni alışkanlıkları yerine koyacaksınız ve öğrenmenin dört adımından geçeceksiniz. Sırf zihinsel ise, bence olmuyor. Mutlaka insanın gönlünü, yüreğini, vicdanını işin içine katan bir cevap olması lâzım ki, o sıkıntılardan geçebilsin. Eğer değişimin kaynağı başkasına hoş görünmek, başkası tarafından takdir edilmek ise, o takdir kaynağı ortadan kaybolunca değişim de durur."

Şimdi düşünelim; bir mecburiyet olmadan, bir menfaat elde etme gayesi gütmeden, öğrenmeye ve değişime katkıda bulunmaya çalışmak, bizim ülkemizde normal karşılanan bir durum mudur? Okumuşlarımızın, üniversite tahsili yapmışlarımızın kitaba, gazeteye, dergiye gösterdikleri ilginin yıllardır aynı noktada kalması ve hatta azalması, utanılacak bir hâl değil de nedir? Bunları yapmadığımız takdirde; eğitilmiş, bilgi ve bilinçle donanmış bir toplum haline gelmeyi nasıl umut edebiliriz? İyiyi, doğruyu ve güzeli seçebilmenin yolu öğrenmekten geçmesine rağmen, öğrenmeden geçirdiği zaman için yanan kaç kişi var içimizde? Yine büyük bilgeye (Konfüçyüs) verelim sözü:

"Bütün günü yiyeceksiz, geceyi de düşünerek, gözüme uyku girmeden geçirdim; hiçbir yararı olmadı. En iyisi, insan bir şeyler öğrenmeli."

Öğrenmezsek değişemeyiz, öğrenmezsek aynı adreste daha senelerce bekleriz ve elimizdekileri işte böyle tüketiriz.

Ekonomi programlarında "Borç alarak geleceğimizden yiyoruz" sözünü bolca duyarız.

Evet parasal olarak baktığımızda bu söz çok doğru... Ancak geleceğimizden yediğimiz bir başka alan daha var. O da: Ağaç varlığımız; yani Ormanlarımız dır.

Bu konuda o kadar pervasızız ki... Sanki Ormanlar bitip tükenmeyecek miş gibi davranıyoruz.

Sanki ağaç dünyadaki hayatın sigortası değilmiş gibi, Ormanlara abandıkça abanıyoruz. Ağaçları plansız bir şekilde kesiyoruz. Yetmiyor... Onları ihmallerimiz sonucu yakıyoruz.

Sözün özü: Ormanlara yapılacak her türlü kötülüğü yapıyoruz. Biliyor musunuz? Baş tacı yapmamız gerekenlere yapıyoruz bunları...

İnsanoğlu açlığa ve susuzluğa bir miktar dayanabiliyor. Ama havasızlığa asla dayanamıyor. Hal buyken, nedir bu dikkatsizlik?

İşte bu dikkatsizlik var ya... Her yıl yüzlerce hektar Ormanı kaybetmemize sebep oluyor. Konu açılmışken, ülkemizdeki Orman yangını riskinin 15 Eylüle kadar devam ettiğini hatırlatmak istiyorum.

Girişte, Ormanları korumayarak, "Geleceğimizden yiyoruz" dedim. Aslına bakarsanız, bizim şu anda yaptığımız gelecek nesillerin hakkına girmektir.

Eğer bu pervasızlık böyle devam ederse, evlatlarımız rahat yaşanabilecek bir dünyaya gözlerini açamayacaklar...

 27.08.2024 tarihi itibariyle;

2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. 

Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 4.637 MW oldu. 31.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 111.193 MW oldu. Santral Sayısı: 27.038 adet oldu. 30 Haziran ile 31 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 1.167 adet santral devreye girmiştir. 11.08.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 112.111 MW oldu. Santral Sayısı: 28.714 adet oldu. 31 Temmuz ile 11 Ağustos 2024 tarihleri arasında toplam 1.676 adet santral devreye girmiştir.  Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 918 MW artış kaydedildi

27.08.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 113.696 MW oldu. Santral Sayısı: 31.061 adet oldu. 31 Temmuz ile 27 Ağustos 2024 tarihleri arasında toplam 4.023 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 2.603 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç değeri 7.140 MW artış kaydedildi.  

26 Ağustos 2024 Pazartesi

Sağlık-10 Tavsiye


ABD’li yazar Michael Pollan yeni kitabı 'Gıda Kuralları'nda öze dönme çağrısı yapıyor.

Çok sayıda diyetisyen, antropolog, doktor, hemşire, yeterli sayıda anne ve büyükanneyle konuşan yazar Michael Pollan beslenme alışkanlıklarını Gıda Kuralları kitabında kaleme aldı. İşte 10 tavsiye:

➊ Ekmek ne kadar beyazsa, ölümünüz o kadar yakındır. Beyaz unun şekerden farkı yok.

➋ Sütün rengini değiştiren mısır gevreklerini yemeyin. 

➌ Büyükannenizin tanımadığı gıdaları satın almayın! 

➍ Acıktığınızda yemek yiyin! 

➎ Tabağınızda ne kadar renkli yiyecek varsa, o kadar sağlıklıdır.

➏ Bir hazır yiyecek paketinin üzerindeki ‘içindekiler’ bölümü ne kadar uzunsa, o kadar işlem görmüş demektir! 

➐ Yemeğinizi tadını çıkarabilecek kadar yavaş yiyin! 

➑ Bir gıdanın raf ömrü ne kadar uzunsa, o kadar çok işlemden geçmiş demektir. 

➒ Masadan tam doymadan kalkın! Japonlar, %80, Çinlilerse %70 oranında doymuşken kalkılmasını önerir.

❿ Sebzelerin suyunu da için! Bunlar besin değeri açısından çok zengindir. 

Türkiye Ekonomisinde Dengeler

 

Türkiye’nin ekonomik görünümü, bir yanda coğrafi avantajları ve genç nüfusunun sağladığı fırsatlarla parıldarken, diğer yanda enflasyon ve cari açık gibi kronik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Türkiye, tarih boyunca stratejik konumu sayesinde büyük bir öneme sahip olmuştur. Üç kıtanın kesişim noktasında yer alan ülkemiz, bu avantajını ekonomik anlamda da kullanma potansiyeline sahiptir. Özellikle enerji geçiş yolları üzerinde bulunması, Türkiye’yi bölgesel bir enerji merkezi haline getirme fırsatını sunuyor. TANAP ve TurkStream gibi projeler, sadece ülkemizin enerji güvenliğini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’ye enerji ticaretinde kilit bir rol kazandırıyor. Bu durum, ülkemizin dış politikada elini güçlendirirken, ekonomimize de önemli döviz girdisi sağlıyor.

Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusu hem işgücü piyasasında esneklik sağlıyor hem de uzun vadeli büyüme potansiyelini artırıyor. Eğitimli ve yenilikçi bir genç nüfus, teknoloji odaklı sektörlerin gelişmesine katkı sunabilir ve Türkiye’yi bir teknoloji merkezi haline getirebilir. Özellikle dijital dönüşüm süreçlerinin hızlandırılması, bu potansiyelin hayata geçirilmesi açısından kritik önem taşıyor. Ancak piyasadaki daralma bu süreçte en önemli problem olarak görülmektedir.

Türkiye ekonomisinin en büyük sorunlarından biri, yıllardır kontrol altına alınamayan yüksek enflasyon oranlarıdır. Enflasyon, hem hane halkı hem de işletmeler için maliyet baskısını artırarak, tüketici güvenini zedeliyor ve yatırımları olumsuz etkiliyor. Bu durum, ekonomik istikrarın sağlanmasını zorlaştırırken, aynı zamanda gelir dağılımında da adaletsizliklere yol açıyor. Yüksek enflasyon, özellikle sabit gelirli kesimlerin alım gücünü düşürerek, sosyal huzursuzluklara neden olabilir.

Cari açık, Türkiye ekonomisinin yapısal bir diğer sorunu olarak karşımıza çıkıyor. İthalata dayalı bir üretim modeli, dış ticaret dengesini bozarak cari açığı artırıyor. Döviz kurlarındaki dalgalanmalar, ithalat maliyetlerini yükseltiyor ve bu durum cari açık sorununu daha da derinleştiriyor. Cari açığın finansmanı için dış borçlanma yoluna gidilmesi ise, Türkiye’yi dış finansman kaynaklarına bağımlı hale getiriyor. Yüksek dış borç stoku, özellikle küresel piyasalardaki belirsizlikler karşısında ekonomimizin kırılganlığını artırıyor.

Türkiye’nin sahip olduğu en büyük fırsatlardan biri, bölgesel bir enerji köprüsü olma potansiyelidir. Enerji arz güvenliği açısından kritik öneme sahip olan Türkiye, bölgesel enerji ticaretinde söz sahibi olabilir. Özellikle doğalgaz ve petrol gibi enerji kaynaklarının Batı’ya taşınmasında kilit bir rol üstlenebiliriz. Bu durum, hem ülkemizin enerji güvenliğini sağlarken hem de enerji ticaretinden elde edilecek gelirlerle ekonomik büyümeyi destekleyebilir.

Dijital dönüşüm ise Türkiye için bir diğer önemli fırsat alanı olarak öne çıkıyor. Dijitalleşme, sanayi 4.0 uygulamaları ve yüksek teknolojiye dayalı üretim süreçleri, Türkiye ekonomisinin verimliliğini artırabilir. Özellikle yazılım, bilişim ve yapay zeka gibi alanlarda yapılacak yatırımlar, Türkiye’yi bölgesel bir teknoloji üssü haline getirebilir. Genç ve eğitimli nüfusun bu alandaki potansiyeli değerlendirildiğinde, Türkiye’nin dijital ekonomide önemli bir oyuncu haline gelmesi mümkün görünüyor.

Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden biri, küresel ekonomik belirsizliklerdir. Küresel ticaret savaşları, jeopolitik gerilimler ve finansal piyasalardaki dalgalanmalar, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için ciddi riskler barındırıyor. Dış finansman kaynaklarına bağımlı olan Türkiye, bu tür belirsizlikler karşısında büyük kırılganlıklar yaşayabilir. Özellikle küresel faiz oranlarındaki artışlar, Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini yükseltebilir ve ekonomik büyüme üzerinde baskı oluşturabilir.

Bu zorlu yolda, ekonomi yönetiminin hem mevcut risklere karşı hazırlıklı olması hem de fırsatları değerlendirme konusunda cesur adımlar atması gerekiyor. Türkiye, jeopolitik avantajlarını ve genç nüfusunu en iyi şekilde değerlendirerek, ekonomik kalkınmada yeni bir başarı hikayesi yazabilir. Ancak bunun için, mevcut yapısal sorunların çözülmesi ve uzun vadeli bir vizyonla hareket edilmesi şart. Türkiye’nin ekonomik geleceği, güçlü bir liderlik ve kararlılıkla atılacak adımlara bağlıdır. 


24 Ağustos 2024 Cumartesi

İnsanı arındıran bir ibadet olarak namaz

 

İnsan türlü kabiliyetlerle donatılmış bir varlıktır. Bütün meziyetlerine rağmen gücü sınırlı bir varlık olan insanın fıtratında üstün bir varlığa inanma ve sığınma ihtiyacı bulunmaktadır. İnanan bir insan için onu seven, gözetip kollayan ve değer veren bu yüce varlık âlemlerin Rabbi Allah’tır. Mümin için ona şah damarından daha yakın olan Yaratıcısıyla (Kaf, 50/16-17) bağ kurmanın en güzel yolu ise namazdır. Rahmân ile manevi bir buluşmanın, tevazu ile dua ve niyazda bulunmanın bir vesilesi olduğu bilinciyle eda edilen namaz, elbette mümini duygu ve davranış boyutuyla Hakk’ın rızasına talip olmaya yöneltecektir. İbadetlerin yanı sıra hem kişisel hem de toplumsal hayatında güzel ahlaka talip olan bir mümin, bu farkındalığını ve kararlılığını namazla her dem yenilenen bir ihlas içerisinde tekrar eder ve kuvvetlendirir. Bu ruhla eda edilen namaz insanı kemale ulaştırır, iyiliğe ve hayra yöneltir; böylece insanı arındırmış olur.

Kaynak: Diyanet Takvimi

19 Ağustos 2024

Kader ve kazaya iman

 

Kader, Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesidir. Kaza ise Allah’ın irade ve takdir buyurduğu şeyleri zamanı gelince, ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kader ve kazaya iman; hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her şeyin Allah’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir. Allah insanların hür iradeleriyle seçecekleri şeyleri ezelî ilmiyle bilir ve insanın dilemesi neticesinde yaratır. Bu irade sebebiyle hiç kimse kaderi bahane ederek sorumluluktan kaçamaz. İç yüzü insan tarafından tam olarak kavranamayan kadere güvenip azmi bırakmak, sebeplere sarılmamak; çalışmadan, tedbir almadan tevekkül ettiğini iddia etmek dinimizin kader anlayışıyla bağdaşmaz. Zira her şeyi sebeplere bağlı olarak yaratmak Allah’ın kaderidir.

Kaynak: Diyanet Takvimi

18 Ağustos 2024 Pazar

Vitamin Eksikliği Belirtileri

 

∑ Çatlayan dudaklar: B 12 vitamini eksikliği.
∑ Kırmızı cilt: B grubu vitaminli eksikliği.
∑ Kalçada sivilce: B ve E vitamin eksikliği.
∑ Az uzayan saçlar: Çinko eksikliği.
∑ Kırmızı gözler: B6 vitamini eksikliği.
∑ Kırılan tırnak: Demir ve kalsiyum eksikliği.
∑ Diş eti hastalığı: C vitamini eksikliği.
∑ Ekzama: Çinko ve C vitamini eksikliği.
∑ Ağızda aft yarası: Demir ve folik asit eksikliği.
∑ Müzmin yorgunluk: Demir, B, C vitamini eksikliği.
∑ Kuru cilt: Vücutta meydana gelen çinko eksikliği.
∑ Gece körlüğü: A vitamini eksikliği. 
∑ Beriberi hastalığı:  B1 vitamini eksikliği. 
∑ Anemi, deri hastalıkları:  B6 vitamini eksikliği.
∑ Bacak uyuşması: Demir, B vitamini ve folik asit eksikliği.

Kaynak: Türkiye Gazetesi Takvimi

21 Ağustos 2024 Çarşamba

 

    20.08.2024 tarihi itibariyle;

2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.871 adet oldu. 30 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.355 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 30 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 323 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 299 MW artış kaydedildi. 

Yılbaşından bu yana kurulu güç artışı 4.637 MW oldu. 31.07.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 111.193 MW oldu. Santral Sayısı: 27.038 adet oldu. 30 Haziran ile 31 Temmuz 2024 tarihleri arasında toplam 1.167 adet santral devreye girmiştir.  11.08.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 112.111 MW oldu. Santral Sayısı: 28.714 adet oldu. 31 Temmuz ile 11 Ağustos 2024 tarihleri arasında toplam 1.676 adet santral devreye girmiştir.  Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 918 MW artış kaydedildi. 20.08.2024 tarihi itibariyle kurulu güç 113.343 MW oldu. Santral Sayısı: 30.892 adet oldu. 31 Temmuz ile 20 Ağustos 2024 tarihleri arasında toplam 3.854 adet santral devreye girmiştir.  Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 2.250 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç değeri 6.787 MW artış kaydedildi.  

19 Ağustos 2024 Pazartesi

Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?

 

Türkiye ekonomisi, son dönemde oldukça hareketli bir dönemden geçiyor. Bu hareketliliği anlamak için birkaç temel konuya odaklanmamız gerekiyor: enflasyon, faiz oranları, kamu bütçesi, işsizlik ve cari denge. Bu konular, ekonomi uzmanlarının sürekli takip ettiği ve birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı olan unsurlardır.

Enflasyon: Cebimizdeki Ateş

Enflasyon, aslında hayat pahalılığı anlamına gelir. Fiyatlar genel olarak arttıkça, aldığımız maaşın veya gelirimizin alım gücü azalır. Türkiye'de enflasyon oranı son zamanlarda oldukça yüksek seyretti. Bu da temel gıda maddelerinden elektriğe kadar birçok ürün ve hizmetin fiyatında artış anlamına geliyor. Nedenlerine bakıldığında enflasyon sepetinde büyük bir ağırlığa sahip olan gıda ve enerji fiyatlarındaki artış, enflasyon oranının yükselmesinde önemli bir faktördür. Özellikle mevsimsel faktörler, tarım ürünlerinin fiyatlarında dalgalanmalara neden olabilirken, enerji fiyatları ise global piyasalardaki gelişmeler ve döviz kuru üzerinden etkilenir. Türkiye’de son dönemde yaşanan kuraklık gibi iklimsel sorunlar, gıda fiyatlarını yukarı çeken unsurlar arasında yer alıyor.

Faiz Oranları: İki Ucu Keskin Kılıç

Faiz oranları, Merkez Bankası'nın enflasyonla mücadele için kullandığı en önemli araçlardan biri olarak görülüyor. Faiz oranları artırıldığında, kredi almak pahalılaşır ve harcamalar azalır. Bu da enflasyonun düşmesine yardımcı olabilir. Ancak, yüksek faiz oranları yatırım yapmayı zorlaştırır ve işsizliğin artmasına yol açabilir.

Pandemi sürecinin hemen sonrasındaki dönemde küresel enflasyon yükselirken Türkiye faiz oranlarında düşüşe gitti. Bu dönemde faiz oranlarının düşük tutulması, enflasyonun daha da artmasına neden oldu. Çünkü düşük faiz oranları, kredi maliyetlerini düşürerek tüketimi artırdı. Artan tüketim ise talep enflasyonunu körükledi. Faizlerin düşük tutulması, kısa vadede ekonomik büyümeyi destekledi ancak uzun vadede enflasyonun kontrolsüz bir şekilde yükselmesine yol açtı.

Faiz oranlarındaki artış yatırımlar için finansman maliyetini artırırken risksiz bir şekilde para kazanma imkânı tanıdığı için yatırımların ertelenmesine neden olmaktadır. Bu duruma bağlı olarak toplam talep azalırken ticaret satış hacmi yıllık %1,1 azalmıştır. Beraberinde de sanayi üretimi yıllık %4,7 azalmıştır. Ticaretteki ve sanayi üretimindeki daralma beraberinde işsizlik oranlarında artışa neden olmuş ve işsizlik oranı 0,7 puan artarak %9,2 seviyesine çıkmıştır.

Kamu Bütçesi: Devletin Cüzdanı

Kamu bütçesi, devletin gelir ve giderlerini kapsar. Eğer devlet, harcamalarını gelirlerinden fazla yaparsa bütçe açığı oluşur. Bu açığı kapatmak için devlet borçlanmak zorunda kalır. Türkiye’de son dönemde bütçe açıklarının artması, ekonomiye yönelik endişeleri artırıyor.

6 Şubat depremleri sonrası devletin artan finansman ihtiyacı ve askeri operasyonların artan maliyeti kamu bütçesini zorlamaya başlamıştır. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya sebebiyle askeri harcamalarını giderek artırması adeta bir bekâ meselesi hâline gelmiş durumda. Diğer taraftan ise deprem sonrası depremzedelere yapılan kira vb yardımların yanında konutların ve bunların alt yapılarının inşa maliyeti kamu bütçesini bir hayli zorlamaktadır. Buna bağlı olarak devlet kamuda tasarrufa giderken vergi oranlarında da artış yapmaya başlamıştır. Bu durum aynı zamanda toplam talebi azaltarak enflasyonun düşürülmesine katkı sağlamaktadır. Ancak piyasada ticareti azaltan bir etki de oluşturmaktadır.

Cari Denge: Dışarıya Ne Kadar Bağımlıyız?

Cari denge, bir ülkenin dış ticaret açığı ya da fazlasını gösterir. Eğer bir ülke, dışarıdan aldığı mallara, sattıklarından daha fazla para harcıyorsa cari açık verir. Cari açığın artması, ekonomiyi dış şoklara karşı daha kırılgan hale getirir.

Türkiye'de cari denge Haziran ayında 407 milyon dolarla tahminlerin üzerinde fazla verdi. Cari denge böylece 9 ay sonra fazla verdi. Bu açıdan bakıldığında ekonomi programının hedefine ulaşması yolunda beklenenler olduğu söylenebilir.

Sonuç

Türkiye ekonomisinde daralma giderek devam ediyor. Ticaret artan faiz oranları, vergiler ve denetimlerin etkisiyle daralıyor. Piyasada siftahsız günler tartarken konkordato ilanları birbirini izliyor.

Peki, bundan sonra neler olacak?

Enflasyon düşene kadar bu sürecin devam etmesi bekleniyor. Enflasyon henüz beklenen seviyelerde olmadığı görülüyor. Bazı sektörlerde daralma daha fazla iken (konut, otomotiv gibi) zorunlu tüketim mallarında (gıda gibi) fiyat artışları devam ediyor.

Enflasyonla mücadele sürecinde önce fiyat artışları hız kesecek daha sonra durma noktasına gelecektir. Ancak bu süreç daha yeni başladı. Görüldüğü üzere faiz oranlarındaki artış 2023 yılındaki seçim sonrasında başlasa da etkileri daha yeni görülmeye başlandı. En az birkaç ay piyasada daralma süreci devam ederken işsizlik oranlarındaki artış da sürecektir. Enflasyon düşecektir… Ancak birçok iş yeri kapanacak, işsizlik artacak, alım gücü azalacaktır. Enflasyon ile mücadele politikalarının sonuçları bunlardır…

Siyaset ve lümpenleşme

 

Bilginin ve birikimin değer görmeyişi, modern dünyaya yabancılık, medeniyeti oluşturan barış, hukuk ve özgürlük değerlerinden yoksun oluş, akıl düşmanlığı, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ve fanatizmin yaygınlaşması, şiddetin yüceltilmesi gibi faktörlerden dolayı siyaset, eğitim, kültür ve medya gibi alanlarda derin bir lümpenleşme hali yaşıyoruz. Topluma söyleyecek hiçbir sözü olmayan vahşilerin, siyaset gibi önemli yerlerde temsilci hale getirilmesi, aslında siyaseti, ekonomiyi, toplumu, kültürü, demokrasiyi ve hukuku bitiren endişe verici sonuçların ve durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Lümpenliğin siyasete egemen olması, çanların herkes için çalması anlamına gelmektedir. Lümpenlik, hayata ve siyasete kan, kir ve karanlık bulaştırmaktadır.

Marx’ın ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde lümpen kavramını ortaya koymalarından beri bu terim, siyaset başta olmak üzere hayatın değişik alanlarında baskın olmaya çalışan serseri ve soytarı güruhları ifade etmek için çok kullanışlı hale gelmiştir. Siyaset alanında lümpenleşme, serseri ve soytarı kişilerin davranışlarını, kişiliksizliklerini, eşyalaşmalarını, kültürsüzlüklerini, kabalıklarını, kirlenmişliklerini ve kuralsızlıklarını anlatmaktadır. Lümpenleşme, kişilerin insanlıklarının merkezinde yaşanan bir vahşilik halini ifade etmektedir. Lümpenlik, aslında bir insanlık krizidir. Siyasetin lümpen insanların etkisine girmesi, siyasette, idarede ve toplumda derin krizlerin, arızaların, yolsuzlukların ve yozlaşmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Lümpenlik, kuralsızlık, kabalık, küstahlık, külhanbeylik, saldırganlık, keyfilik, soytarılık ve niteliksizlik demektir. Lümpenlerin en nefret ettiği şey, hukuk, demokrasi, barış ve özgürlüktür. Lümpenler, despotizmi, keyfiliği, çatışmayı ve köleliği yüceltirler. Lümpenler, kendi keyfiliklerini ve serseriliklerini tek kanun sanırlar. Lümpenler, şiddetin, kabalığın ve vahşiliğin kendilerine istedikleri kanunu yapma hakkı ve ayrıcalığını verdiğini vehmederler. Lümpenler, siyasette keyfiliğe ve hukuksuzluğa dayalı mutlak bir iktidar isterler. Lümpenliğin olduğu yerde hukuk yoktur.Lümpenler, kendilerinden farklı olanları dinleme olgunluğuna hiçbir zaman sahip değildirler. Farklı sözler sözlenmesine tahammül edemeyen lümpenler, birer kontrol manyağıdırlar ve sapığıdırlar. Farklı sözler karşısında kontrollerini kaybeden lümpenler, sapkın bir şekilde farklı insanlara saldırırlar ve sadistçe kan dökmeyi marifet sayarlar. Siyaset bezirganı lümpenler, demokrasiye, hukuka ve barışa karşı güçlerin oluşturduğu soytarı ve serseri güruhlardır.

Siyaset, bugün kısır, kaba ve kirli bir alana dönüşmüş durumdadır. Siyasete kısır bir taşra kültürsüzlüğü hakimdir. Kasaba kültürsüzlüğü ve kabalığıyla siyaset bezirganlığı yapanlar, entelektüel düşünme kapasitesinden tamamen yoksun, kaba ve keyfi davranmayı marifet sayan, hiçbir inceliğe, zarafete, nezakete ve sahiciliğe sahip olmayan bir serseriler ve soytarılar grubu olarak kolaylıkla biraraya gelebilmekte, birlikte yozlaşabilmektedirler. Siyaset bezirganlarındaki ahlaki ve akli nitelikteki insani yoksunluğun ve yoksulluğun adı, lümpenliktir.

Siyasi bezirganların lümpenliği, kültürü, sanatı, müziği, akademiyi, şiiri, edebiyatı, sinemayı, kısacası her şeyi zehirliyor ve yozlaştırıyor. Siyasi bezirganların lümpenliklerini örnek alan sözde sanatçı, şarkıcı, gazeteci, yorumcu, şair ve akademisyen denilen kişilerin, lümpenlikte yarışmalarını, acizliklerini, yetersizliklerini ve alçalmışlıklarını, kabalıklarını ve kirlenmişliklerini gözlemliyoruz. Siyasi lümpenlik, kabalığını, vahşiliğini, kasablığını, hoyratlığını, yozlaşmışlığını mimariye, müziğe, sinemaya, edebiyata, şiire, medyaya, aileye, kısacası her şeye bulaştırmaktadır ve her şeyi kirletmektedir.

Lümpenlik, boşlukta oluşan bir durum değildir. Sosyal ve siyasal şartlar uygun olduğunda lümpenlik, bulaşıcı hastalık olarak ortaya çıkmaktadır. Lümpenlik, sosyal ve siyasal bir cinnet halidir. Siyasetçiler, kendilerine rant oluşturmak, konuşulmak, öne çıkmak, kendilerine verilen imkanlarıı korumak için lümpen davranmaya kendilerini mecbur, zorlanmış ve itilmiş hissederler. Siyaset bezirganları, lümpenliğe aşıktırlar ve şöyle derler: “Ey Lümpenlik! Ben sana mecburum!” Siyaset bezirganlarının lümpenliğe mecbur oluşu, onlara güç ve servet getirebilir. Ancak toplumun siyasi lümpenliğe prim vermesi, toplumun tamamına yıkım, çöküş, yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, sefalet, cehalet ve yoksulluk olarak döndüğünü hatırlatmak lazımdır. Özgür ve sivil toplum, siyasi lümpenliğe geçit ve prim vermeyecek kadar olgunlaşmış akıllı toplumdur.

Sosyal medya ve e hastalıklar çağı

 

İnstagram yasağı hepimizi yakından ilgilendirip etkilediği için toplumsal gözü bir anda sosyal medyaya çevirdi. Gazeteciler, iletişimciler, psikologlar, yeni medyacılar sosyal medyayı çok yönlü olarak, çeşitli açılardan ele almaya başladılar.

Bu minvalde yeni yeni bağımlılıklar, hastalıklar, teşhisler peyda oldu…

Sosyal medya bağımlılığının da kendi içinde bölümlendiği, farklı travmalar ya da semptomlarla görünür olduğuna dikkat çekiliyor.

Sözgelimi Facebook ile İnstagram ya da X ile Whatsapp bağımlılığı farklı sebeplere dayanabildiği gibi yoksunluğunun ortaya çıkardığı sonuçlar da farklı olabiliyor.

Uzmanlar her platformu kendi içinde ayrı ayrı inceleyip buna ilişkin yeni teşhisler ortaya koyuyorlar. Tüm bunların toplamı için de “e hastalık” ifadesi kullanılmaya başlanmış. Fiziksel, ruhsal hastalıklara şimdi bir de e hastalıklar eklendi iyi mi?

E hastalıklar; hayali titreşim sendromu, cheesepodding, photolurking, ego sörfü, Facebook depresyonu, Youtube Narsizmi, Borderline selfitis, Fantom titreşim sendromu gibi isimlerle adlandırılmış.

İsimleri ilk başta bize biraz yabancı gelse de hastalıkların semptomlarını okuduğumuzda aslında hepimizin her hastalıktan az ya da çok bir miktar nasiplendiğini kolaylıkla görüyoruz.

Bunlar içerisinde belki de en masum olanı hayali titreşim sendromu kabul edilebilir. Bu hastalık, gün içerisinde sık sık telefonumuza bildirim geldiğini zannetmek, gelmesini beklemek ve bildirim olmadığı zaman kendimizi yalnız hissetmek anlamına geliyor.

Yapılan araştırmalar sıkıntılı bir gün geçiren kişilerde gün içinde telefonu bildirim gelip gelmediğini kontrol etme sıklığının ve hayali titreşim hissetme eğiliminin arttığını gösteriyor. Bu hastalığa yakalanmış kişiler özellikle sosyal iletişimin azaldığı pazar günleri semptomların arttığını gözlemleyebilirler.

Youtube narsizmi de bireyin sosyal medya paylaşımlarının süreç içerisinde daha fazla görüntülenme hırsına evrilmesinin tanısı olmuş. Youtube videosu çekenlerin önemli bir kısmı yorum, beğeni ve görüntülenme sayısını takıntı haline getirirken içlerindeki narsizmi de palazlandırıyor.

Diğer hastalıkları detaylı anlatmayacağım ama medyatik ve popüler kişilerin çoğunda görülen ego sörfüne değinmeden geçmek de istemiyorum. Ego sörfü, sosyal medyayı aktif kullanan veya medya organlarında görünür olan kişilerin kendilerini ve fotoğraflarını aratmaları anlamına geliyor. Bu taramayı eğlence olarak yapanların yanında takıntı haline getirip sürekli yapanlar da mevcut.

E hastalıklar da detayları da fazla. Bu gidişle listeye her geçen gün yeni dijital/e hastalıklar eklenecek. Sosyal medya sunduğu fırsat ve kolaylıklar kadar bir dizi psiko-sosyal sorunları da beraberinde getiriyor.

Nitekim yetkili organlar da dijital alemden gelen tehdidin önemini fark etti ve bu yönde bir dizi çalışmalara başladı. Devlet, dijital bağımlılıkla mücadele için yeni bir strateji geliştiriyor. Dijital ve oyun bağımlılığıyla mücadele için yeni bir kurul oluşturuluyor.

E hastalıklar, oyunlar üzerinden gelen tehditler konuya ilişkin çalışmaların ciddiye alınarak ivedilikle gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor. Bu konuda hem devlete hem uzmanlara hem de topluma büyük görevler düşüyor.

Her şeyden önce bireyin bu risk ve olası krizleri bilip farkındalık içinde olması gerekiyor. Sosyal medya artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. En az zarar ile maksimum yarar peşinde olmak için önce bilinç ve farkındalık gerekiyor.

Sabiha DOĞAN

Milat Gazetesi

19.08.2024

16 Ağustos 2024 Cuma

 Yapay zeka (AI), günlük hayatımızda birçok alanı dönüştürme potansiyeline sahiptir. İşte yapay zekanın değiştirebileceği bazı alanlar:

1. İş Gücü ve Otomasyon
Yapay zeka, rutin ve tekrarlayan görevlerin otomasyonunu sağlayarak iş gücünde büyük bir dönüşüm yaratabilir. Fabrikalardan ofislere kadar, birçok iş kolunda yapay zeka destekli robotlar ve yazılımlar, insan işçilerin yerini alabilir. Bu durum, verimliliği artırırken aynı zamanda yeni iş tanımları ve beceri gereksinimleri ortaya çıkarabilir.

2. Sağlık Hizmetleri
Yapay zeka, hastalıkların teşhisinde, kişiye özel tedavi planlarının oluşturulmasında ve tıbbi araştırmalarda önemli bir rol oynayacak. AI, büyük veri setlerini analiz ederek hastalık belirtilerini erken tespit edebilir, bu da hastaların daha hızlı ve doğru tedavi almasını sağlar.

3. Ulaşım
Otonom araçlar (sürücüsüz arabalar), AI sayesinde trafik kazalarını azaltabilir, ulaşımı daha verimli hale getirebilir ve ulaşım altyapısını dönüştürebilir. Ayrıca, hava taşımacılığı ve lojistikte de yapay zeka tabanlı çözümler kullanılabilir.

4. Eğitim
Yapay zeka, öğrencilerin bireysel öğrenme ihtiyaçlarına göre uyarlanmış eğitim materyalleri ve programlar sunarak, eğitimde kişiselleştirmeyi artırabilir. Ayrıca, sanal öğretmenler ve danışmanlar, öğrencilere 7/24 destek sağlayabilir.

5. Kişisel Asistanlar
Yapay zeka tabanlı kişisel asistanlar (örneğin Siri, Alexa), ev işlerini yönetme, alışveriş yapma, takvim yönetimi gibi görevlerde insanların günlük yaşamlarını kolaylaştırabilir. Bu asistanlar, kullanıcıların tercihlerine göre özelleştirilmiş hizmetler sunabilir.

6. Finans ve Bankacılık
AI, finansal piyasaların analiz edilmesinde, yatırım kararlarının verilmesinde ve müşteri hizmetlerinin iyileştirilmesinde kullanılabilir. Ayrıca, dolandırıcılık tespiti ve risk yönetimi gibi alanlarda da önemli gelişmeler sağlayabilir.

7. Perakende
Yapay zeka, e-ticaret ve perakende sektöründe müşteri deneyimini kişiselleştirebilir. Örneğin, AI, alışveriş alışkanlıklarını analiz ederek müşterilere özel önerilerde bulunabilir ve tedarik zincirlerini optimize edebilir.

8. Eğlence ve Medya:AI, içerik oluşturma, film ve müzik prodüksiyonu, hatta sanal gerçeklik deneyimlerinin tasarlanmasında kullanılabilir. Kişiye özel medya önerileri ve otomatik içerik oluşturma, eğlence sektöründe devrim yaratabilir.

9. Güvenlik:Yapay zeka, güvenlik sistemlerinde izleme, yüz tanıma, ses tanıma ve davranış analizi gibi teknolojilerle suç önleme ve izleme konusunda büyük bir ilerleme sağlayabilir.

10. Tarım:AI, tarımda hassas tarım teknikleri, drone’lar ve sensörler ile daha verimli ve sürdürülebilir tarım uygulamaları geliştirebilir. Bu da gıda üretiminde verimliliği artırabilir ve kaynak kullanımını optimize edebilir. Yapay zeka, günlük hayatımızda bu ve benzeri alanlarda köklü değişiklikler yaratacak, hayatı daha verimli, kişisel ve bağlantılı hale getirecektir. Ancak, bu değişimlerle birlikte etik, gizlilik ve işsizlik gibi konuların da dikkatle ele alınması gerekecek.

 Yapay zeka, günlük hayatımıza hızla entegre oluyor ve birçok alanda köklü değişimlere yol açıyor. İşte yapay zekanın günlük hayatımızı nasıl etkileyebileceğine dair bazı örnekler:

Sağlık: Yapay zeka, hastalıkların teşhisinde, kişiye özel tedavi planlarının oluşturulmasında ve ilaç geliştirmede önemli rol oynayacak. Ayrıca, sağlık takibi ve erken uyarı sistemleri gibi alanlarda da kullanılacak.

Ulaşım: Otonom araçlar, trafik akışının optimize edilmesi ve kazaların azaltılması gibi konularda önemli gelişmeler sağlayacak. Yapay zeka, toplu taşıma sistemlerinin daha verimli çalışmasına da katkı sağlayacak.

Eğitim: Yapay zeka, öğrencilerin öğrenme süreçlerini kişiselleştirerek, daha etkili öğrenme yöntemleri sunacak. Öğretmenlere de öğrenci performansını analiz etme ve eğitim materyallerini geliştirme konusunda yardımcı olacak.

Evler: Akıllı ev sistemleri sayesinde evlerimiz, yapay zeka sayesinde daha konforlu ve güvenli hale gelecek. Aydınlatma, ısıtma, güvenlik sistemleri gibi birçok ev içi işlevi yapay zeka ile kontrol edilebilecek.

Alışveriş: Yapay zeka, kişiselleştirilmiş ürün önerileri, sanal mağazalar ve daha hızlı teslimat gibi alanlarda alışveriş deneyimini dönüştürecek.

İş hayatı: Yapay zeka, rutin işlerin otomasyonu, karar verme süreçlerinin iyileştirilmesi ve yeni iş modellerinin ortaya çıkması gibi alanlarda iş hayatını etkileyecek.

Sanat ve Eğlence: Yapay zeka, müzik besteleme, resim yapma ve hatta film senaryosu yazma gibi yaratıcı alanlarda da kullanılacak. Sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik gibi teknolojilerle birlikte daha etkileyici eğlence deneyimleri sunulacak.
Yapay zekanın günlük hayatımıza getirdiği diğer potansiyel faydalar:

Verimlilik artışı: Rutin işlerin otomasyonu sayesinde işler daha hızlı ve daha doğru bir şekilde yapılacak.

Maliyet düşüşü: Yapay zeka sayesinde üretim süreçleri optimize edilecek ve maliyetler düşürülecek.

Yeni iş imkanları: Yapay zeka teknolojilerinin geliştirilmesi ve uygulanmasıyla yeni iş alanları ortaya çıkacak.

Daha iyi kararlar: Yapay zeka, büyük veri setlerini analiz ederek daha doğru ve hızlı kararlar vermeye yardımcı olacak.
Ancak yapay zekanın bazı potansiyel riskleri de bulunuyor:

İş kayıpları: Rutin işlerin otomasyonu bazı işlerin ortadan kalkmasına neden olabilir.

Gizlilik sorunları: Yapay zeka, büyük miktarda kişisel veriyi işler. Bu verilerin güvenliği ve gizliliği büyük önem taşıyor.

Etik sorunlar: Yapay zekanın karar verme süreçlerinde tarafsız olup olmadığı ve etik değerlere uygun davranıp davranmadığı önemli bir soru.

Sonuç olarak, yapay zeka, günlük hayatımızı derinden etkileyecek bir teknoloji. Hem büyük faydalar sağlayacak hem de bazı riskleri beraberinde getirecek. Bu teknolojinin gelişimini yakından takip etmek ve potansiyel risklere karşı önlem almak önemlidir.