31 Aralık 2024 Salı

Önümüzdeki 1 Ocak 2025 Çarşamba günü, rahmet ve mağfiret iklimi mübarek üç ayların, manevî hayatımızı yeniden kuşatmaya başlayacağı gündür. Bizleri bu mübarek mevsime ulaştıran Yüce Rabbimize hamd û senalar olsun. Mevlam dolu dolu yaşamayı nasip eylesin amin…

Üç Aylar, hicrî kamerî takvime göre RecebŞaban ve Ramazan aylarıdır. Bu mübarek üç aylar girince, müminlerin kalplerini manevî bir hava kaplar, ruhları şenlenir. Bu mübarek aylar içerisinde öyle feyizli ve bereketli geceler vardır ki, Allahü Teâlânın rahmeti bu gecelerde müminler üzerine âdeta yağmur gibi yağar.


Üç aylar, yaratılış gayemizi yeniden tefekkür etme, sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlama, takvâ şuurumuzu yani kulluk bilincimizi pekiştirme aylarıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Allah, takvâ ile hareket eden ve iyilik yapanlarla beraberdir.” (Nahl 128) O halde kendimize, çevremize ve Rabbimize karşı sorumluluğumuzun bilincinde olalım; iyi bir müslüman olmak için gayret sarfedelim. Üç aylar, manevî yönden kendimizi yenilemek için büyük bir fırsattır. Gidişatımızı gözden geçireceğimiz, halimizi daha da güzelleştirmeye çalışacağımız günlerdir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “İman edip halini düzeltenlere korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (Enam 48) Öyleyse dünyevileşme ile örselenen zihin ve gönül dünyamızı yeniden ihya etmenin çabasında olalım. İbadetlerimizi eksiksiz olarak yerine getirelim. Hayır ve hasenatımızı ise, daha da artıralım.


Üç aylar duaya ve tevbeye, affa ve bağışlanmaya açılan kapıdır. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki“Ey iman edenler! İçtenlikle Allah’a tevbe edin.” (Tahrim 8) “Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, rahmetini üzerinize bolca yağdırsın ve kuvvetinize kuvvet katsın; sakın günahkârlar olup Allah’tan yüz çevirmeyin!” (Hud 52)Merhametlilerin en merhemetlisi Yüce Rabbimiz, bu mübarek hitabıyla, bizleri haramlardan vazgeçmeye ve günahlardan temizlenmeye davet etmektedir. O halde biz de, bu mübarek mevsimde Rabbimizin affına nâil olmanın yollarını arayalım. Bizi O’nun mağfiretinden uzaklaştıran kötülüklerden uzak duralım. Âilemiz ve bütün din kardeşlerimiz için samimiyetle dua edelim.


Bütün ibadetlerin, dinî gün ve gecelerin zamanı hicrî-kamerî takvime göre tesbit edilir. Kamerî aylar, mevsimlere bağlı değildirler, sene içerisinde devamlı döner ve her mevsime rastlarlar. (Şu anda hicrî-kamerî takviminin 1446. senesi içindeyiz.) Kıymetli geceye, kendinden sonra gelen günün ismi verilir. Yalnız, Arefe ve kurban bayramı günlerinin geceleri böyle değildir. Bu dört gece, bu günleri takip eden gecelerdir.


Sene içinde mübarek aylar, mübarek günler ve mübarek geceler olduğu gibi, mübarek saatler de vardır. Cuma günündeki icabet saati, gecenin son üçte biri olan seher vakti, ezan ile ikamet arası ve yağmurun yağdığı anlar, bunlardan birkaçıdır. Mübarek vakitlerde; namazları cemaatle kılmaya gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile namazları eda etmeliyiz. Mümkünse bu günleri oruçlu geçirmeliyiz. Çok Kuran-ı kerim okumalı, bol istiğfar etmeli, çok salâvat-ı şerife getirmeli ve bol bol sadaka vermeliyiz. Bu ibadetlerden iyi bir verim alabilmek için de; her türlü günahı terk etmeye ve güzel ahlaklı olmaya çalışmalıyız. Yoksa bir taraftan ibadetler ve hayırlı işler yapıp sevaplar kazanırken, diğer taraftan; çeşitli günahlar ve kul hakları yüzünden; kazandığımız sevapları kaybedebiliriz… Cümleten nice üç aylara…

Cimri olmak boşanma sebebi midir?

Halk arasında “cimrilik” olarak nitelediğimiz durum , medeni kanunun boşanma ilgili hükümlerinde “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebeplerinden biri olarak Yargıtay içtihatlarında “ekonomik şiddet” kavramıyla karşımıza çıkmaktadır.

Ekonomik şiddet, bir kişinin diğerini finansal olarak kontrol etmesi, bu kişi üzerinde maddi baskı kurması ve onun ekonomik bağımsızlık hakkını kısıtlaması durumudur. Bu şiddet türü, genellikle fiziksel şiddetle birlikte veya onun yerine uygulanabilir.

Ekonomik şiddet ve cimrilik nedeniyle boşanma davası, bir eşin ekonomik gücünü diğer eşe karşı baskı, zorlama veya tehdit aracı olarak kullanması ya da parasını ailenin yaşamını zorlaştıracak kadar harcamaktan kaçınması sebebiyle açılan davadır. Bu davada, ekonomik şiddet veya cimrilik nedeniyle ortak yaşam çekilmez hale gelmiş ve evlilik birliğini temelden sarsılmışsa boşanmaya karar verilecektir.

Hangi davranış şekillerinin ekonomik şiddet oluşturacağı hususu ise Yargıtay içtihatlarıyla ortaya çıkmaktadır. Yargıtay’ın ekonomik şiddet hususunda en çok temel aldığı konu aile yaşantısı içerisinde zorunlu ihtiyaçların engellenmesidir. İaşe olarak tanımlayabileceğimiz zorunlu giderler; beslenme, giyinme gibi hayatın zorunlu ihtiyaçlarını göstermektedir. Eşin mutfak giderlerini karşılamaması veya en düşük seviyede karşılayarak baskı uygulaması, giyinme, yeme içme gezme, gibi olası giderlerde sorun çıkarması ekonomik şiddete örnek teşkil etmektedir. Yargıtay tarafından kabul edilen bir diğer ekonomik şiddet örneği ise eşe harçlık verilmemesidir. Kişinin bireysel ihtiyaçlarını karşılaması adına belirli bir ekonomik özgürlüğü olmalıdır. Bu nedenle eşin diğer eşe, bireysel harcamaları için para vermemesi ekonomik şiddet olarak kendini gösterecektir.

Ekonomik şiddet sayılabilecek hallere örnekler şunlardır:

  • Evlilik içerisinde eşlerin veya çocukların temel ekonomik gereksinimlerini veya ihtiyaçların karşılanmaması,
  • Geliri olmayan eşe ve çocuklara para vermemek,
  • Geliri olmayan eşe ve çocuklara çok az para vermek ancak bu parayla ederinden fazla şey yapılmasını istemek,
  • Eve ara ara gelmeyerek evin ihtiyaçlarını karşılamamak,
  • Eşi veya çocukları zorla bir işte çalıştırmak,
  • Çalışmak isteyen eşi veya çocukları engellemek,
  • Ekonomik olarak bütün aileyi ilgilendiren konularda tek başına karar almak,
  • Ailenin gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek,
  • Kadının zorla ziynet eşyalarını almak,
  • Sık sık kendi yüzünden işten atılacak olaylara karışmak,
  • Eşin kredi kartına veya maaşına el koymak, ekonomik şiddet örnekleridir.

Ekonomik şiddet, bazen fiziksel kanıtlar bırakmayabilir, ancak şiddetin varlığı hala kanıtlanabilir. Şiddet uygulayan kişinin kontrolündeki banka hesapları, kredi kartı faturaları, maddi kaynaklara erişimle ilgili belgeler, tanık ifadeleri ve yazılı iletişimler (mesajlar, e-postalar) bu durumu belgelemek için kullanılabilir. Bu belgeler, mahkemede güçlü bir delil olarak sunulabilir. Ayrıca tanık da bu hususta önemli bir delildir.

Açılacak olan boşanma davası için hangi eylemlerinin ekonomik şiddet ve cimrilik sayılarak boşanmaya sebebiyet vereceği incelenmeli, bu olgularının nasıl ispatlanabileceği tespit edilmeli ve usuli işlemler hukuki şekilde yapılmalıdır. Zira, boşanma davası süreci ve sonucunda hakimin vereceği kararda eşlerin boşanmadaki kusur oranı belirleyici olacaktır.

30 Aralık 2024 Pazartesi

Faiz İndirimi: Ekonomiyi Canlandıracak mı, Yoksa Yeni Riskler mi Doğuracak?

26 Aralık 2024'te Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), politika faizini yüzde 50'den yüzde 47,5'e indirdi. Bu karar, ekonomideki gelişmelerin ve zorlukların bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Gelin, bu kararı biraz daha detaylı bir şekilde ele alalım.

Enflasyon ve Faiz İndirimi Merkez Bankası, Kasım ayında enflasyonun pek değişmediğini, Aralık ayında ise bir miktar düşüş işaretleri gördüğünü açıkladı. Hizmet sektöründeki fiyat artışları yavaşlamış, gıda fiyatlarında da nispeten daha sakin bir seyir gözlenmiş. Ancak fiyatlardaki bu iyileşmeye rağmen, enflasyonun genel eğilimi hâlâ belirsizliklerle dolu.

Faiz indirimi kararı, enflasyonun kontrol altına alınması kadar, ekonomiyi canlandırma hedefini de taşıyor. Merkez Bankası, bu adımla birlikte, vatandaşın cebini rahatlatarak tüketimi ve yatırımları artırmayı hedefliyor. Ancak bu indirimin gerçek etkilerini, piyasalardaki dalgalanmaları ve enflasyon oranlarını takip ederek önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Döviz ve Rezervler Döviz kuru ve rezervler konusundaki son veriler, faiz indiriminin ekonomi üzerindeki baskıyı artırabileceğini gösteriyor. 20 Aralık itibarıyla Merkez Bankası toplam rezervleri bir haftada 7 milyar dolar azalarak 156 milyar dolara düştü. Brüt rezervler 92 milyar dolar seviyesine gerilerken, altın rezervleri de yaklaşık 1,5 milyar dolarlık bir düşüş gösterdi. Dolar/TL kuru ise 27 Aralık'ta 35,26 seviyesinde.

Rezervlerdeki bu düşüş, piyasalarda kırılganlık yaratıyor. Dolar talebindeki artış, döviz kurunu daha da yukarılara taşıyabilir. Bu nedenle, faiz indiriminin dövize olan talep üzerindeki etkisini dikkatle izlemek gerekiyor. Eğer kur dalgalanmaları kontrol altına alınamazsa, enflasyon üzerindeki baskılar artabilir.

Küresel Ekonomi ve Türkiye Küresel ekonomik koşullar da Türkiye'nin bu kararlarını etkiliyor. ABD Merkez Bankası (Fed), faizleri sabit tutarken önümüzdeki yıllarda parasal sıkılaşma sürecine devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Bu durum, gelişmekte olan ülkeler için dış finansman olanaklarını daraltabilir ve risk primlerini artırabilir.

Türkiye, faiz indirimleriyle içeride ekonomik aktiviteyi canlandırmayı hedeflerken, dışarıdan gelecek sermaye hareketlerinin azalması riskiyle karşı karşıya. Bu dengeyi sağlamak, TCMB için zorlayıcı bir görev olabilir. Özellikle döviz kuru istikrarının sağlanması, ekonomideki güveni korumak açısından kritik.

Rezervlerin Önemi ve Piyasa Güveni Merkez Bankası rezervleri, ekonomi için bir tür güvence mekanizmasıdır. Son dönemde rezervlerde görülen azalma, piyasalarda "acaba bu güvence zayıflıyor mu?" sorularını gündeme getiriyor. Rezervlerin tekrar artışa geçmesi, piyasadaki kırılganlık algısını azaltabilir ve faiz indiriminin olumlu etkilerini destekleyebilir.

Sonuç: Dengeli Politikalar Şart Sonuç olarak, TCMB’nin faiz indirimi, ekonomik büyümeyi ve vatandaşın alım gücünü artırmayı hedefleyen bir adım. Ancak bu adımın başarıya ulaşması, döviz kuru istikrarı, rezerv yönetimi ve piyasa güveninin korunmasına bağlı. Ayrıca, hükümetin mali politikalarıyla Merkez Bankası’nın uyum içinde çalışması da büyük önem taşıyor.

Hepimizin cebini, bütçesini ve gelecek beklentilerini etkileyen bu kararlar, doğru adımlarla desteklenirse ülke ekonomisine olumlu katkı yapabilir. Önümüzdeki dönemde alınacak kararları dikkatle takip etmek gerekiyor. Ekonomik göstergelerdeki her hareketin, vatandaşın günlük hayatına yansıması olacağını unutmamalıyız.

26 Aralık 2024 Perşembe

25 Aralık 2024 Çarşamba

Türkiye Yüzyılında ülkemizin Savunma Sanayi ve Havacılık Stratejik Vizyonuna hizmet kolu da eklenerek “Küresel güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayi alanında ürün ve hizmet ihracı ile küresel pazar payını artırmak” şeklinde olmalıdır. Savunma ve Havacılık sektörü katma değerli mal ihracında hedeflerin ilerisindedir. Sektöre mal ihracının yanı sıra katma değerli hizmet ihracı kalemi de konulmalı ve desteklenmelidir. Özel kuruluşlarca yürütülen Savunma Hizmet sektörünün küresel ölçekteki ederi 200 milyar $’ı aşmış durumdadır. Sadece kendi iş hacmi 200 milyar $’ı aşan sektörün, ülkelerin dış politikada etkisini artırmaktadır. Ayrıca dost ve kardeş ülkelerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin taktiği ve tekniğine uygun şekilde eğitilmesi ileride tesis edilecek askeri ve savunma iş birliklerinin önünü açacaktır. Bu manada yapılması gereken şey sağlam bir zemine oturmuş yasal mevzuat ile birlikte Savunma Sanayi Hizmet sektörünün teşvik edilmesidir.

 24.12.2024 tarihi itibariyle; kurulu güç 115.266 MW oldu. Santral Sayısı: 33.047 adet oldu. 31 Temmuz 2024 ile 24 Aralık 2024 tarihleri arasında toplam 5.991 adet santral devreye girmiştir. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 4.072 MW artış kaydedildi. Yılbaşından bu yana kurulu güç değeri 8.710 MW artış kaydedildi. 

​2024'te Türkiye Ekonomisi: Zorlu Sınavlar ve Umutlar

2024 Yılı Ekonomik Performansı: Dönem Değerlendirmesi

2024 yılı, Türkiye ekonomisinin inişli çıkışlarla dolu bir yılı oldu. Enflasyon, döviz kurları, asgari üret artışları ve Merkez Bankası rezervlerindeki gelişmeler, gündemin ana başlıklarını oluşturdu. Bu unsurlar, hem hanehalkının günlük yaşamını hem de şirketlerin karar alma süreçlerini etkiledi.

İlk olarak, enflasyon oranlarında yıl boyunca bir yavaşlama gözlemlendi. 2024’ün son çeyreği itibariyle tüketici fiyat enflasyonu %48,58 seviyesine geriledi. Bu gerileme, Merkez Bankası’nın şahin para politikaları, talep dengelenmesi ve uluslararası enerji fiyatlarındaki oynaklıkların etkisiyle mümkün oldu. Ancak, özellikle hizmet sektörü gibi alanlarda fiyat katılıkları devam etti.

Merkez Bankası, brüt rezervlerini 163,5 milyar dolara çıkararak olumlu bir tablo ortaya koydu. Swap hariç net rezervlerin de 50 milyar dolara ulaşması, finansal istikrar için önemli bir adım oldu. Bununla birlikte, kredi piyasalarındaki daralma ticari kredilerde büyümeyi sınırlı tuttu. İç talebin dengelenmesi ve ihracat gelirlerindeki artış, cari dengede iyileşmeyi destekledi.

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) yıllık bazda %5,1 oranında artış gösterdi. Ancak, dayanıklı tüketim mallarına olan harcamaların yavaşladığı ve özel tüketim katkısının azaldığı görüldü. Buna karşın, net ihracatın büyümeye pozitif katkısı devam etti.

Bunun yanı sıra, istihdam piyasalarında önemli bir hareketlilik yaşandı. Mevsimsellikten arındırılmış veriler, özellikle üretim sektöründeki toparlanmanın istihdam artışına katkı sağladığını gösteriyor. Ancak, hizmet sektöründeki fiyat katılıkları ve reel üretlerdeki baskılar, toplam talepte beklenen canlanmanın önünde bir engel oluşturdu.

2025 Yılı İçin Beklentiler ve Fırsatlar

2025 yılı, Türkiye ekonomisi için kritik bir yıl olacak. Merkez Bankası’nın şahin politikalarını gevşetmesi beklenirken, bu adımların yatırım ortamını desteklemesi hedefleniyor. Fonlama oranlarının %3,9 seviyesine gerilemesi ve işsizlik oranının %4,3 seviyesine düşmesi öngörülmekte. Enflasyon ise %21 seviyesine gerileyerek fiyat istikrarının yeniden sağlanması için önemli bir eşik olacak.

Bu düşük enflasyon ortamı, hem hanehalkının harcama gücünü artıracak hem de şirketlerin uzun vadeli yatırım kararlarında daha cesur davranmasını sağlayacak. Ancak, bu hedeflerin gerçekleşmesi için özellikle yapısal reformlara odaklanılması şart. Vergi sistemi, çalışma mevzuatı ve yargı sistemindeki düzenlemeler, yatırım ortamının iyileşmesi için öncelikli alanlar olacak.

Özel sektörde, yabancı yatırımları çekmek ve iş ortamını iyileştirmek için yeni reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. Sanayi ve teknoloji alanındaki yatırımlar, ekonomik dengelerin çeşitlendirilmesine katkı sağlayabilir. Bunun yanında, ihracata dayalı büyümeyi destekleyecek stratejiler kritik önem taşıyor.

Dengeli ve Sürdürülebilir Büyümeye Doğru

2024, Türkiye ekonomisinin daha dengeli bir yapıya geçiş sürecini başlattığı bir yıl oldu. 2025’te uygulanacak yapısal reformlar ve doğru politikalar, sadece ekonomik iyileşmeyi değil, aynı zamanda toplumsal refahın artırılmasını da sağlayabilir. Fiyat istikrarı ve sürdürülebilir büyümeyi birleştiren politikalar, uzun vadeli kalkınma hedeflerine ulaşılmasında belirleyici olacak.

Bu hedeflere ulaşılması için öncelikli olarak şu adımlara odaklanılması gerekmektedir:

Eğitim ve teknoloji yatırımları için Ar-Ge destekleri artırılmalı, dijital dönüşüm hızlandırılmalı ve nitelikli iş gücü yetiştirilmelidir. Mali disiplinde vergi reformlarıyla adaletli bir sistem oluşturulmalı, kamu harcamaları etkinleştirilmeli ve şeffaflık sağlanmalıdır. Küresel rekabet gücünü artırmak için ihracat teşvikleri geliştirilerek lojistik altyapı iyileştirilmeli, Türk markaları desteklenmeli ve yeni ticaret anlaşmaları yapılmalıdır. Finansal sistemde sermaye piyasaları derinleştirilerek KOBİ'lere erişim kolaylaştırılmalı, bankacılık düzenlemeleri güçlendirilerek dijital finans teşvik edilmelidir. Bu adımlar, sürdürülebilir büyüme ve ekonomik istikrarın anahtarı olacaktır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerine ulaşması için önündeki en büyük engel belirsizliktir. Ancak, siyasi ve ekonomik istikrarın sürmesi durumunda, 2025 sadece bir toparlanma yılı olmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik geleceğine dair umutların gerçeğe dönüştüğü bir yıl haline gelecektir.


22 Aralık 2024 Pazar

İnsanlığın gerçek serüveni düşünmekle başlar. İnsan kendini bilme bulma ve olma yolunda düşünen aynı zamanda üreten bir varlıktır. Çünkü insanın zihnindeki düşünceler belli bir süre sonra ister istemez üretmek de isteyecektir. İnsan iyiyi kötüyü, güzeli çirkini ayırt etme kabiliyetlerine sahip olmadıkça insan olma sürecini tamamlayamaz.

Toplumu oluşturan insan, bütün değerleriyle gizemli bir varlık olarak günümüze kadar medeniyetler inşaa etmiştir. Dijital değişim ve dönüşümün hızla ilerlediği günümüzde insanlığının en büyük tehditlerinden biri olarak bu dönüşümün insanlığı yalnızlaştırdığını geçmişten gelen kültür ve medeniyetten uzaklaştırdığını söyleyebiliriz.

İnsan, çevresini etkilediği gibi, aynı zamanda çevresinden de etkilenir. Bu yönüyle insan, etkili bir iletişim kullanır. Toplumu oluşturan bireyler ortaya koydukları genel kabul gören konularda birbirleriyle etkileşimi sürekli sürdürürler. Bu etkileşim sonucunda ortak paylaşım değerleri oluşur. İnsan, toplumun bu ortak paylaşımlarını nesilden nesile aktarır.

Besle kargayı oysun gözünü, bu devirde babana bile güvenme gibi bireyi yalnızlığa ve sürekli tedbirli olmaya yönlendiren bu olumsuz deyişlere kulak asmayarak, çevremizde birbirimize iyilik yaparak kurtulabiliriz.

Toplumda herkes herkese "İyi şeyleri kabul et, kötü şeyleri reddet." diyor. Ben ise öyle şeyler söylemiyorum. Anadolu'da meşhurdur eskiden bizim çocukluğumuzda "Yemek buldun mu yanaş, dayağı gördün mü sıvış."diye, öğüt verirlerdi büyüklerimiz. Artık ne o zamanki çocuklarız nede bize öğüt verecek büyüklerimiz kaldı, hepsi bu dünyadan terki diyar eylediler. Artık size çocuk olmadığınızı hatırlatmak istiyorum. Yemek bulduğunuz zaman, hemen o yemeğin başına çöküp o yemeği yemeden önce iyi bir düşüneceksiniz. O yemeği yemenin nelere mal olacağını hesap etmek, akıllı bir insanın kârı değil.

Her insanın iç dünyasında bir Habil ve birde Kabil vardır.Herkes iyi insan olamaz, Önemli olan insanın bu iç dünyasındaki, iyilik hareketinin galip gelmesidir, gerisi lafı güzaf. İnsanın yaptığı her hareket onun bir seviyeden başka bir seviyeye ilerlemesini sağlar. Bu ilerleyiş insanın kendisine kâr ya da zarar vereceği gibi, başka insanlara da kâr yada zarar verebilir. İyiyi ve kötüyü ayırt etme yeteneğine sahip olan insan doğruları görebilen insandır.

Eğitimin doğası

Dünya ve insanlık, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yoğun bir değişim içindedir. İnsanlar ve toplumlar, değişmekte, gelişmekte ve çeşitlenmektedirler. Teknolojinin, bilimin ve globalleşmenin etkisiyle ve iticiliğiyle bütün toplumların renklilikleri ve çeşitlilikleri değişmekte, ihtiyaçlarına uygun çözümler bulmak durumunda kalmaktadırlar. Eğitim, insanların ve toplumların değişimi takip etmek etmek ve yeni ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları en önemli imkan ve tecrübe durumundadır.

Dünyanın sorunlarına cevap vermek ve insanların hayatın değişmelerine uyum sağlamaları için eğitim, dünyaya ve hayata dair olmalıdır. Dünyaya dair olmayan bir eğitimin, insanla ve hayatla bir ilişkisi, ilgisi ve işlevi bulunmamaktadır.

Dünyaya ve hayata dair bir eğitim, özgür olmalıdır. İnsan üstü ve ötesi hiçbir güç ve otorite adına eğitime müdahale edilmemelidir. Eğitim, her yönüyle insani ve dünyevi olmalıdır. Eğitim, bütün insan ve dünya dışılıklardan özgürleşmelidir. Yüzyıllar öncesinin kalıplarıyla, kurumlarıyla, kavramlarıyla ve kabulleriyle eğitimin yapılması mümkün değildir. İnsanlar, eğitim süreçlerinde dünyaya ve hayata dair yeni fikirler ve pratikler oluşturma özgürlüğüne sahip olmalıdırlar. Özgürlüğü ve insanı esas almayan eğitim, eğitim değildir.

Eğitim, bir inancı, ideolojiyi, yaşam tarzını ve kimliği empoze etmenin aracı değildir. İnsanlar, kendilerine uygun inancı, ideolojiyi, yaşam tarzını veya kimliği seçebilirler veya oluşturabilirler. Eğitim, hiçbir inancın ve ideolojinin hizmetinde olmamalıdır. Eğitimin endoktrinasyon sürecine dönüşmemesi, eğitimin insani ve dünyaya dair olan doğasını korumak açısından büyük önem taşımaktadır.

İnançlar, ideolojiler, kimlikler, kültürler, yaşam tarzları dünyanın her yerinde dünyayı doldurmaktadır. İnsanlar, çok kültürlü ve kimlikli olan şehirlerde, dijital platformlarda inançlarını, değerlerini ve geleneklerini yaşayabilmekte ve koruyabilmektedirler. Çokkültürlülüğün, çok kimlikliğin ve insani çoğulculuğun olduğu dünyamızda eğitim, günümüz ihtiyaçlarına uygun çoğulcu bir karaktere sahip olmalıdır. Bilimsel, rasyonel, insani ve özgür olması gereken eğitim, modern dünyaya uygun modern bir eğitim olmalıdır. Modern ve medeni olmayan anlayışların, kalıpların ve kurumların tekelindeki faaliyetler, eğitim değildir.

Eğitimin başında, ortasında ve sonunda bilim ve akıl olmalıdır. İnsanı ve doğayı sağlıklı ve sağlam verilere ve metotlara dayalı olarak anlamak, araştırmak ve açıklamak isteyen modern bilim anlayışının aksine doğruluğu kendinden menkul spekülasyonların, kurguların ve kalıpların doğru olarak dayatılması, eğitimin insani doğasına aykırıdır. İnsanın içinde olmadığı, insana rağmen insana hayali kurguların doğru olarak dayatılması, insanın duygusal, düşünsel ve davranışsal olarak çökertilmesi ve çürümesi anlamına gelmektedir. Eğitim adı altında hiçbir şey uğruna ve adına insan, çürütülmemelidir ve çökertilmemelidir. İnsanı doğrultacak, canlandıracak ve dinamik kılacak en önemli araç bilimin ve aklın merkezde olduğu modern eğitimdir.

Eğitimin doğası eleştiridir. Toplumsal kabullerin, kimliklerin ve kalıpların hepsi eğitim sürecinde eleştirilebilir ve sorgulanabilir. Eğitim, kültürün ve geleneğin sorgusuz sualsiz öğretildiği ve dayatıldığı bir süreç değildir. Bireylere her öğretileni ezberlemek, tekrarlamak ve teslim olmak zorunda olan robotlar ve papağanlar olarak yaklaşılamaz. Bireyler, akıllarıyla düşünen ve sorgulayan öznelerdir. İnsanlığa ve doğaya dair bütün bilgiler, kaynaklar, kalıplar ve kimlikler, birey için birer ilham kaynağı olarak görülebilirler. Hiçbir şey mutlak doğru değildir. Eğitim süreçlerinde bireylere insana ve dünyaya dair her şeyi sorgulamak ve düşünme imkanları araçları ve kanalları sunulmalıdır. Eğitimde hiçbir teori veya inanç, kutsal veya mutlak doğru olarak kabul edilemez. Eğitimde bütün teoriler ve inançlar sorgulanmalı ve eleştiriye tabi tutulmalıdır.

Eğitimin amacı, kişinin kendisini, doğayı ve dünyayı tanımasını sağlamak, insan olarak dünyadaki varoluşunu ve gelişimini sağlamak için gerekli olan rasyonel, eleştirel ve bilimsel kapasitesini ve yeteneklerini arttırmaktır. Eğitimde kişinin kendini ifade etme ve diğer insanlarla etkileşimde bulunma yeteneklerinin arttırılması büyük önem arz etmektedir. Eğitimde kişinin öğrenmesi gereken değerler demokrasi, barış, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük, çoğulculuk, hoşgörü, doğayla dost olma ve sürdürülebilir kalkınmadır.

​"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!.."

Doğruluk, müslümanın en temel özelliklerindendir. Allahü Teâlâya gerçek anlamda inanmış bir müslüman; kalbiyle, sözüyle, işiyle velhasıl her yönüyle doğru olmak zorundadır. Müslüman iki yüzlü olmaz. O, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur. Sözü özüne uyar. İçi başka dışı başka olmaz. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” (Hûd 112) Gerçek mümin; hakkı sever, hakkı söyler, hakkı saklamaz ve haktan rahatsız olmaz. Başkalarının hakkına asla tecavüz etmez. Yalan söylemez, yalan yere yemin etmez, yalancı şâhitlik yapmaz. Hiçbir işine hile karıştırmaz. İşte doğruluk ve istikamet budur…

Fertleri, doğruluk vasfını kaybetmiş toplumlarda, yalancılık hâkim olur. İnsanlar arası ilişkiler yapmacık olur ve doğruluktan uzaklaşır. İnsanlar şahsî çıkarlar peşinde birbirlerini kandırmak için türlü oyun ve desiselere başvururlar. Böyle bir toplumda insanlar, âhireti düşünmez, materyalist dünyanın hevâ ve heveslerine uyarlar. Çünkü böyle insanlarda, Allah korkusu yoktur. Bu, kuşku toplumudur. Kimse kimseye güvenmez. Böyle bir toplumda, yalancılık yüzünden çoğu zaman hakikat da ortaya çıkmaz...

Doğruluktan ayrılanlar, yalnız içinde yaşadıkları cemiyete zarar vermekle kalmazlar, kendilerinden sonraki nesillere de kötü örnek olurlar. Doğruluktan ayrılanlar, aslında başkalarını değil, kendilerini aldatmakta ve yıkmaktadırlar. Dolambaçlı ve gayr-ı meşru yollarla elde edilen servetler, sahiplerine dünyada bir leke, âhirette ise ateştir. Dürüstlükle ve meşru yollardan elde edilen kazançlar ise, az da olsa sahibini huzur ve saadet içinde yaşatır. Âhirette ise, cennete girmesine vesile olur. Gerçek mümin, şartlar ne olursa olsun, emrolunduğu gibi dosdoğru olup istikametten ayrılmaz; yalana, hileye tenezzül etmez ve şerefine gölge düşürmez.

Nifak; insanın içinin dışına uymamasıdır. Bu durum kimde tahakkuk ederse, münafıkların bir vasfını taşıyor, demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî) Bu alametler, nifakın açık delilleridir.

Yalan söyleyenin, vaadini yerine getirmeyenin ve emanete ihanet edenin özü sözüne uygun değildir. Bu üçü de toplumsal düzenin destek aldığı üç yüksek faziletin tam zıddıdır. Her şeyden önce itimat edilecek olan şey sözdür. Toplumsal, hukukî ve siyasî ilişkiler sözlü itimatlarla cereyan eder. Bunun içindir ki yalan, her din ve millette denaet-i ahlakiye yani ahlakî alçaklık olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı yalanın her çeşidinden kaçmalı ve doğruluğu şiar edinmeliyiz. Tam olarak doğru olabilmek için şunlara dikkat etmek gerekir:

Sözde doğruluk: Konuşurken, bir şeyden söz ederken; gerçeği çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak lazımdır. Zaruret olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Ağzımızdan çıkan her söz doğru olmalı, vâki olanı yani olguyu yansıtmalı ve hakikatin ta kendisi olmalıdır. Allahü Teâlânın bize verdiği en büyük nimetlerden biri de lisandır. İnsan bu nimeti, Allah’ın yasak ettiği şeylerde; yalanda, dolanda kullanırsa o büyük nimeti tepmiş ve nankörlük etmiş olur.

Niyette doğruluk: Yapmak istediğimiz işi, sırf Allahü Teâlânın rızasını kazanmak için yapmaya niyetlenmeli ve bu hâlis niyete asla başka birşeyi karıştırmamalı, yani ihlası elden bırakmamalıyız.

Azimde Doğruluk: Hayırlı işler yapmayı tasarlarken gerçekçi ve doğru olmak gerekir. Mesela, “şöyle bir imkâna sahip olursam, şu hayırlı işleri yaparım” diyen kimse, o imkâna sahip olduğunda sözünde durmazsa, azminde doğru yok, demektir.

Fiilde doğruluk: Hakkaniyetle hareket etmek, haktan ayrılmamak, sözün öze uygun olması. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak ve yanlı iş yapmamak gibi.

Dinimiz, doğruluğa çok önem verir; doğru olmayı tavsiye eder ve aynı zamanda doğru insanlarla beraber olmayı da emreder. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” (Tevbe 119)

Modern yaşamın iki yüzü

Günümüz dünyasında kurumsal iş hayatının monotonluğu ve tükenmişlik hissi, insanları daha özgür ve esnek yaşam tarzlarına yönlendiriyor. Dijital göçebelik ve zihinsel göçebelik, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmeleri ve hayatlarına farklı bir yön vermeleri için önemli fırsatlar sunuyor.

Dijital göçebelik, teknolojinin sunduğu imkânlarla herhangi bir yerden çalışmayı mümkün kılıyor. Bu yaşam tarzını benimsemek, bireylerin hem profesyonel hem de kişisel hayatlarında özgürlük elde etmelerini sağlıyor. Ancak bu özgürlük, beraberinde disiplin ve planlama gerektiriyor. Güvenilir bir internet bağlantısına sahip olmak, dijital göçebe yaşamının en temel gerekliliklerinden biri. Ayrıca, sürekli değişen bir çevrede çalışmanın getirdiği zorluklarla başa çıkabilmek için etkili zaman yönetimi ve öz disiplin geliştirmek büyük önem taşıyor. Yeni bir yere taşınmak veya sürekli seyahat etmek, bireyin sosyal çevresini zayıflatabilir. Ancak bu durum, yeni insanlarla tanışmak ve kültürel etkileşimlere açık olmakla aşılabilir. Derin ve anlamlı sosyal bağlar kurmaya çaba göstermek, yalnızlık hissini azaltırken yaşam deneyimini de zenginleştirir.

Bunun yanında, dijital göçebelik aynı zamanda bireylere küresel bir perspektif kazandırır. Farklı ülkelerde yaşamak ve çalışmak, bireyin kültürel farklılıkları anlama ve bunlara adapte olma becerisini geliştirir. Örneğin, bir dijital göçebe Tayland’da çalışırken hem yerel yaşam tarzını öğrenebilir hem de iş dünyasının dinamiklerini bu yeni çevreye göre yeniden şekillendirebilir. Ayrıca, dijital göçebelik bireylerin iş-yaşam dengesi kurmasına olanak tanır; doğal güzelliklere sahip bir yerde çalışmak, hem üretkenliği hem de yaşam memnuniyetini artırabilir.

Zihinsel göçebelik ise fiziksel bir yer değiştirme olmaksızın, bireyin farklı kültürler, düşünce sistemleri ve yaşam biçimleri arasında zihinsel bir yolculuğa çıkmasını ifade eder. Bu süreç, bireylere hem entelektüel hem de duygusal zenginlik sağlar. Ancak, sürekli farklı kültürler arasında düşünsel geçişler yapmak, zaman zaman kimlik bunalımı gibi sorunlara yol açabilir. Kişinin kendi kimliğini tanıması, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yönetilmesinde kritik rol oynar. Zihinsel göçebelik, bireyin empati yeteneğini geliştirirken dünya görüşünü genişletir ve farklı bakış açılarına daha açık bir birey olmasını sağlar. Farklı kültürlerle etkileşim kurmak, bireyin kendi sınırlarını aşmasına ve yeni düşünce biçimlerine adapte olmasına yardımcı olur.

Ayrıca, zihinsel göçebelik bireylerin yaratıcılıklarını artırma potansiyeline sahiptir. Farklı kültürler ve düşünce sistemleri, bireyin problem çözme becerilerini geliştirir ve yeni bakış açıları kazandırır. Örneğin, Japonya'nın minimalizm felsefesini öğrenen bir zihinsel göçebe, bu yaklaşımı kendi hayatına entegre ederek daha sade ve anlamlı bir yaşam sürdürebilir.

Dijital ve zihinsel göçebelik, bireylerin küreselleşen dünyada kendi yerlerini bulmaları ve kendilerini yeniden tanımlamaları için güçlü araçlar sunar. Her iki yaşam biçimi de özgürlük, esneklik ve kişisel gelişim vadeder. Ancak bu süreçlerin her biri, bireyden belli bir düzeyde kararlılıkaçık fikirli olma ve öz sorumluluk gerektirir. Bu yaşam tarzlarını benimsemeyi düşünen bireyler, önceliklerini netleştirerek kendilerine uygun bir strateji geliştirebilir ve bu yolculuklardan en yüksek verimi alabilir.

Nihayetinde, dijital ve zihinsel göçebelik modern çağın sunduğu iki farklı ama birbiriyle bağlantılı yaşam biçimidir. Bu yolculuklardan birine veya her ikisine birden adım atmayı seçen bireyler, hayatlarına hem unutulmaz deneyimler hem de derin zenginlikler katabilir. Önemli olan, bu süreçleri bilinçli bir şekilde yönetmek ve kendinizi bu yolculuklara açık hale getirmektir. Her iki göçebelik biçimi de bireylere, küresel dünyada kendilerine yeni bir yer açma ve benzersiz bir yaşam öyküsü oluşturma fırsatı sunar.

10 Aralık 2024 Salı

​Güvenlik Bölgeden Güvenli Dönüşe

Suriye’de Beşşar Esat rejiminin Başkent Şam’da kontrolü kaybetmesi, yalnızca ülkenin geleceğini değil, bölgenin de dinamiklerini yeniden şekillendirecek bir dönüm noktasını işaret ediyor. 2011’de halkın özgürlük talepleriyle başlayan, ancak rejimin sert müdahaleleriyle iç savaşa dönüşen süreç, Suriye’yi derin bir yıkıma sürükledi. Bugün ise, başkentteki kritik gelişmeler, Esat’ın halk desteğini yitirdiğini ve rejimin askeri ve siyasi olarak tükenmeye başladığını açıkça gösteriyor. Ancak, bu çöküşün ardından Suriye’deki geçiş süreci, hem büyük fırsatlar hem de ciddi riskler barındırıyor.

Esat rejiminin çöküşü, Suriye için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Başbakan Muhammed Gazi el-Celali’nin açıklamaları, geçiş sürecinin uluslararası desteğe dayalı barışçıl bir şekilde yönetilmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak, bu süreçte dikkat edilmesi gereken iki kritik unsur var: Birincisi, geçiş sürecinin yönetimi. Suriye’nin farklı gruplarının sürece eşit şekilde dahil edilmesi, toplumsal meşruiyetin sağlanması açısından büyük önem taşıyor. Herhangi bir grubun dışlanması, sadece sürecin meşruiyetini zedeler, aynı zamanda yeni rejimin istikrarsızlıkla karşılaşmasına yol açabilir. İkincisi ise, bölgesel ve uluslararası dengeler. Türkiye, İran, Rusya ve ABD gibi bölgesel aktörler arasındaki nüfuz mücadelesi, Suriye’nin geleceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak. Bu bağlamda, uluslararası toplumun, Suriye’nin iç işlerine müdahale etmeden sadece destek sunması gerektiği unutulmamalıdır.

Suriye’nin geleceği hakkında atılacak adımlar, aynı zamanda bölgesel dinamikleri de doğrudan etkileyecek. Türkiye, 2011’den itibaren Suriye içindeki gelişmeleri dikkatle takip etti ve bu süreçte güvenli bölge politikasını devreye soktu. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları, Türkiye’nin sadece sınır güvenliğini sağlamayı değil, aynı zamanda Suriyeli mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşünü mümkün kılmayı amaçlayan stratejik adımlardı. Türkiye’nin güvenli bölge yaklaşımı, aslında sadece terörist unsurlardan temizlenmiş bir bölge yaratmakla sınırlı değildi. Aynı zamanda bu bölgelerdeki sığınmacıların yeniden yerleşim süreçlerini ve altyapı ihtiyaçlarını da dikkate alarak kalıcı bir güvenlik ortamı sağlanması hedefleniyordu.

Ancak güvenli bölge yaklaşımının, bir noktada bölgesel istikrarı sağlama adına yeterli olmaktan çıkıp, güvenlik dönüşü anlayışına evrilmesi gerektiği ortada. Bu dönüşüm, yalnızca askeri operasyonlarla sınırlı kalmamalı, diplomatik ve sosyal temellere dayalı bir kalkınma projesine dönüşmelidir. Güvenli bölge, yalnızca terörist grupların temizlenmesi değil, aynı zamanda bu bölgedeki yerleşimlerin yeniden kurulmasını, sosyal yapının inşasını ve Suriyelilerin yeniden toplumsal hayata katılmalarını sağlayacak altyapıyı içeriyor. Bu noktada, Türkiye’nin sunduğu insani yardımlar ve altyapı projeleri, kalıcı güvenliğin sağlanmasında hayati bir rol oynamaktadır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik dönüşü sürecinde, PKK/PYD gibi terörist grupların temizlenmesi kritik bir öneme sahiptir. Bu grupların bölgedeki varlığı, sadece Türkiye için değil, tüm bölge için büyük bir tehdit oluşturuyor. Ancak, terörizmin ortadan kaldırılması yalnızca askeri müdahalelerle mümkün olamaz. Yerel halkla işbirliği yaparak, onların güvenini kazanmak ve bölgedeki direnci artırmak gereklidir. Bu sayede, terörün yeniden canlanması engellenebilir.

Sonuç olarak, Suriye’deki yeni dönemin temelleri, yalnızca askeri zaferlerle değil, diplomatik çabalarla da atılmalıdır. Türkiye, sadece sınır güvenliğini sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlamak ve bölgedeki sosyal yapıyı yeniden inşa etmek için diplomatik çabalarını yoğunlaştırmalıdır. Türkiye’nin bu süreçteki rolü, bölgesel istikrarın sağlanması açısından büyük bir önem taşırken, uluslararası toplumun da bu sürece katkı sunması gerekmektedir. Güvenli dönüş, sadece bir bölgenin yeniden kurulması değil, aynı zamanda Suriye halkının özgürlük ve barış içinde bir arada yaşayabileceği sürdürülebilir bir yapının inşası anlamına geliyor.

9 Aralık 2024 Pazartesi

Enflasyon Neden Düşmüyor?

TCMB, enflasyonla mücadele konusunda elinden geldiği kadar (yani izin verildiği ölçüde) aslanlar gibi mücadele ediyor. Doğru işler yapıyor. Ama aynı durum, ne yazık ki, maliye politikaları için (özellikle bütçe yönetimi konusunda) söz konusu değil. Bütçe yönetimi sadece gelir artırmaktan ibaret bir kavram değildir, olmamalıdır. Bütçe yönetiminin bir de harcama kısıcı bileşeni var ki, Türkiye'de bunu görmek neredeyse imkansız. IMF dayatması olmadan kendi rızası ile harcama kısan bir hükümet ben görmedim, hatırlamıyorum. Söz konusu mevcut hükümet de bu genellemeden müstesna değil. Daraltıcı para politikaları yalnız kalıyor.

Türkiye eskiden üretirdi. Hatta ihtiyacından çok ürettiği için, bir kısmını ihraç bile ederdi. Şu anda üretmiyor muyuz? Evet üretiyoruz ama yeteri kadar üretmiyoruz. İhtiyaç duyduğumuz tarımsal ürünleri ithal etmek kolayımıza geliyor. Üretimi artırıcı destekleme politikaları yerine, ithal etme politikası sürdürüyoruz. Bu anlayış devam ettiği sürece, gıda enflasyonu ve elbette buna bağlı olarak manşet enflasyon da düşmeyecektir. İthal etme politikasını terk edip üretimi destekleyen tarımsal politikalara geçiş yapmak zorundayız.

Hâlâ KKM belasından tam olarak kurtulabilmiş değiliz. Yarattığı olumsuzluklar (servet transferi, HMB veya TCMB'ye yüklediği zararlar vs) halen devam ediyor. Ayrıca yine geçmişte alınan bir makroihtiyati karar nedeniyle uygulanan %25 kira artış sınırı da halen etkilerini sürdürüyor. Bu sınırın kaldırılmasıyla birlikte kiralarda çok ciddi artışlar ortaya çıktı. Hizmet işletmelerinde önüne geçilemeyen fiyat artışlarının önemli bir kısmı kira artışlarından kaynaklanıyor. Yine geçmişte uygulanan bir diğer yanlış politika, ihracat ve turizm firmalarının kazançlarının %40'ını TCMB'de bozdurma zorunluluğu. Evet %40'lık bu oran biraz düşürüldü ama hâlâ uygulanıyor. Bu zorunluluk ihracat ve turizm firmalarını kayıtdışılığa itiyor vs vs...


6 Aralık 2024 Cuma

Kişi ve toplumların ihtiyaçlarının karşılanmasında ekonomi, emniyet ve estetiği dikkate alarak doğadaki  kaynaklardan en verimli şekilde yararlanmayı amaçlayan bilimsel çalışmalara ve uygulamalara mühendislik  denir. Bilim ile teknoloji arasında bir köprü niteliğinde olan mühendislik mesleği, ülke ekonomisini ve insan yaşamını doğrudan etkileyebilen, teknolojik ve ekonomik gelişime katkıda bulunan, aynı zamanda özel ve uygulama ağırlıklı bir eğitimi gerektiren öncü ve önemli bir meslektir.

Mühendis ise, insanların güncel ve gelecekte olabilecek temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere, çalıştığı alanla ilgili sistemleri tasarlayıp geliştirerek toplum kullanımına sunan kişidir. Mühendisler, küresel problemlere mühendislik  bakış açısını kullanarak çözüm sunmayı hedefleyen profesyoneldir.

Mühendisler, çok farklı çeşitlilikte sistemleri ve ürünleri taşarlar, geliştirir, test eder, revize eder, kurulumunu, denetlenmesini ve bakımını yapar. Ayrıca, malzemeleri  ve iş akış süreçlerini ön görür,  belirler, üretim ve yapım  aşamalarını denetler. Hata analizleri yapar, ayrıca danışmanlığı hizmetleri verirler. Kısaca diyebiliriz  ki, tekerleğin icadından dronlara, insansı robotlara kadar teknolojik  gelişmenin ve ilerlemenin en önemli lokomotifti mühendisler olmuştur.

Ekonomik ilerleme ve sürdürülebilir gelişme için kritik önem taşıyan mühendisler yüzyılımızın teknik, sosyal, çevresel ve karmaşık sorunlarına çözüm arayan, problem çözme odaklı yetiştirilen kişiler olmalıdır.

4 Aralık 2024 Çarşamba

MEMURLAR İÇİN SENDİKAL ÜYELİK VE İSTİFA İŞLEMLERİ E-DEVLET ÜZERİNDEN YAPILMALI!

Bilişim teknolojilerinin geldiği nokta ortadayken, bir memurun hala sendikaya üye olmak veya üyelikten ayrılmak için üç nüsha kağıt doldurmak zorunda kalması kabul edilemez. Yıllar önce dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Fuat Oktay, sendika üyelik ve istifa işlemlerinin E-Devlet üzerinden yapılacağını çalışma başladığını açıklamıştı. Ancak bu sözler maalesef unutulmuş görünüyor.

Günümüz Türkiye’sinde, birçok işlem E-Devlet üzerinden kolayca yapılabiliyor. O halde kamu görevlileri neden hala bu eski ve zahmetli prosedürlerle uğraşmak zorunda bırakılıyor? Bu durum yalnızca zaman kaybına neden olmakla kalmıyor, aynı zamanda idari baskılara da zemin hazırlıyor. Bazı memurlar, sendikadan ayrılmak istediklerinde dilekçelerini geri çekmeleri yönünde tehditlere maruz kalabiliyor.

Türkiye’yi eski alışkanlıkların oluşturduğu bu yükten kurtarmanın vakti gelmiştir. Memurların sendikal üyelik ve istifa işlemlerinin de işçilerde olduğu gibi E-Devlet üzerinden yapılması sağlanmalıdır. Bu adım hem şeffaflık ve adaleti artıracak hem de çalışanların kararlarını özgürce alabilmelerini güvence altına alacaktır.

Günümüzde, eğitim kurumlarındaki çalışanlar arasında yaygın bir sorun olan mobbing, bireyin sistematik ve sürekli bir şekilde haksız muameleye tabi tutulmasıdır. Türkiye'deki eğitim sistemine bakıldığında, bu sorunun maalesef sıkça karşılaşılan bir realite olduğunu görmekteyiz. Mobbing, genellikle güç dengesizliğine dayalı olarak gerçekleşir ve mağdurların psikolojik, duygusal ve fiziksel sağlıklarını olumsuz etkiler. Eğitimde mobbing, öğretmenler, yöneticiler ve diğer eğitim personeli arasında yaşanabilir. Özellikle hiyerarşik yapının belirgin olduğu okullarda, güç kötüye kullanılabilir ve mobbingin toplu bir problem haline gelmesine neden olabilir. Eğitimde mobbingin yaygın olmasının birkaç sebebi vardır. Öğretmenler arasında rekabet, yönetimdeki değişiklikler, iş yükü ve öğrenci disiplini gibi faktörler mobbingin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Ayrıca eğitim kurumlarında mobbingin önlenmesi için etkili politikaların eksikliği ve bu konuda yeterli farkındalığın olmaması sorunu derinleştirmektedir. Eğitimde mobbingin sıkça karşılaşılan bir sorun olmasının birkaç temel nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerin detaylı bir şekilde incelenmesi, sorunun kök nedenlerinin anlaşılmasına ve etkili çözüm yollarının geliştirilmesine yardımcı olabilir.

MOBBİNGE İLİŞKİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ


1- Yapısal Düzenlemeler 

• Her türlü atama, liyakat ve ehliyet esas alınarak adalet ilkesi ile yapılmalıdır. 

• İş tanımları açık ve net olmalıdır. 

• Kamu ve özel sektörde yükselme kriterleri net, objektif ve adil olmalıdır. 

• Yöneticiler, uzmanlıklarının yanı sıra “insan yönetimi” konusunda özel ve kapsamlı eğitimden geçirilmeli, yönetim anlayışı yerine “Yönetişim” anlayışını benimsemelidir. 

• Yöneticiler, teftiş ve denetimin yanı sıra bağımsız denetim kurumlarınca denetime tabi tutul malıdırlar (Ombudsmanlık Kurumu, Türkiye Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu gibi). 

2- Eğitim ve Rehabilitasyon 

• İşe girişte ve her beş yılda bir, oryantasyon eğitimleri kapsamında «Mobbing» eğitimleri zo runlu olmalıdır. 

• Mobbing mağdurları ve ailelerine rehabilitasyon desteği sağlanmalıdır. 

3- Şikâyet Mekanizması 

• Tarafsızlık ilkesi gereğince şikâyetler, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca, işin uzmanları tarafından objektif, adil ve hızlı incelenerek sonuçlandırılmalıdır. 

4- Ödüllendirme 

• Mobbing şikâyeti gelmeyen kurum yöneticisine ödül verilerek, MOBBİNGSİZ KURUM bayrağı vb. sistem ile olayın önemi vurgulanmalıdır. 

5- Yasal Düzenlemeler 

• 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 4857 Sayılı İş Kanunu’nda caydırıcı düzenlemeler yapıl malıdır. 

• Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılacak düzenleme ile “mobbing suçları” için hapis cezası öngörülmelidir. 

• MOBBİNG Yasası çıkarılmalıdır.

6- Sivil Toplum Kuruluşları

• Kamu ve özel sektör, sorunun çözümüne yönelik MEYAD gibi “Bilimsel ve Teknik” kuruluşlarla (STK) etkin işbirliği yapılmalıdır.

3 Aralık 2024 Salı

İş Ahlâkı

Hayat, yaratılış kanunlarına uygun yaşandığında herkes için bir nimettir. Fıtrata ve hilkate uymayan bir hayatı sürdürmek ise, bir zaman sonra külfete dönüşür. Yüce Yaratıcı, insanlar huzur ve esenlik içinde yaşasınlar diye insanlık ve tüm canlılar için sayısız nimet ve ihsanda bulunmuştur. Ancak her insan bu nimetlere ulaşmak için yaratılış ve fıtrat kanunlarına uygun biçimde yaşamak zorundadır. Aksi takdirde denge bozulur, düzen kaçar. Yaratılan hemen her insanın çalışması ve yararlı işler yapması temel öngörüdür. Ne var ki kimi zaman bu temel öngörüye aykırı davranışlar da görülmektedir. Sözü edilen denge ve düzenin korunması için iş hayatında belli kural ve prensipler benimsenmiştir. Çalışma hayatını düzenleyen bu kurallara genel anlamda iş ahlâkı adı verilmektedir.

Çalışma hayatı esas itibariyle yukarıda zikredilen iş ahlâkı ve etik kurallar çerçevesinde yürüyen bir sisteme sahiptir. Nitekim mutlu ve huzurlu bir hayat, güzel ve başarılı bir gelecek için, öncelikle iş ahlâkına ve etik değerlere sahip olmak ve yapılan işin hakkını vermek gerekiyor. Tembel ve sorumsuz bir insan, doğal olarak güzel ahlâklı değildir. Çalışkan bir insan da güzel ahlâklı ve sorumluluk sahibi değilse mutlu olamaz. 

Bu noktada toplumun sağlığı, güvenliği ve huzuru için mesleki yeterlikler yanında ahlâki açıdan olgunlaşmış, işini ibadet aşkıyla yapan, dürüst ve hakkaniyetli, işine ve iş yerine sadakatli, sorumluluk duygusu yüksek, kurum kültürü bilinci kazanmış, uyumlu, disiplinli, düzenli ve gayretli vb. uzmanlara ihtiyaç vardır. Bütün bu beklentileri karşılamak üzere, mesleki eğitim aşamalarında; yalnızca teorik bilgi veya uygulamalarla yetiştirilen bireyler, yerine aynı zamanda ahlâki değerlerle ve etik ilkelerle donatılmış çalışanlar hepimiz için önemli bir güvencedir.

Yönetici

Yönetici kavramı oldukça geniş vasıfları içine almaktadır. Bu yazı ile; yönetici terimi kavramsal ve işlevsel olarak değerlendirerek vasıflarının olgunlaşmasını sağlamak gerekliliği vurgulanmak istenmektedir. 

Yönetici bilgisi, yaşam tarzı, ahlakı, karakteri, ilgi alanı, jestleri mimikleri vb her türlü hal ve hareketleri kendine özgün olmalıdır. İş ortamında önce kendini sonra çalışanı ve yapılan işi yönetmelidir. Koordinasyonu sağlamalı, işi kolaylaştırmalı, çalışanlar arası uyumu sağlamalı, gerekli araç gereç ihtiyacı temin edilmeli ve verimli kullanımı sağlanmalıdır. Yönetici gerektiğinde sorumluluk bilinci aşılamak gayesi ile uyaran, gerektiğinde merhameti ile astlarının menfaatini koruma ve haklarını öğretendir. Anlayışlı ve saygılı olmalıdır. Farkına varıp faydalı olmayı bilmelidir. Çalışan görüşünü almalı. Kendi görüşünü belirtmelidir. Paylaşımcı olmalı teşekkür etmeyi bilmelidir. Yekti devri yapabilmeli olumlu düşünceleri dillendirmelidir. Zamanında net konuşmalı, olumlu olumsuz eleştirilere açık olmalı düşün, dinle, konuş düsturunu uygulamalıdır. Her halükarda duygu kontrolünü sağlamalıdır. 

Sorumluluk Almayanlar Sorunun Bir Parçası Olurlar 

Yönetici çalışanlarını mekanik olarak görmemeli duygusal birer varlık olduğunu unutmadan hareket etmeli ve onların hak ve sorumlulukları ve menfaatlerini bilmek ve korumak Sorumluluğunu üstlenmelidir. İş yükünü kapasite doğrultusunda vermek ve kapasite aşımında destek çıkmalıdır. Çalışma ortamı ve ona sunulan imkanları her çalışanına eşit olarak sunmalıdır. Her bir personelin iş verimine ve üretim kalitesine etki ettiği bilinciyle hareket etmelidir. Personelden tam verim alabilmek için beklentileri, tecrübeleri, zevkleri ve bilgileri göz önüne alınarak gereksinimleri karşılanılan ortamlar oluşturarak başarısının ve veriminin en üst düzeye çıkartılması sağlanmalıdır. 

Her insan farklı potansiyellere sahiptir. Her daim aynı performansla çalışması mümkün değildir. Zaman zaman duygu değişimleri, sağlık problemleri vb durumlara bağlı değişim yaşayabilirler. Bu durumları yakından takip edilerek fark edilmeli ve içinde bulunduğu zorluktan çıkması ve kendisini toparlamasını sağlamak için destek vermelidir. Sen-ben kavgası şekline bürünmeden çalışma ortamına zarar veren isteksizlik haline son vermeye çalışılmalıdır. Hataların her daim işi daha detaylı öğrenilmesini sağlayacağı unutulmamalıdır. Hatadan ders çıkarılarak zarar en aza indirilmelidir. Üretkenliği düşürecek olumsuz düşüncelere kapılmasına izin verilmemelidir. Yönetici personeline değer verildiğini hissettirmelidir. Dertlerine derman olmaya çalışmalı, hayatın zorlukları karşısında onu yalnız bırakmamalıdır. Çalışanın herhangi bir sıkıntıya maruz kalması halinde amirinden gördüğü destek çalışma ortamına bağlılığı artıracak, aidat duygusunu sağlayacaktır. Yeri geldiğinde güven duyduğu amir için fazla performansı kendi istekleri ile sergileyeceklerdir. Yöneticisine duyduğu güven ve güveni kaybetmemek için gösterdiği performans uyumu bütünsellik sağlayacaktır. Başarıya ulaştıkça insan doğasında var olan çalışkanlık gayrete gelmesini dürtüleyecektir. 

Rakip değil ekip ruhu 

Çalışanlar arasında yanlış bir izlenim vardır birbirlerini rakip görmektedir. Çalışanların birbiri ile rekabet etme durumunu ortadan kaldırmak gerekir. Rekabet sevgi ve saygıya zarar verir. Rakip değil birlik beraberlik içinde birbirlerinin eksiğini tamamlayarak bütün olarak kolaylaştırılarak iş tamamlanmalıdır. Ekip ruhu denilen bu husus performans birleştirilmesi sonucu üstün başarıya ulaşılmasını sağlayacaktır. Rekabet kurumsal yönde geliştirilmeli benzer kurumlarla rekabet edilmelidir. 

Kişisel Gelişim 

Kurum çalışanını kişisel gelişim sağlamalıdır. Belirli şartlara sahip personel alınması yeterli değildir. İnsan beyni tek düze işlevine devam edemez farklı alanlarda yorulan beynini zinde tutacak yaptığı işe destek olacak konularda kişisel gelişime destek verilmelidir. İmkan sunulmalıdır. 

Yönetici ve empati 

Yönetici empati yetisini geliştirmelidir. İnsanlarla doğru ilişki kurabilmelidir. Personelin mutlu olmasını sağlamak için ikili ilişkilerde saygı yitirilmemelidir. Şartları belirlenmiş ödül sistemi etkin kullanılmalıdır. Sevildiği ve merhamet edildiği hissettirilmelidir. Kişiliğine varlığına değer verildiği hissettirilmelidir. Hak kaybına uğramayacağı emeğinin karşılığını alabileceği inancı yerleştirilmelidir. Korumak, kollamak, gözetlemek yöneticinin vazgeçilmez vasıfları olmalıdır. İş yapan ve iş götürülen kesimin karşılıklı hakları korunmalıdır. Kurumda işleyişin şartları kuralları belirlendikten sonra işleyişin düzenli yapılabilmesi için kurum şartları kadar çalışanın özelliklerine kapasitesine de uyumlu olmalıdır. Kurumun işleyiş düzeni doğal seyrinde gitmeye başladıktan sonra düzeni korumak yönetici yükümlülüğündedir. Yönetici pozitif olmalıdır. Kusurların arkasından gitmeden hatalı davranışların düzeltilme yolunu seçmelidir. Yapamadıkları değil yapabileceklerine odaklanmalıdırlar. Yönetici eliyle yürütülmekte olan ödül-ceza uygulamalarında denge şaşmamalıdır. Kişisel uygulamalardan kaçınılmalıdır. 

Her çalışan gayretinin görülmesini ister çabasının fark edilmesini ve değerlendirilmesini bekler. Çalışmasının karşılığını göremeyen personel verimi düşer yaptığı işe küser bu durum insan ile varlığını sürdürebilen kurum için istenilen bir durum değildir. 

Yönetici yaptığı işi kusursuz ve örnek teşkil edecek bir kişilik sergilemelidir. Mütevazi saygılı güvenilir olmalıdır. Barış ortamı oluşturarak sürekliliği sağlamalıdır. 

Vizyon ve İmaj 

Yönetici, belirlenen vizyon doğrultusunda projeler geliştirmelidir. Hedef etrafında çalışanı birleştirmelidir. Kurum ve çalışan hedeflerini örtüştürmelidir. Hedefsiz bir insan yaşamayan insandır. Çalışana ümit aşılamalıdır. Çalışanlar için hayallerini gerçekleştirebilen işletmeler varlığını idame ettirebilirler. Yönetici geleceği görerek biçimlendirmeli, olmayanı oldurma yolları bulmalıdır. İnsanın doğasında bugünkü varlığını geleceğe taşıma isteği gelecek ile bağlantı kurma arzusu mevcuttur. Bu mevcudiyet ile ileri görüşlü yaratıcı ruha sahip yöneticiler vizyonu oluşturup geliştirebilir. Çalışan ise vizyon sahibi yönetici ile çalışmakla iş tatminine ulaşabilir. 

Kurum imajı çalışanın ya da kurumun diğer kurum ve çalışanların zihninde oluşturduğu izlenimlerdir. Bu izlenimler kurumun kabul edilebilirliliğini belirlemektedir. İmaj görsellik olarak algılansa da sadece görsel reklamlar yeterli gelmez yaptığı iş de kurum için imaj yaratmaktadır. Çalışanın pes ettiği yetemediği konularda mağlup olmayan bir yönetici çalışanları motive eder. Ufkunu açar. 

Sonuç 

Bu çalışma ile; yönetimin insan ve kurumsal açıdan gerekliliği ve önemini vurgulanmaya çalışıldı. Kavram zenginliği içerisinde işlevlerine değinilerek yöneticide vasıf oluşumuna katkı sağlama hedeflenildi. Evrenin işleyişinde temelinde var olan yönetimde adaletin, huzurun, işbirliğinin, ekip ruhunun, birlikte başarının mutluluğunun sağlanması dileğiyle.

Kıssadan Hisse

Nasrettin Hoca bir vakit eşeğini hava alsın diye zar zor evinin damına çıkarmış. Aradan bir müddet geçtikten sonra; "Yeter artık, inme vakti geldi." diyerek, eşeği damdan aşağıya indirmek için yularını çekmiş, kan ter içinde kalmış Nasrettin Hoca, ama nafile yere uğraşmış. İnmemiş eşek bir türlü. Yorulan Nasrettin Hoca, damdan inmeyen eşeğe; "Ne halin varsa gör!" diyerek, eşeği evinin damında bırakıp kendisi damdan aşağı inmiş. Bunu fırsat bilen eşek, hoplamış, zıplamış evin damında. Eşek öyle çok zıplamış ki, en sonunda toprak olan evin damı daha fazla dayanamamış ve delinmiş, aşağıya düşen eşek de ölmüş. Eşeğin akibetini ibretle izleyen Nasrettin Hoca, hemen gereken dersi çıkarmış. "Demek ki, eşeğin mertebesini yükseltirsen, hem bulunduğu yere zarar veriyor, hem de kendisine...!"

YÖNETİCİLİĞİN MİHENK TAŞI İNSANDIR

Yönetici olmak balta girmemiş ormanlarda yürümeye benzer. Güçlü bir ekiple, işler yolunda gidince süratle ilerlersiniz. Ekibin sürecini iyi değerlendirdiğiniz takdirde çatışmalar büyümeden çözülür, kişiler arası olumlu ilişkiler beslenir, enformasyon, proje, programlar işlevseldir. Bazen de dıştan olabileceği gibi iç kaynaklı engeller çıkar, kendinizi kurt kapanına sıkışmış bulursunuz, ayaklarınıza dikenli çalıların dolandığını hissedersiniz. Bu durumda paniğe kapılmak, düşünmeden davranmak insanın doğasında vardır. Amacınızı unutur ekipten kopar, ormanda yolunuzu kaybedersiniz.

İnsan bir ağaç gölgesi gibi birbirinin gölgesinde nefes bulur. Kurumlarda uzun ömürlü bir yapı inşa etmenin temelinde “İnsana odaklanmak” temel ilkesi olmalıdır. Kurumları yaşatan insanlardır. İçinde insanların memnun ve güvende olmadığı yapıların başarılı olması güçtür, uzun süreli olamazlar. Güçlü kültürel dokulara sahip ilkeler sayesinde farklı kimliklere sahip bireyleri ortak bir kurum kültüründe birleştirmek mümkündür.

Şeyh Edebali, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” ilkesini ortaya koyduktan yüzyıllar sonra bir yönetim uzmanı olan Arie de Geus, “Şirketler neden ölüyor?” sorusuna cevap ararken, ulaştığı sonuç Şeyh Edebali’nin ilkelerinin 21. yüzyıl üslubuyla ifade edilmesiydi: 

 “Deneyimler gösteriyor ki, şirketlerin başarısızlığa uğrayıp zamansız ölmeleri, yönetimlerindeki baskın düşünce ve dilin, ekonomi düşüncesi ve dili üzerine kurulmuş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle şirketler; yöneticileri tüm dikkatlerini mal ve hizmet üretimine ilişkin ekonomik etkinlik üzerinde topladıkları ve kendi kuruluşlarının gerçek doğasının aslında insanlardan kurulu bir topluluk olduğunu unuttukları için ölürler.”

Başarılı yönetim, işlerin üstesinden gelmek ve her işin başarılı bir sonuca ulaşmaya yetecek biçimde iyi yapılmasını sağlarken, insan faktörünü göz ardı etmemektir. Sürekli işlerden, hizmet verdikleri insanların konforunu sağlamaktan söz ederken, bu hizmeti sunan, işleri yürüten personeli tümüyle ihmal eden yöneticiler kaybetmeye mahkûmdur. Bir personelin üretkenliğinin, zekâ ve verimliliğinin kaynağı beyindir. Beyni, yüreği ile tam gönüllü olmayan bir personelden verimlilik beklenemez.

 Başarılı yönetici sinerji sağlayarak iletişim kurmayı bilir. Stephen R. Covey “Sinerji nedir? En basit tanımıyla, bütünün kendi parçalarının toplamından daha büyük olması demektir. Parçaların birbiriyle olan ilişkisinin, kendi içinde ve kendi başına bir parça olması demektir. Bu sıradan bir parça değildir. En katalitik, en güçlendirici, en birleştirici ve en heyecan verici parçadır.” sözleri ile sinerjiyi tanımlar.

Sinerji, tabiatın her yerinde gözlemlenir. İki fidanı yan yana dikersiniz, kökler birbirine karışır, toprağın niteliği artar, her ikisi de ayrı ayrı büyümesine oranla daha iyi yetişir. Tabiattan öğrendiğimiz işbirliği ilkelerini sosyal ve iş hayatımızda uygulamak çok kıymetlidir. Sinerjik iletişim, karşılıklı öğrenme, gelişme, ilerleme şevki ile yola çıkmayı sağlar.

Yöneticiliğin mihenk taşı insandır. İşlerini başka insanlar tarafından yaptırma yeteneğini geliştirmek için yöneticinin bir dizi özel beceriye ihtiyacı vardır. İş tanımına göre doğru insanı seçmek, insanların yetenek ve rekabet konusundaki becerilerini değerlendirmek, becerilerini geliştirmek adına eğitim fırsatları sunmak, ekip kurarken insanın kişisel özelliklerini avantajlı biçimde kullanmak, verimliliklerini azaltan sorunları tespit edip çözüme destek olmak, davranışlarını anlayıp farklı yaklaşım ve iş başarılarını takdir etmek.

Ne kadar etkili bir yönetici olduğunuz, çalışanlarınızın işte gösterdikleri çaba tarafından belirlenen hassas bir konudur. İş için uygun insanları doğru seçerek, ekip ruhu oluşturarak, insanların kendilerine nerelerde gerek duyulduğunu, iş tanımlarını kavramalarını ve beklentilerinizi anlamalarını sağlarsınız. 

İnsanları yönetmek onları desteklemeyi, gerektiğinde yüreklendirmeyi gerektirir. Çalışanların bakış açılarını, davranışlarını anlayıp, davranışları birbirlerine uyumlu hale getirme konusundaki kapasitesini her gün geliştirmeye hazır olan, diktatör değil öğretmen yönetici, bunun mükâfatını çalışanları ile karşılıklı “kazan/kazan” paradigması ile alacaktır.