24 Haziran 2024 Pazartesi

Ekonomi politikaları ve tartışmalar

Türkiye ekonomisiyle ilgili tartışmalar bir türlü bitmiyor.

2019 yılında başlayan COVID-19 pandemisi sonrasında tüm dünyada yaşanan enflasyonist süreç Türkiye'de uygulanan genişletici politikaların etkisiyle daha fazla hissedildi.

O dönemde enflasyon sebebiyle uygulanan politikalardan memnuniyetsizlik dillendirilirken günümüzde ise enflasyon ile mücadele kapsamında uygulanan daraltıcı politikalar sebebiyle eleştirilere sebep oluyor.

Daraltıcı para politikası sebebiyle faizler artırılırken finansman maliyeti sebebiyle konut ve otomobil talebi hızla düşerken fiyat artışları da durma noktasına geldi. Daraltıcı maliye politikası sebebiyle de talebi kısma yönünde adımlar satılmaktadır ve toplam talep düşürülmeye çalışılmaktadır. Daraltıcı maliye politikasının bir sebebi de 6 şubat depremleri sebebiyle Türkiye’de yaşanan yıkımdır. Deprem bölgesinin yeniden inşası ve imarı, bölgenin yeniden ayağa kaldırılması için devletin yaptığı ve yapacağı yatırımlar ve harcamalar için gereken finansmanın sağlanması için uygulanıyor.

Bugün bakıldığında ekonomi yönetiminin uyguladığı politikalar klasik kapitalist ekonomi politikalarıyla örtüşmektedir. Klasik kapitalizm “vahşi batı” olarak nitelendirilen kurallar doğrultusunda hareket eder. “Ölmemek için öldür” düsturunu benimser. İnsanı rasyonel olarak görür ve kendi çıkarını en üst seviyeye çıkarmak için elinden geleni yapacak varlık olarak nitelendirir. Seçim öncesi bu politikaların uygulanmadığı için feveran edenler bugün uygulandığı için tepki gösteriyor.

Son dönemde uygulanan daraltıcı para ve maliye politikaları, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadelede kararlı olduğunu göstermektedir. Faiz oranlarının artırılması, enflasyonun kontrol altına alınması için atılan önemli bir adımdır. Faiz artışları, kredi maliyetlerini yükselterek, konut ve otomobil gibi büyük harcamaları olumsuz yönde etkilemiştir. Ancak, bu durumun arkasında yatan gerçek, fiyat artışlarının durma noktasına gelmesi ve ekonominin dengelenmesi ihtiyacıdır.

Konut ve otomobil talebinin düşmesi, ilk bakışta olumsuz bir gelişme gibi görünebilir. Ancak, bu sektörlerdeki fiyat artışlarının durması, enflasyonla mücadelede önemli bir adımdır. Ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması, fiyat istikrarının sağlanmasıyla mümkündür. Bu nedenle, faiz artırımları ve daraltıcı politikalar, kısa vadede zorluklar yaratacak olsa da, uzun vadede ekonomik istikrarı sağlayacak adımlardır.

Daraltıcı maliye politikalarının bir diğer önemli sebebi, 6 Şubat depremleri sonrasında ortaya çıkan büyük yıkım ve yeniden inşa ihtiyacıdır. Deprem bölgesinin yeniden ayağa kaldırılması, hem ekonomik hem de sosyal açıdan büyük önem taşımaktadır. Devletin yaptığı ve yapacağı yatırımlar, sadece bölgenin değil, ülke ekonomisinin de toparlanması için kritik öneme sahiptir. Ancak, bu harcamaların finansmanı için uygulanan mali sıkılaştırma politikaları, toplam talebi düşürmeye yönelik adımlarla birleşince, ekonominin genelinde bir durgunluk riskini artırmaktadır.

Deprem bölgelerinde yapılan yatırımlar, milli bir sorumluluk ve zorunluluktur. Depremde zarar gören vatandaşlarımızın yaralarını sarmak, devletimizin öncelikli görevidir. Bu nedenle, daraltıcı maliye politikaları ile sağlanan finansman, bölgenin yeniden ayağa kaldırılması için hayati öneme sahiptir. Bu süreçte, devletin vatandaşlarına verdiği desteğin önemi büyüktür. Sosyal yardımların güçlendirilmesi, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızın bu zorlu süreçten en az zararla çıkmalarını sağlayacaktır.

Bununla birlikte, Türkiye ekonomisinin güçlenmesi, sadece para ve maliye politikalarıyla sınırlı kalmamalıdır. Üretim ve ihracatı artıracak teşviklerin devreye sokulması, ekonomik canlılığı korumak adına büyük önem taşımaktadır. Türkiye, stratejik sektörlerde yerli ve milli üretimi teşvik ederek, dışa bağımlılığı azaltmalı ve küresel piyasalarda rekabet gücünü artırmalıdır. Tarım, sanayi, teknoloji ve savunma sanayii gibi alanlarda atılacak adımlar, ülkemizin ekonomik gücünü artıracaktır.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi, pandemi sonrası dönemde enflasyon ve ekonomik durgunluk arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır. Bu dengeyi sağlamak, kolay bir iş değildir ve ekonomi yönetiminin uyguladığı politikaların kısa vadede bazı zorluklara yol açabileceği aşikârdır. Ancak, milli çıkarlarımız doğrultusunda, uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme ve istikrar sağlanması için atılan bu adımların gerekli olduğu da bir gerçektir.

Ekonomi yönetiminin, eleştirilere rağmen kararlılıkla sürdürdüğü politikaların sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Umuyoruz ki, Türkiye ekonomisi bu süreçten güçlenerek çıkar ve hem vatandaşlarımızın refahını artıran hem de ülkemizin ekonomik yapısını güçlendiren bir yapıya kavuşur. Unutulmamalıdır ki, güçlü bir ekonomi, bağımsız ve güçlü bir Türkiye’nin teminatıdır. Bu yolda atılan her adım, milli birlik ve beraberliğimizi pekiştirecek ve Türkiye’yi daha güçlü yarınlara taşıyacaktır.


22 Haziran 2024 Cumartesi

     21.06.2024 tarihi itibariyle;

    2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 1.260 MW’lık artışla 2024 yılı Mart ayı sonunda 107.816 MW olarak kaydedilmiştir. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.548 adet oldu. 31 Mayıs 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.056 MW olmuştur. Toplam yılbaşından bu yana 3.500 MW'lık artış kaydedilmişti. 21 Haziran 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 25.828 adet oldu. 21 Haziran 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 110.344 MW olmuştur. Mayıs ayı sonundan 21 Haziran 2024 tarihine kadar  toplam 280 adet santral devreye girdi. Yine aynı tarihler arasında kurulu güç 288 MW oldu.  

Kâğıttan ekrana geçiş

 

         Bir zamanlar, dolma kalemlerin zarif çizgileri, kurşun kalemlerin silinebilir izleri ve daktiloların mekanik ritmi, yazma eylemini bir ritüele dönüştürürdü. Kalemlerimizi mürekkebe batırıp kâğıt üzerinde kelimeleri dans ettirirdik. Her bir kelime, sayfa üzerinde yerini bulana kadar sabır ve emekle zamanın rüzgârı ve teknoloji ile, bu büyülü dünyadan farkında olmadan uzaklaşmış olduk.

    Yazmanın sanattan çok bir gereklilik haline geldiğini söylemeliyim. Artık parmaklarımızın ucunda dijital klavyeler, gözlerimizin önünde parlak ekranlar var. Bilgisayar ve telefon, kâğıt ve kalemin yerini aldı. Yazmak, bir tıklama meselesine dönüştü. Hızlı, pratik ve verimli; fakat bir o kadar da ruhsuz. Kâğıdın kokusunu, kalemin dokunuşunu, mürekkebin izini arar olduk.

          Daktilolarımız vardı, onları da unuttuk. Daktilomun tıkırtısında her bir harf, her bir kelime, parmaklarımın ucunda bir şarkının melodisinin notaları gibi yankılanırdı odada. İlk daktilomu bir ansiklopedide madde yazarlığı yaptığımda aldığımda ne kadar sevindiğimi hatırladıkça dışarıdan tebessümümü görenlerin hakkımda ne düşündüğü o kadar önemli değil. Mektuplarımızı, hikâyelerimizi, şiirlerimizi daktilo tuşlarının sesleri eşliğinde yazdığımız daktilo makinalarımızı şimdilerde tozlu raflardan çıkarıp “Eskiden böyle yazardık” demek için saklıyoruz. Torunlara babaannenin “Aman bir yerini bozmayın, bu dedeniz için çok önemli” uyarı cümlesine dikkat edilmediğini biliyorum.

    Çocuklukta defterlerimizi doldurduğumuz, çizimlerle hayal gücümüzü kâğıda aktardığımız kurşun kalem ve silgilere ne oldu dersiniz? Onları da bugünlerde evimizin farklı dolaplarında, bir köşede, bir çekmecede saklıyoruz. Silgilerle hatalarımızı düzeltir, yeni bir başlangıç yapardık. Şimdi ise hatalarımızı bir tuşa basarak dijital olarak geri alıyor, hatta yok ediyoruz.

    Ceket ve gömleklerimizin ceplerini süsleyen dolma kalemlerimiz de mürekkep şişeleriyle birlikte nostaljik bir aksesuar haline geldi. Elimizdeki mürekkep lekeleri, sayfaların arasında kalan mavi izler, yazmanın bir parçasıydı. Oysa şimdi, dijital dünyada hiçbir iz bırakmadan yazıyoruz. Yazılarımız, ekranın ötesine geçemeyen birer veri yığınına dönüştü.

     Geçmiş yılların yazma araçlarına olan özlemimiz, aslında insan olmanın dokunuşunu, emeğini, sabrını özlediğimizin bir yansıması. Belki de bu yüzden, ara sıra eski daktilomuzu çıkarıp nostalji yapıyoruz. Kalem ve kâğıdın büyüsünü hatırlamak, yazmanın gerçek anlamını yeniden keşfetmek için. Çünkü yazmak, sadece kelimeleri kâğıda dökmek değil, aynı zamanda duygularımızı, düşüncelerimizi, anılarımızı yüreğimizden kâğıda aktarmaktır.

    Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, kalem ve kâğıdın, daktiloların yerini tutamayacağını savunduğumda çevremin desteğinin olmayacağını biliyorum. Yazmanın ruhunu, insan olmanın özünü barındırdığına inandığım kalem ve kâğıt sayesinde eski dostlarımızı hatırlamış oluyoruz. O sebeple dolma kalemimin mürekkebi dolu, her daim kâğıda dokunacak durumdadır. Geliniz arada bir de olsa yazmanın şarkısını, ekranlardan kâğıda taşıyalım diyerek geçmiş Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum.

Başıboş köpekler ve bizim nice halimiz

 

Başıboş sokak köpekleri ülkede büyük bir problem haline geldi. Dört milyon köpeğe bakmak kimin haddine, bu problem hayatımızı artık gün geçtikçe çekilmez hale getiriyor.

Birçok insanımız bu köpeklerin saldırısına uğradı ve hayatını kaybetti.Köpeklere çarpmamak için sağa sola savrulan üç binden fazla trafik kazası oldu. Bu kazaları geçirenlerin ödediği bedel asla küçümsenemez. Birçoğu yaralandı, belki hayatını kaybetti sayıyı bilmiyorum amma, vasıta sahiplerinin uğradığı maddi zararın haddi hesabı yok.

Öyle bir hale getirildiki, hayvan hakları diye diye köpekler nerede ise mukaddes, insanlar değersiz oldu. Hindistan’da ineklerin dokunulmazlığı vardır, inek zararsız ve faydalı bir hayvandır, insanlara zarar veren, birçok vahşi köpekler ise ülkemizde adeta mukaddes ve dokunulmaz oldu.

Sokakta bazıları tarafından köpek okşamaları başını alıp gitti. Büyükler ve çocuklar köpeklerin başını okşayarak, bazıları da kucağına alarak güya hayvansever olduklarını göstermeye çalıştı.

İnsanlarımız yakın bir zamanda caddelere ve sokaklara bu köpekler yüzünden çıkamaz hale gelecek, çocuklarımız okula giderken büyük bir korku ve telaş içinde olacaktır.

Köpeklerle karşılaşmamak için cadde ve sokaklarda elimizden gelen çabayı göstereceğiz.

Yakın zamanda belki çoğumuzun elinde kendimizi köpeklerden korumak için kocaman sopalar olacak. Köpeklerden kendimizi koruduk diye mahkemelik olabiliriz ve bunlara da hazırlıklı olmalıyız.

Başıboş köpekler bu haliyle sürüler halinde her tarafta olacak. Hatta ormanlarda bile avlanmalarına şahit olacağız. Daha şimdiden birçok dünya ülkesinde başıboş köpeklerden bahsediliyor ve Türkiye’ye sakın gitmeyin diyorlar.İnsanlardan zarar görenler güvenlik kuvvetlerini çağırırlar, güvenlik kuvvetleri en kısa zamanda gelir ve olaya müdahale eder.

Köpeklerin saldırısında kime müracaat edeceğiz ve kimi çağıracağız? Şayet oradan geçen insanlar varsa bazıları yardıma koşacaklar. Halimiz bu, çaremizi bilen varsa beriye gelsin.

İnsanlar gibi köpeklere verilecek bir ceza yasasıda yok. Çünkü köpekler yargılanamaz, mahkeme kurup ifadeleri de alınamaz. Bu haliyle köpeklerin insanlara verdiği zarar karşılıksız kalıyor, köpek kimden korkacak ve kimden çekinecek? Zaten böyle bir akli melekesi de yok.

Haydi bakalım dört milyon köpeği hem besleyin ve hem de onların barınması için tedbirler alın. Birde bunları kısırlaştırmak için hastaneler inşa edin ve doktor bulun. Bu kafayla,bu gidişle işimiz çok zordur elbette.

Şunu açıkça ifade edeyim ki, tüm belediyelerin başı bu köpekler yüzünden büyük bir derde girdi ve daha da girecek. Avustralya’da birçok deve öldürüldü. Nedeni ise çok su içtikleri içindi, kimse bu ülkeye neden bu develeri öldürüyorsun demedi. Ama konu köpek ve ülkemiz olunca işin rengi değişir.

Bence şöyle bir şey yapabiliriz. Dişi ve erkek köpekleri ayıralım, onları yan yana getirmeyelim, zaten bir müddet sonra doğum yapamadıklarından dolayı sayıları kendiliğinden azalmış olur.

Birde şu köpekseverlerle ilgili bir yasa çıkarmak gerekiyor. Yapılanlara itiraz eden olursa her birinin evine bir kaç köpek bırakalım ve onları o köpeklerden sorumlu tutalım. Taşın altına onlarda ellerini koysunlar, görelim.

Bu gidişle çok yakın bir zamanda domuz, ayı ve kurt sürülerini şehirlerde görürsek hiç şaşmayalım.

Haydi kalın sağlıcakla.

Türkiye ekonomisinde zorluklar ve umutlar


Son yıllarda Türkiye ekonomisinin dalgalı bir seyir izlediği aşikar. Hızlı bir toparlanma sürecinin ardından büyüme hızımızın yavaşladığını görüyoruz. Ekonominin belkemiğini oluşturan tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerine baktığımızda, her birinin kendi içinde önemli roller üstlendiğini söyleyebiliriz. Özellikle hizmetler sektörü, ticaret, ulaşım ve konaklama alanlarında öne çıkıyor. Ancak, bu üretim verilerine rağmen yüksek enflasyon ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar ekonomimizi zorluyor. Enflasyon oranları, vatandaşın cebini yakarken, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ithalat maliyetlerini artırarak ekonomik istikrarı tehdit ediyor. Yani, fiyatlar hızla artarken, paramızın değeri eriyor.

Dış ticaret rakamlarına baktığımızda ise tablo pek iç açıcı değil. İhracatımıza karşılık, ithalatımız yüksek seviyelerde seyrediyor. Bu da dış ticaret açığının sürdüğünü ve cari açığın büyüdüğünü gösteriyor. Başka bir deyişle, ürettiğimizden fazlasını tüketiyoruz.

İşsizlik oranları ise ayrı bir mesele. Gençler arasında işsizlik oranları oldukça yüksek ve kadınların işgücüne katılım oranları düşük. Bu, hem ekonomik büyümemizi hem de toplumsal refahımızı olumsuz etkiliyor. Gençlerin iş bulamaması, geleceğe dair umutlarını kırarken, kadınların iş hayatına katılmaması ekonomik potansiyelimizi sınırlandırıyor. Kadın istihdamı konusu, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği ve toplumsal kalkınma açısından kritik öneme sahip. Ancak bu yazıda, kadın istihdamı konusunu öneri olarak sunmayacağım.

Ekonomi yönetiminin alacağı kararlar, yatırımcı güvenini doğrudan etkiliyor. Güvenilir ve öngörülebilir bir ekonomi politikası oluşturmak, yerli ve yabancı yatırımcıları Türkiye'ye çekmek için kritik öneme sahip. İlk olarak, enflasyonla mücadele etmeliyiz. Sıkı para politikaları uygulayarak ve mali disiplini sağlayarak fiyat artışlarını kontrol altına almalıyız. Kamu harcamalarını kontrol altına almalı, vergi gelirlerini artırmalıyız. Böylece, enflasyonun önüne geçebiliriz.

Döviz kuru istikrarı da hayati önemde. Yabancı yatırımcıların güvenini kazanmalı, doğrudan yabancı yatırımları çekmeliyiz. Merkez Bankası'nın döviz rezervlerini güçlendirerek ani dalgalanmaları önlemesi gerekiyor. Dış ticaret dengesini sağlamak için ise ihracatı artırıcı ve ithalatı azaltıcı politikalar geliştirmeliyiz. Özellikle katma değeri yüksek ürünlerin ihracatını teşvik etmeli, yerli üretimi desteklemeliyiz.

Genç işsizlik oranlarının yüksekliği, ekonomimizin geleceği açısından büyük bir risk taşıyor. Bu sorunu çözmek için gençlere yönelik mesleki eğitim programlarını yaygınlaştırmalı ve işgücü piyasasının ihtiyaçlarına uygun beceriler kazandırmalıyız. Gençlerin iş dünyasına daha hazırlıklı girmesini sağlamak, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini artıracaktır.

Türkiye'nin dijital ekonomi alanındaki potansiyeli büyük. E-ticaret, fintech ve start-up ekosistemlerine yapılan yatırımların artırılması, Türkiye'yi bu alanda lider bir ülke haline getirebilir. Dijital dönüşüm, sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda istihdamı da olumlu yönde etkileyecektir. Yenilenebilir enerji yatırımları ve çevre dostu politikalar, hem çevreyi koruyacak hem de ekonomiye uzun vadeli fayda sağlayacaktır. Sürdürülebilir tarım uygulamaları da bu kapsamda değerlendirilmeli.

Bölgesel kalkınma projeleri, Anadolu'daki ekonomik faaliyetleri canlandırabilir. Bu da büyük şehirlere olan göçü azaltarak, ülke genelinde daha dengeli bir ekonomik büyümeyi sağlayabilir. Türkiye'nin ekonomik kalkınması, bölgesel eşitsizliklerin azaltılmasıyla doğrudan ilişkilidir. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirler ekonomik faaliyetlerin merkezinde yer alırken, Anadolu'nun birçok bölgesi yeterince gelişmemiş durumda. Bölgesel kalkınma projeleri, bu bölgelerdeki ekonomik aktiviteleri artırabilir ve göç sorununu azaltabilir.

Bankacılık sektörü, ekonominin likiditesini sağlamak için kritik bir rol oynuyor. Ancak, yüksek faiz oranları ve borçlanma maliyetleri ekonomik aktiviteleri yavaşlatıyor. Yani, parayı döndürmekte zorlanıyoruz. Faiz oranlarını yatırım ve tüketimi teşvik edecek seviyelere çekmeliyiz. Kredi kullanımının önündeki engelleri kaldırarak ekonomiyi canlandırmalıyız. Denetim ve düzenleme mekanizmalarını güçlendirerek bankacılık sektörünün sağlıklı büyümesini sağlamalıyız.

Özetle, Türkiye ekonomisi büyük bir potansiyele sahip, ancak çeşitli zorluklarla karşı karşıya. Enflasyon, döviz kuru dalgalanmaları, dış ticaret açığı ve işsizlik gibi sorunların çözülmesi, sürdürülebilir bir büyüme için kritik öneme sahip. Bu sorunları çözmek için kararlı adımlar atmalı ve gerekli reformları hayata geçirmeliyiz. Türkiye ekonomisinin geleceği, bu adımların ne kadar etkili bir şekilde atılacağına bağlı. Ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülebilir büyümenin yakalanması için politika yapıcıların dikkatli ve öngörülü kararlar alması gerekmektedir.

Kurbana yakın olmak...


Kurban, yakın olmak. En yüce makama yakın olmak. En yüce makama yakın olurken kime uzak durduğumuz da kıymetli değil midir? Uzak durulması gerekenlere uzak isek yakınlığımızın anlamı daha da büyüktür. Kurban Bayramı bu yönüyle anlamlı.

İnsan arayışın ve teslim olmanın hâliyle hayatını sürdüren bir varlık. İnancının zirvesine ve nihai noktasına kavuşmak istiyor. Kurban böyle bir nihai kavuşma olsa gerek.

Kurban, biraz da adanışın hikâyesi değil midir? Adamak, en sevilenin uğruna bir şeylerden vazgeçmek. Kolay mıdır? Asla değil! İmtihan dünyası dediğimiz şu fâni hayatın cilveleri bizi ne kadar da oyalıyor. Farkındayız ama vazgeçemiyoruz. Biliyoruz ama teslim olamıyoruz. Görüyoruz ama yüzümüzü çeviriyoruz.

Şimdi bayram geldi. Hoş geldi! Kime bayram, biz nelerden vazgeçtik de hayatımıza bayram geldi? Sahi, kurban hangi manasıyla hayatımıza girdi, şimdi hangi manasıyla biz onu karşılıyoruz? Kurban deyince gözümüzde daha çok kurban pazarları canlanır oldu. Niye böyle olduk? Hani, yakın olmaktı, kime yakınız? Kime uzağız? Kurban, en büyük imtihan değil miydi? Ah, İsmail’i adayan ve teslim eden o yüce ruhtan bize ne kaldı?

Kurban yakın olmak. Evet, bunu bilmeyenimiz yok. Peki, şimdi soralım mı, neye yakınız, neye uzağız? Yanlışa uzak, doğruya yakın mıyız? Haksızlığa mesafemiz nedir? Mazluma yakın mıyız; zalime uzak ve onun karşısında mıyız? Kötünün karşısında, iyinin yanında mıyız? Çirkine uzak, güzele yakın mıyız? Bu soruları çoğaltabiliriz? Neyi kazandığımızı, neyi kaybettiğimizi görmek zor değil.

Kurbanın içimize, hayatımıza aşıladığı adanmışlık tohumundan filizlenen ne var hayatımızda? Ne yazık ki her şeyi yok ederek önümüzü açıyoruz ve büyük boşluklara çıkıyor yolumuz. Şimdi kime yakınız? Biz ihtirasla saldırıyoruz ve dünyanın bizi aldatan tüm cazibelerine karşı yakınlığımız gittikçe artıyor. Bizi bu gidişten, bu yanlış gidişten kim kurtaracak?

Bugün dünyanın birçok noktasında zalime yakın, mazluma uzak ve insanlığımızı kaybettiğimiz noktada değil miyiz? Biyolojik olarak insanı yaşatmak değil, hakikî insanı, insan soyunu yaşatmak ve onun temsilcisi olmak zorundayız. Ancak biz hayvanlaşmış dürtülerimizle dünyayı talan etmeye niyetlenmiş gibi yakın olunması gereken ne varsa onlardan uzaklaşıyoruz. İşte Gazze! Gazze’dekiler hakikî manada kurbanın ne olduğunu bize canlarını feda ederek, mallarını vererek, en sevdiklerini kurban ederek göstermiyorlar mı? Soralım mı, şimdi kim daha fazla hak ediyor bayramı? Yüzleşmek kolay mı, bu yanlış gidişle bu çarpık ve iddiasız hayatla nereye varırız? Bizi kim kurtarır, akıttığımız kanlar hangi toprağı sular? Kim yoldaş olur bize?

Bayram; çocuksu masumiyetle bakmak değil miydi? Affetmek, barışmak, kucaklaşmak… Nerede o masum çocuklar, nerede kaldı masum çocukluğumuz? Ne güzel anlatmış Ziya Osman:

“Çocuklar bakıyorlar, gözlerinde mavilik,

Bize bakıyorlar çocuklar, bir deri bir kemik.

Çocuklar tutamıyorlar ellerinde oyuncakları,

Çocuklar koşamaz olmuş bacakları.”

Şimdi elimizde keskin bıçak, önce nefsimizi, boynumuzu uzatalım mı? Kurban olalım en yüce kata, vazgeçelim dünyalık ihtiraslardan. Bayram olur hayat.


​İşsizlik düştü, üretim yavaşladı


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre; sanayi üretimi Nisan ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,7, bir önceki aya göre ise yüzde 4,9 daraldı. Önceki veride (Mart ayı) sanayi üretiminde yıllık yüzde 4,6 artış, aylık ise yüzde 0,1 azalış gerçekleşmişti. Böylelikle 2023 yılının Şubat ayında meydana gelen depremden sonra en sert daralma Nisan ayında kaydedilmiş oldu.

Sanayi üretimindeki yavaşlamanın devam edeceği PMI verilerinden de anlaşılıyor.

İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), Nisan ayında 49,3 iken, Mayıs ayında 48,4’e gerileyerek üst üste ikinci ay 50,0 eşik değerinin altında gerçekleşti. Son veriler sektörün faaliyet koşullarındaki yavaşlamanın ılımlı olmakla birlikte 2024 başından bu yana en belirgin düzeyde gerçekleştiğine işaret etti. Firmalar özellikle yeni siparişlerde keskin bir azalma yaşandığını ve düşüşün Ocak ayından bu yana en yüksek oranda olduğunu bildirdi. Anket katılımcıları, siparişlerdeki yavaşlamanın büyük oranda zorlu talep koşullarından kaynaklandığını ve bazı müşterilerin yüksek fiyatlardan olumsuz etkilendiğini belirtti.

Uygulanan sıkı para politikasının etkileri yılın ikinci çeyreğine ait göstergelere yansıdığı görülüyor. Üretimdeki daralmaya rağmen işgücü istatistiklerinde ise olumlu görünüm devam ediyor.

Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2024 yılı Nisan ayında bir önceki aya göre 18 bin kişi azalarak 3 milyon 42 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,1 puan azalarak yüzde 8,5 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,2 iken kadınlarda yüzde 11,1 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerin sayısı Nisan ayında bir önceki aya göre bin kişi azalarak 32 milyon 618 bin kişi, istihdam oranı ise 0,1 puan azalarak yüzde 49,5 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 66,9 iken kadınlarda yüzde 32,5 olarak gerçekleşti.

İşgücü Nisan ayında bir önceki aya göre 18 bin kişi azalarak 35 milyon 661 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise aynı seviyede kalarak yüzde 54,2 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 72,1 iken kadınlarda yüzde 36,6 oldu.

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,1 puan azalarak yüzde 14,5 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 12,2, kadınlarda ise yüzde 19,1 olarak tahmin edildi.

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı Nisan ayında bir önceki aya göre 3,1 puan artarak yüzde 27,2 oldu.

İşsizlik oranındaki düşüşün devam etmesi ve tek haneli seviyelerde kalması, buna ilaveten genç nüfusta da işsizlik oranının sınırlı da olsa gerilemesi olumlu olarak değerlendirilebilir. Ancak geniş tanımlı işsizlik olarak bilinen atıl işgücü oranındaki sert yükseliş ve istihdam edilenlerin sayısındaki azalış önümüzdeki dönemde manşet işsizlik oranının artacağına işaret ediyor.

​Rezerv para ve uçurumlar

 

Bir yandan Avrupa’da faşizm rüzgarları eserken diğer yandan paranın lordlarının istemediği liderlerin kazandığı seçimlerden ötürü Hindistan, Meksika ve Güney Afrika borsalarından kaçan sıcak para Türkiye’ye akıyor…

Bir yandan ardı ardına (başarısız da olsalar) liderler suikaste uğrarken diğer yandan burnumuzun dibinde bir terör devleti kurulmaya çalışılıyor. Öyle ki iş artık seçim düzenlemeye kadar geldi…

İşin garibi bu terör devletinin askeri kanadının oluşması adına milyarlarca dolar harcayan ABD, adeta Türk ordusu rahatça müdahale etsin diye seçimleri erteleyin diyerek bir operasyon olursa fazla müdahil olmayacağını ima ediyor.

Bir yandan Kremlin sözcüsü ABD için “düşman devlet” tanımlaması yaparak konuşurken diğer yandan ABD’nin kendi üretimi olan silahlar hakkında Rusya’da kullanılması hususunda izin verdiği iddia ediliyor…

Bir yandan iki yıl öncesine kadar elinde 3,5 trilyon dolarlık ABD tahvili bulunan Çin devleti bu rakamı 800 milyar dolarlara çekip ABD’nin borçlanma dinamiklerini dinamitlerken diğer yandan BRICS yeni bir ortak para birimi işin hiç durmadan çalışmalarına ve temaslarına devam ediyor.

Bir yandan artık borçlarını ödeyemez hale gelen ABD kendi kendini fonlamak adına Hazine’nin çıkardığı tahvilleri, adına buy back program denen bir yöntemle yine Hazine’ye satın aldırarak, yani kendi kendine faizle borç vererek acziyetini tüm dünyaya ilan ederken diğer yandan dünyayı yöneten yatırım bankaları birer ikişer blockzincir varlıklarına ilişkin ETF’lere saldırıyorlar.

Tüm bunlar olurken de televizyonlarda, dünyanın en yüksek faizini ödeyerek ülkeye kısa vadeli olarak getirdiğimiz, ne zaman çıkıp gideceği belli olmayan, faizini ödemek için vergileri/cezaları daha da artırdığımız bu sıcak para girişlerini övüp duruyor, bir anda her şeyi ve tehlikeleri unutup pembe hayallere dalıyoruz.

Hatırlatmakta fayda var. Bu para gökten inmedi. Bizim değil. Kısa vadeli olarak ve dünyanın en yüksek faizini almak için geldi.

Yukarıda bahsettiğim bunca enteresanlığın aynı anda gerçekleştiği bir dönemde bir anda arkasına bile bakmadan çıkıp gidebilir. Hindistan’dan, Meksika’dan ve Güney Afrika’dan geçtiğimiz günlerde çıkıp gittiği gibi…

Tekrar tekrar ifade ediyorum. Çok karmaşık bir döneme girdik tüm insanlık olarak. Dünyanın en güzel rüyaları, en tatlı hayalleri bile önümüze konsa bir dakikalığına dahi gözümüzü kapatıp gevşeme şansımız yok.

Küresel finans sistemi, hakim rezerv para birimi olan doların tahtının zangır zangır sallanmasından ötürü adeta uçurumun kenarına gelmiş durumda. Rezerv paraların değişimi asla savaşsız/çatışmasız olmaz. Hepimizin daha önce hiç olmadığımız kadar uyanık olması gerekiyor…

İsmet Özel seksen yaşında


    Böyle bir serlevha ile yazının zihni arka planındaki bazı bileşenlerini öncelikle paylaşmalıyım. Birincisi, bu “seksen yaşında” ifadesi İsmet Özel’in Sadun Arel ile ilgili yazısında geçmektedir. İkincisi, İsmet Özel’in “Türklük” üzerinden kurmaya çalıştığı felsefe. Üçüncüsü ve aslında daha önemlisi, İsmet Özel’in fikri takibi.

Öncelikle 1980’lerden bu yana fikirlerini takip eden birisi olarak İsmet Özel’in bir filozof olduğunu söylemeliyim. Kendisi felsefede bir sistem kurmadı. Ancak meselelere yaklaşımı ve içeriklendirme açısından konuşacak olursak, bir filozof olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Şair olmasının da verdiği kuvvetle retoriği çok güçlü ve bu sebeple fikri takibi yapılması gerekiyor.

Çoğu zaman karmaşık, muğlak olarak değerlendirilen İsmet Özel’in “Türk”e dair söyledikleri de anlaşılmak bakımından bundan nasibini almıştır. Bunu her bir açıklama denemesi başka bir muğlaklığı beraberinde getiriyor ise de, İsmet Özel’in öncül cümleleriyle meselenin bir daha altını çizelim.

1-Türk, kafirle mücadeleyi göze alana denir. Dolayısıyla Türk’ün kafiri olmaz.

2-Allah Türk milletini özel olarak bu mücadele için seçmiştir.

3-Türkler böyle bir tarihi misyonla görevlidirler.

Burada farklı boyutlarda itiraza konu olan noktalar ise şu şekildedir. Türklük niçin etnik bir unsurun dışında tanımlanmaktadır? İkincisi, Allah’ın Türkleri seçmesi, seçilmiş bir millet fikrini mi ifade etmektedir ve ne kadar doğrudur?

Aslında İsmet Özel’in bu yaklaşımı “tarihi bir misyon” açısından düşünüldüğünde oldukça anlamlıdır. Özel “Türk” kavramına ontolojik bir bağlamda yaklaşmamaktadır. O, tarihsel süreçte Batı’da Türklük ile Müslümanlık arasındaki özdeşleşmeden itibaren meseleyi ele almakta; dolayısıyla tarihsel bir gerçekliği öne çıkararak bugün ve geleceğe projeksiyon geliştirmektedir.

Dolayısıyla Özel açısından Türklerin Allah tarafından seçilmiş olması, üçüncü maddede de belirtildiği üzere tarihi bir misyondur. Dünya ölçeğinde birçok müslümanın “Türk”lükten böyle bir beklentisi bulunmaktadır. Ancak bunun tarihin bu anında böyle bir misyona tekabül ettiği belirtilmektedir.

Almanlarda Hegel felsefesinin önemli bir kavşak noktasında durduğunu ve Alman tarihinin farklı zamanlarında farklı formlarda gerçeklik kazandığını görmekteyiz. Tanrı’yı Almanlarda tecessüm ettiren Hegel, bunu tarihi şartlarla ve usun gelişimi ile direkt ilintili görmektedir. Burada da Almanlara tarihin bu anından itibaren yüklenen bir misyon söz konusudur. Buna bir de Fransızların hakikati tabiatta aramalarına karşılık Almanların “tarih”i öne çıkarmalarını da ekleyelim. Elbette İsmet Özel’i Hegel ile özdeşleştirmiyorum.

Üçüncü esas mesele ise, İsmet Özel 1960’lardan itibaren Türkiye’nin düşünce hayatının içinde etkin isimlerden birisidir. Onun meselesi kendi ifadesiyle müslüman olduktan sonra bir mücadeleyi yürütmektir. Bu bağlamda yazıları dağınık gibi görünse de, Türkiye’nin siyasi ve düşünsel serüveni ile birlikte okunduğunda anlamlıdır.

Bu çerçevede İsmet Özel’in maalesef düşünce açısından ardılları oluşmamıştır. Ardıllardan kastettiğimiz ise, İsmet Özel’in düşünce çerçevesi, yöntemi, sonraki nesle bıraktığı düşünsel bakiyeler ve bunların fikri takibinin yapılabilmesi. Dolayısıyla İstiklal Marşı Derneği başta olmak üzere, böyle bir platformun sistematik olarak oluşturulması elzem görünmektedir.

Özellikle dünyanın ciddi krizlerden geçtiği böyle bir zaman diliminde, İsmet Özel’in fikirlerinin bize nasıl bir menfez açabileceği ve krizleri aşma imkanı üzerinde ciddi olarak tartışmalar yapılmalıdır. İsmet Özel’in bu anlamda nisyana terk edilmesi birikimlere yazık etmek demektir.

Enerji kaynakları ve Gabar Petrolü

 

Türkiye, son çeyrek asırdaki yatırımlarla petrol ve doğalgaz boru hatlarında geçiş ülkesi konumuna yükseldi. İnşasına başlanan yeni kara ve demiryolu hatları ile ulaşım ve nakliyede de dünyanın doğusu ile batısı arasında köprü konumu kazanacak.

Türkiye’nin bu güçlü durumuna karşılık ABD – Hindistan – İsrail lobisi, son G20 zirvesinde doğu-batı arasında farklı bir nakliye yolu geliştireceklerini ilan etti. Ancak hem Gazze savaşı, hem Türkiye’nin doğal konumu ve geçişleri kolaylaştıran güzergâhı bu yapay güzergâha fırsat vermiyor.

Türkiye, Irak’ı boydan boya geçen “Kalkınma Yolu” projesi için güvenliği sağlamaya öncelik verdi. Bunun için Irak Hükümetini de terörle mücadelenin tarafı haline getirdi. Kuzey Irak’ta Türk askerinin operasyonları kesintisiz devam ediyor. ABD’den maaş alan Kürt kökenli teröristler üçer beşer temizleniyor.

***

Son istatistiklere göre Kuzey Irak’ta öldürülen PKK militanlarının yüzde 90’ı Suriye vatandaşı, yüzde 3-4’ü Türkiye, yüzde 2 -3’ü ise Irak ve İran vatandaşı. ABD’nin 40 bin TIR ve 4 bin uçak dolusu silah verdiği, yaklaşık 15 milyar dolar harcayarak eğitip donattığı Suriyeli piyonlar istenileni veremedi.

ABD, Afganistan’da olduğu gibi kendi askerleri ölmesin diye YPG militanlarına maaş verip ateş hattına sürüyor. Yarın-öbür gün Suriye’den çekilecekleri zaman onları da kargo uçaklarına doldurup Afrika’nın bilmem hangi ülkesindeki kamplara götürecekler. ABD’nin vaadlerine kanıp bağımsızlık masallarına inanarak Türkiye’den YPG’ye katılan varsa, ailelerinin bir an önce devreye girip çok geç olmadan çocuklarını geri çekmesi şart.

Irak - Türkiye Kalkınma Yolu Projesi, Türkiye’nin enerji ve nakliye koridoru olmasını pekiştiren devasa bir proje. Nahçıvan-Azerbaycan üzerinden geçen orta koridorla birlikte Uzak Doğu’dan başlayıp Türkiye üzerinden Batıya ulaşacak İpekyolu sayısı ikiye çıkacak. Bu da Türkiye’nin refah seviyesini yükseltecektir.

***

Kürtlükle ilgisi olmayan, kendi devleti ile başkaları adına kavgalı “ABD Kürtleri” için sonun başlangıcındayız. Her seçim öncesi isim değiştiren terör örgütünün siyasi kanadı sadece ayrılıkçı Kürtlerden oluşmuyor. Milliyeti farklı olsa da liboş, bölücü, ırkçı, aşırı sol ve etnik parselcilerin tamamı oraya toplanmış durumda.

Birkaç yıl öncesine kadar güvenlik güçlerinin bile girmekte zorluk çektiği Gabar Dağları’nda artık ülkenin kaderini değiştirecek bir üretim faaliyeti var. Gabar’daki petrol sahalarında günlük üretim 43 bin varili geçti. Yıl sonuna kadar hedef günlük 100 bin varile ulaşmak.

Türkiye’nin diğer bölgelerindeki 1300 kuyuda günde 40 bin varil üretim yapılırken Gabar’daki 39 kuyunun üretimi bu miktarı aşmış durumda. Rakamların şu andaki boyutu bile Türkiye'nin geleceğini değiştirecek boyutta.

Gabar’da Suudi Arabistan petrolüne denk kalitede petrol çıkarılıyor. Rezervin debisi çok yüksek. O yüzden derinden de çıkarılsa kolay üretiliyor. Petrol sahalarında 3 bine yakın mühendis ve işçi çalışıyor. Dağların tepesinden günde 250 tankerle taşınan petrol için boru hattı da inşa ediliyor. Bu değerlere bakarak YPG/PKK’nın ağababası ABD’li general Brett McGurk’ün içi kan ağlıyordur.

Düşünme, ifade, özgürlük

 

Her birey, insan olmasından dolayı onur, özgürlük ve özgünlük sahibidir. Özgür ve onurlu bireyler olarak her insanın, düşünceleriyle ve davranışlarıyla insanlık tecrübesine felsefe, sanat, bilim, edebiyat, medya, eğitim, müzik başta olmak üzere bütün alanlarda katkı yapma hakkı vardır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, bireyin bütün insanlardan bağımsız olarak kendisine özgü düşünceler, ifadeler ve yorumlar geliştirmesini ve ifade etmesini içermektedir. Düşünme ve ifade etme özgürlüğü, bireyin her açıdan diğer bireylerden farklı olma hakkından ve özgürlüğünden kaynaklanmaktadır.

Düşünmenin ve ifadenin özgür olması için kişinin, bütün korkulardan ve kaygılardan bağımsız olarak yeni fikirler ürettiğinde kendini güvende hissetmesi gerekmektedir. Cezalandırılma, tehdit edilme, öldürülme, işkence, dışlanma korkusu yaşayan kimseler, düşünme ve ifade özgürlüklerini kullanamazlar. Korkunun, tehdidin ve cezalandırılmanın egemen olduğu bir kültürde ve toplumda, düşünme ve ifade özgürlüğünün olması mümkün değildir. Korkunun egemen olduğu kültürlerde, fikirler ve düşünceler özgürce üretilmez, tartışılmaz ve geçerliliklerini test etmek için pratiğe konulamazlar. Korkunun egemen olduğu kültürlerin asli karakteri despotizm, şiddet, tehdit ve vahşettir. Düşünme ve ifade özgürlüğü, bütün özgürlüklerin kaynağıdır. Düşünme ve ifade özgürlüğü sayesinde bireyler, iletişim, örgütlenme,ekonomi, sanat, eğitim ve diğer alanlardaki özgürlüklerini kullanabilirler. Düşünme ve ifade özgürlüğünün varlığı sayesinde demokratik bir kültür oluşabilir. Düşünme ve ifade özgürlüğünün yokluğu durumunda despotizm, baskı ve vahşet gelişmektedir. Medeniyet, düşünme ve ifade özgürlüğünün eseridir. Düşünme ve ifade özgürlüğünü inkar eden kültürler ve toplumlar, vahşet üreten barbarlardır. Düşünmek, eleştirmek, sorgulamak, ifade etmek, insanca davranmaktır. Eleştirtmemek, sorgulatmamak, susturmak, linç etmek, cezalandırmak, tehdit etmek barbarlıktır ve vahşettir. Başkalarının kalıplarına ve kabullerine göre yaşamayı bireylere dayatan yaklaşımlar, düşünme ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmak için her türlü akıl dışı, ahlak dışı ve hukuk dışı yola başvururlar.

Kurumların, kişilerin, kaynakların, kalıpların tartışılmaz, mutlak doğru, eksiksiz ve mükemmel olarak dayatıldığı kültürlerde ve toplumlarda düşünme ve ifade özgürlüğü yoktur. Eleştirilmeyecek, sorgulanmayacak ve tartışılmayacak hiçbir kişi, kurum, kaynak ve kalıb yoktur. Bazı kişileri, kurumları, kaynakları düşünme ve ifade özgürlüğünün dışında tutarak onları dokunulmaz ve tartışılmaz hale getirmek, aslında düşünme ve ifade özgürlüğünün yok edilmesi anlamına gelmektedir. Düşünme ve ifade özgürlüğü, insanın vazgeçilmez ve kısıtlanmaz hakkıdır.İnsanlık kültürüne ait hiçbir kurgu, kabul ve tecrübe, düşünme ve ifade özgürlüğünün üstünde, dışında ve ötesinde değildir. İnsana dair her şey, eleştiriye tabidir. Bazı insanları, kabulleri ve pratikleri, tartışılmaz ve eleştirilmez kabul etmek, en korkunç akılsızlık ve ahmaklıktır.Akıl, her şeyin sorgulanmasını gerektirmektedir.Düşünme ve ifade özgürlüğü, söylenemeyeni söylemek, dokunulmayana dokunmak, düşünülmeyeni düşünmek ve ifade edilemeyeni ifade etmek demektir. İnsanlık tarihinin bütün aşamalarında gelmiş geçmiş bütün kişiler, kurumlar, kaynaklar ve uygulamalar, her açıdan eleştirilebilirler ve sorgulanabilirler. Bireyin, hiç kimsenin kabullerini kayıtsız şartsız kabul etme zorunluluğu yoktur.Düşünme ve ifade özgürlüğü, toplumda baskın olan kabullere aykırı yeni fikirlerin var edilmesini içermektedir. Çoğunluğun benimsediği fikirlere ve kabullere aykırı fikirlere ve yorumlara izin vermemek, aslında totaliteryanizmdir.

Fikirler, inançlar, kabuller, kurumlar, kişiler, kaynaklar, kutsal ve tartışılmaz değildirler. Bütün kaynaklar, kişiler, kabuller, okunmak, düşünmek, sorgulamak ve eleştirilmek için vardır. Sorgulanamaz ve eleştirilemez olarak kabul edilen her şeyin, insanla, hayatla ve doğayla hiçbir ilişkisi, ilgisi ve iletişimi yoktur. Düşünme, sorgulama, eleştirme, tartışma ve yorumlama sayesinde kişiler, kurumlar, kaynaklar ve kalıplar, insanla ve hayatla ilişkili, ilgili ve iletişimsel bir nitelik kazanmaktadırlar.İnsanı ve hayatı değiştirecek tek şey, akıl, eleştiri, düşünme ve ifade etmedir.Korunması gereken, düşünme ve ifade özgürlüğüdür. Hiçbir düşünce, kabul ve ideoloji, özel olarak korunmamalıdır.

Kendisini eleştiriye ve düşünmeye kapatan bütün inançlar, kurumlar, kaynaklar, kalıplar ve kişiler, kendilerinin yeniden şekillendirilmelerini ve içeriklerinin yenilenmesini reddetmektedirler. Eleştirinin olmadığı yerde, yenilik, değişim ve dinamizm yoktur. Modern dünyada eleştirel akılla her şeyin sorgulanmasını her bireyin hakkı olarak gören düşünme ve ifade özgürlüğü şeklinde büyük bir kazanıma sahip bulunuyoruz. Düşünme ve ifade özgürlüğü, hiçbir şey uğruna feda edilemez. Düşünme ve ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, her şey teferruattır. Düşünme ve ifade özgürlüğünün yokluğu, aklın, adaletin ve ahlakın yokluğu anlamına gelmektedir.

Geçmişi özlem ve modern hayat çıkmazı

 

Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmeler hız kesmeden ilerliyor. Özellikle çevremize baktığımız zaman hayatımızı kolaylaştıran pek çok farklı teknolojik ürüne rastlamak mümkündür. İşte bu teknolojik aletler insanı adeta esir almış durumundadır.

Toplumda, bunalan sıkılan depresyona giren, mutsuz olan, insanlar, mutluluğu arkadaşlarıyla değil internet ve akıllı telefonlar sayesinde sosyal mecralardaki çakma arkadaşlarıyla paylaşır oldular.

Bireysel olarak toplumdan uzaklaşan insanlar, yalnızlık sarmalı içinde debelenip durmakta ve yaşadığı hayatta, mutlu olabilmek için maddi olarak AVM’lerde tüketen bir toplum, haline geldik maalesef.

Aslında biz eskiden böyle değildik. 1980’li yıllarda babamın memur olması münasebetiyle Anadolunun küçük bir ilçesinde yaşarken, mahalledeki komşularımız değer yargılarına önem veren, candan insanlardı. Leb demeden leblebiyi anlayan kal ehli değil, hal ehli insanlardı.

Yemeğin kokusu komşuya gitmiştir diye bir tabak yemek gönderen nesilden, görgüsüzce yediğini sosyal medya mecralarında poz vererek paylaşan bir nesile döndük. Şimdilerde böyle komşuları mumla arar olduk. Yaz aylarında esnafın yanında çalışır bir meslek öğrenirdik.

Aslında biz bilmeden hayatın içinde büyümüşüz, aile ekonomisine katkıda bulunmuşuz, toplumsal dayanışmayı mahallede, doğruyu yanlışı büyüklerimizden öğrenmişiz. Eski eski de kaldı o günler birer nostalji olarak bizim anılarda kaldı artık.

Şu an da yaşadığımız evlerimiz; saatlerce birbirini görmeyen aile fertleri yan yana oturmalarına rağmen hepsinin elinde birer akıllı cep telefonu ile sanal dünyaları yaşayan aile, birbirlerine yabancı hayat sürüyorlar. Artık arkadaşlıklar bile sanal oldu.

Bunlar aslında, şu andan ve yeniden kaçış anları değil mi? Yeninin değerini eskinin değeri üzerinden belirlemiyor muyuz böyle anlarda?

Artık evlerde yemek kolay kolay pişmiyor yeni nesil fast food sektörünün hazır ve çabuk tüketilebilir olduğu ve tam da bu amaçla var edildiği günümüzde, eskinin gücüne hayranız.

Bir yer sofrası veya masa etrafında toplanan aile bireyleri toplu halde Allah ne verdiyse yemeklerini yer ve kalkarlardı. O birliğe, o samimiyete, o aza kanaatimize, irademize, hoşgörümüze, hırstan çok, şükreden hallerimizi kim özlemiyor ki? dostlar.

Geçmişi arayıp, özlem duymamızın bir başka nedeni ise, insanoğlunun şu anki mevcut durumdan muzdarip olmasıdır. Sohbet tadında ruhumuzu doyuran, iki kelam edeceğimiz, dost ve arkadaşları bulmak neredeyse yok denecek kadar azaldı bugün.Evet eski artık geçmişte kaldı, hepsi acısıyla tatlısıyla yaşamımızda izler bıraktı. Ancak eskinin içinde kaybolmamak ve daha da önemlisi eski ile günümüz arasında bağ kurmak neler yapabileceğimizi düşünmek, tartmak ve ona göre hayatı yaşamak gerekiyor. Hayatımıza bir anlam katmak eski anıları hep bir tebessümle anarız.

Ancak; Unutulmamalıdır ki hayat devam ediyor ve biz artık eskilerde değiliz, eski değerlerimizden taviz vermeden hayatımızı bugüne uyarlamamız gereklidir.

Yaratan’a şükür yaratılana teşekkür

 

İnsanın şükretme ihtiyacı yaratılışı gereğidir. Kendisine küçük bir iyilik yapana karşı bile vicdanen bir teşekkür borcu hisseden insanın, bütün nimetleri ikram eden Yaratan’ına karşı şükretmemesi düşünülemez. İyilik yapana teşekkür etmek İslam ahlakının gereğidir. Rabbinin verdiği nimetler karşısında kulun O’na olan minnetini şükürle sunabileceğini belirten Peygamber Efendimiz, hem şükür sözlerini diline nakşetmiş hem de nafile ibadetleriyle Rabbine şükrünü ifade etmiştir. Geçmiş ve gelecek günahları affolunduğu hâlde çokça ibadet etmesini hayretle karşılayanlara “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” şeklinde cevap vermiştir. (Buhârî, Tefsîr, Fetih 2) İnsanlara teşekkür için de bize şöyle yol göstermiştir: “Kendisine bir ikramda bulunulan kişi, imkân bulduğu takdirde karşılığını versin. Bulamazsa (o iyiliği yapana) övgüde bulunsun. Çünkü (bir iyiliği) öven, şükran borcunu yerine getirmiş olur. İyiliği gizleyen ise nankörlük etmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 11)

Kaynak: Diyanet Takvimi

Vişne Şurubu


MALZEME: 2 kg vişne, 1.5 kg şeker, 1 tatlı kaşığı limon tuzu, 1 çay bardağı su.

YAPILIŞI: Vişneler yıkanıp saplarından ayrıldıktan sonra, geniş bir tencereye bir sıra şeker bir sıra vişneyi sıralayarak  1 gün bekletilir. Ertesi gün, bir çay bardağı su tencereye eklenir ve harlı ateşte vişnelerin su salması ve şekerin erimesi için sürekli karıştırılır. Kaynamaya başlayınca 10-15 dakika pişirilir. Ateşten almaya yakın limon tuzu eklenir. Meyveleri süzgece alarak suyu bir kaba alınır. Temiz bir bezden veya ince süzgeçte süzülerek şuruba katılır. Cam şişelere koyarak serin yerde saklanabilir. Şurup soğuk su ile karıştırarak ikram edilir. Bayramda da misâfirlere ikram edilebilir.

Kaynak: Türkiye Gazetesi Takvimi

Eski Bayramlar

 

“... Gö­rü­yo­rum ki; bu se­ne Rü’yet-i hi­lâ­lin mu­zâ­af ve müs­tes­na bir yeri ola­cak. Zi­ra gök­te­ki o in­ce tır­nak­tan baş­ka bay­ra­mı ha­tır­la­ta­cak bir şey yok. Ne çar­şı­lar­da fa­ali­yet, ne şe­ker­ci­ler­de ha­re­ket, ne ter­zi dük­kan­la­rın­da ce­re­yan, hiç, hiç­bir ta­raf­ta bir ha­zır­lık gör­mü­yo­rum. Her­kes ken­di­si­ni dü­şün­dü­ren (harp sonu) se­fa­let için­de boy­nu bü­kük, ne gi­den Ra­ma­za­nın far­kın­da, ne de ge­len bay­ra­mın...”        Ce­nap Şe­ha­bet­tin - 1920 Alem­dar Ga­ze­te­si
∞      ∞      ∞
“... Za­ma­nı­mız­da bay­ram­laş­ma, ah­bap­tan ah­ba­ba, ak­ra­ba­dan ak­ra­ba­ya kart­pos­tal­la­rın üze­ri­ne teb­rik!.. di­ye tek ke­li­me­cik yaz­mak kal­dı­ğı gi­bi, ha­tı­rı sa­yı­lan ki­şi­le­re da­hi ka­pı­sı­nı ça­lıp kart bı­rak­mak, bü­yük­le­rin ko­nak­la­rın­da adı­nı, ‘Özel Def­ter’ine kay­det­mek ye­ter gö­rü­nü­yor. Es­ki­den böy­le bir şey ya­pıl­say­dı in­sa­nın âde­ta ter­bi­ye­siz­li­ği­ne ve­ri­lir­di. Özel­lik­le ya­zı ile olur­sa...” Ah­met Ra­sim - 1920
∞      ∞      ∞
Biz İstanbullu Rumlar için bir zamanlar Ramazanın ayrı bir yeri vardı. Şüphesiz, Hıristiyan olarak oruç tutmuyorduk ama, komşularımız davet etti mi iftar sofralarını kaçırmazdık. O ne güzel yemekler, o ne güzel sohbetler... Çocukluğumda, sıcak Ramazan pidesi almak benim görevimdi. Tabii eve gidinceye kadar bir bölümünü tüketirdim. Bayram yaklaştıkça da biz İstanbullu Rumları bile tatlı bir heyecan sarardı.Yorgo Kırbaki 

Erkeğin Kadına Karşı Vazifeleri

Erzurumlu İbrâhîm Hakkı hazretleri Mârifetnâme kitabında özetle buyuruyor ki:

1- Ona karşı her zaman güzel huylu olmalı.
2- Ona her zaman yumuşak davranmalı.
3- Eve gelince, hanımına selâm vermeli.
4- Ona, tenhada, sevdiğini söylemeli.
5- Üzüntülü görünce, hâlini sormalı.
6- Her şeyde gönlünü almalı.
7- Çocuk terbiyesinde, ona yardım etmeli.
8- Memleketinde, âdet olanları giydirmeli.
9- Mümkünse, iyi şeyler yedirmeli.
10- Hanımını dövmemeli.
11- Bir günden fazla dargın durmamalı.
12- Onun kötü huylarına sabredip, kendi kabahatinin de olduğunu düşünmeli.
13- İyiliği çoğalırsa, Allaha şükretmeli.
14- Hanımı; “Beni herkesten çok seviyor” bilmeli.
15- Ev ve dış işlerinde, onun fikrini de almalı.
16- Evde hâkim, kadın değil erkek olmalı.
17- Günah olmayan kusurlarını görmemeli.
18- Ayıp ve kusurlarını, herkese söylememeli.
19- Bâzen lâtife yapıp, onunla oyun oynamalı.
20- Onu fitneye sebep olan yere götürmemeli.
21- Dînini, haramı, helâli ve vazifeleri öğretmeli.
22- Hanımından izinsiz, sefere çıkmamalı.
23- Ona, düşmanlarını, borçlarını söylememeli.
24- Ona, hayır duâ etmeli, bedduâ etmemelidir.

4 Haziran 2024 Salı

Ekonomik güven endeksi 98,2 oldu


Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; ekonomik güven endeksi Nisan ayında 99,0 iken, Mayıs ayında yüzde 0,8 oranında azalarak 98,2 değerini aldı.

Ekonomik güven endeksini oluşturan endekslerin değişim oranları incelendiğinde, bir önceki aya göre; Mayıs ayında tüketici güven endeksi yüzde 0,1 oranında artarak 80,51, reel kesim (imalat sanayi) güven endeksi yüzde 1,1 oranında azalarak 102,4, hizmet sektörü güven endeksi aynı düzeyde kalarak 117,1, perakende ticaret sektörü güven endeksi yüzde 3,3 oranında azalarak 111,7, inşaat sektörü güven endeksi yüzde 0,3 oranında azalarak 88,3 değerini aldı.

Güven endekslerinin 100'den büyük olması sektörün mevcut ve gelecek döneme ilişkin iyimserliğini gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında reel kesim, hizmet ve perakende ticaret sektörlerinde iyimser havanın devam ettiği görülüyor iken aylık değişimlerdeki gerileme ise ekonomiyi yavaşlatmaya yönelik atılan adımların etkilerinin daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığına işaret ediyor.

Tüketici güven endeksi ise geçen yılın Haziran ayından bu yana en yüksek değere ulaştı. Son açıklanan Mayıs verisinde sınırlı bir artış kaydedilse de yaklaşık bir yıldır endeksin artış eğiliminde olması sevindirici. Alt endekslere bakıldığında;

Geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde hanenin maddi durumu alt endeksi yüzde 0,4 artarak 65,3 değerini, gelecek 12 aylık dönemde hanenin maddi durum beklentisi değişmeyerek 82,8, geçen 12 aylık döneme göre mevcut dönemde genel ekonomik durum yüzde 10,4 artarak 46,0, gelecek 12 aylık dönemde genel ekonomik durum beklentisi yüzde 0,2 artarak 78,3, gelecek 12 aylık dönemde işsiz sayısı beklentisi yüzde 0,8 artarak 75,6, geçen 3 aylık döneme göre gelecek 3 aylık dönemde yarı-dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşüncesi yüzde 1,7 azalarak 105,3, mevcut dönemin dayanıklı tüketim malı satın almak için uygunluğu yüzde 2,0 artarak 48,1, geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşüncesi yüzde 0,3 azalarak 95,6, gelecek 12 aylık dönemde tasarruf etme ihtimali yüzde 7,1 azalarak 39,9, gelecek 3 aylık dönemde tüketimin finansmanı amacıyla borç kullanma ihtimali yüzde 1,3 artarak 52,2, geçen 12 aylık dönemde tüketici fiyatlarının değişimine ilişkin düşünce yüzde 10,0 artarak 17,2, geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde tüketici fiyatlarının değişimine ilişkin beklenti yüzde 7,9 artarak 60,7, geçen 12 aylık döneme göre gelecek 12 aylık dönemde ücretlerin değişimine ilişkin beklenti yüzde 1,5 azalarak 115,7, gelecek 12 aylık dönemde otomobil satın alma ihtimali yüzde 0,4 azalarak 17,8, ve gelecek 12 aylık dönemde konut satın alma veya inşa ettirme ihtimali yüzde 11,5 azalarak 10,0 değerini aldı.

Aylık değişimler genel ekonomik duruma dair beklentilerin son derece pozitif olduğunu gösteriyor. Tüketim eğilimlerinde de beklenildiği üzere bir düşüş olduğu görülüyor. Buna ilaveten iç talebi daraltmaya yönelik uygulanan politikalara rağmen istihdam kaybı beklenmiyor.

Gerçek üstünlük...

 

İnsanlık tarihi boyunca, üstünlük ve değer ölçütleri çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Kimi zaman maddi varlıklar, kimi zaman sosyal statü veya fiziksel güç üstünlüğün sembolü olarak görülmüştür.

İlim, insanlığın en değerli hazinelerinden biridir. Bilgiye ulaşma, onu anlama ve paylaşma çabası, medeniyetlerin ilerlemesinde büyük bir rol oynamıştır. Ancak ilim, aynı zamanda tevazu gerektirir. İnsanın sahip olduğu bilgiyle övünmesi, gerçek anlamda bilgeliğin ve erdemin zıttıdır.

İlminle övünmek, kibirden başka bir şey değildir. Kibir, insanın kalbini karartır, ruhunu köreltir. Oysa ki, ilim sahibi olmak, insanı daha mütevazı, daha anlayışlı ve daha merhametli yapmalıdır. Bilginin gerçek değeri, onu başkalarıyla paylaşmakta ve insanlığın faydasına sunmakta yatar.

Dünya, zenginlikleri ve maddi varlıklarıyla göz kamaştıran bir yerdir. İnsanlar, daha iyi bir yaşam sürebilmek adına çalışır, didinir ve maddi birikimler yapar. Ancak, mal ve mülk sahibi olmanın değeri, yalnızca bunlarla övünmekte değil, bu varlıkların nasıl kullanıldığı ve paylaşıldığında yatar.

Mal ile övünmek, insanın kendini maddi değerlerle tanımlamasına ve bu değerler üzerinden başkalarını yargılamasına neden olur. Oysa, gerçek zenginlik maddiyatta değil, manevi değerlerde, erdemde ve insanlığa katkıda bulunmaktadır. İnsan, sahip olduğu mallarla değil, karakteri, dürüstlüğü, adaleti ve başkalarına olan yardımlarıyla değerlendirilmelidir.

Rütbeler ve unvanlar, toplumdaki yerimizi ve rolümüzü belirlemekte önemli bir yere sahiptir. Bir asker için rütbe, bir bilim insanı için unvan, bir şirket çalışanı için pozisyon, emek ve başarıların bir göstergesidir. Ancak, bu rütbe ve unvanlarla övünmek, kişisel erdemlerden uzaklaşmaya, kibir ve gururun tuzağına düşmeye neden olabilir. Bir insanın değeri, sahip olduğu rütbeden çok, karakteri, davranışları ve başkalarına olan yaklaşımı ile ölçülmelidir. Unvanlar gelip geçicidir, ancak insanlık erdemleri kalıcıdır.

Soy, insanın kökeni, ailesi ve geçmişi ile ilgili bilgiler taşır. Köklerimizi bilmek, ailemize, tarihimize ve kültürümüze olan bağımızı güçlendirebilir. Ancak, soyluluk veya aile kökeni ile övünmek, insanın kişisel değerlerini gölgede bırakarak kibir ve ayrımcılığa yol açabilir.

Soy ile övünmek, kişinin kendi başarısı, yetenekleri veya erdemleriyle değil, başkalarının başarılarıyla kendini yüceltmeye çalışması anlamına gelir. Oysa ki, gerçek değer, kişinin kendi çabaları, emekleri ve karakterinde saklıdır. Soyla övünmek, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmesini engeller ve onu kendi geçmişine hapseder.

Gerçek erdem, soya dayanmaz; kişisel niteliklere, davranışlara ve başkalarına olan yaklaşımımıza dayanır. Soyla övünmek yerine, dürüstlük, adalet, merhamet ve yardımseverlik gibi değerlerle övünmeliyiz. Bu değerler, bizi gerçek anlamda soylu ve erdemli kılar.

Toplumda elde ettiğimiz konumlar, kariyerimizdeki başarılar veya sosyal statümüz, uzun yıllar boyunca süren çabaların ve emeğin bir sonucudur. Ancak, bu konumlarla övünmek, kibir ve ayrımcılığa yol açabilir, insani erdemleri gölgede bırakabilir. Gerçek değerin, sahip olduğumuz unvanlar veya mevkilerde değil, bu konumları nasıl kullandığımızda ve başkalarına nasıl davrandığımızda olduğunu unutmamalıyız.

Konumunla övünmek, kişinin kendisini yalnızca sahip olduğu statü ile tanımlaması anlamına gelir. Bu durum, kişinin kendi değerlerini, yeteneklerini ve kişisel gelişimini göz ardı etmesine neden olabilir. Bir insanın gerçek değeri, sahip olduğu konumdan değil, kişisel karakteri, ahlakı ve davranışlarından kaynaklanır. Konumlar geçicidir, ancak iyi bir karakter ve dürüstlük kalıcıdır.

İslam inancına göre gerçek üstünlük, ne zenginlikte ne de sosyal statüde yatar; gerçek üstünlük takvadadır. Takva, Allah’a karşı derin bir saygı ve bilinçle yaşamak, O'nun emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak anlamına gelir.

Kur’an-ı Kerim’de, Allah katında en üstün olanların, takva sahipleri olduğu açıkça belirtilir: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi, birbirinizi tanımanız için kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır.” (Hucurat, 13). Bu ayet, insanların ırk, dil, renk veya sosyal statü gibi dünyevi ölçütlerle değil, Allah’a karşı olan sorumlulukları ve O’na olan yakınlıkları ile değerlendirileceğini vurgular.

Takva, insanın Allah’a olan bağlılığını ve O’nun rızasını kazanma çabasını ifade eder. Bu bağlılık ve çaba, insanın hayatının her alanında kendini gösterir. Takva sahibi bir insan, dürüstlük, adalet, merhamet, sabır ve tevazu gibi erdemlere sahiptir. O, her an Allah’ın huzurunda olduğunun bilincindedir ve bu bilinçle hareket eder.

Ekonomide dikkat edilecek hususlar

 

Türkiye ekonomisi, 2024 yılının ilk çeyreğinde dikkat çekici gelişmelere sahne oldu. Merkez Bankası'nın politika faizlerini kademeli olarak artırması, enflasyonun yükselişi ve deprem sonrası inşaat sektöründeki büyüme, ekonominin farklı dinamiklerini gözler önüne serdi.

Enflasyon ve Para Politikası

2024 yılına damgasını vuran en önemli ekonomik sorunlardan biri, yüksek enflasyon oranları oldu. Fiyatlardaki hızlı artışlar istikrar sağlama noktasında ciddi zorluklara neden oluyor. Enflasyonun artışında, özellikle gıda ve alkolsüz içecekler ile ulaştırma gruplarındaki fiyat artışları belirleyici oluyor. Merkez Bankası'nın faiz oranlarını artırarak enflasyonu kontrol altına alma çabaları, büyümeyi ve istihdamı da etkileyecek nitelikte.

Kapitalist doktrinler bağlamında TCMB'nin faiz artırma politikası, enflasyon beklentilerini kontrol altına almak için uygulanmaktadır. Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus var ki o da faiz artışlarının ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkileri ve faiz karşılığı yurt dışından gelen dövizin vade bitiminde geri çıkma riskiyle birlikte döviz kurunda yeniden dalgalanmaya neden olma riskidir. Yüksek faiz oranı yatırımların ertelenmesine ve istihdam artışının yavaşlamasına neden olmaktadır.

Para arzının ve kredi hacminin kontrol altına alınması, enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesine katkı sağlar. Kredi genişlemesinin sınırlandırılması, talep yönlü enflasyon baskılarını hafifletebilir.

Kamu harcamalarının etkin bir şekilde yönetilmesi, bütçe açıklarının minimize edilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Kamuda tasarruf elbette önemli ve etkilidir. Ancak kamuda tasarruf konusunda kamu ihaleleri ile başlayıp lüks harcamalarla devam edilmesi gerekir. Lavabolarda bulunan kâğıt havlu ve tuvalet kâğıtlarından başlanılması doğru ve etkin bir sonuç olmayacaktır.

Enerji verimliliği, tarımda verimlilik artırıcı tedbirler ve lojistik altyapısının geliştirilmesi gibi yapısal reformlar, enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesine katkı sağlayacaktır.

Ekonomik Büyüme ve Yapısal Reformlar

2024 yılının ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi %5,7 oranında büyüme kaydetti. İnşaat sektörü, deprem sonrası yeniden inşa faaliyetlerinin etkisiyle %11,1 oranında büyüdü. Ancak, bu büyümenin sürdürülebilirliği ve sağlıklı olup olmadığı konusu tartışmalıdır.

Büyümenin sürdürülebilirliği ve sağlıklı ekonomik yapının korunması için şu politika önerileri yapılabilir:

Eğitim, hukuk sistemi, işgücü piyasası ve vergi sisteminde reformlar gerçekleştirilmelidir. Yapısal reformlar, uzun vadeli ekonomik istikrarı ve büyümeyi destekleyecektir. Özellikle eğitimde reform yaparak, işgücü piyasasının ihtiyaçlarına uygun yetkinliklerin kazandırılması sağlanmalıdır.

Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yapılan yatırımlar artırılmalı ve özel sektörün AR-GE harcamaları teşvik edilmelidir. Yenilikçi üretim yöntemlerinin benimsenmesi, sanayi sektörünün verimliliğini artıracaktır.

Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar artırılmalı ve enerji arz güvenliği sağlanmalıdır. Enerji verimliliğini artırıcı projeler desteklenmelidir. Yenilenebilir enerji yatırımları iklim krizinin azaltılması için olumlu bir etki oluşturacaktır. Bu bağlamda güneş enerjisi yatırımlarının barajlar ve sulama alanlarının üzerlerine yerleştirilmesi gibi yatırımlar faydalı olacaktır.

Deprem bölgelerindeki yeniden inşa faaliyetleri, bölgesel kalkınma stratejileri ile uyumlu hale getirilmelidir. Bölgesel kalkınma ajansları ve yerel yönetimler arasında koordinasyon sağlanmalıdır. Bu bölgelerde sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin geliştirilmesi için yerel girişimciler desteklenmelidir.

İhracatı artıracak ve ithalata bağımlılığı azaltacak politikalar uygulanmalı, yabancı yatırımlar çekilmelidir. Yabancı yatırım ortamı iyileştirilerek, doğrudan yabancı yatırımlar teşvik edilmelidir. İhracatta katma değeri yüksek ürünlerin payı artırılmalıdır. Bunun için üniversite-iş dünyası iş birliği geliştirilmelidir.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi, 2024 yılı itibarıyla yüksek enflasyon, istikrarlı işsizlik oranları ve deprem sonrası inşaat sektörü kaynaklı güçlü bir büyüme performansı sergilemektedir. Ancak, bu büyümenin sürdürülebilirliği ve ekonomik istikrarın sağlanması için kapsamlı yapısal reformlar ve etkili ekonomik politikalar gereklidir. Enflasyonun kontrol altına alınması, işgücü piyasasının güçlendirilmesi ve sürdürülebilir büyümenin sağlanması için önerilen politikaların uygulanması, Türkiye ekonomisinin uzun vadeli istikrarına ve refahına katkı sağlayacaktır.