4 Haziran 2024 Salı

Gerçek üstünlük...

 

İnsanlık tarihi boyunca, üstünlük ve değer ölçütleri çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Kimi zaman maddi varlıklar, kimi zaman sosyal statü veya fiziksel güç üstünlüğün sembolü olarak görülmüştür.

İlim, insanlığın en değerli hazinelerinden biridir. Bilgiye ulaşma, onu anlama ve paylaşma çabası, medeniyetlerin ilerlemesinde büyük bir rol oynamıştır. Ancak ilim, aynı zamanda tevazu gerektirir. İnsanın sahip olduğu bilgiyle övünmesi, gerçek anlamda bilgeliğin ve erdemin zıttıdır.

İlminle övünmek, kibirden başka bir şey değildir. Kibir, insanın kalbini karartır, ruhunu köreltir. Oysa ki, ilim sahibi olmak, insanı daha mütevazı, daha anlayışlı ve daha merhametli yapmalıdır. Bilginin gerçek değeri, onu başkalarıyla paylaşmakta ve insanlığın faydasına sunmakta yatar.

Dünya, zenginlikleri ve maddi varlıklarıyla göz kamaştıran bir yerdir. İnsanlar, daha iyi bir yaşam sürebilmek adına çalışır, didinir ve maddi birikimler yapar. Ancak, mal ve mülk sahibi olmanın değeri, yalnızca bunlarla övünmekte değil, bu varlıkların nasıl kullanıldığı ve paylaşıldığında yatar.

Mal ile övünmek, insanın kendini maddi değerlerle tanımlamasına ve bu değerler üzerinden başkalarını yargılamasına neden olur. Oysa, gerçek zenginlik maddiyatta değil, manevi değerlerde, erdemde ve insanlığa katkıda bulunmaktadır. İnsan, sahip olduğu mallarla değil, karakteri, dürüstlüğü, adaleti ve başkalarına olan yardımlarıyla değerlendirilmelidir.

Rütbeler ve unvanlar, toplumdaki yerimizi ve rolümüzü belirlemekte önemli bir yere sahiptir. Bir asker için rütbe, bir bilim insanı için unvan, bir şirket çalışanı için pozisyon, emek ve başarıların bir göstergesidir. Ancak, bu rütbe ve unvanlarla övünmek, kişisel erdemlerden uzaklaşmaya, kibir ve gururun tuzağına düşmeye neden olabilir. Bir insanın değeri, sahip olduğu rütbeden çok, karakteri, davranışları ve başkalarına olan yaklaşımı ile ölçülmelidir. Unvanlar gelip geçicidir, ancak insanlık erdemleri kalıcıdır.

Soy, insanın kökeni, ailesi ve geçmişi ile ilgili bilgiler taşır. Köklerimizi bilmek, ailemize, tarihimize ve kültürümüze olan bağımızı güçlendirebilir. Ancak, soyluluk veya aile kökeni ile övünmek, insanın kişisel değerlerini gölgede bırakarak kibir ve ayrımcılığa yol açabilir.

Soy ile övünmek, kişinin kendi başarısı, yetenekleri veya erdemleriyle değil, başkalarının başarılarıyla kendini yüceltmeye çalışması anlamına gelir. Oysa ki, gerçek değer, kişinin kendi çabaları, emekleri ve karakterinde saklıdır. Soyla övünmek, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmesini engeller ve onu kendi geçmişine hapseder.

Gerçek erdem, soya dayanmaz; kişisel niteliklere, davranışlara ve başkalarına olan yaklaşımımıza dayanır. Soyla övünmek yerine, dürüstlük, adalet, merhamet ve yardımseverlik gibi değerlerle övünmeliyiz. Bu değerler, bizi gerçek anlamda soylu ve erdemli kılar.

Toplumda elde ettiğimiz konumlar, kariyerimizdeki başarılar veya sosyal statümüz, uzun yıllar boyunca süren çabaların ve emeğin bir sonucudur. Ancak, bu konumlarla övünmek, kibir ve ayrımcılığa yol açabilir, insani erdemleri gölgede bırakabilir. Gerçek değerin, sahip olduğumuz unvanlar veya mevkilerde değil, bu konumları nasıl kullandığımızda ve başkalarına nasıl davrandığımızda olduğunu unutmamalıyız.

Konumunla övünmek, kişinin kendisini yalnızca sahip olduğu statü ile tanımlaması anlamına gelir. Bu durum, kişinin kendi değerlerini, yeteneklerini ve kişisel gelişimini göz ardı etmesine neden olabilir. Bir insanın gerçek değeri, sahip olduğu konumdan değil, kişisel karakteri, ahlakı ve davranışlarından kaynaklanır. Konumlar geçicidir, ancak iyi bir karakter ve dürüstlük kalıcıdır.

İslam inancına göre gerçek üstünlük, ne zenginlikte ne de sosyal statüde yatar; gerçek üstünlük takvadadır. Takva, Allah’a karşı derin bir saygı ve bilinçle yaşamak, O'nun emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak anlamına gelir.

Kur’an-ı Kerim’de, Allah katında en üstün olanların, takva sahipleri olduğu açıkça belirtilir: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi, birbirinizi tanımanız için kavimlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır.” (Hucurat, 13). Bu ayet, insanların ırk, dil, renk veya sosyal statü gibi dünyevi ölçütlerle değil, Allah’a karşı olan sorumlulukları ve O’na olan yakınlıkları ile değerlendirileceğini vurgular.

Takva, insanın Allah’a olan bağlılığını ve O’nun rızasını kazanma çabasını ifade eder. Bu bağlılık ve çaba, insanın hayatının her alanında kendini gösterir. Takva sahibi bir insan, dürüstlük, adalet, merhamet, sabır ve tevazu gibi erdemlere sahiptir. O, her an Allah’ın huzurunda olduğunun bilincindedir ve bu bilinçle hareket eder.

Hiç yorum yok: