22 Haziran 2024 Cumartesi

Kâğıttan ekrana geçiş

 

         Bir zamanlar, dolma kalemlerin zarif çizgileri, kurşun kalemlerin silinebilir izleri ve daktiloların mekanik ritmi, yazma eylemini bir ritüele dönüştürürdü. Kalemlerimizi mürekkebe batırıp kâğıt üzerinde kelimeleri dans ettirirdik. Her bir kelime, sayfa üzerinde yerini bulana kadar sabır ve emekle zamanın rüzgârı ve teknoloji ile, bu büyülü dünyadan farkında olmadan uzaklaşmış olduk.

    Yazmanın sanattan çok bir gereklilik haline geldiğini söylemeliyim. Artık parmaklarımızın ucunda dijital klavyeler, gözlerimizin önünde parlak ekranlar var. Bilgisayar ve telefon, kâğıt ve kalemin yerini aldı. Yazmak, bir tıklama meselesine dönüştü. Hızlı, pratik ve verimli; fakat bir o kadar da ruhsuz. Kâğıdın kokusunu, kalemin dokunuşunu, mürekkebin izini arar olduk.

          Daktilolarımız vardı, onları da unuttuk. Daktilomun tıkırtısında her bir harf, her bir kelime, parmaklarımın ucunda bir şarkının melodisinin notaları gibi yankılanırdı odada. İlk daktilomu bir ansiklopedide madde yazarlığı yaptığımda aldığımda ne kadar sevindiğimi hatırladıkça dışarıdan tebessümümü görenlerin hakkımda ne düşündüğü o kadar önemli değil. Mektuplarımızı, hikâyelerimizi, şiirlerimizi daktilo tuşlarının sesleri eşliğinde yazdığımız daktilo makinalarımızı şimdilerde tozlu raflardan çıkarıp “Eskiden böyle yazardık” demek için saklıyoruz. Torunlara babaannenin “Aman bir yerini bozmayın, bu dedeniz için çok önemli” uyarı cümlesine dikkat edilmediğini biliyorum.

    Çocuklukta defterlerimizi doldurduğumuz, çizimlerle hayal gücümüzü kâğıda aktardığımız kurşun kalem ve silgilere ne oldu dersiniz? Onları da bugünlerde evimizin farklı dolaplarında, bir köşede, bir çekmecede saklıyoruz. Silgilerle hatalarımızı düzeltir, yeni bir başlangıç yapardık. Şimdi ise hatalarımızı bir tuşa basarak dijital olarak geri alıyor, hatta yok ediyoruz.

    Ceket ve gömleklerimizin ceplerini süsleyen dolma kalemlerimiz de mürekkep şişeleriyle birlikte nostaljik bir aksesuar haline geldi. Elimizdeki mürekkep lekeleri, sayfaların arasında kalan mavi izler, yazmanın bir parçasıydı. Oysa şimdi, dijital dünyada hiçbir iz bırakmadan yazıyoruz. Yazılarımız, ekranın ötesine geçemeyen birer veri yığınına dönüştü.

     Geçmiş yılların yazma araçlarına olan özlemimiz, aslında insan olmanın dokunuşunu, emeğini, sabrını özlediğimizin bir yansıması. Belki de bu yüzden, ara sıra eski daktilomuzu çıkarıp nostalji yapıyoruz. Kalem ve kâğıdın büyüsünü hatırlamak, yazmanın gerçek anlamını yeniden keşfetmek için. Çünkü yazmak, sadece kelimeleri kâğıda dökmek değil, aynı zamanda duygularımızı, düşüncelerimizi, anılarımızı yüreğimizden kâğıda aktarmaktır.

    Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, kalem ve kâğıdın, daktiloların yerini tutamayacağını savunduğumda çevremin desteğinin olmayacağını biliyorum. Yazmanın ruhunu, insan olmanın özünü barındırdığına inandığım kalem ve kâğıt sayesinde eski dostlarımızı hatırlamış oluyoruz. O sebeple dolma kalemimin mürekkebi dolu, her daim kâğıda dokunacak durumdadır. Geliniz arada bir de olsa yazmanın şarkısını, ekranlardan kâğıda taşıyalım diyerek geçmiş Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum.

Hiç yorum yok: