Bir mutsuzluk furyası almış başını gidiyor. Herkes her halinden mutsuz bir halde dolaşıyor yeryüzünde. İnsan, gündelik telaşların derdinde geleceğinden vazgeçmiş bir halde sadece bugünü yaşamanın hevesinde carpe diem felsefesi tadında günleri günlere eklemleyerek yaşıyor. Bir şikâyet türküsüdür dolamış diline, her haline sitemler büyütüyor. Bu halimiz bir bakıma pandeminin bize mirası. “Senin derdin dert midir benim derdim yanında…” edebiyatını kendine siper edinerek empatiden yoksun bir halde sadece kendi etrafında dönüyor. Yazık ki, ne kadar kendi etrafında dönerse dönsün, bir türlü kendini bulamıyor. Kendi etrafında dönerken de dünyanın, kendisinin etrafında döndüğünü zannediyor. Kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi misali kendi etrafımızda dönüp duruyoruz. Dünyaya oyunlar oynayıp eğlenmeye gelmişiz gibi yaşıyoruz. Kendi hâlihazırda bir oyun ve eğlenceden ibaret olan hayatın zevkine daldığımızdan beri gerçek hayat yurdu olan ahireti unuttuk. Bu bilince varmadığımız müddetçe de kaybetmeye mahkûm olacağız. Hem bu dünyayı hem de ahiret yurdunu.
Olana şükredip olmayanda bir hayır aramak yerine olanda hinlik ararken olmayanda isyana sığınıyor insan. Hep daha fazlasının peşinde koşarken elindekini de kaybettiğinin farkına varamıyor. Bu koşunun sonunu bilmek dahi istemiyor. Hayattan aforoz edileceği günü bekliyor.
Bir de her şeyin değiştiğinden şikâyet etmesi yok mu insanın, belki de en büyük yanılgısı bu halinde boy gösteriyor. Şikâyet edince haklı olacağını düşünerek kendi dışında olan biten her şeyden şikâyetçi ve davacı oluyor insan. Hatayı kendi dışında arayan da doğruyu asla bulamıyor.
Değişen hiçbir şey yok aslında, her şey olması gerektiği yerde duruyor. Uyandığın yatak, elini yüzünü yıkadığın çeşme ve lavabo, giydiğin kıyafetler, içtiğin çay, vedalaşarak ayrıldığın hane halkı, akşam gelmek için çıktığın ev, kapattığın kapı, bindiğin araba, gittiğin işyeri ve orada yaptığın iş, mesai arkadaşların, günlük rutinlerin, akşam geri geldiğin ev, oturduğun sofra, izlediğin televizyon ve programlar, kullandığın cep telefonu, uyumak için başını koyduğun yastık, hâsılı hayat adına yaşadığın 24 saat içinde değişen hiçbir şey yok. Dünün tekrarı bir bugün yaşıyorsun esasında. Dünün tekrarı bir bugün yaşıyorsan o vakit de yarın için bir hayal, bir düş kurmanın bir anlamı kalmıyor. Nihayetinde kendi yanılgısında yeniliyor insan.
Heraklitos yanılmış olabilir mi acaba? Değişmeyen tek şey değişimin kendisi mi? Yoksa her şey olması gerektiği kadarıyla olması gerektiği yerde duruyor da değişen tek şey insanın kendisi mi? Şimdi bazılarınız değişim ile ilgili bir takım güzellemeler yapmaya başlayabilirsiniz. İnsanın olgunluğuyla değişimin doğru orantılı olduğunu ve bunun kaçınılmaz bir son olduğunu söyleyebilirsiniz. Pek de haksız sayılmazsınız esasında. Ancak bugün değişim ile beklenti aynı tonda yer alıyorsa insanın hayatında mevcut değişimin geçmiş deneyimlerin bir sonucu olmaktan sıyrılarak geleceğin düşü haline gelmesi normal kabul edilmeye başlıyor. Böyle olunca da insanlar hatalarından ders almak yerine geleceği satın almanın peşine düşüyor. Yapılan planlamaların, arge çalışmalarının, yeşertilen umutların hepsi menfi bir beklentiden öteye geçmiyor. Sınav kaygısındaki öğrenci hali üzere bir hayat yaşıyor. Seferin hazzından ziyade zaferin ganimetini hesaplıyor. Sonra da geleceği düşlerken beklentilerin bataklığında saplanıp kalıyor.
İlla değişen bir şey arıyorsa insan, o zaman da dönüp kendisine bakmalı ilkin. Değişen tek bir şey varsa hayatta, o da insanın kendisinden başkası değil! Bakış açısı, yaklaşımları, beklentileri, arzuları, duyguları, hâsılı yaşam adına, insanın hayatı anlamlandırması gereken her ne varsa onları değiştirmediği müddetçe kendisinin değişiminin anlamı kifayetsiz kalıyor.
Hülasa “… Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Ra’d Suresi 11. Ayet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder