Bir arkadaşım anlatmıştı. Babaannesi dermiş ki kızına-gelinine "Ağzının tadı yoksa bir çay demle kızım, doldur üç bardak çayı. Biri sağlığına, biri varlığına, diğeri de yandığına olsun..."
Keşke babaannemiz bize de bu nasihati vereydi. Üç bardak çayla neyi anlatmazdık ki. Neyi kazanacağız, neyi yitireceğiz, neyin varlığıyla övüneceğiz.
Biz, toplum olarak sosyal medyaya hazır bir toplum değildik. Sonradan görme imandan dönme bir toplumun acı sonuna benzer haller yaşıyoruz. Sanki savaşlardan, kıyımdan, zulümden, yoksulluktan yeni çıkmışız. Dinî ve fikrî anarşiden de iyice bıkan, hem maddî hem de manevî yapısı sarsıntıya uğrayan bir toplumun önünde bir manevî tabip beklerken önümüze sosyal medya fenomenleri çıkıyor. Bu fenomenleri fonlayan yurt içi yurt dışı büyük şirketlerin varlığından haberdarız. Kiminin cübbesi bilmem hangi sömürgeci ülkenin kraliyet ailesinin hediyesi olduğunu ifşa olunuyor. Bir diğer fenomenin arabası başka bir ülkenin büyükelçiliğinin hediyesi…
Sosyal medya platformları bu fenomenleri gerek televizyon ekranlarında yarıştırarak ve gerekse de sosyal medya ekranlarında takipçilerini artırarak (takipçi sayacı ellerinde olduğu için) ülkemin insanlarını kendilerini takip etme zorunda bırakıyor.
Toplum bu haldeyken bir Yunus Emre bekleyebilir miyiz? Onun kurtuluş reçetesi olarak sunduğu felsefesini yaşayabilir miyiz? Onun şahsında böyle bir çağda, böyle bir toplumun önünde diğer İslâm büyüklerini topluma nasıl sunabiliriz.
Biz, yine de umudumuzu yitirmeyelim Yunus’un izinde bir şahsiyetin Yunus hakkında söylediği sözleriyle yazımıza devam edelim. Sezai Karakoç, Yunus Emre’nin sesini taptaze ve şah bir horozun sesine benzeterek bu sesin sabahın aydınlığında Anadolu baharını müjdeliyor, derdi. Bu sese kulak verelim biz de. Ya Yunus olalım ya da Yunusça kalalım…
Bugün dost bildiğimiz sosyal medya platformları aslında düşmanımız. Bu platformlar yerine kimimiz Yunus Emre’ye, kimimiz Sezai Karakoç’a, kimimiz Mehmet Akif Ersoy’a dört elle sarılsak ortaya yepyeni bir dünya çıkar.
Gençlerimiz, çocuklarımız, çocuklarımızın annesi farkında mı bilmiyorum.
Sanat adı altında, bilgisayar oyunu adı altında, konser adı altında, dizi film, reklam adı altında; çocuk, genç, yetişkin herkesin beyni yıkanıyor. TV de 25. kare nedir, ne işe yarar. Subliminal mesajlar nelerdir, ne işe yarar… İlgililer, bilgililer hangisinden haberdardır bilmiyorum.
Günümüzde önce televizyonların sonra da sosyal medya platformlarının etkisiyle kızlı erkekli ortamlar aşırı bir şekilde artmış durumda. Bir zamanlar Özgür Kız isimli bir reklam filmi çekilmişti. Bu reklam filmi çok kısa sürede popüler olmuş, reklamcılıkta yeni bir çığır açmıştı. Efsanevi reklam filmi sayesinde şirket çok büyük gelir elde etmiş, özgür kızı oynayan oyuncu da gönüllerde taht kurmuştu.
Bu reklam filmi, dünyanın ünlü psikologları denetiminde hazırlanmıştı. İnsanın yaratılışında var olan özgürleşmeye dair arzusuna atıfta bulunuyordu. İnsanlar, çocukluktan itibaren büyümek ve böylelikle daha özgür olmak isterler. Kuşlar gibi özgür olup istediği zamanda istediği her şeyi yapmayı ve istediği yerde olmayı arzular insanoğlu.
Ancak özgür kızın reklam filminde özgür insanların unuttuğu bir hakikat vardı. Özgürleşmek için bedel ödemek gerekir. Çocukluğumuzda hızlıca büyümenin hayalini kurduk, ancak büyümenin daha büyük sorunlarla karşılaşmak olduğunu göz ardı ettik.
İnsanlar özgürleşmek ister ama kimse hayatında değişiklik yapmak istemez.
Çünkü değişim bilinmeyene doğru yelken açmaktır. Bilmediğimiz yerlerde bizi bazen mutluluklar getiren ödüller bazen de acı veren sıkıntılar bekler. İnsan, acı çekmeyi göze almak yerine muhtemel mükâfatlardan vazgeçmeyi tercih eder. Bu yüzden de etrafındaki insanları, olayları kontrol etmeye çalışır. Böylelikle acı çekmenin önüne geçmeyi umar. Özgürleşmek arzusunun yerine hayatı kontrol etme ihtirasını koyar. Kontrol edemedikçe şikâyet ederek rahatlamaya çalışır. Günümüz modern insanın yapmaya çalıştığı şey de budur.
Modernlik girdabında boğulmayan asil insanlar, köklerine sadık insanlar bunlarla mücadelede başarılı olur. Çünkü asil insan özü gür olan insandır. Şair İsmet Özel’in özgürlük için yıllar önce öne sürdüğü metaforu hatırlayın. Özgürlük, özü gür insanların, özüne sadık insanların yapacağı bir işti, diyordu İsmet Özel. Çoğumuz o zamanlar bu sözü şairane anladık. Oysa şimdilerde özgürlük, özünü kaybeden, değerlerinden kendini soyutlayan insanların yaptığı işe dönüştü.
Bazen kavramlarla da yol haritamızı belirlemek zorundayız. Özgür kız filmi modern insanların nirvanasıydı. Nitekim kendi cenahlarında başarılı oldu. Sonra modern ve sosyal mekânlar arttığından bu yana aldatmalar, boşanmalar, kadın cinayetleri katlanarak arttı! Alkol kullanımı katlanarak arttı. Ve şiddet sarmalı cinayet, tecavüz artışında patlama yaşandı! En büyük suçluyu aramayalım. Adına “çağdaşlık” denilen ucube yaşam tarzını dayatan seküler cenahın bulmasında fayda vardır.
Bugün Z kuşağı denilen belanın açılımı zerodur. Yani sıfırlama. Gençleri gelenek, din örf, adet gibi değerlerden uzak tutup şuursuz-bilinçsiz fertlere dönüştürmenin bir başka yoludur Z kuşağı. Buna alet olmayalım, evlatlarımızı değerlerine bağlı yetiştirelim. Bugün yarından daha iyi maalesef… Nokta
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder