Dünya, her penceresinden başka bir vahşetin, başka bir acının ve hüsranın görüldüğü devasa bir bina gibi. Kıtalar, şehirler ve iklimler değişse de insana ve cemiyete dair manzaralar aynı. Tüm cephelerde müşterek bir sorunun yaşandığı besbelli. Kimsenin adını koymak istemediği bu beynelmilel sorun; bir “ahlaki bunalım” ve “insanın değersizleşmesi” sorunudur. Modern dünyanın en mühim meselesi kanaatimce budur.
Geride bıraktığımız hafta boyunca, ülkemizin gündemi daha fazla para kazanmak için bebeklerin, günahsız ve masum yavruların canına kasteden bir cinayet şebekesiydi. İçlerinde doktorlar, sağlık çalışanları, hastane yöneticileri yani eğitimliler, okumuşlar var. Ahlak olmayınca ve insan değerlerini kaybedince bilgi ve eğitim, toplum için faydaya değil zarara dönüşüyor. Sahi insanı durduracak olan şey içinde midir? Yoksa dışında olanlar mı insanı dizginler?
Ülkemizden yansıyan insan manzaraları ahlaki krizin ne kadar yaygın ve derin olduğunun göstergesi gibi. Mesela sabah programlarında, çocukların biyolojik babalarının kim olduğu araştırılıyor. Aile üyelerinin istismarına uğrayan ve öldürülen çocukların hüzünlü akıbeti tüm bültenlerde yer aldı. Ticarette kantarın topuzu öylesine kaçmış vaziyette ki gün aşırı etiketler değiştiriliyor. Sosyal medya mecralarında çocukları ve gençleri eroin ve alkol bağımlılığına sürüklemek isteyen, çocukları fuhuş ve diğer cinsel sapkınlıklara teşvik eden sayısız içerik ve içerik üreticisi var.
Aynı manzaralar ve belki daha fazlası dünyanın diğer şehirleri ve ülkeler için de geçerli. Geçen yaz Avrupa’da pek çok şehirde sokaklarda eroin/uyuşturucu madde satılan otomatları bizzat gördüm. Ahlaki problemlerin ve krizlerin yoğunluğu farklılaşsa da muhtevası hep aynı. Yani bugün yaşanan tüm sorunların temelinde “insanın değersizleşmesi” ve “insanın ahlakını yitirmesi” bulunmaktadır.
İnsan bozulursa her şey bozulur. İnsan düzelirse her şey düzelir. Bugün canımızı sıkan, moralimizi bozan tek bir toplumsal mesele dahi yoktur ki temelinde, “insanın ahlaki değerlerini yitirmesi” olmasın. Ekonomik problemlerin, çevre felaketlerinin, sosyal çatışmaların, savaşların velhasıl bütün meselelerin altında az önce zikrettiğim sorunların olduğu aşikâr. İnsan, “biz ne ara böyle olduk” demeden edemiyor.
Kaybedilen şeyler, her nerede kaybedildiyse ancak orada bulunabilir. İnsanın kişilik gelişiminde, ahlaki gelişiminde, ilk inanç ve değer yargılarının kazanılmasında erken çocukluk yılları çok mühimdir. Bu kritik dönemde, anne ve baba çocuğun ilk ahlak öğretmenidir. Anne babalarımızdan öğrendiklerimizle içimizde bir anayasa ve bir babayasa inşa ederiz. Bu ahlaki yargılar ve değerler yaşamın diğer dönemlerine rehberlik eder. Dolayısıyla ebeveynlerin bu kutsal vazifelerini yeniden hatırlaması gerekmektedir.
İkinci mesele, okulun sadece bir talim yeri değil aynı zamanda bir terbiye kurumu da olduğu hakikatidir. Çocukların sadece beyinlerinin değil kalplerinin ve ahlaklarının da eğitilmesi gerekir. Aksi halde okul bilgili ve yetenekli, muhterisler, zalimler ve katiller yetiştirir. Bilgi ancak ahlak ve değerle birleşirse cemiyete fayda sağlar. Aksi halde zulmeder.
Üçüncü husus ise ahlakın ve ahlaklı olmanın toplumda muteber görülmemesidir. Ne acı ki bugün iyi niyet eziklik, fedakârlık enayilik gibi görülmektedir. Ailede ve okulda aldığı terbiyenin cemiyette karşılık bulmadığını, değerli olmadığını gören çocuk ve genç, toplumda öne çıkan, pratik ama ahlaki olmayan davranışları seçecektir.
Milletler de tıpkı insanlar gibi yaşar ve ölür. Bir cemiyetin iki tür ölümü vardır. Birincisi biyolojik olarak ölmesidir ki bu, nüfus artış hızının azalması yoluyla olur. Toplumun ikinci tür ölümü ise ahlaken ölmesidir. Yani toplumu koruyan ve ayakta tutan maneviyatın, değerlerin ve ahlakın yitirilmesi sebebiyle olur. Bugün her iki tür ölümün de ülkemiz ve pek çok ülkeler için geçerli olduğu aşikâr. Umulur ki, yitirilen şeylerin farkına varalım, bu rehavetten ve bu kabullenişten kurtulup özümüze dönelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder