17 Ekim 2024 Perşembe

Hava soğuyor…

Sıcaktan bunaldığımız günler yerini güneşin yüzünü göstermeye nazlandığı mevsimlere bırakıyor.

Çıkmazdan evvel dışarıya bakıyor, ‘yağmurluk mu alsak?’…

Karar vermeye çalışıyoruz.

Pencereden yüzümüze vuran ürpertici serinlik…

Gökyüzünde kendinden gayrını sevemeyen ressamların sıklıkla kullandığı kül rengi bulutlar.

Yakında bitmek bilmez yağmurlar, dinmez görünen fırtınalar yerini kar yağışına bırakacak…

‘Kar en fazla yoksulun üzerine yağar’ derler.

Zengine oyundur, spordur kar…

Yaz tatillerinde kayak yapmak üzere kafileler halinde uzak iklimlere göçenler, memlekete kış geldiğinde fazla kar toplayan bölgeler, şehirler aramaya koyulurlar.

Gündüz uçsuz bucaksız beyazın üzerinde kayak yaparak keyiflenir, gece şöminenin başına toplanarak av maceralarını anlatmaya doyamazlar.

Yoksula mevsimin ilk soğuğuyla çöker hüzün…

Ruhu bedeninden evvel üşümeye başlar.

Hüznün miladı okulların açılma arifesidir belli…

Çocukların okul ihtiyaçlarını yevmiyeli işler karşılamaz; kirayı, faturaları, mutfak masraflarına sıra gelmez.

Yoksulun sürekli iş ümidi zenginin kar tatili bitimine kalmıştır.

Yeni destek yatırımları projelendirilecek, hayata geçirilmek üzere devlet teşviklerine başvuru yapılacak.

Devlet destek talepli yatırımlara evvela alacağı vergileri hesaplayarak olur verecek.

Teşvikli yatırımlar hazine arazileri üzerinde yükselirken, zengin vergilerden sonra arabasını değiştirecek, modelini yükseltecek, evini yenileyecek, yazlık arayışına devam edecektir kış boyu…

Sonra proje hepimizin beklediği aşamaya gelebilecektir nihayet;

Zira Devlet desteği istihdam garantilidir…

Kurulacak fabrika şehrin istihdamına katkı sağlayacak, işsizlerimiz evlerine ekmek götürebilecektir.

Kaldı mı, istihdama ayrılan bütçede, şehrimizin işsizlerinin, çocuklarının okul masraflarını karşılamak üzere yevmiyeli işlerle karşılayamadığı kirayı, aylık faturaları, mutfak masraflarını ödeyebilecek, yoksulumuzu iş sahibi yapacak küçücük parça?

Hepimiz sorsalar milliyetçi, muhafazakâr, mukaddesatçıyız…

Lakin ekonomik müesseselerimizi, ticari ilişkilerimizi Marksistlerin, ‘Alt yapı, üst yapıyı belirler’ diyalektiğinden öteye götüremiyoruz;

Alt yapı; üretim araçları, üretim güçleri, üretim ilişkileri, üstyapı; din, sanat, felsefe, bilim, ahlak, kültür…

“Maddi hayatın üretim tarzı, sosyal, siyasal, entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır” der Marks.

Oysa tam tersi olmamalı mıydı?

“Allah, Âdem'e isimleri öğretti…”

Eşyaya tasarruf edebilecek üst dil; şeyleri manalandırma imkânı verdi.

Üretim araçlarını, üst dil, üst mana, üst yapı şuuruyla inşa edebilsin diye…

Bizde diyalektik, yukarıdan aşağı başlayarak, satıhta tekâmül eder.

Kaldı mı işsize, yoksula, ihtiyaç sahiplerine, kış mevsiminin hüznünü savuşturabileceği azıcık, üç beş kuruşluk miktar?

Kalmadı mı?

Öyleyse bekleyişlerimizi sonraki devlet destekli, teşvikli yatırımlara bırakalım yine biz…

Önünüzdeki baharlara bakalım yine biz…

Hiç yorum yok: