Tüm dünya, küresel ısınmaya neden olan iklim değişikliğinin farkında ancak insanlık, tehdit ve çözüm konularında ikiye ayrılıyor. Yarıya yakın bir grup geri dönüş için bir fırsat olduğunu savunurken, diğer yarısı artık çok geç kalındığını düşünüyor. Türkiye ise 39 ülke arasında %95’lik oranla bu sorunu tehdit olarak gören ilk sıradaki ülke. Çin iklim değişikliğini tehdit olarak kabul etmezken, Hindistan sorun karşısında umutsuz.
Yeni tamamlanan projelerin işletmeye alınması, insan hareketliliğine ihtiyaç duymaksızın çalışabilmesi, girdisinin tamamen ücretsiz ve işletilmesi sırasında karbon salımına sebep olmaması nedeniyle rüzgar enerjisi, güneş enerjisi ve hidro enerjinin lokomotifi olduğu yenilenebilir enerjiye olan talep ilk çeyrekte %1,5 oranında artmayı başardı. Bu süreçte tek daralan yenilenebilir enerji pazarı ise insan hareketliliğinin kısıtlanması nedeniyle biyo yakıtlar olduğunun da altını çizmeden geçmeyelim.
Yıllık bazda değişiklikleri şu aşamada öngörmek kolay olmamakla birlikte, petrolde %9’luk bir daralma ile 2012 seviyelerine geri dönüleceği, kömür talebinde ise daralmanın %8’lere yaklaşacağı tahmin ediliyor. Toplam enerji talebindeki daralmanın %6 olacağı ön görülürken, tüm kaynaklar arasında pozitif ayrışan tek kaynak ise yenilenebilir.
İnsan hareketliliğini en aza indirmeye yönelik olarak alınan tedbirlerin belkide en önemli pozitif sonucu ise karbon emisyonlarında meydana gelen ve gelmeye devam düşüş olduğunu söylemek gerekir. 2020 sonunda, tekrar 2010’daki seviyelere düşerek, 2019 değerlerinden %8 daha geriye çekilmesi beklenen karbon emisyonlarındaki düşüş 30.6 Gt mertebelerine olması bekleniyor. Bu beklenti, karbon emisyonlarının kayıt altına alındığı günden bu güne yaşanmış en büyük düşüş olarak tarihe geçecek. Daha önce 30’larda büyük buhran, 40’larda ikinci dünya savaşı, 80’lerde petrol krizi ve son olarak 2008’de finansal kriz sırasında geri çekilen karbon emisyonları hiç bu kadar büyük bir düşüşle karşılaşmamıştı.
Hareketliliğin tüm dünyada çok hızlı şekilde azalmasıyla gerek karayolu taşımacılığı gerekse havayolu taşımacılığı da insanlık tarihindeki en sert düşüşü yaşadı. Kimi Avrupa ülkelerinde uçuş sayısı %90 oranında azalırken bu süreç petrole olan talebin de azalmasıyla sonuçlandı.
Uygulanan karantina tedbirleri araç satışlarını da derinden etkiledi. Çin’in Şubat 2020 yılı araç satışları, bir önceki yılın aynı ayına oranla %82 azalırken bu oran Mart ayı için AB ülkelerinde %55 olarak kayıtlara geçti. Benzer şekilde ABD’deki araç satışları %38, Hindistan’daki satışlar ise geçen yılın aynı ayına göre %50 düşüşle gerçekleşti. Elektrikli araç satışlarındaki rakamlar ise AB ülkeleri için umut vericiyken ABD için standart araç satışlarındaki azalma oranını da aşarak farklı coğrafyalardaki alışkanlıkların sonuçlarını yansıttı.
Benim için de karantina sürecinin en merak edilen sorularından bir tanesi, sayısı milyarlarla ifade edilen büyüklükte insanın eve kapandığı durumda elektrik enerjisine olan talebin nasıl değişeceğiydi. IEA ‘nın raporu bu sorunun yanıtını çok net olarak veriyor. 30 ülkeden toplanan verilere dayanarak oluşturulan sonuçlar, tamamen karantina şartları altında yaşayan şehirlerde elektrik enerjisine olan talebin %20 oranında azaldığı yönünde.
Diğer taraftan bu talep düşüşü beraberinde yenilenebilir enerji kaynaklarının lehine yeniden şekillenen bir çeşitliliği doğuruyor. Talepten bağımsız olarak şebekeye entegre edilmiş yenilenebilir enerjiye dayalı santraller, pandemi sürecindeki talep düşümünden en az etkilenen arz kaynağı özelliğini taşıyorlar.
2020 içerisinde elektrik enerjisine olan talebin %5 ‘e kadar düşmesi bekleniyor. Bu oran, büyük buhrandan günümüze yaşanan en sert talep azalması olarak kayıtlara geçecek, ayrıca 2008’deki finansal kriz sonrası daralan dünya ile kıyaslandığında tam 8 kat daha fazla bir azalmadan bahsettiğimizin altını çizmeliyiz.
Elektrik enerjisinin arz tarafına baktığımızda ise ilk çeyrekte %2.6 ‘lık bir arz daralması yaşanırken aynı süre içerisinde yenilenebilir enerjiye dayalı elektrik arzı ise %3 büyümeyi başardı. Bu pozitif ayrışmanın önemli nedenlerinden bir tanesi geçtiğimiz yıl içerisinde işletmeye alınan kayda değer miktardaki rüzgar ve güneş enerji santrallerin kurulu güçte çift haneli büyüme rakamlarını yakaladığı trendini söyleyebiliriz. Ayrıca talepteki daralmadan bağımsız ticari modeller ile kurulan bu santraller işletme giderlerinin düşük olması, girdisinin doğal ve ücretsiz olması ile de kriz ortamında işletilmesi en karlı santral türü olarak bir adım öne çıkıyoR.
Bu güne kadar yaşanan gelişmeler ışığında, Pandemi sonrasındaki toparlanmanın gerek hızlı olduğu, gerekse yavaş olduğu senaryoların tümünde, enerji arzı konusunda bu süreci en az etkiyle atlatacak kaynağın yenilenebilir enerji olduğunu söylemek hiç de zor değil. Diğer taraftan, hızla yeni yatırımların devam ettiği yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı santrallerde, proje geliştirme ve inşaa süreçlerinin mevcut koruma tedbirlerinden çok olumsuz şekilde etkilendiğini söyleyebiliriz. Dünya üzerindeki bir çok pazar, tedarik zincirinde veya izin süreçlerinde yaşanan gecikmeler nedeniyle planlanandan daha uzun sürede yeni santrallerini devreye alabilecek. Bu noktada yatırımcıların mevcut yatırım iştahlarını azaltmamak adına bir çok ülke ek süreler tanıyarak yaşanan gecikmelerden sektörün en az zararla etkilenmesini hedefliyor.