29 Mart 2024 Cuma

 

    28.03.2024 tarihi itibariyle; 

   2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 824 MW’lık artışla 2024 yılı Şubat ayı sonunda 107.380 MW olarak kaydedilmiştir. 28 Mart 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 18.160 adet oldu. 28 Mart 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 107.780 MW olmuştur.


28 Mart 2024 Perşembe

Eğitimde reform şart!

 

Hedef

Eğitimde temel yaklaşımlar (önceki yıllardaki belirlenen) sürdürülebilir: "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek. Halen uygulanmakta olan önyargılı ve ezbere dayanan yaklaşım terk edilecek, evrensel değerleri öne alan, insanı merkeze yerleştiren demokratik ve çağdaş bir yaklaşım”. Bu amaçları ilkesel olarak önemli bulmaktayım.

Nitelikli eğitim hedefine ulaşılabilmesi için yapılması gerekenler özet olarak şunlar: Üst kademelerde toplanan yetkiler, alt birimlere ve taşra yönetimine dengeli olarak aktarılmalıdır. Eğitim statik değil dinamik bir süreçtir. Bu nedenle eğitim (müfredat) programları sürekli olarak yenilenmelidir. Öğretmen sayısı yeterince artmıştır ama nitelikleri aynı oranda artırıl(a)mamıştır. Zorunlu eğitim gözden geçirilmelidir. Süre uzundur, eğitimle birlikte çıraklı sistemi çok iyi işlememektedir. İlk kademede yönlendirilme ve eleme yeterli değildir. Bu tüm eğitim sisteminin “BOĞULMASINA” neden olacak boyuttadır. Bunun öneminden dolayı verilerle biraz açmak istiyorum.

Yönlendirme

TUİK verilerine göre Türkiye’de 2022 yılı için canlı doğan bebek sayısı 1 milyon 35 bin 795 oldu. Bu doğum oranına göre kabaca her yıl (zorunlu eğitimden dolayı) eğitim sistemine 1 milyon 50 bin öğrenci kayıt olmaktadır. Sisteme dahil edilen bu 1.0 milyon öğrenci eğitim sisteminde yönlendirilmeden, elenmeden ve yeterli kazanımlara sahip olmadan sürekli üst sınıfa (eğitim kademesine) sevk etmektedir (transit geçiş). Bunu, üniversite altı eğitimde 17-18 milyon öğrenci bulunmaktadır. YÖK istatistiklerine göre, 2022-2023 eğitim öğretim yılında üniversitelerde bulunan toplam 6.950.142 öğrencinin 6.204.078'i devlet üniversitelerinde, 735.433'ü vakıf üniversitelerinde, 10.631'i vakıf meslek yüksekokullarında öğrenim görüyor. Önceki yıllarda (ör. 2002’de 1.323.341) nüfus doğum oranı daha yüksek olduğundan sistemde öğrenci sayısı daha yüksektir. Buna rağmen, eğitim sisteminde yönlendirilme ve eleme olsaydı bu kadar öğrenci (7 milyon) üniversitede olmaması gerekirdi.

Boğulmak

Günümüzde öğrenci sayısındaki düzensizlik lise ve üniversite eğitimini hızla boğma (bunalmak) noktasına itmektedir. Niteliksiz eğitim tüm devlet sistemin gücünü tüketmektedir (soluğu kesilmek). Bir sistemin soluk almasının güçleşmesinden çok tedirgin olmak gerekir. Niteliksiz çıktı (öğrenci/mezun sayısı) gelişmekte olan bir ülkenin beşerî sermayesinin öğütülmesi yanında ekonomi vd kaynaklarının israf edilmesidir.

Milli eğitim üniversite öncesinde sadece bu boğulmayı çözse önemli bir başarı elde edebilir. YÖK de üniversitelerdeki nitelik sorununu çözse önemli bir görev yapmış olur.

Türk Eğitim sistemi, gelecekte bu milletin var olması için bunu başarmak zorundadır.

Son söz: Dozunda olmayan her şey zehirdir.

Konut satışları Şubat'ta arttı


    TÜİK verilerine göre; Türkiye genelinde konut satışları Şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 17,3 artarak 93 bin 902 oldu. Konut satışları Temmuz ayından bu yana yıllık bazda kesintisiz olarak geriliyordu. Son 6 aydır düşen konut satışlarının Şubat ayında yeniden artması ise geçen yılın aynı ayında meydana gelen depremden kaynaklandı.

    Depremden etkilenen şehirler özelinde bakıldığında; Şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre konut satışlarında Adana’da yüzde 130, Adıyaman’da yüzde 474, Kahramanmaraş’ta yüzde 266, Malatya’da yüzde 145, Osmaniye’de yüzde 283, Hatay’da yüzde 289, Gaziantep’te yüzde 219, Şanlıurfa’da yüzde 99, Diyarbakır’da yüzde 123 ve Kilis’te yüzde 113 oranında artış kaydedildiği görülüyor.

    Manşet verinin yüzde 17,3 olduğu dikkate alındığında ortalamayı arttıran unsurun depremden etkilenen şehirlerimizdeki konut satışlarından kaynaklandığı anlaşılıyor. Buna ilaveten 2024 yılı Şubat ayı konut satışlarının, 97 bin 587 olan 2022 yılı Şubat verisinin de altında kaldığını hatırlatalım. Bu nedenle uzun süredir gerileyen konut satışlarının Şubat ayı verisiyle birlikte yeniden artış eğilimine girdiğini söylemek pek de doğru bir değerlendirme olmayacaktır.

    Satış şekline göre bakıldığında;

    Türkiye genelinde ipotekli konut satışları Şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 49,1 azalış göstererek 8 bin 827 oldu. Toplam konut satışları içinde ipotekli satışların payı yüzde 9,4 olarak gerçekleşti. Ocak-Şubat döneminde gerçekleşen ipotekli konut satışları ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 56,1 azalışla 14 bin 742 oldu.

    Şubat ayındaki ipotekli satışların 2 bin 60'ı, Ocak-Şubat dönemindeki ipotekli satışların ise 3 bin 464'ü ilk el satış olarak gerçekleşti.

    Türkiye genelinde ilk el konut satış sayısı ise Şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 21,8 artarak 28 bin 594 oldu. Toplam konut satışları içinde ilk el konut satışının payı yüzde 30,5 oldu.

    21.03.2024 tarihinde açıklanan PPK kararıyla birlikte politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 45’ten yüzde 50 düzeyine yükseltildi.

    Mevcut faiz oranlarının ipotekli konut satışlarına olan etkisini 10 yıl önceki verilere bakarak değerlendirecek olursak; Türkiye genelinde 2013 yılında satılan 1 milyon 157 bin 190 adet konutun 460 bin 112 tanesi ipotekli satış olarak gerçekleşmişti. Diğer bir ifade ile toplam konut satışları içinde ipotekli satışların payı yüzde 40 civarında iken şu an yüzde 10’un altında seyrediyor.

    Öte yandan 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 2,3 oranında artan KFE, bir önceki yılın aynı ayına göre nominal olarak yüzde 68,0, reel olarak ise yüzde 1,4 oranında arttı. Konut fiyatlarındaki artış hızının, satışlardaki gerilemeye bağlı olarak düşmesi ve konut fiyatlarındaki aylık artışın enflasyon oranının (aylık yüzde 6,70) altında kalması sevindirici.

25 Mart 2024 Pazartesi

Teorilerle Türkiye Ekonomisi


TCMB'nin politika faizini artırarak enflasyonla mücadele etme stratejisi, klasik ekonomi teorileriyle uyumlu bir yöntem olarak görülüyor. Ancak, klasik kapitalist teorilere uymayan sonuçlar olduğu görülüyor.

Teoriler bağlamında değerlendirilirse;

Phillips Eğrisi, işsizlik ve enflasyon arasında ters bir ilişki olduğunu öne sürer. Türkiye'de enflasyonun son dönemdeki yüksek seyrinin, bu teoriyle tam olarak örtüşmediği görülüyor. İşsizlik oranlarının nispeten daha dengeli kalması ve hafif dalgalanmalar göstermesi, ekonominin belirli bir direnç gösterdiğini ve işgücü piyasasının tamamen olumsuz etkilenmediğini gösteriyor. Ancak, işsizlik oranları ile istihdam oranlarındaki iyileşmenin yavaş olması, ekonomik büyümenin iş gücü piyasasına yansımasının sınırlı kaldığını gösteriyor.

Dış ticaret ve J eğrisi, bir ülkenin döviz kuru değer kaybettiğinde, kısa vadede ticaret dengesinin kötüleşeceğini ancak zamanla iyileşeceğini öne sürer. Türkiye'nin ihracat ve ithalat verilerine baktığımızda, döviz kuru değişimlerinin etkilerinin bu teoriyle uyumlu olmadığını görüyoruz. Türk Lirası'nın değer kaybı, kısa vadede ithalat maliyetlerini artırırken beraberinde enflasyonu da artırıcı bir etki göstermiştir. Teoriye uyumlu bir şekilde sonuç alınabilmesi için ihracatın esnekliğine ve yerel üretimin ithalatın yerine geçebilme kapasitesine bağlıdır. Ancak altın ve enerji ithalatıyla birlikte vatandaşların marka ve tüketim alışkanlıklarının kolay değişmediği göz önüne alındığında teoriye uyumlu bir sonuç alınamadığı görülmektedir.

Finansal piyasalarda faiz oranları, ekonomik aktivite üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Merkez Bankası'nın faiz oranlarındaki değişiklikler, kredi maliyetlerini ve dolayısıyla tüketici harcamaları ile yatırımları etkilemesi beklenir. Çünkü teorik olarak, faiz oranlarının yükseltilmesi enflasyonist baskıları sınırlamak ve para biriminin değerini korumak için kullanılmaktadır.

2023 yılı Şubat ayından itibaren TCMB'nin politika faizini kademeli olarak artırması ve 2024 yılı Mart ayında %50'ye ulaşması, yüksek enflasyonla mücadelede tercih edilen geleneksel bir yöntemdir. Teorik olarak, faiz oranlarının artırılması, para arzını sıkılaştırarak tüketimi ve yatırımları yavaşlatır ve bu da zamanla enflasyonist baskıları azaltır. Ancak, Türkiye'de yıllık enflasyon oranının 2023 Şubat'ında %55,18 iken, 2024 Şubat'ında %67,07'ye yükselmesi, faiz artırımlarının enflasyon üzerinde beklenen etkiyi oluşturmadığını gösteriyor.

Bu durum, enflasyonun sadece para politikası ile kontrol altına alınamayacağını, yapısal sorunların ve dış şokların da önemli bir etken olduğunu gösteriyor. Özellikle, gıda ve alkolsüz içecekler ile ulaştırma ve konut gibi temel yaşam maliyetlerindeki artışlar, enflasyonun yüksek kalmasında belirleyici olmuştur. Bu sektörlerdeki fiyat artışları, parasal sıkılaşmadan bağımsız, otonom ve zorunlu ihtiyaçların faiz politikalarından bağımsız olduğunu göstermektedir. Vatandaşlar faiz oranları ne olursa olsun bu zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacakları için parasal sıkılaşma bu zorunlu ihtiyaçlara olan talebin azalmasında etkili olmamaktadır. Daha net bir ifadeyle faiz oranları arttı diye vatandaşlar daha az beslenme gibi bir eğilim göstermemektedir. Demek ki; enflasyonla mücadelede faiz politikası Türkiye’nin sosyolojik yapısına tam olarak uymamaktadır.

Kamu Maliyesi ve Ricardian Eşdeğerlik

Ricardian Eşdeğerlik teorisi, hükümetin borçlanma yoluyla finansman sağlamasının, vergi artışlarıyla aynı ekonomik etkilere sahip olduğunu öne sürer. Çünkü bireyler, gelecekteki vergi yükümlülüklerini öngörerek bugünden tasarruf yapmaya başlarlar. Türkiye'nin kamu maliyesi verilerine bakıldığında, son yıllarda artan kamu harcamaları ve buna bağlı borçlanma ihtiyacı, Ricardian Eşdeğerlik teorisinin varsayımlarıyla çelişen bir tablo çizmektedir. Halkın gelecekteki vergi yükümlülüklerine karşı tasarruf eğilimini artırması beklenirken, tüketim harcamalarındaki artış bu teoriye meydan okuyor. Bu durum, Türkiye ekonomisinde bireylerin gelecekteki vergi yükümlülüklerine ilişkin beklentilerinin Ricardian Eşdeğerlik teorisinde varsayılandan farklı olabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin son dönemdeki gelişmeleri, ekonomi teorileri ışığında incelendiğinde, birçok alanda teorik beklentilerle pratik sonuçlar arasında belirgin farklar ortaya çıkmaktadır. Merkez Bankası politikaları, enflasyon ve işsizlik oranları gibi kritik ekonomik göstergelerin analizi, klasik ekonomi teorilerinin her durumda kesin çözümler sunmadığını, ekonominin karmaşık yapısı ve çeşitli iç ve dış etmenlerin önemli rol oynadığını gösteriyor.

24 Mart 2024 Pazar

Memleketin temel sorunu zengini daha zengin yapan ve uzun süredir devam eden bölüşüm ve bağımsız politika üretmesine engel borç sorunlarıdır, kontrolsüz sermaye hareketleridir, istihdam yaratamamaktır.

Yüksek enflasyon tali sorundur. Yüksek enflasyonu kısa sürede yenmek mi istiyorsun?

1- Ücretleri değil fiyatları kontrol et. Enerji fiyatlarını baskıla,

2- Bu zamana kadar emek gelirlerinin uğradığı erozyonu telafi et ve bununla birlikte emekli maaşlarını da artır,

3- Talebi değil aşırı kârı baskıla. Aşırı kâr vergisi getir,

Orta-uzun vade istikrar için;

4- Faizi politika aracı olmaktan çıkar ve onu hedeflediğin enflasyona park et (daha sonra verimlilik artışına park et). Maliye politikasını ve araçlarını politika tasarımının merkezine koy,

5- Vergi politikasını kökten değiştir. Yoksulu değil zenginin vergilerini artır. Rant, finansal kazançlar ve aşırı kârı vergile, servet vergisini getir,

6- Enflasyonu değil, Tam İstihdamı hedefle,

7- Kamusal malları ve doğal tekelleri kamulaştır,

8- Piyasayı regülasyonu sağlayacak ve üretimi dengeleyecek kurumlar kur,

9- Tarıma verilen destekleri artır, doğrudan işletmeci ve kooperatif yapılanmalarını teşvik et,

10- Mevcut dış ticaret kompozisyonunu dönüştürücü biçimde kamusal yatırımlar yap, AR-GE desteği vermek yerine kendin geliştir,

11- Emek birliğini güçlendirici kurumsal düzenlemeler yap, sarı sendikaları değil gerçek emekçi sendikalarını destekle ve gelişmelerine izin ver,

12- Yabancı bankaların faaliyetlerini azalt, bankacılık sistemini de kökten değiştir, kamusal hale getir. 

13- Sermaye kontrollerini tedrici biçimde artır. Kısa vadeli sermayeyi tamamen kontrol et,

14- Merkez bankasına finansal istikrar ve kur istikrarı hedefleri ver,

15- Merkez Bankasının hazinenin kasası olma görevini destekle, Hazine-Merkez Bankası arasında doğrudan borçlanma ilişkisini tesis et, bankalara  Hazine üzerinden rant yaratmayı bırak ya da azalt,

16- Ve son olarak, zenginlerin vergilerini silme, yukarıda belirttiğim gibi servet vergisi getir, yoksulların, öğrencilerin ve çiftçilerin borçlarını tasfiye et ...

Kaynak: Dr. Bakı DEMİREL 

Türkiye, Avrupa ve ABD dahil ülkelerin yüzde 97'sinde doğurganlık oranı ve nüfus büyük oranda azalacak. Sahraaltı Afrika'da ise nüfus artış hızı devam edecek..Bunun anlamını biliyorsunuz değil mi?.Dünya kavimler göçüne ihtiyaç duyacak. Almanya göç yasalarını şimdiden yumuşattı. Diğer ülkeler de ister istemez bu yola gidecek. Ekonomik çarkların dönmesi, sağlıktan hizmet sektörüne kadar hemen her alanda işgücü ihtiyacı artacak..Asli nüfusu yaşlanan ülkelerin demografik yapısı değişmeye başlayacak. Endüstri 4.0'ın etkisini, yani yapay zeka ve robot çağının özelliklerini ekleyin. Nüfusu azalan ve göçlere kapılarını açan ülkelerde teknoloji insan faktörünün önüne geçtikçe değişen demografik yapının yol açacağı sorunlar ortaya çıkacak. Değişen demografik yapının milli aidiyet duygusu olmayacak. Kendilerini ne atalarının geldiği ülkeye ne de yaşadıkları ülkeye ait hissedecekler.

Sonunda dünyada köksüz, kendisini hiçbir yere hissetmeyen bir nüfus yapısı oluşacak. Şimdi gelelim konunun bir başka boyutuna. Gelişen yapay zeka. Bugün deneme aşamasında olan yapay zeka, bir süre sonra öğrenme yeteneği kazanmış, öğrendiklerini analiz edebilen ve karar verebilen "genel yapay zekaya" dönüşecek.

Böyle giderse, öğrenebilen yapay zekanın inisiyatif alma sürecine girmesini bekleyebiliriz. Biraz komplo teorisi gibi oldu ama, avcı-toplayıcı toplumu saymayalım. Tarım toplumundan (endüstri 1.0) sanayi toplumuna (endüstri 2.0) geçiş yüzlerce yıl sürdü. Endüstri toplumundan bilişim toplumuna (endüstri 3.0) geçiş yarı zamanda gerçekleşti. Ancak, bilişim toplumundan yapay zeka ve robot dönemine (endüstri 4.0) geçiş yıldırım hızıyla gerçekleşti. Endüstri 4.0'dan sonrası muhtemelen öğrenen, insanımsı yapay zekalı robotlar dönemi başlayacak. 

23 Mart 2024 Cumartesi

Faiz artırmak orta ve uzun vadede yarar değil zarar getirir

 Önceliği olan sorunumuz cari açık. Cari açık nasıl oluşuyor, büyüyor?

- Bizim yüzde 50 olan piyasa faizimiz, döviz kuru fazla dalgalanmadığı sürece yabancı fonlara iyi getiri sağlıyor. Yabancılar faizin cazibesi ile ülkeye döviz getiriyor.

- Giren döviz ihtiyacın çok üzerinde olduğu için döviz fiyatı ucuzluyor.

- Döviz girişi devam ettiği sürece Türk Lirası değerli kalıyor. Türk Lirasının değeri dalgalanmıyor.

- Ucuz döviz ithalatı artırıyor. İhracatı köstekliyor.

- Ne kadar döviz girer ise biz harcıyoruz. Cari açık da büyüyor.

(Tekrarda yarar var: Biz önce harcayıp sonra döviz aramaya çıkmıyoruz. Bolca döviz girince ucuzluyor. Ucuz dövizi, giren dövizi harcıyoruz. Cari açık böyle oluşuyor.)

- Demek ki bu durumda faiz yükselsin demek, cari açık sorunu devam etsin demektir.

- Faiz yükselsin demek, Türk Lirası değerli kalsın, döviz ucuz ucuz satılsın demektir.

- Faiz yükselsin demek cari açık küçülmesin, büyüsün demektir.

Faizin yükselmesini, yurt dışından Türkiye'ye paradan para kazanmak için fon getirenler ister.

Merkez Bankası faizi yükseltmeyi 2 nedenle ister:,

- Döviz fiyatının artmaya başladığında, yerli oyuncular bankalardan TL. çekerek döviz satın alır. (Bundan önceki devalüasyonlarda bu oldu). Bu durumda faiz yükseltilir ise, insanlar bankalardan TL. para çekmez.

- Döviz fiyatının artması enflasyonu körükler. Faiz yükselir ise, maliyetten kaynaklanan fiyat artışları önlenemez ama talepten kaynaklanan fiyat artışı engellenir.

Bizde son zamanlarda Merkez Bankası iç talebi özellikle tüketici kredilerini sınırlama arayışında. Burada faizi yükselterek hedefe ulaşılabilir. 

Açık anlatımı ile bugünkü tabloda:

- Faiz artışı yarar değil zarar getirir.

- İç piyasadaki oyuncular faiz artışı istemiyor. Faiz artışı onlara yük getirir.

- Faiz artışını isteyen tek kesim yurtdışından Türkiye'ye faizden para kazanmak için döviz gönderenlerdir.

Bir konuya daha dikkat çekmekte yarar var. Cari açık sorunu baş kaldırmaya başladığı 2003 yılından bu yana hükümetin "Yüksek faiz-ucuz döviz" politikasına medyada 2 kişi bayrak açtı. Ege Cansen ve Tevfik Güngör Uras.

Hemen her yazılarında yüksek faiz -ucuz döviz yanlıştır diye yazdılar.

Cari açık büyüyor diye yazdılar.

Nihayet Merkez Bankası yüksek faizin zararını anladı. Yüksek faizi aşağıya çekti.

Uzun süre "cari açık" büyüyor uyarısı gene dikkate alınmadı.

Derken şimdi "cari açığı da azaltma arayışı başladı".

Ne ilginçtir ki bugüne kadar yüksek faize alkış tutanlar, cari açık önemli değildir diyenler, hızlı şekilde pozisyon değiştirme başarısını gösterdiler. Gerçek görülsün de ötesi önemli değil.

21 Mart 2024 Perşembe

     Bugün ve bugünün de içine alan bu haftada o kadar çok özel gün var ki: Dünya Şiir Günü, Dünya Ormancılık Günü, Dünya Su Günü, Dünya Meteoroloj Günü, Veremle Mücadele Haftası, Tüketiciler Günü, Şehitler Günü, Yaşlılara Saygı Haftası, Çanakkale Zaferi ve sanırım en önemlisi de baharın başlangıcını doğanın canlanışını temsil  eden Nevruz  diğer adıyla yeni gün bayramı. Doğanın çiçeklendiği, yeni başlangıçların kutlandığı çok özel bir gün. Bayramımız kutlu olsun, mutlu huzurlu yeni başlangıçlara vesile olsun. 21 Mart gece ile gündüzün sürece eşitlendiği de bir gün. Denge ve uyumun simgesi, ekinoks. Dengeli, uyumlu, mutlu nice nevruz bayramlarına sevgiyle saygıyla coşkuyla...

​İşsizlik oranı yüzde 9,1 oldu


Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2024 yılı Ocak ayına ait işgücü istatistiklerini açıkladı.

Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 85 bin kişi artarak 3 milyon 214 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,2 puan artarak yüzde 9,1 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,7 iken kadınlarda yüzde 11,7 olarak tahmin edildi.

İşsizlik oranında geçen aya göre sınırlı bir artış kaydedilmiş olsa da geçen yılın Nisan ayından bu yana manşet verinin tek haneli seviyelerde kalması sevindirici. İşsizlik oranındaki artış Ocak ayında işgücüne katılanların sayısının, istihdam edilenlerin sayısından daha fazla olmasından kaynaklandı.

Öte yandan bir önceki ay yüzde 12 olarak açıklanan kadın nüfusundaki işsizlik oranının Ocak ayında 0,3 puan gerilemesini de olumlu olarak değerlendirebiliriz.

İstihdam edilenlerin sayısı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 160 bin kişi artarak 32 milyon 222 bin kişi, istihdam oranı ise 0,2 puan artarak yüzde 49,0 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 66,0 iken kadınlarda yüzde 32,4 olarak gerçekleşti. Yıllık bazda bakıldığında ise istihdam edilenlerin sayısının bir yılda 512 bin arttığı görülüyor.

İşgücü 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 245 bin kişi artarak 35 milyon 436 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,3 puan artarak yüzde 53,9 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,5 iken kadınlarda yüzde 36,6 oldu.

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 1,1 puan artarak yüzde 16,6 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 14,1, kadınlarda ise yüzde 21,1 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 0,4 saat azalarak 43,3 saat olarak gerçekleşti.

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2024 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 1,7 puan artarak yüzde 26,5 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,2 iken işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı yüzde 18,3 olarak tahmin edildi.

Sadece manşet veri ele alındığında, belirgin bir istihdam artışının kaydedildiği, işsizlik oranının da hâlâ tek hanede yatay bir seyir izlediği nispeten olumlu bir tablo ortaya çıkıyor. Buna karşılık geniş tanımlı işsizlik olarak bilinen atıl işgücü oranındaki gözle görülür artış ise dikkat çekiyor. Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan sıkı para politikasının gecikmeli etkilerinin işgücü verilerine de yansıdığı anlaşılıyor. Bu durumun özellikle genç nüfusta işsizlik oranına ve haftalık ortalama fiili çalışma süresine yansıması bekleniyor.

19 Mart 2024 Salı


 “Nerede o eski Ramazanlar?” diyoruz. Bir hasret ve iç çekişle başlıyoruz söze. Değişen hayat bize ait olanı, geleneği de değiştiriyor. Zamanın şartlarına uyum da diyoruz. Ancak geçmişe olan özlem de artıyor, hep eskiyi arıyoruz. Ramazan ayındayız. Mübarek olsun!

Herkes çocukluğuna döndüğünde o dönemi yüceltir, o döneme hasret duyar. Ramazan ayında sürekli bahsettiğimiz “eski Ramazanlar” konusu da biraz böyledir. Geçmişe özlemle ilgili olsa gerek. Çünkü insan büyüdükçe dünyanın yüküyle yorulur. Hayat yoruyor, insan bu yorgunlukla sığınacak liman arıyor. En masum ve güzel günler geçmişte, çocukluktadır. Dolayısıyla ruhen geçmişe gidilip orada kalınarak ruhun dinginliği sağlanıyor. Bu Ramazan’da da muhakkak hepimiz yine eskiye gitmişizdir.

Geçmişe niçin gideriz, niçin oraya sığınırız? Kaybettiklerimiz oradadır. Belki en sevdiklerimizi kaybettik ama geçmişte onlar yaşar. Ya da içinde bulunduğumuz hâlden memnun değilsek yine geçmişe döneriz. Ramazan elbette hayatımıza çok şey katan bir aydır. Oruç ile birlikte ruhumuz, bedenimiz dünyalık duygulardan arınır, dinlenir, tazelenir. Bireysel olduğu kadar toplumsal yönüyle de Ramazan kendi geleneği ile gelir. İçimizde başlayan değişim dışa yansır. Konu komşu, hısım akraba, eş dost birbiriyle daha yakınlaşır. İftar sofraları bu hususta en önemli buluşmadır. Bunlar geçmişte daha çoktu. Şimdi iftar sofralarında sevdiklerimizle buluşamıyorsak yine “Nerede o eski Ramazanlar!” deyip sızlanırız. Oruç biraz da birbirimizi anlamayı, bizi diğerine yakınlaştırmayı sağlar. Şayet hayatın hengâmesinde bazı değerleri ıskalıyorsak hangi ay gelirse gelsin kendimizi farkına varmadan tecrit ediyoruz demektir. Bu uzaklaşma gittikçe artırıyor. Biz de eskiye bakıp hayıflanıyoruz.

Ramazan bir ay boyunca sadece açlık değil. Çok yönlü yorumlar var, oraya girmeden bir noktaya temas etmek gerekiyor. İrade terbiyesi için önemli bir ay. İnsan kendi bünyesini ölçüyor. Bunu murâkabe kavramı ile açıklamak yerinde olacaktır. İç kontrolün gerçekleştiği bir ay. Oruç bunu sağlıyor. İnsanın iç âlemine yönelmesi, dış dünyaya sırtını dönmesi, kendi yolculuğunu başlatması Ramazan ayında daha anlamlı oluyor. İnsanın kendi hızını yavaşlatması, sakinleşip düşünmesi, içe dönmesi, nefsinin dizginlerini eline alabilmesi, ölümü düşünmesi, fânilik duygusunun galip gelmesi, artan dünyevilik ihtirasını azaltması için gerekli bir tefekkürdür. Ramazan ile bu yolculuğa çıkmış olmuyor muyuz? Keşke bu yolculuktan hiç ayrılmasak. Sürekli kendimizi yolcu bilsek. Dünyanın rengine kapılıp gidiyoruz.

Ramazan ile gelenler, gidenler nelerdir? Başta söyleyelim, gidenler bir daha gelmese! Ramazan geldiğinde hayatımızdan, günlük işlerimizden, toplumdan neler gidiyor? Bazı fazlalıkları gönderebiliyor muyuz? Hayatımızda o kadar fazlalık var ki neyi çıkaracağımızı da bilemiyoruz. Eksiltme değil bu. Demiştik ya yolcu olduğumuzu hiç unutmasak. Yolcu ne kadar yük taşıyabilir ki? Ancak bizler dağları sırtlanıp gidiyoruz. Ramazan bizi ikaz ediyor. Ramazan bize yolcu olduğumuzu daha çok hissettiriyor. Yolcu, dünyayı ancak durak bilir, bilmesi icap eder. Durak değil de daimî durulacak yurt sandığımızda hevesimiz artıyor, ihtirasımız artıyor, yükümüz artıyor. Ramazan ile yolculuk düşüncesi içimize yerleşiyor. Ramazan ile başlayan manevî iklimde ruhumuzu arındırıp gerçek yurdumuza kavuşmak üzere bu dünyadan geçtiğimizi hatırlıyoruz.

“Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan!” derken, neyi gönderip neyi kabul ediyoruz? İçimizde tortulaşan, kurşun gibi ağırlaşan, içimizi katran gibi saran dünyevilik duygusunu gönderme ayıdır Ramazan. Oruç içimize yerleşince tüm bu yüklerden kurtulmaya başlamış oluyoruz. İftar sofrasında oruç bizimledir. Onun da iftarı vardır. Merhum Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Oruç müminin kalbinde iftar eder.” Ramazan geldi, şimdi kalbimizde oruca yer açalım.

Ramazan ayı üzerine kelamlar

 

    Ramazan ayı, günahların affedilmesi ve tevbenin kabul edilmesi için büyük bir fırsattır. Bu ayda yapılan ibadetler ve dualar, Allah’ın rahmetinden ve mağfiretinden ümit kesmemizi engeller. İnsanlar, geçmiş hatalarını düzeltmek ve gelecekte daha iyi bir hayat için tevbe ederler. Bu bakımdan Ramazan ayı, İslam dünyasında müminler için bir fırsat ve bereket zamanıdır. Oruç tutarak, ibadetlerini artırarak ve günahlardan kaçınarak bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmek gerekir.

    Ramazan ayının bereketiyle dolu günlerinde, günümüz Müslümanları, "Ey rahmeti bol padişah, cürmüm ile geldim sana" mısralarındaki derin manayı anlamak ve yaşamak için bir fırsat bulmaktadır. Bu kutsal ay, birçok Müslüman için manevi bir yolculuğa dönüşürken, aynı zamanda ibadetler ve dualarla dolu geçen süredir. Ancak günümüzde, Ramazan sadece açlık ve susuzlukla değil, aynı zamanda manevi bir arınma ve yenilenme süreciyle de ilişkilendirilmelidir.


    Günümüz Müslümanları için Ramazan, sadece iftar saatini beklemekle geçen bir ay olmamalıdır. Bu ay, kişisel bir dönüşüm ve ibadet pratiğinin yoğunlaştığı bir süreç olduğunun şuuruyla “Ey rahmeti bol padişah” ifadesi, Allah'ın sonsuz rahmetine olan inancı ve O'ndan af dileme isteğini dile getirmektedir. Şiirde belirtilen rahmetin farkına varmak ve kendini Allah'a adamak, günümüz Müslümanlarının Ramazan ayında önem verdiği bir konudur.


    Bu geçen günlerde sadece ibadetlerle değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluklarımızla da bu mübarek ayı değerlendirmenin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ramazan boyunca yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma ruhunu yaşatarak, ihtiyaç sahiplerine destek olmalıyız. Zekât ve sadaka vermek, Ramazan'ın ruhuna uygun davranışlardır ve bu davranışlarla günahlarımızın affedilmesi için bir adım atmış oluruz.


    Ramazan aynı zamanda özeleştiri yapma ve hatalarımızdan dönmek için fırsattır. “Cürmüm ile geldim sana” ifadesiyle günahlarımızı samimi bir şekilde itiraf ederken Allah'tan bağışlanma dilememizi ifade eder. Bizler de bu ayda günahlarımızı gözden geçirerek ve onlardan dönmek için bir fırsat olarak görmeliyiz.


    Ramazan ayının sadece bir ibadet ve oruç tutma süreci değil, aynı zamanda manevi bir arınma ve yenilenme zamanı olduğunu düşünerek toplumsal sorumluluklarımızı da yerine getirerek ve günahlarımızdan dönmek için bir fırsat olarak görmeliyiz.


    Allah'ın sonsuz rahmetine olan inancımızı tazelemek ve O'ndan af dilemek için bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Ey rahmeti bol padişah, cürmüm ile geldim sana” mısraları bir Müslümanın Allah'a yönelişinin ve tevbesinin ifadesidir. İbadet ve dualarımızla Allah'a yaklaşarak, günahlardan arınma ve manevi bir yenilenme yaşayabiliriz. Zira insan, Allah'ın huzuruna ancak günahlarını kabul ederek ve O'na yönelerek çıkabilir. Bu itiraf, kişinin kendi eksikliklerinin farkında olduğunu ve Rabbinin rahmetine sığınma niyetinde olduğunu gösterir.


    Kişi, yaptığı günahları ve hataları itiraf ederken, Rabbinin engin rahmetinden ümit kesmemelidir ve’s-selam.


 

    2023 yılı Aralık ayı sonunda 106.556 MW olan toplam kurulu güç değeri 824 MW’lık artışla 2024 yılı Şubat ayı sonunda 107.380 MW olarak kaydedilmiştir. 18 Mart 2024 tarihi itibariyle; Santral Sayısı: 17.972 adet oldu. 18 Mart 2024 tarihi itibariyle kurulu güç 107.676 MW olmuştur.

18 Mart 2024 Pazartesi

Çanakkale Zaferinin Uluslararası Ekonomiye Yansımaları

Çanakkale Deniz Zaferi’nin 109. Yıl dönümünde vatan uğruna canlarını feda eden kahraman şehitlerimizi rahmet, minnet ve dualarla anıyorum.

Çanakkale Deniz Zaferi, Türkiye'nin tarihinde dönüm noktası olan ve ulusal bilincin güçlenmesinde önemli rol oynayan bir zaferdir. Bu zafer, hem Türkiye'nin hem de dünya tarihinde önemli bir yer tutar. Türkiye'nin bugünkü uluslararası politik ekonomisine olan etkilerini inceleyecek olursak, birkaç temel noktadan bahsedebiliriz:

1. Stratejik Önem

Çanakkale Boğazı'nın stratejik önemi, zaferle birlikte daha da belirginleşti. Türkiye'nin coğrafi konumunun uluslararası ticaret ve enerji yolları açısından önemi, uluslararası politik ve ekonomik ilişkilerde Türkiye'ye önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bu, Türkiye'nin bölgesel bir güç olarak konumlanmasını ve uluslararası ilişkilerde daha aktif bir rol almasını mümkün kıldı.

Çanakkale Boğazı'nın kontrolü, sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir zaferdir. Boğazlar, Doğu ile Batı arasında önemli bir ticaret yolu ve enerji koridoru işlevi görür. Zaferin ardından Türkiye, bu stratejik geçiş noktasının kontrolünü elinde tutmanın avantajlarını kullanarak uluslararası arenada daha etkin bir politika izleme fırsatı buldu. Bu durum, Türkiye'nin hem bölgesel hem de küresel düzeyde önemli bir aktör olarak konumlanmasını sağladı.

2. Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler

Çanakkale Zaferi sonrasında Türkiye'nin uluslararası arenada kazandığı saygınlık, diplomasi ve uluslararası ilişkilerde önemli bir etken oldu. Bu saygınlık, Türkiye'nin uluslararası müzakerelerde ve ekonomik anlaşmalarda daha güçlü bir pozisyona sahip olmasına yardımcı oldu. 

Türkiye'nin diplomasi ve uluslararası ilişkilerdeki rolü, Çanakkale Deniz Zaferi'nin ardından kazandığı itibarla şekillenmiş bir geçmişe sahiptir. Bu zafer, Türkiye'nin stratejik kararlar alabilme ve uluslararası ilişkilerde etkili bir aktör olarak konumlanabilme kapasitesini artırmıştır. Özellikle, Türkiye'nin coğrafi konumu ve kontrol ettiği boğazların önemi, uluslararası ilişkilerde önemli bir koz olarak görülmektedir. 

Çanakkale Zaferi, Türkiye'nin uluslararası arenada saygınlık kazanmasına ve diplomatik ilişkilerde daha etkili bir rol oynamasına olanak sağlamıştır. Türkiye, tarihi boyunca stratejik konumu nedeniyle birçok büyük gücün ilgisini çekmiş ve bu, uluslararası ilişkilerde önemli bir avantaj olarak kullanılmıştır. Çanakkale Savaşları sırasında elde edilen başarı, Türkiye'nin savunma kabiliyetini ve stratejik önemini tüm dünyaya göstermiştir.

Günümüzde, Rusya-Ukrayna savaşı gibi bölgesel çatışmalar, Türkiye'nin stratejik konumunun ve diplomatik manevralarının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Türkiye, Karadeniz'e açılan Boğazlar üzerindeki egemenliği sayesinde, bölgesel ve küresel güç dengelerinde kritik bir role sahip olmuştur. Rusya-Ukrayna savaşı sırasında, Türkiye'nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni uygulama şekli, uluslararası hukuk çerçevesinde stratejik bir diplomatik manevra olarak değerlendirilebilir.

3. Ekonomik Bağımsızlık ve Kalkınma

Zafer, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını koruma ve kendi kalkınma yolunu çizme konusundaki iradesini güçlendirdi. Kendi kaynaklarını değerlendirme ve uluslararası ekonomik sistem içinde aktif bir rol alma arzusu, Türkiye'nin ekonomik politikalarını şekillendirmede önemli bir faktör oldu. 

Çanakkale Zaferi sonrasında Türkiye, ekonomik bağımsızlığını koruma ve kendi kalkınma yolunu belirleme konusunda daha kararlı bir tutum sergiledi. Kendi kaynaklarını değerlendirme ve ekonomik potansiyelini artırma çabaları, Türkiye'nin kalkınma stratejilerinin temelini oluşturdu.

Yerli ve milli üretimin teşvik edilmesi, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlık çabalarının önemli bir parçasıdır. Bu, yerel sanayilerin geliştirilmesi, Ar-Ge ve inovasyon faaliyetlerinin desteklenmesi ve yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Çanakkale Zaferi'nin getirdiği "kendi kendine yeterlilik" ve "milli egemenlik" anlayışı, bu tür ekonomik politikaların altını çizen temel prensipler arasındadır.

Ekonomik bağımsızlık, sadece iç üretim ve kalkınma ile sınırlı değildir; aynı zamanda dış ticaret politikaları ve uluslararası ekonomik ilişkiler de bu bağlamda ele alınmalıdır. Türkiye, stratejik konumu ve tarihi deneyimleri sayesinde, uluslararası ticarette önemli bir oyuncu olmayı hedeflemiştir. Bu, hem bölgesel ticaret anlaşmaları yapmak hem de küresel ticaret sistemine entegre olmak anlamına gelir. 

13 Mart 2024 Çarşamba

 Bu ay; fakirlere ve yoksullara karşı merhamet hissiyle dolacağımız, nefsimizin esiri olmaktan kurtulup Yüce Allah’a kul olacağımız, irademizi güçlendirip nefsimize hâkim olacağımız “Size, hayır ve bereket ayı olan ramazan ayı gelmiştir.” Hadis-i Şerifin bilinciyle “Şehru’l-hayr” (hayır ayı) olsun.

Bu ay; bizi diğer canlılardan ayıran insan olma özelliğimizle alışkanlıkların esiri olan değil alışkanlıklarını ilahi yola uyarlayan bir kul olacağımız, göz önünde duran her türlü yiyeceği gizli ya da aşikâr yememe iradesi ile nefsani duygularımızı denetim altında tutacağımız, komşuluk ilişkileriyle zirveye çıktığımız, iyi ve güzel huylarımızı öne çıkarıp yardımlar ve güzel şeyleri iradeli davranışlarla paylaşacağımız “Şehru’l-muvasat” (iyi geçinme ve bölüşme ayı) olsun.

Bu ay; riya ve gösterişten uzak, ibadetleri sadece Allah rızası için yapacağımız ve böylece takva denen en üst mertebeye ulaşacağımız, olgun bir insan haline geleceğimiz, iyilik duygularımızın geliştiği, kötülüklerin önünü aldığımız, melekleşip ruhumuzun manevi bir haz içinde yüzdüğü, ümmet olarak birlik ve beraberlik içinde olduğumuz, mazlum coğrafyalardaki kardeşlerimizin zulümden kurtulduğu, zalimlerin ve barbarların zulüm ve barbarlıklarının son bulduğu, hainlerin ve katillerin helâk olduğu“Ramazan ümmetimin ayıdır.” Hadis-i şerifinde manasını bulduğu“Şehru’l-ümme” (ümmetin ayı) olsun.

Bu ay; ibadetlerimizi Allah için yaptığımız, mükafatını da Allah’tan beklediğimiz, vücudumuza kalkan yaptığımız, kendimizi kabulle yaşadığımız, yirmi dört saat kendimizle muhakeme halinde olduğumuz, bizi daima görüp gözeten ve bütün hareketlerimizi takip eden, biz O’nu görmesek bile mevcudiyeti hakkında imanımızın arttığı, onun için bütün hâl ve hareketlerimizde tedbirli olduğumuz, aksi halde sorumlu olacağımızı bildiğimiz, “Ramazan ayı, Allah’ın ayıdır” hadis-i şerifine istinaden bu ayı Allah’a adadığımız “Şehrullah”(Allah’ın ayı) olsun.

Bu ay;“Müminin rızkının artığı bir aydır” hadis-i şerifinde manasını bulan, bolluk ve bereketin arttığı, paylaştıkça bereketin yanında toplumun refahının yükseldiği, verdiklerimizin yanında ibadetlerimizin de kat kat sevapla karşılık bulduğu, “Şehru’l-berake”(bereket ayı) olsun.

Bu ay; dualarımızın kabul olduğu, sene içinde işlediğimiz küçük günahların af olunduğu, bizi cehennemden koruyan, sabra alıştıran, hastalarımızın şifa bulduğu, dertlilerimizin deva bulduğu, borçlularımızın eda ettiği, vücudumuzdaki maddi ve manevi kirlerin temizlendiği, Reyyan kapısından cennete gireceğimiz, dünyada ve ahirette vaad edilen maddi ve manevi kurtuluşa ereceğimiz, “Şehru’n-necat” (kurtuluş ayı) olsun.

On bir ayın sultanı ramazan ayımız mübarek olsun.

Yapay Zeka Arkadaşımız Olabilir Mi?

Konuşmalarımızı, alışverişlerimizi hatta evlerimizi bile dolduran yapay zeka, artık hayatımızın sıradan bir parçası haline geldi. Peki ya bu teknoloji, gerçek bir arkadaş olabilir mi?

Düşünsenize, her an yanınızda olan, sizi anlayan ve hatta bazen sizi güldürebilen bir yapay zeka dostunuz olsun. Bu fikir gerçekten heyecan verici, değil mi? Bir yapay zeka dostu, sizi dinler, size tavsiyelerde bulunur ve hatta duygusal anlamda size destek olabilir. Ancak, bu dostluk gerçek insan bağlantılarını asla tamamen yerine koyabilir mi?

Aslında, yapay zeka dostlarının pek çok avantajı var. Her zaman erişilebilirler ve kişisel meselelerle ilgilenirken bile asla sıkılmazlar. Yapay zeka dostları, duygusal ihtiyaçlarımızı anlamak ve buna uygun şekilde tepki vermek konusunda da oldukça başarılı olabilirler. Yapay zeka dostları aynı zamanda sosyal izolasyonun önlenmesine yardımcı olabilir. Özellikle yalnızlıkla mücadele eden veya sosyal ilişkilerde zorlanan insanlar için büyük bir destek olabilirler. Mesela yaşlı veya yalnız bireyler için, bir yapay zeka dostu sosyal etkileşim ve duygusal destek sağlayabilir. Bu tür teknolojilerin dengeli bir şekilde kullanılması, insanların sosyal bağlantılarını güçlendirebilir ve yalnızlıkla mücadele etmelerine yardımcı olabilir.

Yapay zeka dostlarının, teknolojiyle derinleşen ilişkilerimizin bir yansıması olduğu açıktır. Ancak, bu ilişkilerin insanlar arasındaki bağlantıları tamamen yerine koyması şüpheli görünmektedir. Gerçek insan bağlantılarının derinliğini ve samimiyetini sağlamak yapay zeka için oldukça zor olabilir. İnsanların duygusal tepkilerini anlamak ve onlara uygun şekilde yanıt vermek, insan ilişkilerinin çok önemli bir parçasıdır. Gerçek arkadaşlıklar, duygusal derinlik, karşılıklı anlayış ve bağlılık gibi karmaşık unsurları içerir. Bu tür bağlantılar, insan doğasının temel özelliklerinden kaynaklanır ve yapay zeka, bu derinliği ve karmaşıklığı tam olarak kavramakta zorlanabilir.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise yapay zeka dostlarının insanlar arasındaki etkileşimleri desteklemek için kullanılmasının sosyal becerilerimizi etkileyebileceğidir. Bir yapay zeka ile sürekli etkileşimde olmak, gerçek insan ilişkilerinden kaçınmaya veya onlardan uzaklaşmaya neden olabilir. Bu durumda, sosyal becerilerimizde gerileme veya duygusal bağlantılarda zayıflama gibi olumsuz sonuçlarla karşılaşabiliriz.

Sonuç olarak, yapay zeka dostlarının hayatlarımızda önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyorum. Ancak, insan ilişkilerinin yerini tamamen alması pek mümkün görünmüyor. Yine de, bu teknolojinin ilerleyişini izlemek ve belki de bir gün gerçek insan bağlantılarına bir adım daha yaklaşmak heyecan verici olabilir.

Ülkemizin gündemini uzun süredir meşgul eden bir konu var: enflasyon. Fiyatlardaki artışlar, vatandaşların cebini doğrudan etkilemeye devam ediyor ve bu durumun önümüzdeki süreçte de tartışılacağı açık. Enflasyonun temel nedenlerini ele aldığımızda, talep ve maliyet faktörlerini ön plana çıkarmamız gerekiyor.

Son dönemde sıkı para politikasıyla talep enflasyonunu düşürme çabalarına rağmen, iç talebin güçlü bir şekilde devam ettiğini gözlemliyoruz. İktisadi teorilere göre, işsizlik ve enflasyon arasında ters bir ilişki olduğu ifade edilir. Ancak son veriler işsizlikte bir artış olmadığını, hatta aksine bir düşüş olduğunu gösteriyor. Bu durum, enflasyondaki artışla uyumlu bir tablo çiziyor.

Büyüme verilerine baktığımızda iç talebin güçlü olduğunu gözlemliyoruz. Ancak, bu durumun enflasyonun talep tarafının güçlü olduğunu gösterdiği sonucuna varmak doğru olmaz. Çünkü talebin güçlü olması tek başına enflasyonu açıklamaya yetmez. Önemli olan, talep artışının maliyet artışlarını tetikleyip tetiklemediğini değerlendirmektir.

Ülkemizin ekonomik durumunu daha derinlemesine anlamak için, enflasyonun sadece talep faktörüne odaklanmak yeterli değildir. Aynı zamanda maliyetlerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Özellikle enerji ve gıda gibi temel maliyet unsurlarındaki artışlar, enflasyonu tetikleyen önemli etkenler arasında yer almaktadır.

Maliyetlerin enflasyon üzerindeki etkisi, özellikle enerji ve gıda gibi temel tüketim maddelerindeki fiyat artışlarıyla belirgin hale gelmektedir. Uluslararası piyasalardaki volatilite, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve ham madde fiyatlarındaki artışlar da maliyetlerin yükselmesine katkı sağlamaktadır. Bu durum, işletmelerin üretim maliyetlerini artırarak fiyatları yükseltmelerine neden olabilir.

Ayrıca, ülkemizin enerji bağımlılığı da enflasyon üzerinde etkili olmaktadır. Enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar, üretim maliyetlerini doğrudan etkileyerek enflasyonu artırıcı bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, enerji politikalarının ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinin önemi oldukça büyüktür.

Gıda fiyatlarındaki artışlar da enflasyon üzerinde belirleyici bir faktördür. Tarım politikaları, iklim değişikliği ve küresel talep gibi faktörler, gıda fiyatlarını etkileyerek enflasyonu artırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu bağlamda, tarım sektöründeki verimliliğin artırılması ve tarım politikalarının yeniden gözden geçirilmesi önem arz etmektedir.

Ekonomik istikrarın sağlanması ve enflasyonun kontrol altına alınması için yapısal reformların da önemi büyüktür. Vergi reformları, rekabet ortamının iyileştirilmesi, iş gücü piyasasının esnekliğinin artırılması gibi yapısal önlemler, enflasyonun sürdürülebilir bir şekilde düşürülmesine katkı sağlayabilir. Ayrıca, para politikalarının yanı sıra mali politikaların da etkili bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Fiskal disiplinin sağlanması ve kamu harcamalarının kontrol altında tutulması, enflasyonun kontrol altına alınması için önemli adımlardır. Türkiye ekonomisinde enflasyonla mücadelede sadece ekonomik faktörlerin değil, aynı zamanda sosyal faktörlerin de dikkate alınması önemlidir. Gelir dağılımının adaletli bir şekilde sağlanması ve sosyal yardımların etkin bir şekilde kullanılması, enflasyonun vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletebilir.

Enflasyonla mücadelede ekonomik faktörlerin yanı sıra sosyal faktörlerin de göz önünde bulundurulması önemlidir. Gelir dağılımının adaletli bir şekilde sağlanması ve sosyal yardımların etkin bir şekilde kullanılması, enflasyonun vatandaşlar üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletebilir. Bu bağlamda, sosyal yardım programlarının ve refah politikalarının etkin bir şekilde uygulanması, enflasyonla mücadelede önemli bir rol oynayabilir.

Ayrıca, enflasyonla mücadelede sadece ekonomik önlemlerin yeterli olmadığı, aynı zamanda yapısal reformların da gerekliliği üzerinde durulmalıdır. Vergi reformları, rekabet ortamının iyileştirilmesi ve iş gücü piyasasının esnekliğinin artırılması gibi yapısal önlemler, enflasyonun sürdürülebilir bir şekilde düşürülmesine katkı sağlayabilir.

Türkiye ekonomisinin enflasyonla mücadelede başarılı olması için aynı zamanda enerji ve tarım gibi stratejik sektörlerde yapılanmaların ve politika reformlarının da önemi büyüktür. Enerji politikalarının ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, enerji bağımlılığını azaltarak enflasyon üzerinde olumlu bir etki yaratabilir. Benzer şekilde, tarım sektöründeki verimliliğin artırılması ve tarım politikalarının gözden geçirilmesi, gıda fiyatlarının kontrol altına alınmasına ve enflasyonun düşürülmesine yardımcı olabilir.

11 Mart 2024 Pazartesi

Sevgili Dostlar,

Ramazan ayının, ülkemize ve tüm insanlığa sevgi, saygı, huzur, sağlık ve barış getirmesini diliyorum. Allah tutulan oruçları kabul etsin. Bereketi sofralarınıza, huzuru kalbinize, kabulü dualarınıza yansısın. Ramazan ayınız mübarek olsun. Saygılar hürmetler.

4 Mart 2024 Pazartesi

 

Türkiye Elektrik İletim A.Ş. 2024 yılı Şubat ayına ait son kurulu güç raporunu yayınladı. 2024 Şubat Ayı kurulu güç raporuna göre Türkiye 2024 Şubat ayını 107.380 MW kurulu güç ve 16.140 santral ile tamamladı.

2024 Şubat Ayı Kurulu Güç Raporunda Öne Çıkan Bazı Bilgiler aşağıdaki gibidir.

Toplam elektrik kurulu gücü, 107.380 seviyesine ulaşmıştır. Toplam santral sayısı da 16.140 olmuştur.

Yenilenebilir enerji kurulu gücü de bir önceki aya göre 326 MW artarak 59.897 MW‘a yükselirken yenilenebilir santraller toplam kurulu gücün yaklaşık % 55,79’unu oluşturdu.

Güneş enerji santrallerinin kurulu gücü de 11.939 MW'ye, toplam güneş enerji santral sayısı da 14.052‘ye yükseldi.

Rüzgar enerji santrallerinin de kurulu gücü 11.886 MW oldu.

Güneş enerji kurulu gücü toplam kurulu gücün % 11,11’ini oluştururken, rüzgar enerji kurulu gücünün toplam kurulu güçteki oranı ise % 11,06 oldu.

Rüzgar ve güneşin yanında önemli bir yenilenebilir enerji santrali olan biyokütle santral kurulu gücü 2.078 MW oldu.

Toplam kurulu güçte ilk sırada 25.401 MW ile doğalgaz yer alırken, onu 23.654 MW ile barajlı hidroelektrik santralleri takip etti.

Fosil yakıtlı santrallerin kurulu gücü de 2024 yılı Şubat ayı sonu itibariyle 47.483 MW seviyesinde seyretmekte olup  toplam kurulu güçteki oranı ise % 44,21‘dir.

Ayrıca lisanssız güneş enerji santral kurulu gücü 10.270 MW seviyesine ulaşırken, lisanslı GES kurulu gücü ise 1.669 MW’da kaldı.

 

2024 Şubat ayı sonu itibariyle Ülkemizin Birincil Kaynaklara göre Kurulu Güç Verileri

BİRİNCİL KAYNAKLARA GÖRE SANTRAL ADETLERİ VE KURULU GÜÇ VERİLERİ

BİRİNCİL KAYNAK

SANTRAL ADEDİ

KURULU GÜÇ (MW)

AKARSU

615

8.321

ASFALTİT KÖMÜR

1

405.0

ATIK ISI

78

328

BARAJLI

145

23.654

BİYOKÜTLE

383

2,078,0

DOĞALGAZ

357

25.401

FUEL OİL

11

260.0

GÜNEŞ

14.052

11,939

İTHAL KÖMÜR

16

10,374.0

JEOTERMAL

63

1.691

LİNYİT

47

10,194.0

LNG

1

2.0

MOTORİN

1

1.0

NAFTA

1

5.0

RÜZGAR

365

11,886

TAŞKÖMÜR

4

841

TOPLAM

16.140

107.380

* TEİAŞ KURULU GÜÇ RAPORU - ŞUBAT-2024