30 Haziran 2021 Çarşamba

Allah İçin Vermek


''Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab'leri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.'' (Bakara Suresi, 251-252)

 

Kişinin mallarını tümüyle vakfetmesi caiz midir?

Kişi sağlığında malları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Mallarını yoksullara veya hayır kurumlarına bağışlayabilir. Vakfın sahih olması için, vakfeden kişinin akıllı ve ergenlik çağına erişmiş olması ve vakfın ebedi olması gerekir. Ancak kişinin malını vakfederken, mirasçıların mağdur olmamasına dikkat etmesi uygun olur.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Fedek ve Hayber arazilerindeki hisselerini Müslümanların yararına vakfetmiştir. Hz. Ömer Hayber’den payına isabet eden arazi hakkında Hz. Peygamber’e ne tavsiyede bulunacağını sormuştu. Hz. Peygamber ona “İstersen aslını (kendine) bırakır, menfaatini tasadduk edersin.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, satılmamak, hibe edilmemek, mirasçılara intikal etmemek üzere; vakfetti. Onu idare edenin normal ölçüler içinde yemesi ve yedirmesinin serbest olduğunu belirtti. Hz. Osman da Medine’deki Rûme kuyusunu satın alıp Müslümanların yararına tahsis etmişti.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
30 HAZİRAN 2021

 Bugün 30 Haziran 2021;

 Himaye-i Etfal Cemiyeti (Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu) Kuruldu (1921)

 Çocuk Esirgeme Kurumu'nun Kuruluşu (1921)

 İslam Bilim Tarihi Araştırmacısı Prof. Dr. Fuat Sezgin'in vefatı (1924-2018)

 İhsan Sabri Çağlayangil'in vefatı (1993)

 Bir Hadis: Kim üç kız çocuğu yetiştirir, güzel terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa bu amelinin karşılığı cennettir. (Ebû Dâvud, Edeb, 129, 131)

 Hayatta değiştiremeyeceğiniz bir iş görürseniz onu değiştiren Allah oluncaya kadar sabredin. 

 (Hadis-i Şerif).


29 Haziran 2021 Salı

 

GÜNÜN SÖZÜ: Hepimiz için bir dünya vadır. İyilikle kötülük, günahla suçluluk bu dünyanın içinde el ele yürüyorlar.

GÜNÜN İNCİSİ: Değişmeyen dekor içinde yaşaya yaşaya insanların ruhu ölür, çoşkusu kaybolur.

LAFA BAK: Yaşam, bir sürprizler dizisidir. Öyle olmasaydı yaşanmaya ve korunmaya değmezdi.

DİLİMİN UCU: Yaşam yaşla değil, yaşamakla anlaşılır.

 

TENKİT: İngiliz klasik  bilimler bilgini Prof. Richard PERSON (1759-1808), belki de en şiddetli tenkitlerden birini, ölümünden kısa bir müddet önce, mağrur bir şaire söyledi.

-Şiirleriniz hakkında ne düşündüğümüzü soruyorsunuz. Size şunu söylemek isterim ki, efendim, Shaskepeare ve Milton’un şiirleri unutulduğu zaman herkes sizin şiirlerinizi okuyacaktır, ama onların şiirleri unutulmadan önce değil.

 

İslam Çiçeği ve Osmanlı Hoşgörüsü


Vezir Rüstem Paşa, dünya üzerindeki bütün dinleri ve başka dinlere bağlı milletleri “İslam dini” altında birleştirmek isteğini taşıyordu. Bu düşüncesini bir gün Kanuni Sultan Süleyman’a açtı.

Kanuni Sultan Süleyman, paşaya yerden bir çiçek beğenmesini söyledi. Paşa’nın seçtiği çiçeği eline aldı ve uç yapraklarını teker teker yoldu. Sonra çiçeğin üzerinde kalan tek renkli yaprağın hoşuna gidip gitmediğini sordu:

-       Hangisi daha güzel ve doğal? Tek renkli çiçeği mi beğendin, yoksa çok renkli çiçeği mi?

Rüstem Paşa tereddüt etmeden ve fazla düşünmeye gerek görmeden cevap verdi:

-Sultanım, elbette ki çok renkli çiçek daha hoş ve cezbedici!

Paşanın cevabı, tam da Padişah Kanuni’nin beklediği cevaptı. Son sözünü artık rahatlıkla söyleyebilir ve gerekli mesajı iletebilirdi:

-Dinler ülkemde bir çiçek gibidir. Bütün insanlar bu çiçeğin renklerini oluşturur. Ama tabii ki İslam çiçeği bütün çiçeklerden daha üstün ve güzeldir. Allah’ında sevdiği ve insanlar için tercih ve tavsiye ettiği de İslam çiçeğidir.

Bir çok dini ve milleti şemsiyesi altında toplayan Osmanlı Ülkesinde, en küçük köyünden baş şehir İstanbul’a kadar camii, kilise ve havra yan yana bulunuyordu. Kimsenin ibadet ve inancına karışılmıyor, herhangi bir çatışma yaşanmıyordu.

Geleceğin padişahlarından Sultan II. Mahmud da bu konuda aynen  ataları Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi düşünüyordu.

Ülkemde, Müslümanları camide, Hristiyanları kilisede, Musevileri de havrada görmek bana mutluluk verir.

Mihmandâr-ı Nebî: Ebû Eyyûb El-Ensârî (r.a.)

 

Hanımı ile birlikte Müslüman olan Ebû Eyyûb (r.a.) ensardan ilk iman edenler arasında yer almıştır. İkinci Akabe’de biat etmiş, Hz. Peygamberle (s.a.s.) birlikte Bedir, Uhud, Hendek başta olmak üzere bütün gazvelere katılmıştır.

Müslümanların, İstanbul’u ilk kuşatmasında bulunmuştur. Bu kuşatma devam ederken hastalanarak 669 yılında vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından surlara yakın bir yere defnedilmiştir.

Resûl-i Ekrem (s.a.s.), Medine’ye hicret edince konaklayacağı yer hakkında, devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söylemişti. Devenin çöktüğü yere en yakın ev olan Ebû Eyyûb’un (r.a.) evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Hz. Ebû Eyyûb, “Hz. Peygamberi (s.a.s.) ağırlayan kimse” anlamına gelen “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılmıştır.

Kendisinden 150 hadis rivayet edilmiş olan Ebû Eyyûb’un (r.a.) haksızlıklara tahammül edemeyen, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir kimse olduğu nakledilmiştir.

KAYNAK: DİYANET takvimi
29 haziran 2021

 Bugün 29 Haziran 2021;

 Silistre Zaferi (1773)

 II. Balkan Savaşı'nın başlaması (1913)

 Zaro Ağa'nın 159 yaşında vefatı (1934)

 Dünya harap edildikten sonra, o dünyayı yapar. Zat, yine daha güzel bir surette onu tamir edecek, ahiretten bir menzil yapacaktır. (Bediüzzaman)

Bir Ayet: … Kalbime genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. (Tâ-Hâ, 20/25-26)

Bir Ayet: O iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında makul bir dengeye göre olur. (Furkân, 25/67)

 

28 Haziran 2021 Pazartesi

Milyarlarca Minyatür Gezegen

 

Bundan 4,6 milyar yıl önce güneş sistemi yaratılırken, gezegenlerden ayrılan kaya parçaları uzaya yayıldı. Genellikle kayadan, bazen de demir ve diğer metallerden meydana gelmiş bu kırılmış gezegenlere Yunancada "yıldızımsı" anlamına gelen asteroit adı verildi. 

Uzaydaki yaygın küre yapısının tersine, asteroitlerin tuhaf şekiller alması kitleleriyle ilgilidir. Gezegenlerin çekirdeğindeki çekim kuvveti kütleyi merkeze doğru çeker. Böylelikle gezegen küre şeklini alır. Fakat gezegenlere nazaran çok küçük olan asteroitlerde kütle çekim kuvveti, asteroitin küre haline gelmesi için yetersiz kalır. Bu yüzden asteroitler kimi zaman bir patatese kimi zaman da çakıl taşına benzerler. 

Minyatür gezegenler olarak a tanımlanan asteroitler teleskopla belirsiz yıldızlar gibi görünür. Günümüzde henüz 20 bin tanesi uzay literatürüne geçen asteroitlerin en büyük boyutlarda olanı 1000 kilometre çapındaki Geres. Milyarlarca galaksi ve yıldızların yanı sıra bu minik uzay yaratıkları da evrenin derinliklerinde ilahi sanatın başka cilvelerini üzerlerinde yansıtıyorlar. 

Sen Gitmezsen

 

Nasreddin Hoca, Timur'dan bıkmış usanmış. Bir gün bezmiş olduğu halde her şey göze alır ve huzuruna çıkar. " Bana bak," der. "Akşehir'den gidecek misin gitmeyecek misin? Timur hiddet ve şiddetle: "Gitmeyeceğim, ne olacak!" "Eğer gitmezsen yapacağımı bilirim!" "Ne yaparsın be adam?" "Hiç... Sen gitmezsen kasabalıyı buradan alıp ben gideceğim." 

Kendi ayıbını görmek

 

Göz her şeyi görür de bir kendini göremez. İnsanoğlunun misali de böyledir işte. Dünyası ile meşgul olmayınca insan, hep başkalarının ayıbını, kusurunu görür, konuşur. Bahtiyar o kişidir ki, kendi hatalarıyla meşgul olmak onu halkın kusurlarını araştırmaktan ve görmekten alıkoymuştur. Hz. Mevlana tam da bu hakikati resmediyor Mesnevisinde. Dört kişi namaz kılmak için mescide gider, rüku ve sücuda dururlar. Her biri huşu içinde namazını kılmakta iken müezzin gelir. Namaz kılanlardan biri gayriihtiyari, “Müezzin ezanı okudu mu, yoksa daha vakit gelmedi mi?” diye sorunca öbür arkadaşı söze karışır; “Sus yahu, bak konuştun namazın bozuldu.” der. Üçüncü kişi dayanamayıp ikinciye: “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!” diyerek uyarmak ister aklınca arkadaşını. Dördüncü halinden hoşnut arkadaşlarını kınar ve: “Hamdolsun ben üçünüz gibi kuyuya düşmedim.” der.

Hülasa dördünün de namazı bozulur. Alemin ayıbı peşinde dolaşan kendi ayıbını göremez, vesselam!

KAYNAK: DİYANET Takvimi
28 haziran 2021

 Bugün 28 Haziran 2021;

 Kara Kuvvetleri Günü

 Kocaeli'nin kurtuluşu (1921)

 Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye lâyık olan O’dur. (Fatır Suresi, 15)

 Bir Ayet: Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber’e tâbi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz. (Âl-i İmrân, 3/53)

 Bir Hadis: Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır. (Buhari, Müsakat, 9)

27 Haziran 2021 Pazar

Aile Meclisleri Kurun


Evinde aile meclisi kurmayanların, büyük millet meclisinden şikayete hakları yoktur. Çünkü bir zaman sonra büyük millet meclisini meydana getirecek olanlar, bugünün çocuklarıdır. Aile Meclisi, evin en küçüğünün de katılımıyla kurulur. Belirli periyotlarla toplanılır. Mümkün mertebe eksiksiz ve aksamasız toplanır aile meclisi...Bu toplantılarda kaygılar, sevinçler paylaşılır; problemlere çözüm üretilir, hatıralar anlatılır. Aile meclisi konuşan bir meclis olur. Aile fertlerinin, birbirinin gözüne bakıp gönlüne hitap ettiği bir meclis... Yalansız, sansürsüz, samimi bir meclis...

Aile meclisinde çocuklar, duygu ve düşüncelerini, sevgi ve saygı çerçevesinde açıklamayı öğrenirler. Büyükler, öğüt vermek ve dinletmek dışında, bir de dinlemek ve anlamaya çalışmak zorunda olduklarını bilirler. Aile meclisinde, göze bakıp gönle seslenmek gerçekleşir; böylece aile fertleri birbirine perçinlenir. Aile meclisi, birlikte okur, birlikte dinler, birlikte seyreder; her türlü paylaşımdan büyük bir mutluluk duyar. Böylesine bir mutluluğu sağlayacak olan paylaşım, ancak televizyonsuz bir ortamda sağlanır. Ekranlar kararır, gönüller aydınlanır. 


 Kim deyi?

Trafik polisi Temel'i durdurur: -Efendi, on dakika evvel kırmızı ışıkta geçtiniz. -Kim deyi? -Beş kilometre ötede başkomiserimiz var, telsizle bildirdi. Temel sinirlenerek, "Ula amma boşboğaz başkomiserin varmış ha! Ağzında pakla islanmayi."

Çift katlı otobüs

 

Temel'le Dursun iki katlı otobüsle Trabzon'a gidiyormuş. Sigara içmeyen Temel üst kattan, içen Dursun da alt kattan bilet almış. Yolda canı sıkılan Temel cep telefonuyla alt kattaki Dursun' u aramış. -Ula Dursun aşağıda havalar nasıl? Dursun: -Bizim şoför şekerleme yapayi, otobüs de sağa sola yalpalayip durayi. Temel de yukarıyı özetlemiş: -O da bir şey mi hemşo, burada şoför bile yok. Otobüs çendi çendine cideyi...

 Trafik polisi Temel'in kullandığı aracı durdurur ve gülerek müjde verir

- Sizi tebrik ederim beyefendi bugünkü kontrollerimizde emniyet kemeri takan tek sürücü sizsiniz bu yüzden size 500 milyon lira ödül vereceğiz. Bu parayla ne yapmayı düşünüyorsunuz? Temel cevap vermiş? :
- Hemen cidip bir ehliyet alacağum... Polis, ne senin ehliyetin yok mu, demeye kalmadan yandan fadime söze girmiş?
- Siz ona bakmayın memur bey içince hep böyle sapitiy. Polis iyice sinirlenmeye başlamış tam bu arada arka koltukda oturan Dursun atlamış :
- Ula ben size demedum mi çaluntu arabayla yola çıkmayalum, başumuza bir iş celur diye. Trafik polisi iyice zivanadan çıkmak üzereymiş ki bagajdan İdris'in sesi gelmiş : - Ne oldu uşaklar, geçtik mi sınırı..??

Medeniyetlerin başkenti: Şam


Suriye’nin başşehri olan Şam (Dımaşk); İslam dünyasının önemli tarihi şehirlerinden biridir. Şam, tarih boyunca pek çok peygamberin, Allah dostunun, alimin yaşadığı veya hayatının bir bölümünde ziyaret ettiği şehir olmuştur. Bütün Orta Çağ şehirlerinde olduğu gibi, etrafı surlarla çevrilen ve yöneticilerin oturduğu bir iç kalesi bulunan Dımaşk, İslami dönemde külliye (imaret), cami, medrese, şifahane (bîmâristan), zaviye, çeşme, hamam ve konutlarla donatılmıştır. İslam mimarisinin ilk anıtsal örneğini, Halife I. Velid’in yaptırdığı Emeviyye Camii oluşturmaktadır. Cami; süslemelerindeki ihtişam ve haiz olduğu manevi değeriyle bütün İslam aleminde müstesna bir yere sahiptir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren siyasi, askeri ve dini hareketlerin merkezi konumuna yükselmiş olan şehir, Osmanlı hakimiyetinde (1516-1918) “Şâm-ı şerif” unvanı ile anılmış, en güzide İslam sanat eserleri bu dönemde şehre kazandırılmıştır. Şam surre alayları ve hac kervanlarının uğrak merkezi olmuştur.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
27 HAZİRAN 2021

 Bugün 27 Haziran 2021;

 Kılıç Ali Paşa'nın vefatı (1587)

 Adana Depremi (1998)

 İnsanın gerçek asaleti faziletten gelir, doğuştan değil. (Epiktetos)

 Bir Ayet: İman edip de hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler ve onları bağırlarına basıp yardım edenler birbirlerinin yar ve yakınlarıdır... (Eylül, 8/72)

 Bir Hadis: Allah’ım! Ayıplarımı ört, korkularımdan emin eyle. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 3)

25 Haziran 2021 Cuma

Delinin Mektubu

 

Akıl hastanesinde koğuşları gezen başhekim, bir delinin oturmuş, birşeyler yazdığını görür.

-Kolay gelsin ne yazıyorsun?

- Mektup yazıyorum efendim.

- Yaaa.. Kime yazıyorsun?

- Kendime...

- Peki ne yazılı mektupta?

-İlahi doktor bey, deli misiniz siz? Mektubu daha almadım ki içinde ne yazdığını bileyim?

Sofrada Sohbet

Başarılı ve mutlu çocuklar yetiştiren birçok aile için, akşam yemeği saatlerinin çok önemli yeri vardır. İşin temelinde, yemek yemenin yanı sıra ailenin birlikte olup deneyimlerin paylaşılması yatıyor. Sıkışık günlük programlardan dolayı, her ne kadar aile yemeklerini her akşam tekrarlamak mümkün olmasa da, fırsat bulduğumuz her zaman yemeğimizi ailemizle beraber yememizde fayda vardır. 

Her bir çocuğumuzun konuşma fırsatı bulduğundan ve kendisini önemli hissettiğinden emin olalım. Çocuklarımızın yaşlarını göz önüne alarak beklentilerimizi gerçekçi bir temele oturtalım. Sohbetlerimizi çocuk odaklı konularla sınırlamayalım. Bu yemekler çocukların yetişkin sohbetlerini dinlemek ve bunlara katılmak için yakaladıkları iyi birer fırsattır. Günlük olayları, aile problemlerini, anne ve baba için önemli olan şeyleri ve hatta o gün okulda neler olduğunu konuşup tartışabiliriz. Çocuklar, küçük olsalar bile, sohbetlerden hoşlanırlar. 

Ailece sofraya oturmak, sohbet ve muhabbetle birlikte yemek, ruh sağlığını koruyan, birleştirici ve aile hayatı için düzenleyici bir faaliyettir. Çocuklarımızı bu zevkli deneyimden mahrum etmeyelim.

Kaçınılmaz Hakikat: Ölüm

 

Sürekli bir koşuşturmaca halindeyiz. Geçen her saniye, her dakika bizi biraz daha yaşlandırıyor, ömrümüzden çalıyor. Her an ona bir adım daha yaklaşıyoruz, fakat unutuyoruz. Belki de nefes aldığımız her defa aklımıza getirmemiz gerekir onu.

Ya hiç beklemediğimiz anda kesilirse nefesimiz? Uyumak üzere kapattığımız gözlerimizi bir daha hiç açamazsak? Annemizi, babamızı, eşimizi, gözümüzden sakındığımız evladımızı ya da en iyi dostumuzu hiç beklemediğimiz bir anda kaybedersek?

Ne kendimize ne de sevdiğimiz insanlara ölümü yakıştıramıyoruz bir türlü. Ölüm ise Rabbimize kavuşmanın ilk adımı, sonsuz hayatımızın başlangıcıdır. Ölümün her an kapımızı çalacağını aklımızdan bile geçirmiyoruz. Halbuki, “Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd, 4) buyurmuştu Efendimiz (s.a.s.) çağlar ötesinden.

Yaratılış amacını unutmamak, ahirette kazanabilmek için ölümü hatırdan çıkarmamamız gerekir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
26 HAZİRAN 2021

 Bugün 26 Haziran 2021;

 Büyük İstanbul Yangını (1645)

 Türkiye'nin BM'ye girmesi (1945)

 İhlas ve rıza-yı İlahi yolunda zerre, yıldız gibi olur. (Bediüzzaman)

 Bir Hadis: Bedeninin senin üzerinde hakkı var! (Müslim, Sıyam, 182)

 .... İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız Sanadır. (Bakara, 2/285)



24 Haziran 2021 Perşembe

Adab-ı Muaşeret

 

Konuşurken bağırıp çağırma. Lüzumsuz yere sesini yükseltme. Sakin ve ağırbaşlı ol.

Kendini kontrol et, başkalarını gözet ki, ilmin ile hem dünyan hem de ahiretinden yararlanılsın.

 Eşyalarını rasgele insanlara değil, güvendiğin kişilere teslim et. İşlerini de onlara gördür.

Yalnız kaldığında olduğu gibi insanların yanında da Allah’ı zikret.

Komşundan gördüğün bir ayıp, emanettir; saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söyleme

(İmam-ı Azam)

Kardeş olma

 

Kardeşler, birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibidir. Bu sebeple kardeşler arasında öyle samimi bir birlik olmalı ki hiçbir şey kardeşleri birbirinden uzaklaştırmasın. O halde iyilik etmeye en layık olanlar, bize çok yakın olan kardeşlerimiz olmalıdır. Miras, mal ve para gibi şeyler ve maddi çıkarlar kardeşleri birbirine düşürmemeli, aralarını açmamalıdır. Kardeşlerden her biri diğerlerinin menfaatini kendi menfaati kadar düşünüp korumaya çalışmalıdır. Özellikle büyük kardeşler, babanın bulunmadığı hallerde onun yokluğunu hissettirmemeli, küçük kardeşlere sevgi ve merhamet göstererek onları korumalıdır. Küçükler büyük kardeşlerine hürmet etmeli, onlara karşı saygısızlık yapmamalı, kalplerini kırıcı söz ve davranışlardan sakınmalıdır. Kardeşleri birbirine düşürmeye yönelik fitne ve fesatlıklar karşısında daima uyanık ve dikkatli olunmalı, kardeşler birbirine kenetlenerek aile birliğini korumalıdırlar.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
25 HAZİRAN 2021

 Bugün 25 Haziran 2021;

 Sultan Abdülmecid'in vefatı (1861)

 Kore Savaşı'nın başlaması (1950)

 Yüksek tepelerde hem yılana hem kuşa rastlayabilirsiniz; ama biri sürünerek, diğeri uçarak çıkmıştır. 

 Yüksek fikirler, yüksek dağlara benzer. Alışık olmayanları ürkütür.

 Menfaat sandalyeye benzer. Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir.

 Yüksek makamlar yüksek tepeler gibidir, koşarak çıkanlar nefes darlığı hisseder.

 (Cenap Şehabettin) 

 Bir Ayet: Evet, göklerde ve yerde olan her şey şüphesiz Allah’a aittir. O şu andaki durumunuzu da, O’na götürüldükleri zamandaki durumu da iyi bilir. O zaman kendilerine de yapıp ettiklerini bir bir haber verecektir. Allah her şeyi bilmektedir. (Nûr, 24/64)


Erozyonun Barajlarımız ve Sularımız Açısından Önemi

 

Büyük yatırımlar yapılarak çeşitli amaçlar için tesis edilen, bir amacı da sulama olan barajlarımız, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Genelde ekonomik ömürleri 50 yıl olarak belirlenen bazı barajların aşırı erozyon etkisi ile 15-20 yılda doldukları görülmüştür (Karamanlı 13 yıl, Altınapa 10 yıl, Kartalkaya 19 yıl, Kemer 22 yıl). 

Yapılan ölçümlere göre; 

Dicle Nehri’nin 26,7 milyon ton/yıl 

Fırat Nehri’nin 16,8 milyon ton/yıl 

Kızılırmak Nehri’nin 15,7 milyon ton/yıl 

Çoruh Nehri’nin 7,8 milyon ton/yıl 

sediment taşıdığı tespit edilmiştir. 

Fırat üzerinde tesis edilmiş olan Keban Barajı’na her yıl en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından 2001 yılına dek yaklaşık olarak 850 milyon ton toprak baraj tabanına yığılmıştır. 

Dünya genelinde erozyonla kaybedilen toprak miktarı 24 milyar tondur. Ülkemizde her yıl kaybolan 500 milyon tona yakın verimli topraklarla birlikte 9 milyon ton bitki besin maddesi de yitirilmektedir. Bu özelliği ile de erozyon, ekosistemin ve suların kirletilmesinde en büyük etken olmaktadır. Çünkü yüzey akışları ile taşınan bitki besin maddeleri (gübre dahil) ve tarım ilaçları su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Ülkemizdeki ortalama yıllık toprak kaybı Avrupa’da oluşan kaybın 9,5 katı, Avustralya’da oluşan kaybın 2,9 katı, Amerika’da oluşanın 1,6 katıdır. 

Barajlar, akarsuların taşıdıkları toprak materyalini tutmak suretiyle denize kavuştukları yerlerde oluşturdukları deltaların beslenmesini engellemekte, denizlerin deltaları aşındırmasına-kıyı erozyonuna neden olmakta, denizlerin karalar üzerinde ilerlemeleri sorununu da yaratmaktadır. 

Sonuç Olarak

Hem ekolojik dengenin korunması, hem de insan topluluklarının sürdürülebilir gelişiminin sağlanması için, su ve toprak kaynaklarının bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçları karşılayabilecek en akılcı bir şekilde kullanılması gerekmektedir. 

Bugün yeryüzünde en çok yararlanılan yenilenebilir su kaynağı akarsulardır (dünyada yenilenebilir su rezervi yılda yaklaşık 42.750 km3 olarak tahmin edilmektedir). Özellikle dünya nüfusunun ve buna bağlı olarakta gıda ihtiyacının hızlı bir şekilde artış göstermesi insanoğlunun akarsuları, en fazla su tüketen sektör olan tarımda hemen hemen son damlasına kadar kullanmasına yol açmıştır. Akarsuların aşırı ve plansız kullanımlarının olumsuzluklarına örnek vermek gerekirse, Aral Gölü’nü besleyen Amu Derya ve Siri Derya nehirlerinin aşırı ve plansız kullanımları, bu gölün oldukça küçülmesine yol açmış, bundan dolayı da 20 balık türü ortadan kalkmış ve balıkçılığın bitmesine neden olmuştur. Bir başka örnek ise, Ganj Nehri gibi dünyamızdaki birçok büyük akarsu günümüzde deltasına kadar ulaşamamaktadır. Önümüzdeki süreçte denizlerin yükselmesiyle bu gibi akarsu yatakları vasıtasıyla tuzlu sular karaların içlerine ilerleyecekler, toprak ve su kaynaklarında tuzlanmaya neden olacaklardır. 

Kurak mevsimler boyunca yararlanabilmek ve küresel ısınmanın ülkemiz üzerindeki olumsuz etkilerini azaltabilmek amacıyla, elbette akarsularımız üzerindeki baraj ve özellikle de gölet sayımızı arttırmamız gerekmektedir. Ancak bu yapılaşma asla akarsularımızın doğal akışını ve doğanın dengesini büyük ölçüde etkileyecek yapılaşmalar olmamalıdır. Küçük birikimler sağlayacak göletlerin yapımına ağırlık verilmelidir. Su kaynaklarımızı arttırmaktan daha önemlisi, bu kaynakların insanlarımız tarafından en verimli şekilde kullanılması bilincinin oluşturulmasıdır. Nüfusu hızla artan İstanbul’da önemli su rezervuarları olan Elmalı Barajı ile Küçükçekmece gölü çevrelerinin yoğun yerleşim ve sanayi alanına dönüşmesi sonucu bu kaynaklar kullanma suyu olarak dahi şehre verilememektedir. Yerleşim ve sanayi alanları Büyükçekmece gölü koruma kuşaklarına kadar dayanmış durumdadır. Bu kaynakların ve bunları besleyen akarsuların çevresinde gelişigüzel kimyasal gübre ve zirai mücadele ilacı kullanmakta kirliliğe ve su kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. Özellikle azotlu gübre kullanımındaki hatalar N2O emisyonunu da artırmaktadır. Trakya’yı boydan boya geçen ve Meriç Nehri’ne birleşen Ergene Nehri kirlilikten dolayı tarımsal sulamada dahi kullanılamamaktadır. Oysa birçok gelişmiş ülkede büyük kentlerdeki su kaynakları ve havzaları ormanlarla çevrilmiştir ve kirlenmediğinden dolayı da arıtılmaksızın kullanıma sunulabilmektedir. 

Toprakların üretkenlik kapasitesinin düşmesi ya da yok olması çölleşme olarak tanımlanabileceğinden tarım toprakları üzerinde hızlı kentleşme ve sanayileşme yaşanan Bursa, Sakarya ovaları, Çukurova, İzmir, Manisa, Kocaeli ve İstanbul Türkiye’nin en hızlı çölleşen yöreleridir. Oysa gelecekte küresel ısınmanın etkisiyle tarımında önemli verim kaybı yaşayacak Türkiye’nin tarım topraklarını kaybetmemesi, su kaynaklarını cömertçe kirletmemesi gerekmektedir. 

Günümüzde tarımsal üretim miktar ve verimini, kaliteli tohumlar kullansak dahi ancak sulamayla arttırmamız mümkün olduğundan gerek yeraltı gerekse yer üstü su kaynaklarımızı temiz ve planlı kullanmalıyız. Yıllık çekilebilir yeraltı suyu rezervi 12,3 km3 olan ülkemizde, tarım alanlarının sulanmasında özellikle bu su kaynaklarımızı da devreye sokmamız gerekir. Ancak, kuraklığın şiddetli görüldüğü devrelerde yeraltı sularına fazla yüklenmemek, yerüstü su kaynaklarını bu dönemlerde devreye sokmak yararlı olacaktır. Özellikle denizlere yakın bölgelerde yeraltı sularında aşırı kullanım, deniz sularının bu alanlara ilerlemesine neden olmakta ve tuzlanan bu kaynakları tekrar geri kazanmak mümkün olmamaktadır. 

Türkiye, küresel ısınmanın özellikle yağışın azalması, sıcaklığın ve dolayısıyla kuraklığın artmasına bağlı olarak arazi kullanım şekli ve tarım metotları ile su kaynaklarının kullanımı ve su kalitesi konusunda özen göstermelidir. Ülkemizde adeta bir gelenek haline gelen ormanların ve meraların tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir. Önemli karbon yutak alanı olan bu alanların amacı dışında kullanılmaları hem verimli yüzey toprağının yok olmasına, hem de yaratılan erozyonla su kaynaklarının siltasyonla kalitelerinin bozulmasına ve baraj göllerinin hızlı dolmasına yol açmaktadır. Yanlış arazi kullanımı yağışla gelen suyun toprağa sızmasını da önlemekte yüzey akışa geçerek sele ve yeraltı su kaynaklarının beslenememesine yol açmaktadır. 

Gelecekte daha kurak bir periyoda girecek Türkiye’de erozyon kontrolü ve suyun toprakta muhafaza edilmesi önem kazanmaktadır. Suyun toprakta muhafazasını sağlayan anızın tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir. Toprak yüzeyi anızsız nadasa bırakılmamalıdır. Suyun muhafazası açısından topraklar yüzlek sürülerek hafifçe kabartılmalıdır. Yüksek verimli kurağa dayanıklı tohumlar geliştirilmelidir. 

 Baraj gölleri altında verimli tarım topraklarının kalmamasına özen gösterilmelidir. Sulama amaçlı inşa edilerek tarımsal üretimi ve verimliliği arttırmayı amaçlayan bir baraj, aynı zamanda tarımsal üretimin gerçekleşme alanı olan verimli alüviyal toprakları suları altında bırakarak yok etmemelidir. 

Sulamaya açılan bölgelerde, topraklarda tuzlanmanın önlenmesi açısından mutlaka drenaj sistemleri kurulmalıdır. 

Ülkemizde tarımsal üretim planlaması yapılmadığından, sulamaya açılan bölgelerde ekilecek bitki deseni köylünün insiyatifine bırakılmakta, buna sulama konusundaki bilgisizlikte eklenince sulamadan yeterli randıman alınamadığı gibi topraklarımızın üretkenlik kapasitesi de düşmektedir. Sürekli baraj ve gölet inşa etmenin yanında çiftçi, sulu tarım konusunda eğitilmeli ve denetim altında tutulmalıdır. Eskiden inşa edilmiş olup, bugün bakımsızlıktan dolayı işlevini kaybetmiş oldukça fazla sulama tesisi bulunmaktadır. 

İklime dayalı olumsuzluklardan ülke tarımımızın en az düzeyde etkilenmesi için ülkemizin tarım kesimi ve bu kesimle muhatap olan tarım kurumları devlet tarafından daha fazla desteklenmeli, Tarım Bakanlığı’nın 1984 tarihli reorganizasyonu ile kapatılan TOPRAKSU Genel Müdürlüğü zaman kaybedilmeden kurularak toprak ve su kaynaklarının yönetimi tek elde toplanmak suretiyle mücadeleye derhal başlanmalıdır. 

Kaynakça 

Apaydın, Ahmet, Mavi Gezegen Dergisi, Sayı: 3, Ankara, 2000 

“Climate Change 2001: The Scientific Basis”, The Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) Report 

“Climate Change 2001: Synthesis Report”, IPCC 

“Climate Change and Biodiversity”, IPCC Technical Paper V, April 2002 

“Running Pure: The Importance of Forest Protected Areas to Drinking Water”, a research report for the World Bank/WWF, August 2003 

“Global Warming”, Encarta web sayfası 

“Desertification”, Encarta web sayfası 

“Dünya İklimine Sibirya Alarmı”, BBC Turkish web sayfası 

İklim Değişikliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT Yayın No: 2532, ÖİK: 548, Ankara, 2000 

Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi ÖİK Raporu, DPT Yayın No: 2555, ÖİK: 571, Ankara, 2001 

Suyun Yanlış Kullanımının Sonucu: Çölleşme!

 

Kurak ve yarı kurak iklim kuşağında yer alan ülkemizde kuraklık ve çölleşme sorunlarının küresel ısınma ile daha da artacağı dikkate alındığında sulama, aynı zamanda önemli bir sorunu da beraberinde getirmektedir; toprakların tuzlanması, yani arazi kalitesinin bozulması, çölleşme! 

Yağışlı bölgelerde, toprak içerisinde doğal olarak bulunan tuzlar yağmur sularıyla akarsulara ve yer altı sularına taşınır, bunlar aracılığıyla da deniz ya da göllere kadar ulaşır. Bu nedenle yağışlı bölge topraklarında genellikle tuz birikmesi olmaz. 

İklimi sıcak, yağışı az bölgelerde tarımsal üretim ve verimi arttırmak amacıyla toprağa kontrolsüz-gelişigüzel verilen sular, içlerinde doğal olarak bulunan tuzu toprağın içine dahil ederler. Fazla verilen bu su, aynı zamanda taban suyunu yükseltmek suretiyle toprak ve taban suyu içinde bulunan tuzları da yukarı doğru harekete geçirir. Sıcağın etkisiyle beraberinde toprak yüzeyine kadar taşıdığı tuzları burada bırakarak, hızla buharlaşmak suretiyle, toprak yüzeyinde buzlanma yaratır, tarımsal üretimi sınırlar ve verimi düşürür. Fırat Nehri’nin iyi kalitedeki suyu bile her yıl 10 dekar toprağa 1,1 ton civarında eriyebilir tuzlarını dahil etmektedir. 

1940 yıllarında dizel motopompların kullanılmaya başlanmasıyla birlikte sulama masraflarının düştüğü Suriye’nin Fırat Nehri havzasında yeni alanlar tarıma kazandırılmıştır. 1980 yılına kadar geçen süreçte, bu arazilerin yarısına yakın kısmında son derece yüksek tuz konsantrasyonları meydana gelmiş ve bu alanların büyük bir kısmı terk edilmiştir. Aynı durum şu anda GAP Bölgemizde de görülmektedir. Harran Ovası’nın topraklarında belirgin bir tuzlanma başlamıştır. GAP Bölgesinin kalan toprakları da sulamaya açıldıkça, bu problem o kısımlarda da görülecektir. Sadece Harran Ovası değil, tüm GAP topraklarının ilerideki en önemli sorunu tuzluluk olacaktır. Bugün, bir zamanlar “verimli ay” olarak tanımlanan Mezopotamya bölgesindeki toprakların %80’i tuzlanarak elden çıkmıştır. 

Dünya tarihinde su kaynakları yönetimi uygarlıkların gelişmesinde ve hatta çöküşlerinde her zaman önemli roller oynamıştır. Mısır, Çin, Hindistan, Mezopotamya uygarlıklarında, hanedanlıkların yıkılması ile su kaynakları yönetimi arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Mezopotamya’da drenajın olmayışı ya da yetersizliği, sulama suyunun alt katmanlardaki tuzu bitki kök derinliğine çıkartması ve sulama suyundaki tuzun bitki kök bölgesinde birikmesi sonucunda tarım alanlarında tuzlanmaya neden olmuştur. 

Ülkemizde tuzlu, sodyumlu ve borlu topraklar İç Anadolu başta olmak üzere 1,6 milyon hektar alan kaplarlar. Özellikle batı ve güney bölgelerimizde aşırı sulamalar sonucu toprak kalitesi bozulmuş, tuzlanma, zararlı ve hastalık oranları artmış ve verim düşmeye başlamıştır. Çukurova, Gediz, Söke ve Amik Ovaları tipik örneklerdir. 

Dünyada hâlâ pek çok sulama projesi, kısa vadeli ve akılcı olmayan planlamalar yüzünden tarım topraklarında tuzlanmaya neden olmaktadır. Bugün dünyada tuzlanmanın yılda 2 milyon hektar gibi bir miktarla yayıldığı ve bu nedenle sulama sayesinde elde edilen üretim artışının sağladığı gelirlerin büyük oranlarda azalmasına neden olduğu görülmektedir. 

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizdeki su tüketiminin %73’ü tarım sektöründe gerçekleşmektedir. 

Suyun Tarımdaki Önemi

 

Kıtlık ve açlığın dünyayı ciddi olarak tehdit ettiği 21nci yüzyılda toprak ve su en önemli stratejik maddeler olarak kabul edilmektedir. 

Günümüzden 6.000 yıl önce Mezopotamya bölgesinde Sümerler, hendekler kazarak Fırat ve Dicle’nin sularını tarlalarına akıtmakla insanoğlunun ilk sulu tarıma geçmesini sağladılar ve uygarlığı başlattılar. Kentler kuruldu, nüfus arttı, ortaya yönetici sınıflar çıktı. Benzer gelişmeler Mısır’ın Nil, Hindistan’ın İndus vadileriyle Çin’de Sarı Nehir civarında yaşandı. 

Suyun en verimli şekilde değerlendirilmesi 2nci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Savaştan sonra insanların beslenme ve giyinme gibi gereksinimlerinin artışı topraktan daha fazla yararlanmayı zorunlu hale getirmiş ve bunun da etkin sulama ile sağlanabileceği sulama yatırımlarına öncelik verilmiştir. Türkiye’de de modern anlamda sulama projelerinin geliştirilmesi, 1950’li yılların başında DSİ ve TOPRAKSU gibi kamu kurumlarının kurulması ile büyük bir hız kazanmıştır. Ülkemizde ekilebilir araziler limitine 1970’li yıllarda ulaşılmış, bu tarihten itibaren ise tarımsal üretimin arttırılması ancak ülke genelinde geliştirilen modern sulama projeleri ile mümkün olabilmiştir. 

Ülkemiz topraklarının 25,8 milyon hektarlık kısmı sulanabilir arazilerden oluşmaktadır. Ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı ise 8,5 milyon hektardır. DSİ, Mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve halk sulamalarıyla bu alanın ancak 4,9 milyon hektarlık kısmı sulamaya açılabilmiştir. 

Sektörel bazda yapılan su tüketim tahminlerinde, ülkemizin ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektar arazisinin, bu iş için ayrılan ödenekler dikkate alındığında, tamamının sulamaya açılabilmesi için yaklaşık 100 yıl daha gerekmektedir. 

Dünyadaki sulanan alanlar ekili alanların sadece %17’lik kısmını oluşturmalarına karşın, toplam bitkisel üretimin %40’ı bu alanlardan elde edilmektedir. 

Küresel Isınmanın Türkiye Üzerindeki Olası Etkileri


Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır. Ülkemiz küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkilenecektir. 

IPCC’nin 2002 yılı yayımlanan V. Teknik Raporu’nda; 

1901-2000 yılları arasında Türkiye’de 

her 10 yılda sıcaklık 0,2 o C’ye kadar arttığı, 

yağışta ortalama %10 düşüş olduğu, 2071-2100 yılları arasında ise 

Samsun’dan Adana’ya bir hat çizildiğinde bunun batı kısmının 3-4 o C, doğu kısmının ise 4-5 o C civarında ısınacağı, 

günlük yağış miktarında 0,25 mm’ye kadar düşeceği, 

buharlaşma ve evaporasyonun artacağı, 

yaz kuraklığının artacağı, 

yağıştaki azalış, sıcaklık, evaporasyon ve kuraklıktaki artışla doğrudan bağlantılı olarak orman yangınlarında artış olacağı, 

su kaynaklarındaki zayıflamaya bağlı olarak içsularda yaşayan balık türlerinde azalma yaşanacağı, 

sularda meydana gelecek sıcaklık artışının üreme bozukluklarına yol açacağı, 

arazi kullanımında meydana gelecek değişikliklerin erozyonu artıracağı, belirtilmektedir.

Dünya Su Kaynakları ve Tarım Toprakları

Dünya üzerindeki en yaşlı kayalar oldukları belirlenen Greenland’daki Isua kayaları içerisinde 3,8 milyar yıllık suya rastlanmıştır. Suyun kökeni ile ilgili birçok teori bulunmakla birlikte yeryüzünde bu zamandan daha önce suyun varlığına dair başka kanıt bulunamamıştır. 

Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3 olup, bu suyun %97,5’i tuzlu su, geriye kalan %2,5’i tatlı su kaynaklarından oluşmaktadır. Tatlı suların da ancak %0,3’ü göllerde, akarsularda, barajlarda ve göletlerde bulunmaktadır. 

Dünyamızda 1,4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksundur. 2,3 milyar kişi sağlıklı suya hasrettir ve yılda 7 milyon kişi su ile ilgili hastalıklardan ölmektedir. Dünyada kişi başına su tüketimi yılda ortalama 800 m3 civarındadır. Ayrıca, dünyada 800 milyon kişi gıda yetersizliği ile karşı karşıyadır. 

Dünyadaki toplam su tüketiminin %73’ü sulamada kullanılmaktadır. 1995 yılı itibarıyla dünyada sulanan tarım alanları 253 milyon hektar iken, 2010 yılında 290 milyon hektara, 2025 yılında ise 330 milyon hektara ulaşması beklenmektedir. 

Dünyada toplam işlenebilir tarım arazisi 3,2 milyar hektardır. Son yıllarda kişi başına düşen tarım arazisi gelişmiş ülkelerde %14,3 azalırken, gelişmekte olan ülkelerde %40 oranında azalmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’ne göre kişi başına düşen tarım arazisi 0,23 hektar olup, 2050 yılında bu miktar 0,15 hektara kadar düşecektir. 

Türkiye’nin Su Kaynakları ve Tarım Toprakları

Ülkemizin yenilenebilir su potansiyeli 234 milyar m3 olup bulun 41 milyar m3 ’ü yeraltı suları, 193 milyar m3’ü yerüstü sularından meydana gelmektedir. Ülkemizde çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yüzey ve yeraltı suyu miktarının 110 milyar m3 olduğu belirlenmiştir. 

Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10.000 m3 su potansiyeline sahip olması gerekir. Su potansiyeli 1.000 m3 ’ten az olan ülkeler “Su Fakiri” kabul edilmektedir. Kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli 3.690 m3 olan ülkemiz, dünya ortalaması olan 7.600 m3 ’ün oldukça altında olmasından dolayı su fakiri olmamakla birlikte su kısıtı bulunan ülkeler arasındadır. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.735 m3 ’tür. Devlet İstatistik Enstitüsü, 2025 yılına kadar ülkemiz nüfusunun 80 milyona varacağını tahmin etmektedir. Bu durumda kişi başına düşecek kullanılabilir su miktarımız 1.300 m3 ’e düşecektir. 

Ülkemizin yüzölçümü 78 milyon hektar olup bunun sadece 28 milyon hektarlık kısmı ekilebilir arazilerden meydana gelmiştir. 


KÜRESEL ISINMA, SU KAYNAKLARI VE TARIM ÜZERİNE ETKİLERİ

 

Küresel Isınma 

Gezegenimiz 4,65 milyar yıllık tarihi boyunca birçok kez ısınmış ve soğumuştur. Günümüzde dünyamız yine hızlı bir ısınma periyoduna girmiştir ve bu kez diğerlerinden farklı olarak, oldukça fazla bir nüfus kitlesiyle bu etkiye maruz kalacaktır. Küresel ısınmayı sade bir tanımlama ile; “atmosfer, okyanuslar ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklıktaki yükselme” olarak tanımlayabiliriz. Bu ısınmaya kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere dahil olan sera gazlarının neden olduğu sanılmaktadır.

Sera Etkisi 

Dünyamızı aydınlatan ve ısıtan enerjinin kaynağı güneştir. Güneşten, gezegenimizin yüzeyine ulaşan kısa dalgalı radyasyon, ışıktan ısıya dönüşmek suretiyle dünyamızı ısıtır. Yeryüzü, bu radyasyonun bir kısmını uzun dalgalı kızılötesi ışın olarak uzaya geri yansıtır. 

Bu uzun dalgalı kızılötesi ışınların büyük bölümü uzaya geri dönerken, bir bölümü dünya atmosferinde sera gazları vasıtasıyla tutulu kalmaktadır. Atmosferde kızılötesi ışınların tutulması ve yansıtılması sırasında, tıpkı seradaki camlar gibi ısıyı muhafaza etme özelliklerinden dolayı bu gazlara “sera gazı” adı verilmiştir. Bu gazların atmosfer içindeki miktarlarının artması ile atmosfer, güneş yoluyla dünyamıza sağlanan ısının tutulmasını-tekrar geriye bırakılmasını sağlayan bir yalıtkana dönüşmektedir.  

Sera Gazı Çeşitleri

Sera gazları tabii olarak doğada bulunurlar ve ayrıca insanların çeşitli faaliyetleri sonucu ortaya çıkarlar. 

Sera gazları içerisinde en bol miktarda bulunanı okyanuslar, denizler, göller ve akarsulardan buharlaşma yoluyla atmosfere karışan su buharıdır. 

Karbon dioksit (CO2) ikinci en fazla bulunan sera gazıdır. Organik maddenin çürümesi, hayvan ve insanlarını solunumu, yanardağ patlamaları gibi birçok doğal olaylar sonucu atmosfere dahil olmaktadır. Ayrıca, insanlar fosil yakıtlar, katı atıklar, ağaç ve ağaç ürünleri yakmak suretiyle evlerini ısıtmak, motorlu taşıtlar kullanmak ve elektrik üretmek amaçlarıyla atmosfere dahil olan karbon dioksit miktarını arttırırlar. 18nci yüzyılın ortalarındaki Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosferdeki miktarı 281 ppm’den 368 ppm’e ulaşarak %31’lik bir artış göstermiştir. 

Metan (CH4), atmosfer içerisinde daha etkili yalıtkanlık yaratan bir gazdır. Aynı miktardaki karbon dioksite oranla en az 20 kat daha fazla ısıyı tutabilmektedir. Kömür, doğal gaz ve petrolün üretim ve taşınması esnasında atmosfere dahil olmaktadır. Metan, büyükbaş hayvanlar başta olmak üzere kimi hayvanların sindirim yan ürünü olarak ortaya çıkmasının yanında atık alanlarındaki organik maddelerin bozuşmasından da meydana gelmektedir. Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosferdeki metan miktarı iki kattan daha fazla artmıştır. 

Diazot monoksit (N2O), esas olarak tarım topraklarının işlenmesi ve fosil yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Çok güçlü yalıtkanlık özelliği olan bir gazdır. Aynı miktardaki karbon dioksitin tuttuğundan yaklaşık 300 kat fazla ısı tutma özelliğine sahiptir. Atmosferdeki miktarı, sanayileşme öncesindeki düzeyle kıyaslandığında %17’lik bir artış göstermiştir. 

Sera gazları, aynı zamanda modern ve teknolojik bir hayatın devamı için gerekli üretim işlemleri sonucunda da meydana gelmektedir. 

Alüminyumun eritilmesinden perflorlu bileşikler meydana gelmektedir. 

Otomobil koltukları, mobilyalar ve yalıtımda kullanılan köpükler de dahil olmak üzere birçok maddenin üretimi esnasında hidroflorokarbonlar meydana gelmektedir. 

Kimi gelişmekte olan ülkelerde montajı yapılan buzdolaplarına hâlâ soğutucu gaz olarak kloroflorokarbonlar kullanılmaktadır. 

20'nci yüzyıl boyunca, atmosfer içerisinde büyük miktarlarda artış gösteren bu sentetik kimyasalların bazıları atmosfer sıcaklığını arttırma özelliklerinin yanında, dünyamızı morötesi ışınların olumsuz etkilerinden koruyan ozon tabakasına da zarar vermektedirler. 

2000 yılında triflorometil sülfür pentaflorid adında yeni bir sentetik bileşiğin atmosferde hızlı bir şekilde arttığı belirlenmiştir. Bu gazın diğer bilinen sera gazlarından çok daha fazla ısı tutma özelliği olması endişe vericidir ve endüstriyel kaynağı hâlâ bulunamamıştır.

Küresel Isınmanın Etkileri 

Dünya üzerindeki tüm yaşamlar sera etkisi ile yakından ilişkilidir. Sera etkisi olmayan bir dünya, yaklaşık 33 o C’lik bir soğuma ile karşı karşıya kalır ki, bu da dünyamızın bir kutuptan diğerine buzlarla kaplanması anlamına gelmektedir. Ancak, sera gazlarının atmosferde aşırı bir şekilde artması da sürekli ısınma şeklinde dengelerin bozulması tehdidini yaratmaktadır. 

Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı 15 o C’dir. Geçtiğimiz yüzyılda bu sıcaklık 0,6 o C’lik bir artış göstermiştir. Kıtalar üzerindeki sıcaklık okyanuslar ve denizlere oranla daha fazla artmıştır. 1950 yılından bu yana deniz yüzeyi sıcaklığı kara yüzeyindekinin ancak yarısı kadar artmıştır. Gece sıcaklıklarında da her 10 yılda ortalama 0,2 o C artış görülmüştür. IPCC (Intergovernmental Panel On Climate Change)’nin 2001 yılında yayımlanan üçüncü değerlendirme raporunda 2100 yılına kadar dünyamızdaki ortalama sıcaklığın 1,4-5,8 o C arasında artacağı belirtilmektedir. Bu artışın 1990-2025 yılları arasında 0,4-1,1 o C, 1990-2050 yılları arasında 0,8-2,6 o C civarında seyredeceği kurgulanmaktadır. 

Küresel ısınmaya bağlı olarak geçtiğimiz yüzyılda kar örtüsü ve buzul boyutlarında küçülmeler yaşandı. 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde %10’luk bir azalma oldu. Orta ve daha yukarı enlemlerde göl ve nehirlerin yıllık buzla kaplı kalma sürelerinde yaklaşık 2 haftalık bir kısalma oldu. 20nci yüzyıl boyunca dağ buzullarında da büyük çapta zirveye doğru çekilmeler yaşandı. 1950’lerden 2000’e kadar geçen sürede Kuzey Yarıküre’de bahar ve yaz aylarındaki deniz buzulu boyutlarında %10-15 oranında küçülmeler yaşandı. 20nci yüzyılın son 30 yılında Arktik deniz buzulu kalınlığında yaklaşık %40’lık bir azalma yaşandı. Önümüzdeki süreçte de ısınmaya bağlı olarak okyanusların ılıklaşmasıyla birlikte dağ buzullarının ve kutuplardaki buz örtüsünün erimeye devam etmesi beklenmekte ve deniz seviyelerinin de 9-100 cm arasında yükseleceği tahmin edilmektedir. 20nci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptanmıştır. 

Sibirya’nın batısında 11 bin yıldır donmuş halde bulunan ve yaklaşık Fransa ve Almanya büyüklüğündeki turbalıklar küresel ısınmanın etkisiyle son 3-4 yıldır erimeye başladılar. Son 40 yıl içinde bu yörede 3 o C’lik bir sıcaklık artışı görülmüştü. Artık geri dönüşü olmayan bu erime olayının sonucunda atmosfere milyarlarca ton metan gazı dahil olacak. CO2 gazından 20 kat daha fazla ısı tutabilme özelliği olan CH4 gazının bu düzeyde atmosfere salınımı küresel ısınma hızını ve şiddetini bu güne kadar yapılan tahminler üzerinde arttıracaktır. 

Deniz seviyesinde görülecek yükselme, birçok kıyı bölgesi yerleşimini olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin deniz seviyesinde meydana gelecek 100 cm’lik bir artışla Hollanda’nın %6’sı, Bangladeş’in %17,5’i ve birçok adanın ya tümü ya da büyük bölümü sular altında kalacaktır. Denizlerdeki yükselme kıyı ekosistemlerinde büyük değişiklikler yaratacak, denizlere yakın alçak düzlüklerde yeni bataklıklar meydana gelecektir. Denizlerin karalar üzerinde ilerlemesi ile oluşacak arazi kayıplarının yanında kıyı erozyonlarında da artışlar görülecektir. 

Mevsimler bazı bölgelerde daha uzun olmaya başlayacak, kış ve gece sıcaklıkları, yaz ve gündüz sıcaklıklarından daha fazla artma eğiliminde olacaktır. Isınan bir dünyada sıcak stresinden dolayı daha çok insan ölecek, tropik bölge hastalıkları serin iklim bölgelerine doğru yayılma gösterecektir. 

Isınmayla birlikte okyanus ve denizlerden daha fazla su buharlaşacak ve dünya daha rutubetli olacaktır. Bu da yağışların artmasına neden olacaktır. Kıtalar üzerine düşen yağış miktarı son yüzyıl içerisinde %1’lik bir artış göstermiştir. Gücünü suyun buharlaşmasından alan kasırgalar muhtemelen daha da güçlü olacaklardır. El Nino kasırgası önceki yüz yıllık periyotla karşılaştırıldığında son 20-30 yıllık süreçte daha sık, uzun süreli ve şiddetli görülmeye başlanmıştır. 

Sert ve devamlı rüzgarlar, suyun topraktan daha hızlı bir şekilde buharlaşmasına yol açacak, bu da bazı bölgelerin eskisinden de daha kurak olmalarına neden olacaktır. 20nci yüzyıl boyunca orta ve daha yukarı enlemlerdeki kıtalar üzerine düşen yağışta %5-10 arasında artış saptanmıştır. Yoğun yağış sıklığında da %2-4’lük artış (24 saatte 50 mm) görülmüştür. Buna karşılık subtropikal alanlardaki karalara düşen yağışta %3’lük azalma olmuştur. Özellikle kuzey ve batı Afrika ve Akdeniz ülkelerinin kimilerinde yağışlarda düşüş yaşanmıştır. Son 10 yılda Asya ve Afrika gibi bazı kıtalarda kuraklık ve sıcaklık şiddetlerinde artış olmuştur. 

İklimi ısınmış bir dünyada muhtemelen önceden olduğundan daha fazla tarım ürünü üretilebilecektir. Ancak, bu üretim ille de şu anda verimli olan bölgelerde olmayıp serin iklim kuşaklarına doğru kayacaktır. Kuzey Yarıküre’de özellikle üst enlemlerde son 40 yıllık süreçte, ürün yetiştirme sezonunda her on yılda 1-4 gün uzama belirlenmiştir. 

Küresel ısınma ve nemin artmasına paralel olarak gelecekte tarım ürünlerine ve ormanlara daha fazla böcek ve hastalık musallat olacaktır. Küresel ısınmanın etkisiyle hayvanlar ve bitkiler kutuplara ve üst dağlık kesimlere-yüksek rakımlara doğru göç edeceklerdir. Ancak, bu göç yollarını tıkayan kentler ya da tarım arazileri ile karşılaşan ve bunları aşamayan bitki türlerinin nesilleri tükenecektir.  

    Günümüz insanının en önemli problemi; zamanı plânlayamamak ve zamanı değerlendirememek… Zaman, dönüşü olmayan bir akıntıdır. Siz onu yönlendiremezseniz, o sizi istediği gibi alır, kendi istikametine sürükler. Zamanı kendi hesabı- na yontmayan insanlar, zaman tarafından yontulmaya başlanırlar. Bunun için, zamanı en kıymetli bir sermayeye çevirmek de, en zararlı bir araç hâline getirmek de mümkündür.

Zamanı disipline etmenin incelikleri nelerdir?
1-Yatak odanıza iki levha asın. Birini sabah, ötekini de akşam okuyun. Sabahleyin, Bugün ne yapacaktım? yazısını okumadan çıkmayın. Akşam ise, Bugün ne yaptım? yazısını tekrar etmeden ve yaptığınız işlerden dolayı kendinizi hesaba çekmeden yatmayın.
2-Unutmayın, günlerin değerini bilmeyenin yılları çabuk geçer.
3-Bir işi ertelemenin adı olan yarın kelimesini takviminizden çıkartın. Çünkü tarih yarın ın kurbanları ile doludur. O, ihmalcilerin ve becerik- sizlerin sevdiği bir sığınaktır.
4-Hayatta başarılı olmuş bütün insanlar gibi, bugünün işini yarına bırakmayın. Bugünün değeri- ni anlamadan yarını bekleyen insanlar, dünün geçtiğini ve yarının belki de hiç gelmeyeceğini düşünemiyorlar.
5-İşlerini belirli bir zaman dilimine yayarak, plânlı yapmayı alışkanlık hâline getirin. Böylece göreceksiniz ki en zor işler bile kolaylaşacaktır.
6-Randevularınıza özen göstererek, zamanın- da gelin. Kendi vaktinizi israf etmeye hakkınız yokken, başkalarının vaktini israf etmeye nasıl hakkınız olabilir? Ayrıca unutmayın ki, bekleyen- ler, bekletenlerin ancak kusurlarını düşünürler.
7-Dünyada en çirkin hırsızlık, telâfisi mümkün olmayan zaman hırsızlığıdır.
8-Hayatın kısalığından yakınacağınız yerde, günün kaç saatini, hakkını vererek yaşadığınızı düşünün.
9- Yeterli zamanım yok diye şikâyet edip durmayın. Hayatları boyunca bir ömre sığmayacak eserler veren Bediüzzaman, Mimar Sinan, Pastör, İbn- i Sina, Einstein’ın da günleri 24 saatti.
10-Dikkat edin, boş zaman kavramı diye bir şey yoktur.
11-Zihnî yorgunluğu atmak için, her türlü işi gücü bırakıp bir kenarda oturmak gerekmiyor. Değişik zihnî ve bedenî faaliyetler, beynimizin değişik kısımları tarafından yönetiliyor. Bundan dolayı, her faaliyet değişikliğinde, beynin bir merkezi üzerindeki yük azalıp, başka bir merkezi daha aktif hâle geçiyor. Böylece ilk merkez dinlen- miş oluyor.
12-Daha az uyuyarak, ömür sermayenizi tasarruflu kullanmaya bakın. Her sabah 30 dakika erken kalkmanız, bir yıl sonra uyanık olduğunuz zaman 7,5 gün, ömrünüze de yaklaşık bir yıl kazandıracaktır. Fakat bunun ön şartı, uğruna uykunuzu feda edebileceğiniz bir ideale sahip olmanızdır. Yani, niçin uyanık kaldığınızın şuurunda olmanız gerekmektedir.
13-Zamanınızı harcamaya, paranızı harcamak- tan daha dikkatli davranın. Çünkü para ile yanlışlar düzeltilebilir, fakat zaman gitti mi geri gelmez.
14-Zamanı öldürmekten söz ediyorsunuz. Ama asıl sizi öldürenin zaman olduğunu düşünmüyorsunuz.
15-Zamanında atmanız gereken bir adımı atın ki, sonradan yüz adım atmak zorunda kalmayasısınız.
16-Nice ömürler vardır ki, zamanı uzun, değeri kısa; nice ömürler vardır ki, zamanı kısa, değeri çoktur. Siz, ikincilerden olmaya gayret edin.
17-Yiyip içtiğimiz şeyleri, ağzımıza alıp vücudumuza mal ettiğimiz zaman bir lezzet alır ve istifade etmiş oluruz. Zaman da öyledir: Saniyeleri, dakikaları, günleri ve haftaları kendimize mal ettiğimiz ölçüde, onun zevkini duyar ve geçmesini istemeyiz.
18-Hayatınızı (gün, hafta, ay ve yıl olarak) plânlayarak disipline edin. Çünkü plânlı bir hayat, insan ömrünün azamî şekilde verimli kılınması mânâsına gelir. Medeniyetlerin gelişme şartlarını araştıran sosyologlar, kalkınmış, ileri milletler ile geri kalmış milletler arasındaki en mühim farklar- dan birinin de zaman anlayışı olduğunu tespit etmişlerdir.
19-Unutmayın, günleri uzatmanın en iyi yollarından biri de, gecelerinizden birkaç saat çalmanız- dır.
20-Yarını bugünden daha müsait farz etmeyin. Bunun cezasını, o işin asla gerçekleşmemesiyle ö- dersiniz.
21-Unutmayın, yarın, geri kalan ömrünüzün ilk günüdür.
22-Boş zamanlarınızda, daha doğrusu işten artan zamanlarınızda çünkü boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardıryapacağınız işin, kişiliğinizi geliştirecek ve topluma katkıda bulunacak bir etkinlik olmasına özen gösterin.


Zamanı Değerlendirmenin Yolları ( Zamanı Değerlendirmede Pratik Yollar)

 

  • Yatak odanıza iki levha asın. Birini sabah, ötekini de akşam okuyun. Sabahleyin, “Bugün ne yapacaktım?” yazısını okumadan çıkmayın. Akşam ise, “Bugün ne yaptım?” yazısını tekrar etmeden ve yaptığınız işlerden dolayı kendinizi hesaba çekmeden yatmayın.
  • Bir işi ertelemenin adı olan “yarın” kelimesini takviminizden çıkartın. Çünkü tarih yarının kurbanları ile doludur. O, ihmalcilerin ve beceriksizlerin sevdiği bir sığınaktır. “Bugünün işini yarına bırakmayın.”
  • Televizyon programları konusunda seçici olun.
  • Ulaşım araçlarında kitap okumayı alışkanlık haline getirin.
  • Zamanı geçmişte nasıl ziyan ettiğinizi düşünün ve geleceğinizi buna göre planlayın.
  • “Yeterli zamanım yok” diye şikâyet edip durmayın. Hayatları boyunca bir ömre sığmayacak eserler veren Mimar Sinan, Pastör, İbn- i Sina, Einstein’ın da günleri 24 saatti.
  • Dikkat edin, “boş zaman” kavramı diye bir şey yoktur.
  • Zihnî yorgunluğu atmak için, her türlü işi gücü bırakıp bir kenarda oturmak gerekmiyor. Değişik zihnî ve bedenî faaliyetler, beynimizin değişik kısımları tarafından yönetiliyor. Bundan dolayı, her faaliyet değişikliğinde, beynin bir merkezi üzerindeki yük azalıp, başka bir merkezi daha aktif hâle geçiyor. Böylece ilk merkez dinlenmiş oluyor. (Yani kitap okumaktan yorulduysanız başka etkinlik yaparak dinlenin.)
  • Daha az uyuyarak, ömür sermayenizi tasarruflu kullanmaya bakın. Her sabah 30 dakika erken kalkmanız, bir yıl sonra uyanık olduğunuz zaman 7,5 gün, ömrünüze de yaklaşık bir yıl kazandıracaktır. Fakat bunun ön şartı, uğruna uykunuzu feda edebileceğiniz bir ideale sahip olmanızdır. Yani, niçin uyanık kaldığınızın şuurunda olmanız gerekmektedir.
  • Hayatınızı (gün, hafta, ay ve yıl olarak) plânlayarak disipline edin. Çünkü plânlı bir hayat, insan ömrünün azamî şekilde verimli kılınması mânâsına gelir. Medeniyetlerin gelişme şartlarını araştıran sosyologlar, kalkınmış, ileri milletler ile geri kalmış milletler arasındaki en mühim farklardan birinin de “zaman anlayışı” olduğunu tespit etmişlerdir.
  • Unutmayın, günleri uzatmanın en iyi yollarından biri de, gecelerinizden birkaç saat çalmanızdır.

Uykuda Geçirdiğim Anlar

 

Sultan İkinci Abdülhamid, 1864'te vefat eden eşi Müşfika kadın Efendi, İsmail Hami Danişment'e anlatmış, o da eserinde anlatıyor. Padişah, bir gün Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa ile sohbet ederken sorar: “​Senin hayatının en mesut anları hangileridir Paşa”. Kahraman Paşa şöyle cevap​ verir: "Hayatımda en mesut anlarım uykuda geçirdiğim anlardır, efendimiz"


İmanı zedeleyen duygu: Haset


Haset, sahip olduğu maddi veya manevi güzelliklerden dolayı bir başkasını kıskanmak, onun bu güzelliklerden mahrum kalmasını istemektir. İnsanda fıtri olarak var olan kıskançlık duygusunun bir hastalığa dönüşerek onu esir almasıdır.

Bazen düşmanlık, bazen kibir ve gurur, bazen de dünya nimetlerine duyulan aşırı ihtiras sebep olur bu hastalığa.

Haset duygusuyla hareket eden kişi, insanlara karşı tahammülsüz davranır, kin ve nefrete kapılarak onlara haksızlık eder. Tıpkı kardeşi Habil’i öldüren Kabil’in, Hz. Yusuf ’u kuyuya atan kardeşlerinin yaptığı gibi. Çevresine verdiği zararın yanı sıra kendisi de elindekiyle yetinmediği, hep başkalarının sahip olduğu şeylere göz diktiği ve bunlardan rahatsız olduğu için huzursuz bir hayat sürer ve aslında farkında olmadan nimeti dilediğine veren Allah’ın takdirine isyan eder.

İşte bütün bu olumsuz sonuçlarından dolayı Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir insanın kalbinde iman ile haset bir arada bulunmaz.” (Nesâî, Cihâd, 8)

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
24 HAZİRAN 2021

 Bugün 24 Haziran 2021;

 II. Balkan Savaşı Başladı (1913)

 Türkiye I. Dini Yayınlar Fuarı Açıldı (1983)

 Diyarbakır'ın Fethi (1534)

 Girit Adasının Fethi (1645)

 Bir Hadis: Hayâ, beraberinde ancak hayır getirir. (Buhârî, Edeb, 77)

 İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez. (Hadis-i Şerif)


23 Haziran 2021 Çarşamba

Yarım Kilo Merhaba

 

    Bir akıl hastası taburcu olmak üzeredir. Onunla ilgilenen doktor son bir soru sormak ister:-"Bana yarım kilo merhaba al desem, ne dersin?" -"Size deli derim doktor bey, olacak şey mi o dediğiniz?" Bunun üzerine memnuniyetle taburcu kağıtlarını imzalayan doktor, tam çıkarken hastasına sorar:-"Niçin deli derdin peki bana?" -"Merhaba kiloyla değil de, metreyle satılır da ondan!"

Soru-Cevap

Sabah namazı vakti çıktıktan sonra işrak vaktine kadar Kur’an-ı Kerim okumak, zikir ve dua gibi ibadetlerle meşgul olmak mekruh mudur?

Kur’an okumak bir ibadettir. İbadetlerle ilgili hükümler; tevkîfî olduğundan, yani gerek farz oluş gerekçeleri gerekse uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün olmadığından, Kur’an ve Sünnet’te haber verilen hükümlere tabidir. Kur’an okumanın yasaklandığı bir vakit, ayet ve hadislerde geçmemektedir. Ancak kaynaklarda Kur’an okumanın mekruh olduğu bazı özel durumlardan bahsedilmiştir. Bunlar:

a) Namaz kılarken kıyamın dışındaki durumlarda

b) Cemaatle kılınan namazlarda imama uyulması halinde

c) Minberde okunan hutbeyi dinlerken

d) Uykulu olup, Kur’an okumakta zorlanılması durumunda

Hadislerde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar oturduğu yerden kalkmadığı, Allah’ı zikrettiği rivayet edilmiştir. Buna binaen sabah namazından sonra Kur’an okumak da dahil olmak üzere zikir ile meşgul olmak mekruh değil aksine müstehaptır.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ

23 HAZİRAN 2021

 Bugün 23 Haziran 2021;

 Van'ın Fethi (1534)

 Hatay'ın Türkiye'ye katılması (1939)

Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca rablerine güvenirler. (Enfal Suresi, 2)

Bir Ayet: … Ey rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! (Bakara, 2/201)

Bir Ayet: Allah’a ve resulüne itaat eden, Allah’a itaatsizlikten korkan, O’na saygısızlıktan korunanlar var ya, işte asıl kazananlar bunlardır! (Nur, 24/52)

21 Haziran 2021 Pazartesi

İftira Edenin Kendisi Zarara Uğrar

İftira son derece kötü ve tahrip edici bir hadisedir. Hem iftirayı yapan ve hem de kendisine iftira edilen kimse için oldukça rahatsız edici bir tutumdur. İftira sonucunda insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağları zayıflar; dayanışma gücü ortadan kalkar. insanlar birbirine güven duymaz olurlar. Bu güvensizlik, bir toplumun sosyal hayatını tamamen felce uğratan yıkıcı bir etki yapar. İftira, toplumdaki güzellikleri yakıp bitiren bir ateş gibidir.

İftira, toplumda adaletin tam olarak etkisini kaybettiği zamanlarda yaygınlaşabilen bir sosyal ve ahlâkı hastalıktır. Çünkü adaletsizlik ve takipsizlik, kötü fiillerin yaygınlaşmasına ve artmasına yol açan bir başıboşluğa sebep olmaktadır.

İftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevî ve uhrevî bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nebî (s.a.s) "İftira eden kimse zarara uğramıştır" (Ahmed b. Hanbel, I, 91) buyurur.

Günümüzde fertlerin birbirine iftirası yanında basın ve yayın yoluyla da iftiralar yapılmaktadır. Namus, iffet, haysiyet ve zimmet üzerindeki bir iftira ne kadar çok yayılırsa, iftiracının sorumluluğunun da o nisbette artması tabiidir. Ayette şöyle buyurulur: "Mümin erkek ve o kadınlara işlemedikleri bir günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar), doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir" (el-Ahzab, 33/38).

Vicdan

 Yasalara dayanan yargılamadan daha büyük bir yargılama vardır ki, o da, her insanın kendi vicdandır. (Mahatma Gandhi)

Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile, vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun. (Wells)

Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe... (Balzac)

Karşılık iyilik

 

Bir akşam vakti uzun yoldan gelen bir ihtiyar uğradı Hz. İbrahim’in beldesine. O, evine buyur etti, sofrasını açtı ihtiyara. İbrahim (a.s.) Allah’ın adını anarak başladı yemeğe. Ancak ihtiyar misafirinin besmelesiz başlaması dikkatinden kaçmadı İbrahim’in (a.s.). Hemen adamı uyardı ve bu nimetleri ihsan eden Rabbin ismini neden anmadığını sordu. İhtiyar, Mecusi olduğunu ve kendi dininde böyle bir adetin olmadığını söyleyince Hz. İbrahim hiddetlendi ve adamcağız sofradan kalkıp evden ayrıldı. Cebrail, Cenab-ı Hak’tan bir haberle geldi İbrahim’e. Yüce Allah yetmiş yıldır kendisine inanmayan adamı rızıklandırdığını ama onun bir öğün yemek vermek gibi bir iyiliği bile yapmadığını bildiriyordu. İbrahim hatasını anladı, adamın arkasından koştu ve yemeğine devam etmek üzere evine dönmeye ikna etti.

Adam sebebini merak etti. O, “Allah bana hiçbir karşılık istemeden iyilik yapmamı emretti.” karşılığını verdi. Bunun üzerine adam çok etkilendi ve Müslüman oldu.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
22 HAZİRAN 2021

 Bugün 22 Haziran 2021;

 Nasreddin Hoca'nın vefatı (1284)

 Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın vefatı (1780)

 Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir. (Şibil)

 Bir Ayet: … Beni zalimler topluluğundan kurtar! (Tahrîm, 66/11)

 Bir Hadis: İnsanların arasını bozmak için laf götürüp getiren kimse cennete giremez. (Buhari, Edeb, 50)

"Ekonominin yönünü yeşil enerji belirliyor"

 

Yeşil enerji artık ekonomilerin gidişatını belirliyor, oluşturuyor, onlara yön veren bir niteliğe kavuşmaya başlıyor. Ülkeler son zamanlarda iklim değişikliğiyle mücadele için yenilenebilir enerjide önemli düzenlemeleri hayata geçirmeye başladılar.

Bu düzenlemelerden biri, Avrupa Birliği'nin (AB) yayımladığı Yeşil Mutabakat'tır. olduğun "İlerleyen dönemde YEK-G, AB’nin karbon vergisi yükümlülükleri ve sınırda karbon vergisine karşılık kullanılabilecek. Kaynak ifşası ve bunun sertifikalandırılmasıyla, yenilenebilir enerji, üreticilerimiz için yeni bir ihracat kapısı olacak. YEK-G şirketlerimiz için yeni bir kar kapısı oluştururken, bizim için de enerjide merkez ülke Türkiye hedefimize yönelik önemli bir adım daha olacak. Türkiye’nin yurt dışına açılan yeni gümrük kapılarından biri de YEK-G olacak." 

Bunun için Enerji Bakanlığı, EPİAŞ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının başını çektiği bir çalışma grubu görüşmelerini sürdürmekte, firmaların karbon salımları kayıt altına alınıyor, raporlanıyor ve doğrulanıyor.

Bundan sonraki süreç piyasanın kurulması ve mekanizmanın işletilmesine yönelik olacak ve hazırlık süreci yakından takip edilecektir.

Yenilenebilir enerji kullanımını belgeleyen şirketlerin yurt içi ve yurt dışındaki muadillerine göre rekabet açısından daha güçlü bir konuma gelecektir. "Sosyal sorumluluk, çevre bilinci ve karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik atılan bu adımlar şirketlerimizin marka değerine de olumlu katkılar sunacaktır. İtibar yönetiminde önemli bir enstrüman olacaktır. Firmalarımız, sürdürülebilirlik raporlarında YEK-G belgelerine yer verebilecek. Çevreye karşı duyarlılıklarını bu şekilde kanıtlamış olacaklar." 

Piyasada gerçekleştirilen ilk işlem, "Organize YEK-G Piyasasında ilk eşleşme jeotermal enerjide oldu. İlk eşleşmede megavatsaati 5 lira olmak üzere 10 adet YEK-G Belgesi oluşturuldu."