31 Ekim 2009 Cumartesi

Halkın borcu devlet bütçesiyle yarışıyor

Ekonomik kriz ve işsizlik altında ezilen dar gelirliler gün geçtikçe batağa saplanıyor. Vatandaşın bankalara borcu Türkiye Cumhuriyeti’nin 2010 bütçesinin yarısına ulaştı. Devletin bütçesi; 287 milyar, halkın borcu ise 120 milyar lira...


Boğazımıza kadar borç
Ekonomik kriz ve işsizlik altında ezilen vatandaşın bankalara borcu Türkiye Cumhuriyeti’nin 2010 bütçesinin yarısına ulaştı. Bütçe; 287 milyar, borç ise; 120 milyar TL


Ekonomik kriz nedeniyle kredi kartını kullanan ve bankalardan tüketici kredisi alanların toplam borcu, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2010 yılı bütçesinin yarısına ulaştı. Türkiye’nin 2010 yılı bütçesi 286 milyar 928 milyon iken, Ekim ayının ilk üç haftası itibari ile Merkez Bankası’nın açıkladığı mevduat bankalarında tüketici kredileri ve kredi kartlarının tutarı 120.2 milyar lira oldu. Bu da Türk halkının bankalara tüketici kredileri ve kredi kartlarından doğan borcunun, 2010 bütçesinin neredeyse yarısı kadar bir tutara sahip olduğunu gösteriyor. Bankalara olan borçların bu kadar artmasının nedeninin altında ise, işsizlik ve yoklukla mücadele eden vatandaşın çareyi yine kredi kartlarında araması yatıyor. Parasızlık nedeniyle sıkıntılı günler geçiren vatandaş günü kurtarmak ya da var olan borçlarını kapatmak için tüketici kredisine ve kredi kartlarına sarılıyor. Mevduat bankalarında tüketici kredileri ve kredi kartları tutarı önceki haftaya göre 17,4 milyon lira artarak, 23 Ekim itibarıyla 120 milyar 195,1 milyon liradan 120 milyar 212,5 milyon liraya çıktı. Bunun 86 milyar 144,8 milyon lirası tüketici kredilerinden, 34 milyar 67,7 milyon lirası da bireysel kredi kartlarından oluştu. Tüketici kredileri 23 Ekim itibariyle yaklaşık 484,3 milyon lira artarak, 86 milyar 144,8 milyon liraya çıktı. Tüketici kredileri 16 Ekim tarihi itibarıyla 85 milyar 660,4 milyon lira düzeyindeydi.

İrticayla mücadele eylem planı

“Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şey karşısına, mutlaka, onu imha etmek için bir kara kuvvet çıkar... Buna bizim dilimizde irtica denir. Tedbirini almış olmak gerekir.”

*

“Bazı kimseler çağdaş olmayı, kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. İrtica, bilinçli ve organize hıyanet olayıdır... Her sarıklıyı hoca sanmayın.”

*

“Memleketi temelinden asıl yıkan, içerdeki cephenin suskunluğudur.”

*

“Düşüş, aczle başlamıştı. Milletin de zihni bozulmuştu. İnsan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıkmıştı. Oysa, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir.”

*

“Dahili ve harici bedhahlar...”

*

“İnsan topluluğu, kadın ve erkek
denilen iki cins insandan mürekkeptir... Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de, kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin?”

*

“Adalet, bir devletin esası olduğuna göre, mahkemeler lafzen değil, hakikaten bitaraf olmalıdır. Hükümetin otoritesi maskesi altında halka zorbaca vaziyet almak, yakışıksız muamelelere cüret etmek gibi haller, mutlaka önlenmelidir.”

*

“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, memleketi olamaz.”

*
Adli Tıp’a gerek yok.

Islak imza...

Mustafa Kemal.

NOT: 29 Ekim geçti. Çocukları okula gönderebilirsiniz artık... 10 Kasım’da şiddetli bir grip salgını daha bekleniyor, aman o zaman da göndermeyin... Sonra, 23 Nisan’a kadar hijyen.


YILMAZ ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr 31 Ekim 2009

Demokrat Parti Meclis'te


Mesut Yılmaz’ın DP’ye katılmasıyla Meclis’te temsil edilen parti sayısı 7’ye yükseldi.

Bağımsız Rize Milletvekili Mesut Yılmaz’ın bugün birleşen DP’ye katılmasıyla DP de Meclis’te 1 sandalyeyle temsil edilmeye başladı. Böylece Meclis’te temsil edilen parti sayısı 7’ye yükselirken bağımsız milletvekillerinin sayısı 9’a düştü. Mesut Yılmaz’ın DP’ye katılmasının ardından TBMM’deki sandalye dağılımı şöyle:

AKP: 338
CHP: 97
MHP: 69
DTP: 21
DSP: 8
DP: 1
Türkiye Partisi: 1
Bağımsız: 9

ANKA

29 Ekim 2009 Perşembe

Google müzik sektöründe


Google, online müzik satışına ilk adımını attı.

İnternet devi Google internette müzik parçası bulmak, dinlemek veya satın almaya yarayan yeni bir hizmet başlatarak, online müzik satışına ilk adımını atmış oldu.

Google'ın Los Angeles'taki Capitol Records müzik şirketinde Lala.com ve iLike online müzik şirketleriyle yaptığı işbirliğinden "Google music search" adlı bu yeni hizmet ortaya çıktı.

İnternette özel olarak müzik araması yapan bu yeni arama motoru, aranan şarkının o olup olmadığını anlamak için bir şarkıyı tam olarak dinleme olanağı sağlıyor.


A.A.

‘Cumhuriyet’ yaptı, biz sattık

Bugün cumhuriyetin 86’ncı yılını kutluyoruz. (Daha doğrusu, bazılarımız kutluyor, bazıları kutlamıyor!) Cumhuriyetle ilgili kutlamalarda eskilerde Mustafa Kemal’den söz edilirdi. Şimdi Mustafa Kemal’i övenleri, bazıları neredeyse dövecek. Eskiden cumhuriyet döneminde kurulan fabrikalardan söz edilirdi. Şimdi o fabrikalardan söz edenleri bazıları “Devletçilik kafasını değiştiremeyen ve komünistlikten kurtulamayan özel sektör düşmanları” diyerek azarlıyor.

Ne yapalım ki ortada bir gerçek var. Mustafa Kemal bu ülkenin, bu halkın kötü kaderini değiştirdi. Mustafa Kemal’in cumhuriyet döneminde uyguladığı ekonomi politikaları bu ülkede sanayileşmenin ve tarımdaki gelişmenin temelini oluşturdu.
Milli Mücadele’yi izleyen yıllarda, bu ülkede sermayenin olmadığı, tecrübenin bulunmadığı günlerde devlet, “çaresizliğe teslim olmadan çözüm üretti”. Açık anlatımıyla, “Mustafa Kemal’in devletçiliği niyetin değil, zaruretin neticesidir.”

Yoktan var ettiler

- Devletin oluşturacağı sanayi tesislerinin denetimi ve mali yapılarını düzenlemek amacıyla Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası, yer altı kaynaklarını ve doğal kaynakları işlemek ve elektrik enerjisi üretmek için de Etibank kuruldu.
- 1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmasına başlanıldı.
- 1936 Yılında Kırıkkale’de barut, tüfek ve top (MKEK) tesisi işletmeye açıldı.
- Cumhuriyetin ilk iktisadi devlet teşekkülü olan Sümerbank’a sanayi planlamak ve yatırımlara öncülük yapmak görevi verildi.
- Uşak Şeker Fabrikası’nın işletmesi İş Bankası’na devroldu, ardından da Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası’nın ortaklığıyla Eskişehir ve Turhal şeker fabrikaları inşa edildi.
- 1930 yılında Nuri Kıllıgil silah üretmeye, 1935 yılında Nuri Demirağ, uçak, Şakir Zümre tabanca yapmaya başladı. Bunlar özel sektörün öncü üretim tesisleri oldu.
- 1936 yılında Ankara’da toplanan Endüstri Kongresi’nde İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı kabul edildi. (İkinci Dünya Savaşı nedeniyle bu plan uygulanamadı.)
- 1925-1938 yılları arasında 3011 km demiryolu yapıldı.

Olanı yok ettik

Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı döneminde devletin kıt imkânlarıyla o dönemlerde ekonomik büyüklükte olan çok sayıda sanayi tesisi kuruldu. Üretime başladı.

Bunların başlıcaları, Gemlik Suni (Sung) İpek Fabrikası, Isparta Gülyağı Fabrikası, İzmit Kibrit Asidi Fabrikası. -Zonguldak Seramik Fabrikası, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası, Çimento Fabrikası. -Karabük Demir Çelik Kombinası. -İzmit Kağıt ve Selüloz Tesisleri. -Keçiborlu Kükürt Tesisleri. -Bakırköy Pamuklu Dokuma Fabrikası, Kayseri Pamuklu Dokuma Fabrikası, Kayseri Pamuklu Dokuma Fabrikası, Nazilli Pamuklu Dokuma Fabrikası, Malatya İplik ve Dokuma Fabrikası, Iğdır İplik Fabrikası, Bursa Merinos Kamgarn Mensucat Fabrikası, Kastamonu Kendir Sanayi Fabrikası’dır.
Bunlar devletin kıt imkânlarıyla kurulan sanayi tesisleridir. Tarım alanında da devlet üretimi artırmak, tarımı yapılandırmak için devlet üretme çiftlikleri kurdu. Devlet üretme çiftlikleri örnek tarım işletmeleri olmaları yanında tohum ve damızlık üretimini de başlattı.

Sonra biz ne yaptık? Özelleştiriyoruz diyerek bunları sattık. Satarken sadece Hazine’ye girecek paraya baktık. Cumhuriyetin bu önemli sanayi tesislerinin, tarım kuruluşlarının yaşamasını hedef alamadık.
O zaman ne oldu? Çoğu yok oldu.
Kendileri gitti, isimleri kaldı yadigâr.
Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.


GÜNGÖR URAS
29 Ekim 2009

28 Ekim 2009 Çarşamba

kent konseyi nedir ne yapilabilir ?


cankaya kent konseyi girisimi http://www.cankayakentkonseyi.wordpress.com/  adresinde "kent konseyi" ne dair
gorus, oneri, elestiri bilgi ve dokumlari paylasan bir web sayfasi olusturdu.
kent konseyi nedir?
demokratik saydam katilimci bir kent konseyi nasil olmalidir?
kent konseyine nasil katli sunabiliriz?
kent konseyi organlari nedir?
kent meclisi nedir?
kent gorevlisi nasil olabiliriz?
kent konseyi organlarinda nasil gorev alabiliriz?

vbg konularda gorus ve onerilerinizi bizlerle paylasiniz.
cankaya kent konseyi girisimi web sayfalarinda ozgurce goruslerinize yer verelim
hep birlikte tartisalim..

selam ve sevgi ile
cankaya kent konseyi girisimi
bilgi masasi

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.


" NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!"


EN BÜYÜK BAYRAM HERKESE KUTLU OLSUN.

Ölenlerin Facebook hesabı ne olacak?


Facebook bunu da düşündü ve yeni bir uygulamaya gitmeye karar verdi.


Facebook'un milyonlarca kullanıcısı var. Peki bunların arasından ölen olursa ne olacak? Facebook bunu da düşündü ve yeni bir uygulamaya gitmeye karar verdi.


Facebook bundan böyle vefat eden kullanıcıların profiline, "Anılarımızda" anlamına gelen "Memorialise" yazısını yazacak. Shiftdelete.net'in haberine göre aynı şekilde, kullanıcının özel bilgileri siteden kaldırılacak. Bu "Memorialise" yazısını ise sadece arkadaşları görebilecek ve profil dışarıya açık olsa bile kapalı hale getirilecek. Değişiklikler bununla bitmeyecek. Diğer insanların anasayfasında "Suggestions", yani öneriler kısmında da bu vefat eden kişi artık çıkmayacak.


Facebook Güvenlik Departmanı Başkanı Max Kelly, Facebook Blog'unda yaptığı açıklamada "Kullanıcılardan konuyla ilgili çok fazla görüş aldık. Vefat eden kullanıcıların profil sayfalarının halen daha aktif olmasını neredeyse kimse istemiyordu" dedi.


Site, ölen kullanıcının yakınlarından, kişinin öldüğüne dair bir kanıt talep edecek. Bu kanıt bir ölüm ilanı ya da gazetede bir haber veya ilan da olabilir. İlgili profil bir defa "Memorialise" haline getirildi mi, sadece arkadaşları bunu görebilecek. Kişisel bilgiler de kaldırılacak, fakat kişinin duvarına yazılar yazılabilecek.


Bu yeniliğin duyurulduğu blog yazısının altına yüzlerce yorum yazıldı. Max Kelly'nin yazısı çok tepki çekti ve "gereksiz" olarak nitelendirildi.

26 Ekim 2009 Pazartesi

2.5 trilyon dolar yeraltında


Dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77'sinin Türkiye'de bulunduğu, bunların bugünkü piyasa değerinin 2,5 trilyon doların üzerinde olduğu bildirildi


Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün (MTA) muhtemel rezerv araştırmalarına göre, Türkiye'de yer altında bulunan en yüksek maden rezervi 15,8 milyar ton ile dolomit. İçinde kalsiyum karbonat ve sodyum karbonat barındıran ve bu özellikleri yüzünden cam ve seramik endüstrisinin vazgeçilmezleri arasında yer alan dolomit, nadir ve çok değerli bir kireç taşı olarak biliniyor.


Bunun yanı sıra, Türkiye'de 13,9 milyar ton mermer, 12,3 milyar ton linyit kömürü, 5,7 milyar ton kaya tuzu, 1,2 milyar ton yüksek kalorili taş kömürü, 3 milyar ton bor, 1,5 milyar ton ponza, 1,9 milyar ton blister bakır cevheri bulunuyor.


Türkiye'nin toplam yer altı maden kaynaklarının bugünkü piyasa değerinin ise 2.5 trilyon doların üzerinde olduğu belirtiliyor.


MTA'nın verilerine göre, yer altında bulunan diğer madenler arasında 29,6 milyon ton asbest, 82 milyon ton asfaltit, 35 milyon ton barit, 251 milyon ton bentonit, 1 milyar 641 milyon ton bitümlü şist, 88 milyon ton boksit, 3,8 milyon ton cıva, 380 bin ton toryum, 233 milyon ton trona (tabii soda), 9 bin 137 ton uranium ve 345 milyon ton zeolit bulunuyor.


Araştırmalar, Türkiye de 700 ton görünür altın rezervi (6500 ton muhtemel rezerv) ve 1926 ton görünür gümüş rezervi bulunduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra 239 milyon ton feldspat, 70 milyon ton fosfat kayası, 4 milyon ton manganez bulunduğu öngörülüyor.


BOR REZERVİNİN YÜZDE 72'Sİ TÜRKİYE'DE


Dünya metal maden rezervlerinin yüzde 0,5'i; endüstriyel ham madde rezervlerinin yüzde 2,5'u; kömür rezervlerinin yüzde 1'i ve jeotermal potansiyelinin yüzde 0,8'i Türkiye'de bulunuyor.


Türkiye, 3,8 milyar metreküp işletilebilir mermer, 2,7 milyar metreküp işletilebilir traverten ve 995 milyon metreküp işletilebilir granit olmak üzere 7,495 milyar metreküp doğal taş rezervi ile dünya doğal taş potansiyelinin yüzde 40'ına sahip. Ülkemizde yapılan araştırmalarda 650'ye yakın renk ve dokuda mermer olduğu belirlendi.


Dünya bor rezervlerinin yüzde 72'sine sahip olan Türkiye, bu oran ile dünyada ilk sırada yer alıyor ve dünya tüketimini en az 400 yıl karşılayabilecek durumda. Dünyada ikinci büyük soda külü rezervi olan Beypazarı Trona yatağını işletmek üzere kurulan tesis, yılda 1 milyon ton soda külü, 100 bin ton sodyum karbonat üretimi ile dünya tüketiminin yüzde 2.5'unu karşılıyor.


'ALTIN REZERVİMİZ EKONOMİNİN EMRİNE VERİLMELİ'


AK Parti Siirt Milletvekili Afif Demirkıran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ulusal ekonomileri oluşturan en önemli sektörlerden biri olan madenciliğin, başta sanayi olmak üzere, ekonominin tüm sektörlerinin ihtiyaç duyduğu temel girdileri sağladığını, kırsal bölgelerde yeni istihdam imkanları oluşturduğunu söyledi.


Türkiye'de çok çeşitli ve zengin maden rezervleri olmasına rağmen, bu kaynakların çoğunun işletmeye alınamadığını belirten Demirkıran, 'Türkiye de toprak altında 50 milyar tondan fazla ticari değere haiz çeşitli cins ve özellikte maden bulunmaktadır' dedi.


Demirkıran, MTA verilerine göre, Türkiye'nin maden kaynakları açısından, dünya madenciliğinde adı geçen 132 ülke arasında üretim değeri itibarı ile 28'inci, maden çeşitliliği itibariyle de 10'uncu sırada yer aldığını ifade ederek, dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77'sinin Türkiye'de bulunduğunu ve 60 çeşit madenin de üretiminin yapıldığını kaydetti.


'GÖRÜNÜR 650 TON ALTIN REZERVİ VAR'


2002'den önce yılda 15 bin-20 bin metre olan MTA maden arama sondajının, bugün yılda 200 bin metreye, yılda 10-15 milyon TL olan yatırım bütçesinin de 102 milyon TL'ye yükseldiğine dikkati çeken Demirkıran, bunun sonucunda 70 yılda 8,3 milyar ton olan linyit rezervi yüzde 50 artarak 12,3 milyar tonu bulduğunu, yapılacak yeni aramalar sonunda bu rezervin 25 milyar tona kadar çıkabileceğinin varsayıldığını söyledi.


Afif Demirkıran, Türkiye'nin yılda 250-300 ton altın ithalatı ile dünyada beşinci sırada yer aldığını belirterek, 'İthal edilen altının 150 tonu işlenerek tekrar ihraç edilmektedir. Ülkemizin yılda altın ithalatına 5-6 milyar dolar ödediği dikkate alındığında, 650 ton görünür ve 6 bin 500 ton muhtemel altın rezervimizin bir an önce ekonominin emrine verilmesinin ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Toplam altın rezervimiz ile ülkemiz, dünya ikincisi konumundadır' diye konuştu.


Bir ülkenin refah seviyesi birçok göstergenin yanı sıra o ülkede tüketilen maden miktarı ile de doğrudan ilgili olduğunu dile getiren Demirkıran, araştırmalara göre, bir insanın 70 yaşına kadar ABD'de 1600 ton, Almanya'da 1000 ton, Türkiye'de ise 300 ton maden tükettiğini kaydetti.


Demirkıran, TBMM Genel Kurulunda görüşülmesine başlanan madencilik sektörünün sorunlarının tespiti ve eksikliklerinin giderilmesi için Meclis Araştırması açılmasını desteklediklerini bildirdi.







25 Ekim 2009 Pazar

Panik başladı! Domuz gribi aşı satışını mı bekliyordu!


İbrahim Karagül


22 Ekim 2009 Perşembe

Panik başladı! Domuz gribi aşı satışını mı bekliyordu!

Evet, panik başladı!.. İstanbul'da, Ankara'-da, Diyarbakır'da okullar tatil ediliyor, öğrenciler evlerine gönderiliyor, tedavi altına alınıyor, dersler televizyondan takip ediliyor. Domuz Gribi Türkiye genelinde yayılıyor. Beklenen salgın başladı! Panik her geçen gün büyüyor. Daha çok bölgede, daha çok okulda ama genelde öğrenciler arasında Domuz gribi artıyor. Salgınla paralel biçimde aşı kampanyası hız kazanıyor. Türkiye'deki salgın ve aşı kampanyasıyla aynı zamanda, aynı şekilde dünyanın bir çok bölgesinde de hastalık ve kampanyalar beraber yürüyor. Ama nedense her ülkede hastalık da, aşı kampanyası da çocukları ve okulları hedef alıyor!
Doğru, salgın havaların soğumasıyla başlayacaktı. Yazın sıcakta mikrop yaşayamazdı. Bu yüzden yaz aylarında bir tehlike söz konusu değildi. Öyle de oldu. Sonbahar gelince salgın kendini gösterdi.

Ne tuhaf, bazıları salgının zamanlamasını sadece havaların soğumasına bağlamıyor. "Salgın, dev ilaç şirketlerinin aşı üretimini tamamlamasını bekledi" diyor. Fabrikalar üretime geçtiler, stoklarını tamamladılar, ülkelerden sipariş almaya başladılar, aşı dağıtımına start verdiler o an domuz gribi harekete geçti, hızla yayılmaya başladı, bütün ülkelerde salgın paniği başlatıldı, aşı kampanyalarına hız verildi! Süreci dikkatle izleyenlerden biri olarak kafamın iyice karıştığını söylemeliyim.

Aslında kafam daha önce karışmıştı. 21 Ağustos'ta "Domuz gribi salgınında bir şeyler mi gizleniyor" diye sorarak, endişelerimi paylaşmıştım.

13 Nisan'da Meksika'da ortaya çıkan, çok hızlı şekilde dünyaya yayılan, ilk çıktığında olağanüstü endişeyle izlenen, önlemler alınan, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer yetkili kuruluşlardan uyarılarla sıkı önlemler alınan Domuz gribiyle ilgili garip bir sessizlik yaşanıyordu o günlerde. Sanki tehlike geçmiş, yayıldığı bölgelerdeki vakalar sona ermiş gibiydi. Türkiye'de bile ilk haftalardaki önemini kaybetmişti. Bu sessizlik, küresel salgın uyarılarının yapılmasından, virüsün mutasyona uğradığının öğrenilmesinden, kontrolünün artık çok zor olduğunun ilan edilmesinden, aynı salgının 1918'lerde milyonlarca insanı öldürdüğünün hatırlatılmasından sonra yaşanıyordu. Türkiye'de, sadece yurtdışından gelenlerde hastalık tespit ediliyor, münferit vakalar olarak bildiriliyor, önemsizleştiriliyordu.

Peki bu ülkede hiç mi domuz gribine yakalanan olmuyordu? O günlerde; "Acaba Sağlık Bakanlığı Domuz Giribi vakalarına dair istatistikleri gizliyor mu" sorusu geldi. İnsanlar bu hastalığa yakalanıp hastanelere gidiyor, tedavi ediliyor da, kamuoyunda infiale neden olmamak için bu durum gizleniyor muydu? Sadece Türkiye'de değil, Avrupa ve Amerika'da da, oralardan gelenler hastalığı taşımalarına rağmen, istatistikler gizleniyor gibiydi? Belki de gerçekten bütün ülkeler havaların soğumasını değil, ilaç firmalarının aşı üretimini tamamlamasını bekliyordu. Ayrıca, İlkbahardan beri varolan hastalık için aşı üretim zamanı neden Sonbahar olarak, daha o tarihlerde, verilmişti? Erken üretilemez miydi? Şimdi çok sayıda ilaç şirketi gayet kolay bir şekilde aşı üretiyor.

Gerçekten birileri bir şeyler mi gizliyordu? Bu çok önemli bir soruydu? Ben hala bu sorunun önemli olduğunu düşünüyorum. Dünya Salık Örgütü Direktörü Margaret Chan, 11 Haziran'da; 2009 yılını salgının başlama yılı ilan etti. Örgüte göre iki yılda iki milyar insanın salgından etkilenme ihtimali var. Ondan sonraki iki yılda ise ABD nüfusunun yüzde kırkı hastalıktan etkilenebilecek. Bu yüzden ABD yönetimi, Ekim ayına kadar 160 milyon doz aşı stoklayacağını açıkladı.

Öyle de oldu.

ABD yönetimi, 195 milyon doz için 2 milyar dolar ayırdı. Bu rakamın 5 milyar dolara çıkacağı söyleniyor. Sadece aşı kampanyası için 4,8 milyon dolar harcandı. İnsanlık tarihinin en büyük sağlık kampanyasının bütün dünyada yürütüldüğü söyleniyor. Ülkeler, daha kampanya başlatmamışken, ilaç sektörüne akacak dev bütçeler hazırlamakla meşguldü. Tamiflu ve Relenza gibi ilaçları üreten ilaç şirketlerinin hisselerindeki hareketlilik dikkat çekiyordu, olağanüstü kazanıyorlardı. Domuz gribi on milyarlarca dolarlık bir piyasa yaratıyordu! Şirketler şimdiden on milyar dolar civarında bağlantı yaptılar bile. Sadece İngiliz GlaxoSmithKline şirketi 16 ülkeyle anlaşma yaptı, bu sayı yakında 50 ülkeye çıkacak!

Aşı üzerine yürütülen tartışmalar Türkiye'de hiç önemsenmedi. Almanya'da, ABD'de kıyamet kopuyordu ama bizim ülkemizin umurunda bile değildi. Alman sağlık uzmanları aşının kanser yaptığını söylerken ABD'de avukatlar kampanyanın durdurulması için dava açıyordu. Özellikle beyin üzerindeki etkilerine, felce ve muhtemel ölümlere işaret ediliyor. Aşının özellikle çocuklarda ciddi nörolojik sonuçlara yol açacağı, astım hastası edeceği, aşılarda kanserli hücreler kullanıldığı, katkı maddelerinin ölümlere bile yol açabileceği, yeterli testlerin yapılmadığı gibi itirazlar ciddiye alınmadı. Bazı çevreler, aşının Domuz Giribi'nden daha ölümcül olduğunu bile söylüyordu.

Salgın paniği ve aşı kampanyası başlamadan önce, "Domuz gribi salgını 'aşı'yı bekliyor" başlıklı yazılar okuduğumu hatırlıyorum. Yazılanlar oluyor. Dünya genelinde belki milyarlarca insan aşılanacak. Sanki biraz kampanyanın başarılı olması için korku pazarlanıyor görüntüsü var.

Gerçekten salgın şimdi mi başladı? Ya da bugüne kadar olanlar gizlendi mi? İlaç firmaları mı beklendi? Bu iş gerçekten kafa karıştırıcı!

Bu araştırma şaşırttı


ABD'de yapılan araştırmanın sonuçları hayli düşündürücü...

ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, 35 yaş altı insanların yüzde 36'sı, seks yaptıktan sonra, Facebook, Twitter gibi sosyalleşme sitelere giriyor ya da mesaj yazıyor.

Elektronik eşya satış sitesi Retrevo'nun yaptığı ankete göre erkekler, seks yaptıktan sonra, kadınlara göre, bahsi geçen sitelere 2 kat daha fazla giriyor.

Araştırmaya göre iPhone kullanıcılarının, seks sonrası Twitter ve Facebook sayfalarını ziyaret etme olasılığı 3, Blackberry kullanıcılarının ise 2 kat daha fazla.

Yapılan araştırma sosyaleşme sitelerinin hayatımızda büyük bir yer kapladığını gösterirken, araştırmacılar bu bağımlılığın zamanla cinsellik dahil pek çok duygumuzu öldüreceği konusunda hemfikir.

BİZ UYURSAK HERKES ÖLÜR‏


“MAKBER” AÇILIMI /

BAYKAL “DEMOKRASİ” ADINA “BOP EŞ BAŞKANI” ERDOĞAN’I TBMM’YE SOKTU, BAHÇELİ “DEMOKRASİ” ADINA “BOP EŞ BAŞKANI” GÜL’Ü ÇANKAYA KÖŞKÜ’NE ÇIKARTTI; GÜL & GÜLEN & ERDOĞAN ÜÇLÜSÜ DE “DEMOKRATİK AÇILIM” ADINA, PKK’YI “AK”LADI, ARDINDAN DA PKK İLE MÜCADELE EDEN KOMUTANLARI, “VATAN BÖLÜNMESİN” DİYEN AYDINLARI “TERÖRİST” İLAN ETTİ, “ERGENEKON”U İSE “TERÖR ÖRGÜTÜ” DİYE YAFTALADI

YA DA

TÜRKÖNE’NİN TEKLİFİNE “REST” DEDİK VE TEKLİFİ YÜKSELTİK: APO’YA DEĞİL, APO’NUN HAMİSİ FETULLAH GÜLEN’E “PAŞA”LIK ÜNVANI VERSEK, YIKICI, BÖLÜCÜ FAALİYETLERDEN VAZGEÇER Mİ

VEYAHUT

“BİZ UYURSAK HERKES ÖLÜR”, AMA “SEN UYURSAN SADECE SEN ÖLÜRSÜN” NOKTA?!
Makber Açılımı?!

“Nasıl indireceğini bilmediğin eşeği dama çıkartma!”
İran atasözü

*****

Zorunlu ikametçisi olduğum “Basın Ekspres Durağı”nın duvarlarına “Nefes” filminin afişi ile donatmışlar. Afişin göbeğine de “Sen uyursan herkes ölür” yazılı…
Madem öyle, bu anlamda “buz gibi” aklın ürünü birkaç izlenim notu daha…

*****

Bugünkü Milliyet’in manşeti, bir başka vazgeçilmez adam ile ilgili:
“MİT Müsteşarı Emre Taner!”

Görev süresinin tüm açılımlar bağlamında uzatıldığının altı çiziliyor.
Oysa ki, “devletlerin hayatında” temel kuraldır, yedeksiz çalışılmaz, hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Mezarlıklar, nice vazgeçilmez “VIP” isimle dolu!
Hülasa, tadında bırakmasını bilmek lazım!
Ezcümle, makber!
Nokta!

*****

Yeni Mahalle’de mukim, deneyimli bir hanım meslektaşımız diyor ki, bu dönem Özal, Demirel Aliyev döneminde farklı!
Haklı!
Her dönem kendi gerçekliği, “dekor şartları” ile gelir.
Ne var ki, tüm aşk filmleri aynı tema üzerine kurulur.
Zengin kız fakir erkek, ya da fakir kız zengin erkek!
Vs vs vs…
Demokrasinin 2000’li yıllarında, ana tema 100 yıl öncesinde olduğu gibi yine enerji…
Nokta!

*****

Gündem:
“Domuz Gribi!”
“Açılımlar!”
AKP gibi “domuz eti” yemekten korkan ama buna karşılık, “kul hakkı” yemekte hiçbir sakınca görmeyen, vatanı bölmek isteyen Firavun, Lut kavmi ile işbirliği yapan bir güruh için ne “ironik” tablo!
Domuz her türlü pisliği yiyerek beslenen bir hayvan!
AKP iktidarında o kadar çok “Ak vurgun” yapıldı ki, ortalık domuz ağılı gibi kokuyor.
Pislikten geçilmiyor!
Hülasa, “domuz gribi”; büyük bir finansal çöküş yaşayan Batı için “özel olarak üretilmiş” suni bir gündem! Vatandaşlar, kendi can dertlerine düşsün, ekonomik, siyasi meseleler ile ilgili fazla yorum yapmasın, baş ağrıtmasın diye üretilmiş bir istihbari obje ve/veya illüzyon! Hastalığın tam Türkçesi ise “Paçavra hastalığı”! Ölenlerin domuz gribinden öldükleri ise muamma! Ya da “Alın verin, büyük ilaç firmalarına can verin” kampanyasının Frenkçesi! Veyahut, AB çöktü, yabancılardan rahatsız! Kendi sınırları içinde yabancıların dolaşmalarını, çalışmalarını, kaynaşmalarını istemiyor. Sözün özü, “Yabancılar dışarı”nın Latincesi “Domuz gribi” oluyor!
Ezcümle, AKP de, domuz gribi benzer sebeplerle gündem değiştirmek için kullanıyor! Gerçek gündem; Atatürk Türkiyesi’ni bölmek parçalamak için yapılan “açılım”lar!

*****

2009 güz vakti…
BOP operasyonları bağlamında, “enerji” merkezli “istihbarat savaşları” yapılıyor.
“Post modern” bir “savaş” bu!
“Demokratik unsurlar”ı bir “araç” olarak kullanan “siyasi iktidarlar” üzerinden yürütülen!

*****

Demokrasinin 2000’li yıllarında, her türlü kepazelik “demokratik açılım” ve/veya “demokratlık” maskesi altında yapılıyor.
“Neden” diye soracak olursanız, usta gazeteci sevgili dostum İlker Sarıer’in ironik üslubunu ödünç alarak anlatmaya çalışayım:
Öncelikle…
“Üç artı bir” yani ABD, İsrail, İngiltere ve Fransa, Osmanlı coğrafyasında 22 devlete “demokrasi” getirmek, rejimlerini dönüştürmek amacı ile “BOP açılımı” yaptılar!
Demokrasiyi bir araç olarak kullanan BOP’çular, art arda “renkli devrim”ler ve/veya “post modern darbeler” ile sınırlarından içeri girdikleri ülkelerde “enerji bazlı demokratik açılımlar” yaptılar.
Yapılan “renkli devrimler”in Türkiye ayağına verilen kod isim ise “Turkuvaz”!
AKP bu bağlamda iktidara iliştirildi!
Sonra da bir “zehirli sarmaşık” gibi geliştirildi!
Şöyle ki:
* BOP’çular “demokrasi aşkı” uğruna önce Afganistan’ı ardından Irak’ı bombalayıp, Saddam’ı astılar! Kimyasal silah iddialarının hiçbiri doğru çıkmadığı halde, milyonlarca Iraklı demokrasi adına öldürüldü, işkenceden geçirildi.
* BOP’un Türkiye ayağında ise “demokrasi” adına Baykal, Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırıp TBMM’ye girmesini sağladı.
* Bahçeli, demokrasi adına Gül’ün, Çankaya Köşkü’ne çıkması için basamak oldu!
* Mehmet Ağar, demokrasi adına merkez sağı yıkıp, çöken AKP’ye sandıkta oy patlaması yaptırdı!
* Erdoğan, Gül, Gülen üçlüsü de, bu “demokratik katkı”nın altında kalmayıp, terörle mücadele eden ne kadar komutan varsa, ne kadar BOP Eş Başkanı AKP muhalifi var ise hepsini “Ergenekon” adı verilen “çakma terör örgütü”nün içine yerleştirip, ülkeyi darbecilerden temizledi!
* Ardından da, gerçek terör örgütü PKK’yı “Ak”ladı!
AKP karşı devrim yaparken ılık suda bıcı bıcı yapan bir zevat daha yeni uyanıyor.
Sıra kendilerine geldiği için geç de olsa ayıkıyor!
Ne diyelim!?
Hepinizin “geç” de olsa “sabah şerifleri” hayırlar olsun muhteremler!

*****

AKP, (MİT, AKP Özel Örgütü ve/veya F Tipi yapı üzerinden) “demokratik açılımlar” bağlamında şu “görüş”ü inşa etmeye çalışıyor:
“Erken seçime gidiyoruz. Bölgede sadece AKP ve DTP var. Anayasa Mahkemesi DTP’yi kapatacak, böylece tüm oylar AKP’ye gelecek! Demokratik açılımın içini bilerek boş bırakıyoruz!”
Siyasi partileri ateşleyen şey, oy olabilir!
Medyayı ise tiraj, reyting vs…
Devletler, oyla yönetilmez, buz gibi akılla, “liyakat”la, tecrübe ile real-politik ile yönetilir!
Sadece hükümetler oyla seçilir, gelir, gider!
Oy için devletin güvenliği tehlikeye atılmaz, atılamaz!
AKP’nin örgütünü motive etmeye çalıştığı argüman, Türkiye’yi iç savaşa götürür!
Görünen o ki, PKK’nın başaramadığı Kürt / Türk ayrışmasını AKP iktidarı “açılımlar” üzerinden başarmak üzere!
Açılımların bu üslupta devam etmesi halinde, at izi it izine karışır!
Kürt / Türk kardeşliğine gölge düşer!
Nokta!

*****

Fetullah Gülen’in bebesi, eski ülkücü Mümtazer Türköne, Apo’yu affedip, “Paşa” yapmayı teklif etmiş!
“Rest” diyorum.
Teklifi yükseltiyorum:
Bırakın İmralı’da hapis yatan Apo’yu bir kenara, Fetullah Gülen’e “Paşa”lık payesi versek, kula kulluk etmekten vazgeçer mi?!
Atatürk Türkiyesi’ni bölüp parçalamak isteyenlerle işbirliğinden geri adım atar mı?!
Nokta!

*****

“Demokratik açılımlar” bağlamında, 2010 Türkiye olası bahar tablosu:
12 Eylül 1980 öncesi şartlar olgunlaşmış.
Kürt / Türk ayrışması, çatışması yaşanmakta…
27 Mayıs 1960 şartları olgunlaşmış:
AKP diktatörleşmiş, AKP karşıtları için Türkiye yaşanmaz ülke olmuş! AB’den kopup, İran’a yaslanmış… Makas değişikliği…
28 Şubat öncesi şartlar olgunlaşmış…
Kurgu olan gerçek olmuş, AKP karşı devrimi tamamlama sürecine girmiş.
Hülasa, çakma demokrasi nutukları ata ata bir yere kadar değil mi?!
Ezcümle, doğada olduğu gibi “siyaset bilimi”nde de her şeyin bir doyma noktası var. İşte buna “zihinsel çelişki” diyorlar. Vatandaş, seçmen sizi bir yere kadar takip ediyor, sonra söz ve eylem tutmadığında ayrışma başlıyor. Terörist diye paşaları içeri atıp, PKK’yı affetmek… Yolsuzlukla mücadeleye ediyorum deyip, ak vurgunların altına imza atmak… Demokratik açılım yapıyoruz dedikten sonra, AB rotasını savunan bir medya organına milyar dolarlık vergi cezası kesmek, sadece bu örneklerden birkaçı…
Nokta!

*****

Bu anlamda bir başka soru:
PKK’nın lider kadrosu, ABD tarafından “uyuşturucu kaçakçısı”, “baronu” ilan edilmiş ise bu kadronun AKP içindeki işbirlikçileri kim (İhsan Arslan) ya da kimler olabilir?!
Ağzına kadar narkotik mamülle uluslararası sularda “gemiciği” yakalanan büyük devlet adamı hangi isim olabilir?!
Bu arada, uyuşturucu kaçakçısı ilan edilen PKK’nın lider kadrosunu, hangi üçüncü ülke şu saatten sonra kabul edebilir?!

*****

AKP, Ergenekon davasını Apo, PKK’ya bağladı!
Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’i Apo’lu kareler üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışıyor!
Ama aynı AKP, her nedense “Apo’nun verdiği yol haritası” ile “demokratik açılım” yapmaktan geri kalmıyor!
Bu durumda ne düşünmeliyiz?!

*****

Hızla “Kritik Aralık”a doğru yaklaşıyoruz.
ABD, Bush zamanında dibe vuran imajını, çakma zenci Obama üzerinden onarmaya çabalıyor.
Bu nedenle dünya kamuoyu önünde ipleri geren ülke olmamaya özen gösteriyor.
Perde arkasında ise her türlü provokasyon tüm hızı ile devam ediyor.
Küresel sermayenin adamı Ahmedinecad’ın İsrail üzerinden ipleri germesini bıyık altından gülerek izliyor.
İran da oynanan bu oyunu uyanmış olacak ki, bugün Hürriyet’in manşetinden nükleer bomba haramdır diyor.
Oynanan oyun çok açık!
ABD, “kötü adam” olmadan, İran’ın vurulması ile ilgili şartların olgunlaşmasını bekliyor.

Görünen o ki, Obama’nın defasnsif devlet yönetme anlayışının, Rusya’nın, İran’ın önünü açan Başkan’lık anlayışının sonu, yeni bir Kennedy vakası ile son bulacak! Bu adımın ilk ayağı Michael Jackson’un ölümü idi.
Nokta!

*****

TSK, Hilmi Özkök döneminde tepeden tırnağa yolsuzluk soruşturmasından geçti.
Yapılan geriye dönük incelemelerde, Erdoğan’ın askerlik yaptığı döneme dair tutulan “Kantin hesapları”nda açık çıkmış.
Kayıp olan fark, Ülker’in bayi defterinde gözüküyor.
Görünen o ki, sınırdan geçen PKK’lıların askere alınmalarının ardından, Erdoğan’ı da benzer bir son bekliyor.
Nokta!:))

*****

Ve…
Son olarak…
Sen uyurken…
BOP’çular AKP’nin eli ile Türkiye’yi “Turkuvaz” renge boyamaya çalıştılar.
Sen uyurken…
Biz, korkmadan BOP’un tüm gizli planlarını deşifre ettik!
Sen uyurken…
AKP’nin tüm ak vurgunlarını kalem kalem yayınladık!
Ahlaksız pazarlıkları ortalığa saçtık!
Sen uyurken…
7 yıldızlı yaşam hayalleri kurarken…
Bölünmek, parçalanmak, yok edilmek istenen Atatürk Türkiyesi’ne “Ölmek var, sürünmek var ama Atatürk Türkiyesi’nden dönmek yok” diyerek, milyonda bir’ler olarak, adı sanı olmayan milyonlardan biri olarak, bizler sahip çıktık.
Bu yüzden, sırf bu yüzden mağdur edildik.
İşsiz, evsiz bırakıldık, hacizlerle yüz yüze kaldık!
Sen uyurken…
Kirli planlarını deşifre ettiğimiz hainler bizleri öldürmek, yok etmek istedi.
Ama tüm çabalarına rağmen bu emellerine ulaşamadılar.
Sen uyurken…
Bu defa bizi, Atatürk Türkiyesi’ne sahip çıkıyoruz, davadan vazgeçmiyoruz diye “terörist” ilan etmek istediler.
İçinizden kimileri “verilen mücadeleye” dudak büküp, “biz aldığımız paraya, işimize bakarız, AKP ile derdimiz yok” derken, BOP Eş Başkanı Gül&Gülen&Erdoğan üçlüsü; bizleri “sabahın kör vakti toplatıp”, sırf BOP’a karşıyız diye tüm kirli pazarlıkları deşifre ediyoruz diye ifademizi almak için terörle mücadele şubesine götürtmek ile meşguldü.
Sen uyurken…
Biz uyumadık!
“BOP Eş Başkanı AKP” karşıtıyız diye, çalmalarına, satmalarına göz yummuyoruz diye bizi “terörist” ilan edenler, hakimi savcıyı “gerçek teröristler”in ayağına gönderip, yıldırım hızı ile “ifadelerini aldırıp, serbest bırakmakta hiçbir sakınca görmediler!
Sen uyurken…
PKK aklandı!
PKK, AKP ile mücadele edenler terörist ilan edilmek istendi.
Sen uyurken…
AKP, Atatürk Türkiyesi’ni yıkıp yerine “turkuvaz” renkli Fetullah Gülen devletini kurmak için rejimin altını oymaya devam etti.
Sen uyurken…
AKP, F Tipi yapı, zehirli bir sarmaşık gibi devletin dörtbir yanını sardı!
Sen uyurken…
AKP iktidarında, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde söylediği ne varsa hepsi gerçek oldu!

Sen uyanırken…
AKP “demokratik açılımlar” adı altında “Neo Sevr Planı”nı kuvveden fiile geçirmek ile meşguldü. Büyük Kürt devleti, büyük Ermeni devleti, Patrikhane açılımı bağlamında İstanbul "şehir devlet" artık rüya değil!
Sen gaflet uykundan uyanırken…
Kiminiz yurtdışına kaçarken, demokrasiyi bir araç olarak gören AKP, insan zekası ile alay eden demokrasi nutukları atıp, laik sermayeye milyar dolarlık vergi cezaları kesmek ile meşguldü.
Anlaşılan o ki, artık ağızlarda tad kalmadı!
Her şey limoni!
Sözün özü:
Madem geç de olsa uyandınız!
O vakit son kez söylüyorum:
Biz uyursak herkes ölür!
Sen uyursan sadece sen ölürsün!
Uyuma uyanık kal!
Atana, vatanına, laik rejimine, devletine, malına, canına sahip çık!
Nokta!


Hayrullah MAHMUD

21 Ekim 2009 Çarşamba

GÜNÜN ÖZDEYİŞİ!


Fermuar dergisinden mükemmel bir Özdeyiş!!!..
"Elinden gelse var ya,
Recep Cumhurbaşkanı olur,
Tayyip Başbakan kalır!"




Bu Özdeyiş'e Emin Çölaşan'dan cuk oturan bir ilave.
"Elinden gelse var ya,
Recep Cumhurbaşkanı,
Tayyip Başbakan,
Erdoğan Genelkurmay Başkanı!"

ERDOĞAN-TALAT TELEFON GÖRÜŞMESİ


Erdoğan - Talat telefon görüşmesinin metni için haberimizin devamını okuyunuz.

Ses kaydını dinlemek için bağlantıya tıklayınız.


Tayyip Erdoğan- Bizim değerlendirmeleri, yani iyi yapmamız lazım…

Mehmet Ali Talat- Tabii.

Erdoğan- Çünkü bundan sonraki süreci iyi işletmemiz lazım…

Talat- Doğrudur, doğrudur.

Erdoğan- Ve işte, Serdar'ın havasını, tutumunu görüyorsun.

Talat- Evet, evet, evet!

Erdoğan- Yani oradaki hükümet şeyini de tabii…

Talat- Maalesef

Erdoğan- iyi korumamız lazım. Çünkü…

Talat- Evet, onu düşüneceğiz biraz daha bakalım ne yapabiliriz,

Erdoğan- Hani öfkeyle kalkan zararla oturur şeyinde…

Talat- Yo, hayır tabi…

Erdoğan- Öyle bir şeye de düşmemek lazım. Ama… Tabi duygusallık hâkim şimdi onlarda…

Talat- Tabi, doğrudur.

Erdoğan- İstedikleri kadar sezdirmemeye çalışıyorlar ama, tabi öyle değil, o hâkim, çünkü ilk yaptığı açıklama falan mesela çok duygusaldı, şimdi yaptığı açıklama daha farklı.

Talat- Evet, evet

Erdoğan- Yani, biraz daha firene basmış gibi bir hali var.

Talat- Doğru, doğru… Ben, şey tabi, önce teşekkür edeyim, çok büyük bir destek verdiniz Kıbrıs Türk halkına.

Erdoğan- Sağ olun, sağ olun!

Talat- Sağ olun. Halkım adına söylüyorum bunu, yani, çok büyük bir destek.

Erdoğan- Sağ olun!

Talat- Çok teşekkürler… İkincisi, eee, şeyi söylemek istiyordum, buu… Yani bu şimdi dünyanın, Avrupa Birliği'nin, Birleşmiş Milletler'in, bize işte ambargoları gevşetelim, yumuşatalım falan gibi yaklaşımları bizi tatmin etmez. Biz çözüm istiyoruz, sizin vurguladığınız gibi hep. Yani hedef çözümdür.

Erdoğan- Şimdi, burada işte sayın Talat, bir şeye çok dikkat edeceğiz. Şimdi o nihai çözüm diyebileceğimiz çözüm, tabi bu birden gelmeyebilir.

Talat- Tabii tabii.

Erdoğan- Onun için şimdi, bu bir süreç başlıyor…

Talat- Doğru, doğru…

Erdoğan- Onun için, şimdi biz bu başlayan süreci kendi kontrolümüze getirebilmeliyiz.

Talat- Tabi

Erdoğan- Yani başkalarının kontrolünden çıkarmamız lazım.

Talat- Tam da bunu söylüyorum! Tam da bunu söylüyorum. Onun için vizyonumuzu kaybetmeden, yani çözüm vizyonumuzu kaybetmeden…

Erdoğan- Hiç asla onu kaybetmeden, mesela ben şimdi nasip olursa 6'yla 8'i arasında Yunanistan'a gideceğim…

Talat- Ne zaman?

Erdoğan- 6'sıyla 8'i arasında.

Talat- Öyle mi… çok iyi, çok iyi!

Erdoğan- Evet, evet.

Talat- Ben de 27… 27'si, 28'inde galiba… 27-28'inde Avrupa Parlamentosu Savunma ve İnsan Hakları Komisyonu'na referandum sonuçlarını değerlendirmek üzere davet edildim.

Erdoğan- Bunlar önemli şeyler işte… Talat- Tabii tabii… tabii. Erdoğan- Şimdi bak, şu anda Amerika'nın Kuzey Kıbrıs'a uçak indirmesi…

Talat- Evet

Erdoğan- düşüncesi… Güneyden Birleşmiş Milletler'in temsilciliğini kapaması kararı…

Talat- Hı hı… Hayır ama o başka bir şeydir ha…

Erdoğan- Ama şimdi…

Talat- Yani o temsilciliğin kapanması, biliyorsunuz, yani görüşme süreci bittiği içindir.

Erdoğan- Şimdi… Tamam, da şu var ama. Şimdi bütün bunların olmasını dünya kamuoyu, Türkiye ve Kıbrıs, yani Kuzey Kıbrıs çok farklı değerlendirir.

Talat- Hı hı…

Erdoğan- Lehte değerlendirir… Yani bunlar psikolojik netice itibariyle bize çalışır…

Talat- Tabii tabii… Ama şey çok güzel bir açıklama yaptı. Duydunuz herhalde. Kofi Annan'ın mesajını De Soto aktardı… Çok nefisti!

Erdoğan- Tabi tabi…

Talat- Teşekkür etti. Bize, Türkiye'ye vesaire… Çok güzeldi!

Erdoğan- Yani süreç şu anda lehte…

Talat - Evet çok lehte…

Erdoğan- Şimdi işte Aralık 2004'e kadar biraz sabırlı gitmemiz lazım.

Talat- Doğru, doğru…

Erdoğan- Yani o şeyi mesela, devlet mevlet işini hiç biz dile getirmeyelim. Başkaları getirsin dile…

Talat- Neyi, neyi neyi?

Erdoğan- Yani "iki devlet olarak tanımanız lazım", şudur budur… bunu!

Talat- Ha.. o çok zor, yani elde edilemeyecek şeyleri şimdi atmamak lazım!

Erdoğan- Hiç dile getirmeye gerek yok!

Talat- Evet, evet, evet!

Erdoğan- Bizim şimdi ilk etaptaki olayımız ambargolar.

Talat- Tabii, tabii, tabii… Ama…

Erdoğan- Bütün olay o…

Talat- Ama tabi lütfen şeyi hiç unutmayalım, çözümü.

Erdoğan- Bak ne diyorum…

Talat- Tamam…

Erdoğan- şimdi bunu düşünme sen…

Talat- Tamam, biliyorum, biliyorum…

Erdoğan- Mesela şimdi referandumu soruyorlar…

Talat- Biliyorum biliyorum.

Erdoğan- Bence hiç şimdi referanduma bizim yeşil ışık yakmamızın anlamı yok…

Erdoğan- Şey noktasında da bence 1 numarayla fazla dalaşma.

Talat- Kiminle?

Erdoğan- Yani… 1 numarayla, 1 numarayla.

Talat- Haaa… Yok… Şimdi bakın…

Erdoğan- İlkeyi, ilkeyi koyuyorsun ortaya ya… Bak şimdi bana sordular bu akşam, ben şunu söyledim…

Talat- Dinledim, dinledim dinledim.

Erdoğan- Ha dinledin değil mi… Yani o bir şeyi savundu.

Talat- Ama, ama… Ama bakın şimdi size bir şey söyleyeyim…

Erdoğan- Halk da yüzde 65'le karşısına dikildi. Olay budur.

Talat- Şimdi benim bütün maksadım şu. Bir kere Denktaş'la bu yeni diplomatik atak sürecini sürdüremeyiz.

Erdoğan- Zaten o artık…

Talat- Çünkü o insan orda… O orda olduğu sürece, resmin ortasında, bence kimse bize rağbet etmez.

Erdoğan- Mehmet Ali bey ben size bir şey söyleyeyim mi? Artık o bitmiştir!

Talat- İşte onu diyorum… Ben de onu söylüyorum.

Erdoğan- Yani onun… Ama artık onu sizin söylemenize gerek yok artık. Yani şu anda o artık muhatap olmaktan bile çıkmıştır!

Talat- Evet.. Yani onu… şey… ıııı.. Kaale almayacağız… Başka çaremiz yok.

Erdoğan- Tabii canım ya… Yani hayır yani, sizin onu şey yapmaya, söylemenize bile gerek kalmıyor artık. Dünyada o bütün itibar kaybına girdi. Nerede Burgenstock'da bir defa… Bitti o.

Talat- Doğru, doğru, tamamdır.

Erdoğan- Tabii, tabii tabii.

Talat-Tamamdır, tamamdır. Katılıyorum.

Erdoğan- Oldu.

Talat- Oldu peki.

Erdoğan- Peki. Sağolasın. Hayırlı akşamlar.

Talat- Kolay gelsin. Hayırlı akşamlar

Erdoğan- Hayırlı geceler.

AÇILIMI BİRAZ DAHA AÇMAMIZ LAZIM!!!!!!!


Teslim olan PKK'lıların duruşlarına, giyim-kuşamlarına, hal ve ahvallerine baktıktan sonra utandım. İnsanlığımdan utandım; Kürt vatandaşlarımız adına utandım; DTP adına utandım.. Ülkelerine dönen o zavallı insanların durumunu gören insanlık da utanmıştır herhalde. Yazıklar olsun ki onları birer kahraman gibi karşılayanlara!..


İŞTE PKK’LILARIN TEMSİLCİLERİ!


Öcalan’ın emri ile Türkiye’ye gelen PKK’lıları krallar gibi karşılayan, bir nevi kahraman ilan edilen PKK’lılar işte bunlar… Bunlar demek ki DTP’nin çığırtkanlık yaptığı, yollarına canlarını, mallarını koydukları kahramanlar.
Dikkat ettiniz mi; teslim olanlar arasındaki PKK’nın kahramanlarına?. O duruşlarına, konuşmalarına, perişanlıklarına, üstlerinin – başlarının rezilliğine dikkat ettiniz mi? PKK’nın kahramanlarını utandım, Kürtler adına utandım; bunların Türk vatandaşı olamayacağı kanaatına vardım ve “yazıklar olsun” dedim.


Bu kadar paspaya görüntü içinde olan 34 PKK’lı bunların temsilcisi ise; bunlar, böylesine miskin görüntülü insanları bir kahraman edasıyla önümüze sürdüklerine göre bu tür insanlarla bizim barış ve huzur içinde oturmamız ve birlikte yaşamamız asla söz konusu değildir.


Hele hele Öcalan gibi bir katil başının emri ile gelmiş, milletimize ve devletimize kafa tutarcasına hal ve hareketlerin içine bu zihniyetle biz bir arada olamayız.


Biz onca şehit vermişiz, gazilerimiz kahramanlıkları ile övünürlerken, barış ve kardeşlik uğruna, barış ve huzur yolunu ararken edepsiz hareketlerin sergilenmesi ve isyankar davranışlar içinde bulunmalarına benim tahammül etmem asla söz konusu olamaz.


Ya peki ne olmalı?...


Kahraman Türk ordusu ne güne duruyor?.


Bakıyorum da bazı kürt vatandaşlarımız hiç utanmadan ordu PKK ile baş edemedi diyecek kadar ileri gidiyor. O halde ben de diyorum ki; barış muruş olmaz bunlarla…


HAYDİ ORDU GÖREVE, KIRIN ZİNCİRİ VE YOK EDİN BU PKK BELASINI TEMELİNDEN.. YOKSA BİZİM MİLLET OLARAK SABRIMIZI BİTİREBİLİR VE BİZ ÖRGÜTLENİP BU VATAN İÇİN, BU MİLLET İÇİN, GAZİLERİMİZ, ŞEHİTLERİMİZ İÇİN DÜŞERİZ YOLLARA, ÇIKARIZ DAĞLARA.

“1919 yılında, dünyada 40 milyon kişi ‘grip’ten öldüğünde, bir doktor, birçok çiftçiyi griple mücadelede yardım amacıyla ziyaret eder. Birçok çiftçi ve ailesi grip kapmıştır ve birçoğu ölürler. Doktor ziyaretlerine devam eder ve bir sürprizle karşılaşır, ziyaret ettiği bir çiftçi ve ailesi çok sağlıklıdır.
Doktor böyle olabilmesi için aileye herkesten farklı ne yaptıklarını sorar ve cevaben çiftçinin hanımı odaya, bir tabak içine ‘soyulmamış’ bir ‘soğan’ koyduklarını (muhtemelen diğer odalara da) söyler. Doktor buna inanamaz ve bu ‘soğan’lardan birini alarak laboratuvarda mikroskop altına koyarak inceler ve ‘soğan’ın içinde ‘grip’ virüsünü görür. ‘Soğan’ açıkça ‘grip’ bakterisini absorbe etmiş, emmiştir ve bu sayede de aile sağlıklı kalmıştır.
Bu hikâyeyi kuaför dostumdan duydum. Geçen yıl dükkânına çukur bir tabak içinde bir ‘soğan’ yerleştirir. Ve büyük bir sürpriz yaşar, o yıl hiçbir personeli ‘grip’ olmamıştır. O işe yaramıştır... (Hayır, şimdi o sanıldığı gibi bir ‘soğan’ işinde değildir.)
Bu öyküden alınacak ders, bir miktar ‘soğan’ almanız ve evinizin çevresinde bir yerlere yerleştirmenizdir. Ne olduğunu görmek için onu deneyin. Biz geçen yıl onu denedik ve asla ‘grip’ olmadık.”
(Atalay Dönüm’den)
21 Ekim 2009
Yalçın BAYER/Hürriyet

16 Ekim 2009 Cuma

Türkiye Kupası play-off kuraları 19 Ekim'de çekilecek


Türkiye Kupası play-off müsabakalarının kuraları 19 Ekim 2009 Pazartesi günü Ataköy TMOK Olimpiyatevi'nde çekilecek. Saat 13.00'te başlayacak kura çekimine, play-off aşamasında mücadele edecek 32 kulübün temsilcileri ile TFF yetkilileri katılacak.


Türkiye Kupası play-off aşamasında, 2. kademe maçları sonucu tur atlayan 18 takım, 2008-2009 sezonunda Turkcell Süper Ligi 5-15 arasında tamamlayan 11 takım ve Turkcell Süper Lig'e yükselen 3 takım mücadele edecek.


2. kademede tur atlayan 18 takım:


ADANASPOR A.Ş.
ALTAY
BELEDİYE VANSPOR
BUCASPOR
ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş.
DENİZLİ BELEDİYESPOR
GİRESUNSPOR
GÜNGÖREN BELEDİYESPOR
KARŞIYAKA
KASTAMONUSPOR
KAYSERİ ERCİYESPOR
KONYA ŞEKERSPOR
MERSİN İDMANYURDU
ORDUSPOR
SAMSUNSPOR
TARSUS İDMANYURDU
TOKATSPOR
YALOVASPOR


Play-off'a direk katılacak 14 takım:


ANKARASPOR A.Ş.
ANTALYASPOR A.Ş.
BURSASPOR
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESPOR
DENİZLİSPOR
DİYARBAKIRSPOR
ESKİŞEHİRSPOR
GALATASARAY A.Ş.
GAZİANTEPSPOR
GENÇLERBİRLİĞİ
KAYSERİSPOR
KASIMPAŞA
MKE ANKARAGÜCÜ
MANİSASPOR

13 Ekim 2009 Salı

Domuz gribi ile mevsimsel gribi karıştırmayın


Grip türleri arasındaki farkı ayırt etmek giderek güçleşiyor. Özellikle mevsimsel grip ile domuz gribi arasındaki farkları ayırt etmek, hem toplum, hem de sağlık çalışanları açısından gerekli tedavileri hızla başlatabilmek için kritik bir önem taşıyor.


Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Cem Sungur, “Mevsimsel influenza aşısı domuz gribine karşı koruyucu değildir ama belirtilerini anlamak açısından faydası dokunabilir” diyor.


Altı ay gibi kısa bir sürede dünya genelinde büyük bir paniğe neden olan “Domuz Gribi” yani influenza A (H1N1) bu kışın en büyük salgınlarından biri olacak gibi görünüyor. Kış mevsiminin gelmesiyle özellikle mevsimsel griple domuz gribini birbirinden ayırt etmenin zor olacağına dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Cem Sungur, “Eğer mevsimsel Influenza aşısını olması gereken kişiler şimdiden aşılanmazsa, toplumda her iki enfeksiyonun bir arada yaygınlaşması birçok sorun yaratacak” dedi.


Domuz gribi vakası için olağan grip aşısının koruyucu olmayacağını ancak bu hastalıkla mevsimsel gribin ayırt edilmesinde yardımcı olacağına dikkat çeken Prof. Dr. Cem Sungur, hastalıkla ilgili soruları şöyle yanıtladı.


Sizce influenza A (H1N1) tanısında güçlükler yaşanacak mı?


Ülkemiz açısından düşünüldüğünde, konuşma dilimize yerleşmiş olan “grip” teriminden kaynaklanan yanlış anlamalar olabilir. Grip denildiğine nezleden zatürreye kadar değişen her türlü solunum yolu enfeksiyonu anlatılmaya çalışılıyor. İnfluenza A (H1N1) ise belirli bir virüsün neden olduğu, temel olarak solunum sisteminde görünen ama vücudun tümünde sorunların başgöstermesiyle kendisini belli eden bir enfeksiyondur. Salgın sırasında olası hastaların belirlenip tedavi ve önlemlerin bir an önce başlatılabilmesi için standart tanımlar kullanılır. Bu nedenle influenza belirtilerinin hem toplum hem de sağlık çalışanları tarafından çok iyi bilinmesi gerekiyor. Aksi taktirde gereksiz panikler yaşanabilir ve sağlık sistemi aşırı yüklenebilir.


Tedavisinde sorunlarla karşılaşılacak mı?


Virüsler ve bakteriler arasındaki farkın çok iyi anlaşılmaması sorunlara neden olabilir. Söz konusu salgına influenza virüsü neden oluyor ve antibiyotikler virüslere hiçbir etki göstermiyor. Bu nedenle gereksiz yere antibiyotik kullanılması, hem yalancı bir güven hissi uyandırdığından, hem de yan etkilere neden olacağından tedavide aksama ve gecikmelere neden olabilir.


Mevsimsel grip aşısının koruyucu bir etkisi olacak mı?


Mevsimsel influenza her yıl olduğu gibi tatil bitip okullar başlayınca toplumda yaygınlaşacak. Yıllardır olageldiğimiz grip aşısının bu yeni virüs açısından koruyuculuğu yok. Ama bu sene mevsimsel grip aşısının değeri her zamankinden daha fazla. Mevsimsel influenza ile bütün dünyada yaygınlaşan influenza A (H1N1) enfeksiyonunu birbirinden ayırt etmek zor olacak. Eğer mevsimsel Influenza aşısını olması gereken kişiler, şimdiden aşılanmazsa, toplumda her iki enfeksiyonun bir arada yaygınlaşması birçok sorun yaratacak.


Genelde influenzanın, özelde domuz gribinin en korkulan komplikasyonu hangisi?


Influenza virüsleri vücuda girdikleri zaman solunum sistemi hücrelerine yerleşerek hasar meydana getirmeye başlıyorlar. Ayrıca vücudun bağışıklık sistemini uyararak iltihaplanma yapan birçok kimyasal maddenin üretilmesine neden oluyorlar. Bu kimyasal maddeler zaten hasarlı solunum sistemine ulaşınca solunum yolları tıkanıyor, vücuda oksijen alınamaz oluyor ve solunum yetmezliği gelişiyor. Yoğun bakım ortamında ve bir solunum aygıtı aracılığıyla tedavi gerektiren bu sorun influenza sonucu gelişen ölümlerin asıl nedenidir. Şu ana kadar Güney Amerika, Avustralya ve ABD’de hastalanan insanlardan elde edilen veriler, solunum yetmezliği açısından özellikle risk altında olan bazı insanların olduğunu gösteriyor:


1) Gebeler
2) Lohusalık dönemindeki kadınlar
3) Kilosu fazla olan insanlar (obez kişiler)
4) Virüsün dolaşım sistemine çok miktarda geçtiği ve başka sağlık sorunları olanlar.


Dolayısıyla Influenza A (H1N1) aşısı kullanıma girdiğinde öncelik tanınacak bireyler de bu tanıma uyan kişiler olacak.


Yeni influenza virüsü akciğerler dışındaki organlarda sorun yaratabiliyor mu?


Influenza A (H1N1) virüsünün salgın yaptığı ülkelerdeki deneyimler, ikinci önemli komplikasyonun çocuklarda görülen merkezi sinir sistemi sorunları olduğunu gösteriyor. Özellikle beyin dokusunun iltihaplanması anlamına gelen “ansefalit” geliştiği zaman, hastalar genellikle kaybediliyor. Bu nedenle Influenza enfeksiyonu sırasında bilinç durumunda değişiklik, havale veya vücudunun bir bölgesinde güçsüzlük gelişen hastaların hemen bir sağlık merkezine başvurmaları gerekiyor.


Ateş, influenzanın en önemli belirtisi.


Tedavisinde nelere dikkat edilmeli?


16 yaşından küçük çocukların ve emziren annelerin ateşi düşürmek için aspirin veya aspirin içeren ilaçları almamaları gerekiyor. Çünkü aspirin alındığında, ender olarak ortaya çıkan ama geliştiği zaman da ölümcül olabilen bir başka hastalık, Reye Sendromu, ortaya çıkıyor.


Influenza başka enfeksiyonlara yatkınlık yaratıyor mu?


Yine ülkemizde daha yoğun yaşanması beklenen sorunlardan birisi de influenzanın hasar verdiği solunum sisteminde gelişen zatürreler. Hastaların Influenza’yı atlatmalarının hemen arkasından ortaya çıkan ikinci bir ateşlenme ve balgamla birlikte olan öksürük bu önemli sorunun habercisi. Ülkemizde yüksek orandaki sigara tüketimi sonucu gelişen kronik solunum yolu hastalıkları bu soruna yatkınlığı daha da artırıyor.


Aşı olmazsak ölümler gerçekleşecek

İşte tek gecelik ilişkilerin sebebi

Cinsellik Türkiye’de öyle bir hal aldı ki… Bir yönde hala prezervatif almaya utananlar, diğer yanda tek gecelik ilişkileri artık bir alışkanlık haline getirenler. Durum böyle olunca uzmanlar da cinselliğin bugün geldiği yeri tartışmaya devam ediyor.

Cinselliği Türkiye’de ikiye ayırmak gerekiyor. Bir tarafta erkekler kadar özgür kadınlar varken diğer tarafta orgazmın hala ne olduğunu bilmeyen kadınlar var. Bu durumda uzmanlar da hem çiftlerin cinsellik hakkındaki bilgisizliğini aşmaları yönünde uyarıyor hem de cinsel özgürlük devriminin getirdiği toplumsal sorunlarla uğraşıyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz Uzman Psikolog Alanur Özalp, modern dünyada cinselliğin geldiği boyutu anlattı.

Günümüzde kadınlar da artık çok rahat bir şekilde erkekleri bir gecelik ilişki olarak görüyor ve sadece cinsel duygularını bastırmak için bir erkekle beraber olup sabah onu unutabiliyor. Bu durum toplumda ne tür sorunları beraberinde getiriyor?

İnsanlar büyük şehirlerde çok yalnız. Bu nedenle de tek gecelik ilişkileri tercih ediyorlar. Fakat bu tek gecelik ilişkileri tercih ettiklerinde erkek veya kadın olarak cinselliği bilmedikleri anlamına gelmiyor. Burada bir tehlike yok. İnsanlar birbirlerini kullanmıyorlarsa bir zarar yok. İki taraf da hazırsa, korunma tedbirleri de alınıyorsa sorun yok. Şartlar bunu getiriyor.

Modern toplumun gereği olarak kadınlar da artık erkekler gibi yatakta hakimiyeti ele almak istiyor. Bu durum erkeğin psikolojisini ne yönde etkiliyor?

Bu durum erkek psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. Çok bilinçli erkeklerde de “erkek benim, üstte olacak benim” gibi bir bilinç yerleşmiş. Cahil insanlarda bu daha büyük tehlikelere mal olabiliyor. Cinayetler işlenebiliyor. Genel olarak baktığımızda burada bir eşitlik olsun diyoruz. Orgazm olma söz konusu olduğunda her ikisi de orgazm olsun, her ikisi de kendini iyi hissetsin istiyoruz. Bu konuda bilgi eksikliği var.

Bu değişimin en büyük sebebi ne olabilir?

İnsan yalnızlığını ortadan kaldırmak için ilk gördüğü kişiye aşık olmuyor ama tek gecelik ilişkilere itilebiliyor insanlar.

Cinselliği bu kadar özgürce yaşamak evlilik düşüncesini de kafalardan uzaklaştırmıyor mu?

Uzaklaştırıyor fakat bunun olabilmesi için iki kişinin de ekonomik özgürlüğünü kazanmış olması gerekiyor. İstediğim zaman istediğim erkekle birlikte olurum, istemiyorsam olmam diyebilecek kadınların bunu söyleyebilmesi için para kazanıyor olması gerekiyor. Bu aynı zamanda erkek için de geçerlidir.

“Evlendik iş bitti, evlendik seks bitti diye düşünülmemesi lazım”

Türk insanı evlendikten sonra seksi nasıl yaşıyor?

Türk insanı seksi çok iyi bilmiyor. Biraz korkuyor, biraz kafası karışık. Tat almanın, hak etmediği bir şey olduğunu düşünüyor. Başkaları yapıyor kıskanıyor, ama kendisi konusunda bir zorluk var. Evlendik iş bitti, evlendik seks bitti diye düşünüyor. Seks senin de hakkın, doğal bir şey, yemek yemek kadar doğal bir ihtiyaç, bundan utanmak gerekmiyor. Fakat birçok kadın kocasından utanıyor, seksten utanıyor. Seks iki kişinin birbirlerine giriş yapmaları değil, dokunma, fantezi gibi bu işi zevkli hale getirmektir.

İyi bir cinsel yaşam haftada kaç kez seks demek?

Uzmanların söyledikleri kadarıyla haftada iki defadan az olmamalı. Az olma noktasını koymak üstünü de kişilere bırakmak gerekiyor. Günde üç olabilir, her gün de olabilir.

Aynı anda orgazm olunmaz


Orgazm konusunda yaşanan sorunlar neler?

Herkes aynı anda orgazm olalım istiyor. Aynı anda orgazm olmak gerekmiyor. Böyle yanlış bir bilgi var. Böyle bir doğru yok. Genellikle erkekler ilişki bittiğinde arkasını döner, uyurlar. Erkeğin fiziksel doğasından kaynaklanan bir durum var. Çünkü erkek orgazm olduğunda tamamen bitmiş oluyor. Yorulmuş oluyor ve arkasını dönüp, yatıyor. Fakat kadındaki duyarlılık hala devam ediyor. Bunun için erkeğin kadının bu özelliğini bilmesi gerekiyor. Kadının da erkeğin bu özelliğini bilmesi gerekiyor. Kadın bir şeyleri yanlış yaptığını düşünüyor, alınıyor ve küsüyor. Öbür tarafta erkek de kadının ilişki bittiğinde duyarlılığın sıfırlandığını anlatması, söylemesi gerekiyor. Böyle olmasına rağmen kadının duyarlılığı hala devam ediyorsa en azından kadına sarılarak bu gayreti göstermek gerekiyor.

Cinsellikte erkeklerin yaşadığı en büyük sorun nedir?

Biz bir araştırma yapmıştık neredeyse erkeklerin yüzde 80’inde erken boşalma sorunu olduğunu gördük. Ama erkeklerin çoğu “Aman, boşver” diyorlar. Bunu çözülmesi gereken bir sorun olarak algılamıyorlar. Kadınlar da bunun bir yardımla ortadan kaldırabileceğini bilmiyorlar. Bir psikolog terapisiyle bu sorundan kurtulabileceklerini bilmiyorlar. Bilseler, birlikte gidelim diyecekler belki. Biliyoruz ki Türkiye’de kadınların büyük çoğunluğu ömründe orgazm olmamış.

Mastürbasyon hala bir tabu mu?

Kişiler kendilerini uyarabileceğini de bilmiyorlar. Doğru kaynaklara baktığımızda ilişki içinde karşılıklı çiftlerin birbirlerine yaptığı cinsel doyumlar varsa bu doyumlarla birlikte kişisel doyumların da devreye girdiğini görebiliyoruz. Ama biz de bunlardan da korkuluyor. Ben hastalarıma sorduğumda birçok genç kadının “hiç mastürbasyon yapmadım” dediğini duyuyorum. “Ben kendime dokunamam” diyen bir sürü kadın var. Böyle olunca da orgazm olmak oldukça zor oluyor. Böyle durumlarda profesyonel kişilerden yardım istemek gerekiyor. Fakat erkekler erkekliğine yediremedikleri için kadınlar da bu konuyla ilgili yardım istemeyi reddettikleri için ilişkiler tatsız, tuzsuz keyifsiz şekilde devam ediyor.



Nilgün YILDIZ / hurriyet.com.tr


nyildiz@hurriyet.com.tr