31 Ekim 2021 Pazar

Çocuk ve Televizyon


    Okul ve uykudan sonra televizyon 4-10 yaş çocuklarının üçüncü aktiviteleridir. Bazıları günde 2 saatlerini TV başında geçirseler de, bu kadar fazla seyretmeleri doğru değildir. 

Çünkü:

• TV, çocukların en hareketli, en enerjik olanını bile, tamamı ile kafasını meşgul eden programlarla donuk hale çevirir. Anne-babalar, rahat edecekleri için bundan memnun kalsalar da çocuğun potansiyelini geliştirebilmesi için vücudunu kullanmaya ihtiyacı vardır.

• TV şiddet içerir ve çocukların izledikleri çoğu program onlarla ilgili değildir. Hele sanal kahramanlara özenirse, endişe verici sonuçlar ortaya çıkar. • Çocukların gerçek hayatı çarpık bir şekilde algılanmasına sebep olur. TV hep anormal olanı sansasyonel bir şekilde, olmadık tesadüflerle vurgular.

• Çocuklar, TV ile pasif bir alıcı rolündedir. Bu da ondaki araştırma ve öğrenme zevkini baltalar.

• Uyku düzensizliklerine yol açar.

• TV, dikkat toplama sürelerini kısaltır.

• TV çocukları şiddete, cinayetlere ve cinsel sapmalara karşı duyarsızlaştırır.

📌Ölçü Nedir?

⭐️2 yaşına kadar ekran başında onları hiç tutmayalım.

⭐️Çocuk 2-3 yaş arası ise 20 dakikadan fazla TV karşısında durmamalıdır. Yaklaşık 3-4 yaşından itibaren, zekâ gelişiminin durumuna ve zevklerinin uyumuna göre bir belgeseli arada sırada seyretmesine izin verelim. Yaşı ne olursa olsun, çocuğumuzun neyi izlediği kontrolümüz altında olmalıdır. Televizyonun günlük hayat alışkanlığı haline dönüşmemesine dikkat edelim.

Ne Yapmalı?

• Akşam eve gelir gelmez televizyonu açmayalım. Aksine onunla seviyesine göre oyunlar oynayalım.

• Ürktüğü olaylar hakkında rahatlatıcı yorumlar yapalım.

• TV seyrederken yanında kalmaya çalışalım.

• Ona reklâmların bizi etkilemek ve satın almaya teşvik için hazırlandığını açıklayalım.

• Gerektiğinde hayır demesini bilelim ve izleyeceği programı gözden geçirelim. 


Psikolog Nazlı Melek Akça 

Delinin Yaptığı

 

    Delinin biri yolun kenarındaki uçurumda durmuş aşağıya bakarak "13, 13, 13...." diye söyleniyormuş. Oradan geçen biri, delinin ne yaptığını merak etmiş, yanaşarak "ne yapı...." diyemeden deli onu birden uçurumdan aşağıya atıvermiş ve devam etmiş "14, 14, 14......"

Allah'ı gözet ki Allah da seni gözetsin

 

Resûlullah (s.a.s.) her muhatabına ayrı ayrı değer verirdi. Her bir sahabi, kendisine daha çok değer verildiğini düşünürdü.

Özellikle onun nezdinde çocukların ve gençlerin özel bir yeri vardı. Çocuk ve gençlere ahlaki prensipler, inanç esasları onun ilk öğrettiği değerlerdir. Nitekim bir gün Abdullah b. Abbas, Resûlullah’ın (s.a.s.) arkasına binmiş, aynı binek üzerinde yolculuk yaparlarken Hz. Peygamber ona şunları söylemişti: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı daima yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana faydalı olamazlar. Ayrıca bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış, sayfalar(daki yazılar) kurumuştur.” (İbn Hanbel, I, 293)

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
1 KASIM 2021

 

 Bugün 1 Kasım 2021;

 Şair, Yazar Yahya Kemal Beyatlı'nın Vefatı (1884-1958)

 Yeni Türk Harflerinin kabulü (1928)

 Saltanatın kaldırılması (1922)

 Evrende hiçbir şey, hiçbir olay rastlantı sonucu ortaya çıkmaz. Her şey bir plan, bir program sonucu gerçekleşir. (Haluk NURBAKİ)

Bir Hadis: Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar (imanı) kökten yok edicidir. (Tirmizî, Kıyâmet, 55)


Düşünce ve Eylem Birleşince Başarı Gelir


    Başarı, yapılmasını istediğimiz şeylerin, çalışarak esere dönüştürülmesidir. Başarı, her şeyde önce olumlu düşüncenin ürünüdür. Bir projeyi, sadece düşünmek yetmez, düşüncenin eyleme dönüştürülmesi gerekir. Düşünce ve eylem birleştiği zaman, esere dönüşür ve başarı ortaya çıkar. Doktora gidip ilaç yazdıran hastanın o ilaçları kullanması gerekir. Aksi halde iyileşmez ve doktora gidip ilaç almanın faydasını göremez. Eyleme dönüşmeyen  düşünce, verimli olamaz. Başarmak için kendine güvenin çok büyük önemi vardır. Allah'ın kendisine verdiği yeteneklere güvenmeli, yeteneklerine uygun hedefler seçmeli, zor zamanlarda Allah'ın kendisine yardım edeceğine inanmalı, her zaman dua ederek ondan yardım istenmesini bilmelidir. İnanmak, insanı güçlü kılar, insana moral verir, acılar ve felaketler karşısında dayanma gücü sunar. İnanmak, önemli bir güç kaynağıdır. Biz Bazen sonucu kötü olan bir şeyi, iyi zannederek isteriz. Sonucu bilmediğimiz için iyi sanırız. Allah'tan her şeyin hayırlısını istemek gerekir. Bizim bilgimiz sınırlı, Onunki sınırsızdır. Çalışmak da bir duadır. 


Nefsin Arzularına Uyma


Hazret-i Ali’nin oğluna nasihati!


Ey oğul! Keder yüzünden gelecek sıkıntıyı sabır ve metanet kuvvetiyle ve ilmi yakin elde ederek defet. Gerçek dost, sen yokken seni tasdik edendir. Nefsin arzularına uymak bir çeşit körlüktür. Asıl garip, bir dosta sahip olmayan kişidir. Hakka tecavüz eden kişi çıkmaz yola girer. Kifayet miktarı ile kanaat eden doğru yolu bulmuş olur. Kötülüğü geciktir, çünkü onu ne vakit istesen yapabilirsin. Ey oğul! Kişi kendi sırrını başkalarından daha iyi muhafaza eder. Çok kimse var ki, kendi zararına çalışır. Çok konuşan çok yanılır. Düşünen kimsenin görüşü kesinleşir. Her konuşan doğru konuşmayabilir. Her isteyen isabet etmemiş olabilir. Her giden de geri dönmeyebilir. Akıl, müminin dostu; ilim, veziri; sabır, askerlerinin komutanı ve amel ise silahıdır...

Ölçü ve tartıda dürüstlük

 

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği Medyen kavminin başına gelenler anlatılmaktadır. Bu ayetlerde Medyen halkının Allah tarafından helak edilmesine neden olan davranışların, O’na ibadet etmeme, ölçü ve tartıda adaletli davranmayarak haksız kazanç elde etme ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarma olduğu anlatılmaktadır. (Hûd, 11/84-85)

Bütün bunlardan dolayı azaba uğrayan Medyen halkı, ticari hayatta doğru olmayanlar için kıyamete kadar ibret vesilesi olacaktır.

Allah’a inanmayan, ticarette doğruluktan şaşarak bozgunculuk yapan, haksızlık ve yolsuzlukların yaygınlaştığı bir toplum kendini ayakta tutan değerleri yitireceği için her yönden zaafa uğrayacak ve dağılıp yok olmaktan da kurtulamayacaktır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), kendi ümmetinin de aynı akıbete uğramaması için tüccarlara hitaben, “Sizler, daha önceki toplumların helakine sebep olan iki işi (ölçü ve tartı) devraldınız.” (Tirmizî, Büyû’, 9) buyurarak ticarette dürüst olmaya işaret etmiştir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
31 EKİM 2021

 

Bugün 31 Ekim 2021;

Dünya Tasarruf Günü

Dünya Şehirler Günü

Uluslararası Karadeniz Günü

Sütçü İmam Kahramanmaraş'ta Fransız İşgalcilere İlk Kurşunu Attı (1919)

Köprülü Mehmet Paşa'nın vefatı (1661)

Turgut Özal'ın 8. Cumhurbaşkanı olması (1989)

Bir Ayet: Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını hakkıyla görüp bilmektedir. (Fâtır, 35/45)

29 Ekim 2021 Cuma

Çöl Tavukları Yavrularına Nasıl Su Taşıyor?

 

    Doğada, tüm canlıların sahip oldukları fiziksel özellikler, yaşadıkları ortamla son derece uyumludur. Bunun bir örneği de çöl tavuklarıdır. Çöl tavuklarının belli bir yerleşim yerleri yoktur. Yumurtlama zamanı yaklaştığında kumun sığ bir yerine çoğunlukla 3 yumurta bırakırlar. Yavrular yumurtadan çıkar çıkmaz, yuvadan ayrılırlar ve kendileri için yiyecek olarak tohum toplamaya başlarlar. Yiyeceklerini kendi başlarına bulabilirler ancak uçamadıkları için su ihtiyaçlarını gideremezler. Dolayısıyla su onlara getirilmelidir ve bu görevi erkek üstlenir. Bazı kuş türlerinde yetişkinler yavrularına suyu kursaklarında taşıyarak getirirler; fakat erkek çöl tavuğu suyu çok uzak bir mesafeden getirmek zorundadır ve bu nedenle kursağında taşıyabileceği suyun tamamına, yaptığı uzun yolculuk sırasında kendisinin ihtiyacı vardır. Aksi takdirde yaşamını sürdüremez.Ancak su taşımak için eşsiz bir fiziksel özelliğe sahiptir. Kuşun göğsündeki ve alt kısmındaki tüyler, iç yüzeyde ince bir lif katmanıyla kaplıdır. Bir su birikintisine ulaşan kuş, altını kuma ve toza sürter, böylece tüylerini temizlediği sırada kalmış olabilecek suyu tutmayı engelleyici yağlardan kurtulmuş olur. Sonra suyun kenarına gider. Önce kendi susuzluğunu giderir. Sonra suyun içine girer, kanat ve kuyruğunu havaya kaldırarak vücudunu ileri geri hareket ettirir; böylece tüm tüyleri tamamen ıslanmış olur. Tüylerin üstündeki ince lif katmanı bir sünger gibi suyu çeker. Tüyleriyle vücudu arasında taşıdığı sıvı yük, buharlaşmaya karşı sıkı koruma altındadır. Fakat yine de 20 milden fazla uçması gerektiği takdirde, taşıdığı suyun bir kısmı buharlaşır. Kuş nihayet kumda tohum arayan yavrularının yanına ulaştığında, yavrular ona doğru koşarlar. Baba çöl tavuğu vücudunu yukarı kaldırdığında, yavrular da sanki süt emen memeliler gibi suyu babalarının vücudundan içerler. Yavruları tüm suyu emdikten sonra kuş tekrar kumun üzerine sürtünerek kendini kurutur. Erkek kuş bu işi yavruların ilk tüy dökme dönemi tamamlanana ve kendi sularını kendileri temin edene kadar en az iki ay daha her gün sürdürür. Çöl tavuğunun bu davranışında düşünülmesi gereken birçok nokta bulunmaktadır. Bu kuş yaşadığı ortama en uygun özelliklere sahip olmakla birlikte, ne yapması gerektiğini de çok iyi bilmektedir. Çünkü onu yaratan Allah, ona ne yapması gerektiğini de ilham yoluyla bildirmektedir.

Açlığın Süresi


    Bir gün Fatih’in huzurunda muhasaraya uğramış kalelerdeki açlık meselesinden bahsediliyormuş. Her kafadan bir ses çıkmış. Nihayet işin mütehassısına müracaat lüzumunu hisseden Fatih Sultan Mehmed, tıp tarihinin en büyük şahıslarından olan meşhur Akşemseddin’in düşüncesini öğrenmek isteyince aralarında şöyle bir konuşma cereyan etmiş: “Sen ne dersin hocam, insan açlığa ne kadar tahammül edebilir?” “Ölünceye kadar!” 

Helal haram duyarlılığı

 

Helal, yaratılışımızın gayesine uygun olan güzelliklerdir. Haram ise, insanın onur ve haysiyetini zedeleyen, ona zarar veren çirkinliklerdir. Helal, Allah’ın rızasına uygun söz, tutum ve davranışlardır. Haram ise Rabbimizin gazabına ve insanların kınamasına neden olacak kötülüklerdir. 

Yüce Allah’a iman eden, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) kutlu yolundan yürüyen her mümin, helal-haram duyarlılığına sahip olmak zorundadır. Mümin, imanının gereği olarak Rabbini seven, sınırlarını bilen insandır. O, duyarsız ve iffetsiz davranarak kendisinin ve başkasının haysiyetini çiğneyemez. Sayılı nefeslerini falcılık, kumar, şans oyunları, faiz, rüşvet, tefecilik, hırsızlık gibi haksız kazançlarla tüketemez. Helal olmayan yiyecek ve içeceklerle sağlığına yazık edemez. Mümin, kul ve kamu hakkına giremez. Can taşıyan bir yüreğe kötü muamelede bulunamaz. Fitne ve fesat peşinde koşamaz, bozgunculuk yapamaz.

Helal huzur getirir, haram ise mutsuzluk, hüsran ve pişmanlıktır.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
30 EKİM 2021

 

Bugün 30 Ekim 2021;

Mondros Ateşkes Antlaşması İmzalandı (1918)

Boğaziçi Köprüsü'nün açılışı (1973)

Dostların kalbini kırmakla, düşmanların arzularına hizmet etmiş olursun. (Hz. Ali)

Bir Hadis: Allah Teâlâ; müttaki, gönlü zengin, kendi halinde işiyle ve ibadetiyle uğraşan kulunu sever. (Müslim, Zühd, 11)

28 Ekim 2021 Perşembe

ÇOCUKLARA NASIL DAVRANILMALI?


Akşamları evde sakin, huzurlu bir ortamın oluşmasını sağladıktan sonra çocuğumuz için daha önceden belirlediğimiz uyku saatinde (21–22 arası) yatak odasına gitmesini mutlaka sağlayalım. Bu konuda kararlı olalım. Küçük sebeplerle uyku saatini sık sık değiştirirsek tekrar düzeni kurmak zordur. Uyku saatini çocuğumuz ile birlikte düzenlersek ve kendi ailemizin özel durumlarını dikkate alırsak, başarıya ulaşmamız daha kolay olur.

Yatak odasına anne veya baba çocukla birlikte giderse iyi olur. Yatak odasında gece lambasının olması çocuğu rahatlatır ve uykuya dalmasını kolaylaştırır. Uykuda önce bir hikâyenin okunması veya bir masal anlatılması, anne-baba ve çocuk arasındaki iletişimi güçlendirir. Çocukta güven hissi kuvvetlenir ve ileriki yaşlarda kitap okuma alışkanlığının edinilmesinde fayda verir.

Bütün bunlar yapılır, ancak çocuklar gene uykuya dalamayabilirler. Son anda tuvalete gitmek isterler veya susadıklarını söylerler. Ya da akıllarına bir şey gelir, onu yapmak isterler.

Uyku alışkanlığı edinilinceye kadar bütün bunlara karşı sabırlı davranmak gerekir. Çünkü çocuk bizi denemekte ve gücünü üzerimizde kontrol etmektedir. Anne-baba sinirlenir ve “Uyumuyor işte, ne yapayım?” diyerek çocuğun yataktan kalkmasına izin verirse, çocuk her gün bir başka yol deneyerek uyumak istemeyecek ve olumlu bir alışkanlık kazanamayacaktır.

Dr. Sefa SAYGILI

 

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile giderdi. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a; “Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve artık neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir öneride bulunmuş: “Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar.”, “o halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen yap konuşmayı, ben de arka sırada seni dinlerim.” Şoför, gerçekten çok başarılı bir konuşma yaptı ve sorulan tüm soruları doğru yanıtladı. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış bir soru sordu. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye döndü ve: “Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” dedi. Sonra da Einstein’ı işaret ederek şöyle devam etti: “Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile yanıtlayacak.”

Elma Armut


Ziraat fakültesini yeni bitirmişti. Bir gün babasına:

– “Ne kadar modası geçmiş usullerle çalışıyorsunuz babacığım”, dedi. “Eğer bu şekilde çalışmaya devam ederseniz, mesela şu ağaçtan yılda on kilo elma dahi elde edemezsiniz.” Babası onayladı:

– “Elbette edemeyiz oğlum! Bu ağaç armut ağacı.”

 

Türk Ulusunun en büyük kazanımı olan Cumhuriyetimizin 98. yılını kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.

Cumhuriyet Bayramı

 

Türk milletinin engin ve zengin tarihinde bayram yapılmaya değer nice mutlu olaylar, nice büyük zaferler vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yakın tarihimizin en kutlu olaylarının başında gelmektedir.

Türk milletinin genç - ihtiyar, kadın - erkek, şuurlu bir şekilde bütünleşip bütün güç ve imkanlarını birleştirmek suretiyle sağladığı bu büyük başarı, onun kendi kendini idareye ne derece layık olduğunu, dost-düşman herkesin gözleri önüne seren çetin bir imtihan olmuştur. Bu başarı sonucunda cumhuriyet ilan edilmiş, millet kazandığı zaferi cumhuriyetle perçinlemiştir.

Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini emin ve metin bir istikbal yoluna koyduğu kadar fikirlerde ve ruhlarda meydana getirdiği güvenlik itibariyle büsbütün yeni bir hayatın başlangıcı olmuştur.

Cumhuriyet idaresinde halkın iradesi esastır. Millet, iradesini yasalarda belirtilen yollarla kullanır. Millet, yönetimde doğrudan söz sahibi olarak kendi kendini yönetir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
29 EKİM 2021

 

    Bugün 29 Ekim 2021;

    Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyet'in ilanı,

    Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu (1923)

    Kızılay Haftası (29 Ekim- 04 Kasım)

    Askeri Müze'nin açılışı (1929)

    Vallahi ben de bir günde yetmişten fazla istiğfar etmekteyim. (Hadis-i Şerif)

   Bir Ayet: Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçâr olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o! (Nisâ, 4/38)



    Toplumun her kesiminde mücadele rûhuna sahip çocuklara ve yetişkinlere rastlanabilir. Bunların karakteristik özellikleri önemli ölçüde birbirlerine benzemektedir. Toplumda her zaman kendilerine yer bulmasını başarabilirler, girişkendirler. Problem ister kişisel, ister toplumsal olsun, mücadele ve yılmazlık rûhunun temelinde derin ve kuvvetli bir şuur yatmaktadır.  Kişisel bazda bakıldığında bitmeyen, her şeye rağmen süren mücadele rûhunu görürüz. Bu sayededir ki, kişi kendi kendini yönetip karşılaştığı problemlerin üstesinden gelmeye çalışır. Bu şuur, toplum düzeyinde ele alındığında “millî şuur” olarak ortaya konmaktadır. Toplumlarda oluşan bu şuur, toplumsal değerlerin farkında olan liderlerin önderlikleri sayesinde zorluklarla baş etme imkânını bulacaktır. Unutulmamalıdır ki, lideri yaratan da, var olan lideri söndüren de toplumun yapısıdır. Toplumda oluşacak duyarlılık, değerleri sahiplenme bilinci ve mücadele ruhu, liderlerin işini kolaylaştıracaktır. Tarihe iz bırakan liderlerin toplumların kaderlerinde önemli yerleri vardır. Toplum kaderinin olumlu yönde gelişmesi için her çağda lider bulmak kolay olamamaktadır. Arkasından gidilebilecek liderlerin bilinçli olarak araştırılması ve incelenmesi, toplumların sonradan oluşabilecek pişmanlık duygularını azaltacaktır.

Yılmaz ruhun liderlik etkisi


Mücadele rûhuna sahip kişiler, etraflarında olup biten olayları esnek ve farklı bakış açısıyla izlerler. Girişimci bir yapıya sahiptirler ve yaratıcılıkları her zaman göze çapar. Özgür düşünceye sahiptirler ve bağımlılıktan hoşlanmazlar; dolayısıyla başkalarının etkisi altına girmezler. Lider aramak yerine lider olmayı tercih ederler. Bulundukları ortamda genellikle birinci adam olurlar. İletişim becerileri yüksek olup, karşılarındaki kişilerin duygularını okuyabilen ve onları paylaşabilen bir yapıları vardır. İstikrarlıdırlar, çıkarlar uğruna hedeflerinden taviz vermezler. Öngörü ve içgörü sahibi kişiliklerdir. İçinde yaşadıkları toplumun temel değerlerine ve ahlâkî yapısına sahiptirler. Kendilerini olumsuz yönde etkileyecek ortamlardan ve kişilerden uzak durmayı becerirler.

İnsan için mücadeleci yapı genetik olabileceği gibi, sonradan da öğrenilebilecek özelliklerdir. Aile ve çevre koşulları sayesinde daha çocuk yaşta insanların olaylar karşısında direnmeyi, mücadele etmeyi özümsemiş olmasının yanında yetişkin yaşlarda tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olarak da kazanılabilir. Okul, aile ortamları ve yoğun olarak içinde yaşadığı toplum, çocuğun karakteristik gelişimine etki eden önemli unsurlardır.

Çocuklarda oluşacak karakterlerin olumlu yönde gelişmesine uygun zemin hazırlamada eğitimciler ve çocukla ilgili olan yetişkinlere önemli görevler düşmektedir. Çocukların özgüvenlerini geliştirecek ortamların hazırlanmasına özen göstermelidirler.

Çeşitli zorluklara rağmen sağlıklı gelişme ve başarılı öğrenme kapasitesi gösteren bu insanlar, “yılmazlık” terimi ile nitelendirilmektedirler. Yılmazlık, insanın yaşantısı boyunca karşılaştığı problem ve zorluklara karşı yılgınlığa düşmeden mücadeleye devam etmesi, karşılaştığı olumsuzluklarda pes etmeyip tekrar başa dönerek yeniden mücadelesini sürdürebilmesi, karşılaştığı her durumdan yeni bir tecrübe ve güç alarak yoluna devam etmesidir.

Sarsılmak ve düşmek insanî bir davranıştır; önemli olan, kalkmasını becerebilmektir. Yılmazlık, ümitsizliğe düşmeden her şeye rağmen hayata tutunabilmeyi başarabilmek, her türlü zorluğun insana farklı tecrübe kazandırdığının bilincinde olarak ayağa kalkıp hedefe yürüyebilmektir.

Yılmazlık vasfını taşıyan insanlar genellikle enerji doludurlar ve dolayısıyla kendiliğindenlikleri her zaman ön plana çıkar. Bağımsız olmaktan hoşlanırlar, risk almayı severler, ısrarcı, atılgan ve cesurdurlar. Olaylara karşı alternatif bakış açıları geliştirebilmektedirler. Bu insanlar karşılarındaki kişileri etkilemede de yetenekli oldukları için kolaylıkla bulundukları ortamlarda liderlik pozisyonunu ellerine geçirirler. Yılmazlık vasfına haiz olmayan insanlarda ise kontrolsüz arzu ve istek, inatçılık, öfke, iletişim becerisinde zayıflık, başka insanlara karşı saldırganlık, sabırsızlık ve zorluklar karşısında çabuk pes eden bir yapı vardır.

Araştırmacılar yılmazlık tutumlarını sergileyen insanların genellikle risk taşıyan ortamlarda yaşayan, anne-babadan uzun süre ayrı kalan, yaşadığı herhangi bir olumsuzluktan kolay sıyrılabilen, toplumsal kargaşalar ve doğal afetler sonucu içine düşülen olumsuz durumdan diğerlerine göre daha çabuk kurtulabilen bireyler olduklarına tanık olmuşlardır. Bu kişilerin etnik, coğrafî ve sosyal farklılıkları aşan ortak eğilimlere sahip olduklarına da işaret etmektedirler. Kişinin karşılaştığı problemleri kendi çabasıyla çözme becerisini gösterme durumunda kalması, beceri ve yetenek geliştirmesiyle doğrudan alâkalıdır.

Mücadele rûhuna sahip olmak veya yılmazlık, kişiden kişiye değişen ve zaman içinde artan ya da azalan bir karakteristik özelliktir. Buna karşın, koruyucu faktörler, stresli durumların ya da koşulların olumsuz etkilerini azaltan, kişinin kendisiyle veya çevreyle ilgili karakteristiklerdir. Bu kişiler, içsel ve dışsal koruyucu faktörlere ilişkin birçok alternatif çözümleri geliştirebilmektedirler.

Mücadele ve yılmazlık rûhuna sahip olanlar, sosyal olarak aktif kişiliklerdir, problem çözme yetenekleri gelişmiştir; eleştirel düşünme ve inisiyatif alma gibi yaşam becerilerine sahiptirler. Mücadele rûhuna sahip kişilerin her zaman belli amaçları vardır. Her ortamda kendilerini başarılı olma yönünde motive etmesini bilirler. Değişime isteklidirler ve toplumun her zaman önünde giderler. Yaşantılarında karşılaştıkları olumlu ve olumsuz durumlardan ders almasını bilirler. Bunları daima bir deneyim olarak görürler. Bununla birlikte, toplumun genel kültür yapısına sâdık bireylerdir. İçinde bulundukları kültüre yabancılaşmadan gelişme ve değişimi sürdürmekten yana tavır ortaya koyarlar. Duygularının aşırılıklarını frenleyebilmekte, kendisine ve başkalarına zarar vermesine engel olabilmekte ve yönetebilmektedirler. Kişiler arası iletişim becerileri gelişmiş, empati kurabilen ve başkalarını umursayan kişilikleri vardır. Olaylara eleştirel bakabilmekte ve esnek davranış sergileyebilmektedirler.
 
İnsanlar içine düştükleri olumsuz yaşam koşullarında ümitsizliğe düşmeden mücadelelerini sürdürebilmelidirler. Kişisel olarak özgüveni kaybetmeden ısrarla hedefe ulaşmak ve başarmak için yaşam mücadelesine devam etmesini bilenler, galip olanlardır. Bunda önemli bir etken de çevresel unsurlardır. Yakın aile çevresi; anne, baba, ailedeki diğer yetişkin bireyler ve özellikle öğrenciler için okul çevresi, en önemlisi de öğretmenler bu konuda etken bir konumdadırlar. Burada anlaşılmaktadır ki, insanın daha çocuk yaşta gerçek hayatla yüzleşmesiyle birlikte mücadele ve yılmazlık rûhunun beslenmesine ihtiyaç vardır. Korumacı ortamlarda yetişen çocukların bu beceriden mahrum kaldığını da unutmamak gerekir.

Küçük yaştan itibaren çocuk, karşılaştığı problemleri kendi çabasıyla çözebilmenin yollarını bulmalıdır. Bu, çevresindeki yetişkinlerin de uygun ortamları açık tutmasıyla mümkündür. Ebeveyn korumacılığı, kayırmacılığı ve sevgisi böyle durumlarda devre dışı kalmalıdır. Her an yanında veya yakınında bir destekçi bulan çocuğun arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi veya zorluklar karşısında çaba göstermesi beklenemez. Beklenmemelidir de… Çünkü onun beceri geliştirmesine fırsat verilmemiş olunur.

Çocuğun kendi ayakları üzerinde bir insan olarak yetişmesi, çocukluk döneminden itibaren kendi işini kendi yapması, güçlükler karşısında çaba göstermesine fırsat tanınmalıdır. Aksi hâlde, en ufak tıkanıklıkta, “Birileri gelsin, bana destek olsun” beklentisine girmekten başka bir çâre düşünmeyecektir. Yani her zaman birilerine muhtaç ve bağımlı bir insan olarak hayatta yerini alacaktır.

Araştırmacılar, zor şartlar altında uzun zaman yaşayan yılmaz insanların yanı başında mutlaka bilinçli bir eğitimcinin etkisinin kendisini gösterdiğini belirtmektedirler. Bu açıdan bakınca anne babanın büyütüp besleme ve öğretmenliğin insan yetiştirmedeki fonksiyonu sadece öğretimle sınırlandırılmamalıdır. İnsan olumsuzluklar karşısında sarsılabilir, sendeleyebilir, hattâ düşebilir; sarsıldığı zaman toparlanmasını, yere düştüğünde ise kalkmasını bilmek ve düşme nedenlerinden ders alarak ayağa kalkmak gerekir. Hattâ düştüğü yerden kalkarken, hiç olmazsa bir avuç toprak almanın bilinciyle hareket etmeli ve kâr hânesine katkı sağlamalıdır.

İnsanların hayatlarında birçok konuda zorluklar ve olumsuzluklarla karşılaşması kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak zorluklar ve olumsuzluklar karşısında insan kendini bırakmamalıdır. Kişi ümidini kaybetmemeli, mücadele azmini koruyabilmelidir. Böyle durumlarda insanın, düştüğü durumdan kendini kurtarmasını başarabilme gücüne sahip olması gerekir. Her türlü olumsuzluğa rağmen normal hayatını devam ettirebilen, şartlara göre uyum sağlamakla birlikte kısa zamanda eksiklerini tamamlayan insan olma yönünde çaba gösterebilmelidir. Hiçbir zaman yılgınlığa düşmemek ve her şeye rağmen yaşama ve mücadele azmini muhafaza etmek, her şartta ayakta kalabilmenin vazgeçilmez unsurudur. Bunu başarabilen insanlar, karşılaştıkları zorluklardan, düştükleri olumsuz durumlardan kendilerini daha çabuk kurtarabilirler. Sadece olumsuzluklardan kurtulmak yetmez, negatif ortamlardan kurtulurken daha da güçlenerek çıkmasını bilmek gerekir.

İnsanın “olma” çabası

 

Bu içerikler ışığında ele alındığında, insanın yaşama azmi ve olma çabası ortaya çıkar. Öncelikle insanın kendi olabilmesi, nefsiyle olan mücadelesinde nerede olduğuyla alâkalıdır. En zor mücadele de burada başlar ve yılmazlık derecesinde dirayet ve irade gücü ister. İstek ve arzuların nasıl bir sonuca varacağı, insanî düşünce çerçevesinde gösterilecek çaba sayesinde sona ulaşacaktır. Kendisiyle mücadele etmekte yetersiz kalan insandan başka konularda başarı beklemek, beyhude bir bekleyiş olur. En önemli sınav nefis mücadelesidir ki akabinde dışsal etkilere karşı başarılı olunabilsin.

Kabul edilsin veya edilmesin, ne yazık ki, hayatın gerçeği mücadeleyi şart koşmaktadır. Bu konuda başarılı olunmadığı takdirde hayat, suyun akışına bırakılıyor olmakla sonuçlanır. Buradan elde edilen son ile anlamlı yaşamayı yakalamak mümkün değildir. İnsan, diğer varlıklar gibi üreme, yeme, içme gibi kabaca bir yaşam için yaratılmış bir varlık değildir. Onun hayat ile ilgili gâyeleri olmalı ve o minvâlde mücadele etmesi gerekmektedir. Sadece mücadele de yeterli olmamaktadır. Kaybedilen mücadelelerde yere düştükten sonra yerden kalkmasını başarabilen yılmazlık rûhunun da canlılığını koruması gerekmektedir.

Aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazı insanlar bulundukları ortamı doğru kullanıp hayat mücadelesinde başarıya ulaşırken, diğer bir kısmı ise yaşantılarını zoraki sürdürür duruma ya da orta hâlli bir standarda râzı olmaktadırlar. Üçüncü bir kısım insan ise hayatı kendisi ve çevresi için çekilmez hâle getirebilmektedir. Bunlar çâresizlik ve beceriksizliklerini çoğunlukla kendileri dışında başka unsurlara yüklemeyi yeğleyen, genellikle de haksızlığa uğradıklarına inanan insanlardır. Hayat mücadelesinde başarılı olabilmek için kendilerine düşen payı ya bilmezler ya da kabullenmek istemezler.

Genel olarak kısaca ifade etmeye çalışılan bu üç tip insanı birbirinden ayıran en önemli özellikler; problem çözme becerileri, zorluklar karşısındaki dayanıklılıkları, gösterdikleri sabır, olaylara karşı gösterdikleri mücadele rûhu ve her şeye rağmen yılmazlık pozisyonunda olmaları şeklinde öne çıkar.

Başarı İnsanı Yüreklendirir, Ödül Motive Eder


    İnsan, diğer varlıklar gibi üreme, yeme, içme gibi kabaca bir yaşam için yaratılmış bir varlık değildir. Onun hayat ile ilgili gâyeleri olmalı ve o minvâlde mücadele etmesi gerekmektedir. Sadece mücadele de yeterli olmamaktadır. Kaybedilen mücadelelerde yere düştükten sonra yerden kalkmasını başarabilen yılmazlık rûhunun da canlılığını koruması gerekmektedir.

   HAYAT gerçeği; sabır, metanet ve zorluklar karşısında dayanıklılık, hedefe ulaşmak için yılgınlığa düşmeden mücadeleye devam etmeyi gerektirir. Ancak bu sayede arzu edilen düzeyde yaşama şansı yakalanmış olur. Bu düşüncemizi destekleyen bir söylemi paylaşmak istiyorum…

  Toprakla uğraşanların çok iyi bildiği bir ayrık otu hikâyesi anlatılır: Fırtınanın etkisiyle kökünden koparılmış olan ayrık otu, kendini dağ başında, kayalıklar arasına bulur. Kış gelir, dağın acımasız soğuğu ve don olayıyla karşılaşır, içindeki nem, yok olma düzeyinde donar. Bahar gelir, bütün canlılar hareketlenir ama ayrık otu sıkıştığı yerden bir türlü kurtulamaz. Yaz gelir, sıcaktan olanca nemi çekilir, cansız bir vaziyet alır. Sonbaharda diğer bitki ve ağaçların sararıp solmasına şâhit olur. Yedi yıl dört mevsimin geçmesine rağmen ümidini kaybetmez. Bir gün, onu oraya taşıyana benzeyen bir fırtına gelir ve aldığı gibi kayanın dibindeki toprağın üzerine atar. Arkadan gelen yağmurun ıslaklığıyla üzerine düştüğü toprağa tutunur ve “Az daha kuruyacaktım, nihâyet yeniden hayata döndüm” diye sevindiği söylenir. Bu anlatımdan anladığımız şu ki; sabır, sebat, ümit ve pes etmemek, yaşamın gerçeğinde önemli hasletlerdir. Bütün canlılarda yaşama azmi mevcûttur ve her canlı, ümidini kaybetmeden güzel günlerin hayâlini içinde yaşatmalı ve gücü nispetinde hayata tutunmayı bilmelidir. Varlığını sürdürebilmesi ve anlamlı kılabilmesinde oldukça etkili olan iki kelime etrafında insan unsuru olarak “yılmazlık ve mücadele ruhu” üzerinde durmak istiyorum… “Herhangi bir amaca erişebilmek için gösterilen ferdî çaba, güçlü duruş” şeklinde sözlük anlamı yüklenen “mücadele”, insanın olgu ve olaylar karşısında üst gelme çabası olarak yer bulur. “Gözü korkup vazgeçmeyen, pes etmeyen ve sebatlı” olarak sözlükte anlam bulan “yılmaz” ise, insanın azim ve iradesi ile bütünleştiğinde yılmazlık yani yılmaz olan durumuna dönüşür.

Niye Haset Ediyorsun?

 

Abdülkadir Geylani diyor ki;
Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O Mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor? Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah`ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kutsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır: “Haset eden nimetimin düşmanıdır.” Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu: “Haset, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.” Zavallı!.. neye haset ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi... Allah`ın verdiği nimete nasıl haset edersin. Allah-ü Teâlâ: “Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık.. “ diye haber vermiştir. İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı haset etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur. Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, cimri ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkânsız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “ HAŞA “ Allah`a mı kin tutuyorsun? Hâlbuki Allah Teâlâ: “Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulmetmem.” buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme. Allah`ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulümdür. Sonra bir nevi yere haset etmektir. Çünkü o haset ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Katser`lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara haset etmek lazım. Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.
 


Ayet'ül Kürsi


Bakara suresinin 255. ayeti olan “Ayetü’l-kürsi” adını içinde geçen “kürsü” kelimesinden almıştır.

Kürsü, mecazi olarak saltanat, hükümranlık, mülk manalarına gelmekte olup hiçbir şeyin Allah’ın hükümranlığı ve ilminin dışında kalamayacağını anlatmaktadır.

Hadislerden ayet-i kerimenin şifa ve korunmaya da vesile kılındığını öğreniyoruz.

Ayetü’l-kürsi bize şunları öğretmektedir: Allah Tealâ birdir. O daima diridir. Bütün varlıkları görüp gözeten, yöneten, bir an bile onları bilgi ve ilgisi dışında tutmayandır.

Allah Tealâ, insanlara ait olan uyuklama ve uyku gibi sıfatlardan münezzehtir, uzaktır. Tüm kainat O’nun tasarrufundadır. O’nun izni olmadan kimse şefaat edemeyecektir.

O’nun bilgisi ezel ve ebedi kuşatır. Kudreti arz ve semaları kaplar. Zatı çok yücedir.

Peygamber Efendimiz, evde, sabah akşam Ayetü’l-kürsiyi okuyan kimseyi Allah’ın koruyacağını ve şeytanın ona yaklaşamayacağını bildirmiştir. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 2)

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ

28 EKİM 2021

 

 Bugün 28 Ekim 2021;

 Türkiye'de İlk Nüfus Sayımı Yapıldı (1927)

 Kızılay Haftası (28 Ekim-4 Kasım)

 Ankara Radyosu'nun yayına başlaması (1938)

Bir Hadis: Şu üç duaya kesinlikle karşılık verilir: Mazlum kimsenin duası, yolcunun duası ve babanın çocuğuna ettiği dua. (İbn Mâce, Duâ, 11)

26 Ekim 2021 Salı

“Söz verirken acele etme, çünkü söz namustur”

 

“Gönlüm diline dargın, dilim gönlüme.
         Gönlüm duygularını anlamadığı için kızarken dilime;
         Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme.”

    Hz. Mevlana ne güzel anlatmış bu dizelerle ‘dilimizi.’Tarihte dilimizle ilgili çok önemli deyimler yer almış, “İnsanın hünerini gösteren dilidir.” Söz Sultanı Hz. Ali, ne güzel anlatmış dilin hem içi hem dışı aksettiren bir ayna olduğunu. Hz. Lokman güzel konuşan, hikmet sahibi Salih bir insandı. Hz. Davut Aleyhisselam zamanında yaşadığını, siyahi bir köle olduğunu da biliyoruz. Bir sohbet sırasında birisi O’na şöyle der: “Sen bir koyun çobanıyken, insanlar senin sözlerini neden önemsiyorlar. ”Cevabı sorulandan daha da anlamlıydı: “Ben gözümü harama kapadım, az yemekle yetindim, sözümü yerine getirdim. Beni ilgilendirmeyen şeylere karışmadım. ”Hz. Lokman’ın efendisi, bir koyun kesip en iyi parçasını kendisine getirmesini istemiş. O da kestiği koyunun dilini ve kalbini kesip getirmiş. Sonra da bir koyun daha kesip en kötü iki parçasını atmasını istemiş. O da kestiği koyunun dilini ve kalbini koparıp atmış. Efendisi, sebebini sorunca da şöyle demiş: “İyi oldukları zaman dilden ve kalpten iyisi yok, kötü oldukları zaman da onlardan kötüsü yoktur. ”Şu hikmetli sözlerin de ona ait olduğunu biliyoruz :“Dört yerde dört şeyi korumak, iki şeyi unutmamak, iki şeyi de unutmak gerekir. Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk içinde dil, yemekte boğaz, el evinde göz. Unutulmayacak şeyler: Allah’ın büyüklüğü ve ölümdür. Unutulması gerekenler de, birine ettiğin iyilik ve sana yapılan kötülüktür.” İbn-i Sina’da şöyle der: “Bir insan kendisinin ne olduğunu bilirse, kendini bilmeyenlerin bu insan hakkında söylediklerinin ne değeri vardır? O bunlara aldırmaz.”

En Acı ve En Tatlı Şey


     Bir hükümdar aşçısından dünyanın en güzel yemeğini pişirmesini istemiş. Aşçı da dil yemeği pişirip getirmiş. Bir başka gün de en sevimsiz, en çirkin yemeği pişirmesini istemiş. Önüne yine dil yemeği gelmiş. Dayanamayan hükümdar: “Her iki defadır da niçin dil yemeği getirdin." deyince aşçı: “Hükümdarım, dünyada dil kadar tatlı, güzel ve yine dil kadar yara açan, öldüren, çirkin bir şey yoktur. Onun için böyle yaptım.” der.

    Dünyada ne kadar dostluklar, kaynaşmalar ve yine ne kadar kavgalar, gürültüler, huzursuzluklar, cinayetler varsa başrolde “dilin” olduğunu görürsünüz. Bunun içindir ki atalarımız dilin önemiyle ilgili çok güzel şeyler söylemişlerdir. Bu sözleri söyleyenlerin içerisinde Hz. Ali’ninkiler bir başka yer tutar.
            
       Ağırbaşlı, oturaklı, akıllı insanlar sözünü, sohbetini bilir; ağzından çıkan söze dikkat eder. Bir tartıp bir söyler, pir söylerler. Yapamayacakları söylemez, söz vermişlerse de sözlerinde dururlar. Bunun en güzel örneğini yine söz Sultanı Hz. Ali verir ve şöyle der: “Söz verirken acele etme; çünkü söz namustur”  der.

Duada ellerin durumu nasıl olmalıdır?

 

Duada avuçlar yukarıya gelecek şekilde elleri açmak, istek ve niyazın anlamına uygun bir haldir.

Ellerin yukarıya, göğe doğru kaldırılması Allah’ın gökte oluşundan değil, göklerin yücelik ve azameti temsil etmesi sebebiyledir. Resûlullah (s.a.s.), dua ederken bazen koltuklarının beyazlığı görünecek kadar ellerini kaldırırdı (Buhârî, Daavât, 23).

Hz. Peygamber buyuruyor ki; “Allah’a avuçlarınızı yukarıya getirerek dua edin, ellerinizin tersini değil. Duayı bitirdiğinizde de ellerinizi yüzünüze sürün.” (İbn Mâce, Dua, 13) Ancak Hz. Peygamber’in, bela ve musibetler sırasında avuçları yere bakacak şekilde dua ettiği de rivayet edilmiştir.

Resûlullah’ın ellerini kaldırmadan da dua ettiği rivayet edilmiştir.

Duada normal olarak omuz hizasına kadar kaldırılan ellerin arası normal aralıkta tutulur. “Peygamber (s.a.s.), dua sırasında ellerini bir araya getirdi.” şeklindeki rivayet, “ellerini bir hizada tuttu; biri aşağıda, biri yukarıda değildi diye yorumlanmıştır. Ellerin birleştirilmesi de mümkün ancak bu konuda taassup göstermemek gerekir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ

27 EKİM 2021

 

Bugün 27 Ekim 2021;

Napolyon'un Berlin'e Girişi (1806)

Balkan Misakı'nın Kabulü (1932)

Bir Ayet: Genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan cennete ve rabbinizin bağışlamasına erişebilmek için yarışın… (Hadîd, 57/21)

Bir Ayet: Genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Peygamberine iman edenler için hazırlanmış bulunan cennete ve rabbinizin bağışlamasına erişebilmek için yarışın... (Hadid, 57/21)

İyi geçinmek, iki kişinin kusursuz olmalarıyla değil; karşılıklı birbirinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.
(A. Toqueville)

25 Ekim 2021 Pazartesi

Zimem Defteri

 

Zimem defteri borçların yazılı olduğu "borçlar defteri" demektir. Kasap, manav, terzi gibi Osmanlı esnafının tuttuğu borç defterinin, günümüz tabiri ile veresiye defterinin adıdır. Peygamberimizin belirttiği, kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek olan yedi sınıf insandan biri, sağ elinin verdiğini sol elinin duymayacağı şekilde sadaka veren kişi olmayı arzulamıştır. Bu amaçla varlıklı Osmanlı eşrafı, özellikle Ramazan ayında tebdili kıyafet ederek hiç tanımadıkları mahallelerin esnafına giderlerdi. Zimem defteri başından , ortasından, sonundan rastgele açtırır, borçlunun kim olduğunu bilmeden hesabı yaptırılır ve buna göre ödemesini yaparlardı. Ne borcu ödeyen kimi borçtan kurtardığını bilir  ne de borcu silinen kimin bu borçtan kurtardığını bilirdi. Böylece ihtiyaç sahibi, kimseye minnet duymamış olur, varlıklı kişi de gösterişten uzak, hiçbir çıkar gözetmeden infak yapmış olurdu. 

Kaynak: Diyanet Takvimi

26 Ekim 2021

Her Taraf Cennet

 

    Bir memlekette kıtlık olmuştu. Oldukça uzun zaman devam eden bu kıtlık herkesi perişan etmişti. Bütün ahali çaresizlikten ağlayıp inliyordu. Fakat herkesin tersine bir adam devamlı etrafına tebessüm ediyordu. Çünkü o adamın iç huzuru vardı, her şeyi iyi görebiliyordu. O ağlayıp inleyenler bu adama sordular: "Böyle bir zamanda nasıl gülebiliyorsun? Görmüyor musun ümmet-i Muhammed kan ağlıyor, kıtlık herkesi kırıp geçiriyor. Sen bu ağlanacak halimize hiç acımıyor musun da gülüyorsun? Her şeyi iyi etrafından gören, kötüyü bile iyi yorumlayan adam onlara şu karşılığı verirdi: "Sizin gözünüze kıtlık olarak görünen bu durum, bana hiç de öyle görünmüyor ki! Benim gözümde her yer Cennet gibi, Ovalar, tarlalar, yemyeşil ekinler, gürbüz başaklarla dopdolu. Her taraf güllük-gülistanlık. Acaba yanılıyor muyum diye zaman zaman dolaşıp kontrol ediyorum ve her defasında da gerçekten öyle olduğunu görüyorum. Ve sizin niçin ağladığınıza şaşırıyorum."

 

* Pilavınızı tekrar ısıtırken bir kabın içine su koyup bu kabın üzerine pilav tenceresi koyularak ısıtılırsa pilav taneli kalır ve tazeliğini muhafaza eder.

* Çizik zeytin, yağ ve limonla servis edilirse daha canlı ve daha lezzetli olur.


 

Bugün 26 Ekim 2021;

Fatih'in Trabzon'u Fethi (1461)

Türkmenistan'ın bağımsızlığına kavuşması (1991)

Tebessüm etmek sadakadır. (Hadis-i Şerif)

Bir Hadis: Dinin başı İslam (Kelime-i şehadet getirerek Allah'a teslim olmak), direği ise namazdır. (Tırmizi, İman, 8)

Bir Hadis: Allah'ım! İlmimi artır. Kalbimi doğru yola ilettikten sonra tekrar saptırma. Bana tarafından rahmet bağışla. Şüphe yok ki Sen, karşılık beklemeden bol bol verensin. (Hakim, Müstedrek, 1, 124)


Yenilenebilir enerji hisselerinde COP26 yükselişi

 

    Glasgow’da yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) 31 Ekim pazar günü başlayacak fakat konferansın etkisi Avrupa’daki yenilenebilir enerji hisselerinde görülmeye başlandı.

    Avrupa Yenilenebilir Enerji Endeksi neredeyse tüm yılı negatif bir performansla geçirdikten sonra konferansın yaklaşmasıyla beraber yükselişe geçti. Stoxx 600 Enerji Endeki sene başından bu yana yüzde 24 getiri sağlarken MSCI Europe ESG Liderler Endeksi yüzde 17,4 yükseliş kaydetti.

    Avrupa Yenilenebilir Enerji Endeksi ise son 1-2 haftadaki yükselişe rağmen sene başından bu yana yüzde 11 kayıp yaşadı. Büyük bir kısmı ABD’li yenilenebilir enerji bağlantılı şirketlerden oluşan Wilderhill Temiz Enerji Endeksi de sene başından bu yana yüzde 22 düşüş kaydetti.

İman Nedir?


    Sözlükte iman; bir şeye gönülden, tereddütsüz inanmak demektir. Terim olarak iman, Allah'ın varlığı ve birliğine, Hz. Muhammed'in (S.A.V.) O'nun kulu ve Resulü olduğuna şeksiz şüphesiz inanmaktır. Dinî bir terim olarak İman; kişinin Allah’ın (c.c.) varlığını, birliğini, sıfatlarını, peygamberlerini, ahiret gününü ve bunlardan başka inanılması gereken şeyleri kalp ile tasdik edip dil ile söylemesidir.


Cennet Ehlinin Hali

 

    Resulullah (S.A.V.) buyurdular ki: "Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Adem'in yaratılışı üzere, altmış zira' boyunda tek bir adam suretinde olacaklar."

Yaratılmışları Terbiye Eden: "RAB"

 

Canlı veya cansız ne varsa, hepsi sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. Toprağa bir tohum düşer. Orada kök salar, filizlenir ve ağaç olur. Ağaç çiçek açar, yapraklarla süslenir ve meyvesini verir.

İki tane yarım hücre ile bir insanın yaratılışı başlar. Aylar boyunca, o minik vücut şekilden şekle girer. Nihayet, kirpiğinden tırnağına, gözbebeğinden parmak ucuna varıncaya kadar her şeyiyle mükemmel bir şekilde inşa edilmiş bir bebek dünyaya gözünü açtığında, aylardır sürüp giden o hummalı faaliyetler, gözle görülen bir sonuca ulaşmış olur. Böylece, iç içe geçmiş alemler halinde, her şey sürekli olarak değişir, gelişir, bir hedefe ulaşır.

Her şey, yaratılış amacına göre bir gelişim süreci geçirir. Her varlık, yaratılış amacına ulaşıncaya kadar terbiye edilir. Bu işlem ise bir “terbiye edici”yi gösterir. Biz “bir şeyin Rabbi” dediğimiz zaman, işte o terbiye ediciden söz etmiş oluruz. Çünkü “Rab” demek, hem “terbiye eden” hem de “sahip” demektir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
25 EKİM 2021

 

Bugün 25 Ekim 2021;

Ziya GÖKALP'ın ölümü (1924)

Sizden, sözü gizleyenle onu açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen O’na göre eşittir.

(Ra'd Suresi,10)

Bir Ayet: Muhtaçlara yardım eden erkeklere, muhtaçlara yardım eden kadınlara ve Allah’a (O’nun muhtaç kullarına) güzel bir ödünç verenlere bu fazlasıyla ödenecektir. Ayrıca onlara pek değerli bir ödül de vardır. (Hadîd, 57/18)

Bir Hadis: Allah'ım! Kalplerimizi birleştir. Aramızı düzelt. Bizi (cenneti kazandıracak) selamet yollarına yönelt. (Ebu Davud, Salat, 177, 178)


24 Ekim 2021 Pazar

Osmanlı'da Çevre Bilinci Mükemmeldi

 

    Osmanlı’nın çevre, şehir ve sokak temizliğine verdiği önemi gösteren yüzlerce arşiv belgesi mevcuttur. Osmanlı padişahları/idarecileri, çevreye ve insanlara zarar verebilecek her tür problemi ortadan kaldırmak için erken dönemlerden itibaren çeşitli tedbirler almış, çevre nizamnameleri düzenleyip cezai müeyyideler koymuşlardır.

    Osmanlı’nın ilk çevre kanunu, 1500’ün başlarında Sultan II. Beyazıd döneminde çıkarılsa da, Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1539’da hazırlanan, Edirne’nin mahalle, sokak ve çarşılarının temizliğini konu alan “Çevre Temizliği Yasaknamesi”, dünyanın ilk en mükemmel çevre nizamnamesi olarak kabul edilmiştir.

    Osmanlı'da sadece yerleşim merkezlerinin çevre temizliğiyle ilgilenmek üzere özel bir görevli tayin edilirdi. Üstelik görevliye, çevre temizliğini sağlamak için hukuki kuralları belirleyen bir nizamname verilmişti. Hazırlanan kanunda, evlerin ve dükkanların çevrelerinin temiz tutulması, görülen pisliklerin o çevre halkına temizlettirilmesi, hamam ve oteller gibi umuma ait yerlerin temizliğine dikkat edilmesi, çevreyi kirleten esnafın atık maddeler ve pis sularını tamamen boş yerlere ve şehrin dışına taşımaları mecburiyeti vardı. 

  Kanunî Sultan Süleyman’ın 1539’da çıkardığı dünyanın ilk en mükemmel çevre nizamnamesi. Kanuni Sultan Süleyman'ın 1539'da çevre temizliğiyle ilgili kanunnamesinin, bu konuda dünyanın ilk nizamnamelerinden biri...Burada şu esaslara ve yasaklara yer verilmiştir: Evlerin ve dükkânların çevrelerinin temiz tutulması, görülen pisliklerin çevre halkına temizlettirilmesi, hamam ve hanlar gibi umuma ait yerlerin temizliğine dikkat edilmesi, çevreyi kirleten esnafın atık maddeleri ve pis suları tamamen boş yerlere ve şehir dışına atmaları mecburiyeti, arabacıların arabalarını ev ve dükkânların önüne park etmemeleri ve mutlaka özel park yerlerinde durdurma zorunluluğu. 

    Ormanları ve koruları korumak için de özel tedbirler alan Osmanlı devleti, izinsiz ağaç kesenlere, hayvanlarını otlatanlara ve avlananlara para cezaları getiren yüzlerce ferman neşretmiştir. Korulardan çeşitli amaçlarla ağaç kesilmemesinin üzerinde hassasiyetle durulmuş, sürekli şekilde gözetim altında tutulmuştur. 1559 tarihli bir divan kararında, Eşme, Dikme ve Sapanca dağlarından ağaç kesiminin yasaklandığı belirtilmiştir.Osmanlı idarecilerinin üzerinde durdukları mevzulardan biri de planlı şehirleşmeydi. Şehirde yapılacak binaların bir nizam dâhilinde inşasıydı. İstanbul’da ev ve dükkânların kargir (taş ve tuğladan) yapılmasına dair düzenlemelere gidilmiştir. Yanan evlerin taştan yapılması, caddeler üzerine şahnişin ve çardak çıkarılmaması gibi şehir nizamına zarar verecek yapılanmalar önlenmiştir. Yine cahil mimarlara iş verilmemesi, alınan bir başka tedbirdir.

''Çevre temizliği noktasında Osmanlılarda kontrolü sağlayan, çevrenin temizliğinde yardımcı olan subaşılar, çöpçüsubaşılar var. Bunlar mahalle aralarının, çarşıların temizliğinden sorumlu oluyor. Bilhassa yine çarşıların temizliğinde esnafı ön planda tutuyorlar ki Osmanlı'nın ahi teşkilatını da düşünürsek, bunlar birbirine bağlı teşkilat içindeler. Esnaf çarşı ve pazarın temizliğinden sorumlu ve çöpçüsubaşısı bunun kontrolünü sağlıyor. Mahalle aralarının temizliği ile alakalı uygulamalar var. Bunu elimizdeki belgeler nezdinde Fatih Sultan Mehmet'e kadar götürebiliriz. Belgeye dayalı konuşmak gerekirse Fatih Sultan Mehmet'in kanunnameleri var. Bu nokta üzerinde kanunnamesinde, 'İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye alsınlar' diyor.


23 Ekim 2021 Cumartesi

Sabit Fikir ve Ön Yargı

 

Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir. (İbn-i Sina)


Hiç kimse, duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz. (William Shakespeare)

Cevizin kabuğunu kırıp özünne inemeyen, cevizin hepisni kabuk zanneder. (İmam Gazali)

Siz görmezden gelseniz de gerçekler var olmayı sürdürürler. (Aldous Huxley)


Darüşşifa

 

Selçuklu kültür ve medeniyetinin kazandırmış olduğu en önemli yapıtlarından biri olan Darüşşifalar, İslam dünyasındaki klasik hastaneler için kullanılan “Dârüssıhha, dârülâfiye, şifâhane” gibi isimlerle de bilinmektedir.

İlk Selçuklu darüşşifası ve tıp medresesi Sultan Alparslan döneminde vezir Nizamülmülk tarafından Nişabur’da yaptırılmışsa da çoğunun Anadolu topraklarında inşa edildiği görülmektedir. Kayseri’deki Gevher Nesibe Darüşşifası ve Gıyasettin Keyhüsrev Tıp Medresesi, Sivas’taki Keykavus Darüşşifası Selçuklu eserlerinden yalnızca birkaç tanesidir.

Darüşşifalar medrese, imarethane, kervansaray gibi külliyelerin bir parçası olarak planlanmıştır. Bu külliyeler dönemlerinde şehir içinde halkın her türlü sosyo-kültürel ve sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını karşılayan yerler olmuşlardır.

Özellikle İstanbul’da çok sayıda hastane yapılmış, en önemli eserler ise Mimar Sinan tarafından yaptırılan Haseki Hastanesi ve Süleymaniye Külliyesi ve Şifahanesi olmuştur.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
24 EKİM 2021

 

Bugün 24 Ekim 2021;

Birleşmiş Milletler Teşkilatının Kuruluşu  (1945)

Türkiye, Birleşmiş Milletlere Katıldı (1945)

Birleşmiş Milletler Günü,

Dost, kimseye söyleyemeyeceğim şeyleri çekinmeden ona söyleyebileceğin kimsedir. (Mahatma Gandhi)

Bir Hadis: Kabirleri ziyaret edin, çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatır. (Müslim, Cenâiz, 108)


 

    Dünya Bankası raporuna göre, kuraklık ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi iklim değişikliği etkileri yüzyılın ortasına kadar 216 milyondan fazla insanın kendi ülkeleri içinde göç etmesine neden olabilir.

   Rapora göre, salımları azaltmak için hızlı bir şekilde harekete geçilirse bu riskin % 80'i önlenebilir. Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınmadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Juergen Voegele, ülkelerin kalkınma boşluklarını kapatması, hayati ekosistemleri onarması ve insanların buna uyum sağlamasına yardımcı olması gerektiğini vurguluyor. Aksi takdirde, önümüzdeki on yıl içinde iklim göçü hızla artacak ve 2050 yılına kadar sorun derinleşecek.

     Küresel ısınma şimdiden tüm dünyada yıkıma neden oluyor ve en çok en yoksul bölgeler zarar görüyor. Raporda, yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmanın, iç iklim göçünün azaltılmasına yardımcı olacağı belirtilirken mevcut durumda ortalama sıcaklıkların 2050 yılına kadar en az 3°C artma yolunda olduğu tespit edildi.

Bindiği Dal

 

    Bir gün Hoca ateş için ağaca çıkmış odun kesiyormuş. Yakından geçen biri, Hoca'nın hararetli bir şekilde bindiği dalı kestiğini fark eder. 
-Dikkatli ol, Hoca Efendi! diye uyarır. Kesmeye çalıştığın dal bindiğin daldır. Durmazsan, kesin yere düşeceksin. 
    Hoca cevap vermeye zahmet bile etmez. İşsiz güçsüz insanlar her yerdedir. Kendilerine faydalı hiçbir şey yapmazlar, size ne yapıp yapmayacağınızı anlatırlar işte.  
    Hoca'nın zihni bunlarla meşgulken, kırmayı başardığı dalla birlikte aşağı düşer.  Adam hakkındaki fikri hemen çark eder. Kesin önemsiz biri değildi bu adam. Gerçekte, hayatında karşılaşacağın en önemli adam olabilirdi. Kendine gelir gelmez, adamın arkasından koşar, fakat çok geçtir, adam gözden kaybolmuştur. 
Muhtemelen, Hoca'nın aklındaki şey bu bilge kişiye ne zaman öleceğini sormaktı.


Derde Deva

 

Nasreddin Hoca pazara giderken mahalleden şakacı biri yanına gelip: 
-Efendim akşam uyurken fare ağzıma kaçtı.Bunun çaresi nedir? 
-Çaresi kolay demiş Nasreddin Hoca, acıkmış bir kediyi ağzınıza sokup yutun!


Teknolojinin Çocuklara Etkileri

 

Teknolojik araçlar çocuk ve gençlerin eğitimlerine katkıda bulunup öğrenimleri için sınırsız imkan sundukları gibi bazen gelişimlerine uygun olmayan sonuçlarla karşılaşmalarına da sebep olmaktadır. Çocuklar ve gençler bu araçlar vasıtasıyla olumsuz bilgiler edinebilir, şiddet içerikli davranışlar, alkol, sigara ve kumar alışkanlıkları geliştirebilirler.

Teknoloji kullanımının çocuklar üzerindeki bedensel ve ruhsal etkileri, anne babayı zor durumda bırakabilir. Özellikle bilgisayar önünde uzun süreler harcanması, gelişim çağında olan çocuklarda duruş ve oturuş pozisyonlarına bağlı olarak birtakım fiziksel sorunlara, görme problemlerine, dil becerilerinde gerilemeye, bazı çocuklarda epilepsi nöbetlerine, ayrıca okumaya dayalı akademik başarıda düşmeye ve beyin gelişiminde problemlere neden olabilmektedir. Ayrıca çocuğun toplumsal hayattaki başarısını ve özgüvenini de olumsuz etkilemektedir. Gayret ve inisiyatif eksikliği, çabuk sıkılma, sabırsızlık gibi sorunlar teknoloji çocuğu olmanın sonuçlarındandır.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
23 EKİM 2021

 

Bugün 23 Ekim 2021;

Posta ve Telgraf Teşkilatı Kuruldu (1840)

PTT Haftası (23-30 Ekim)

Osmanlı ve Rusya arasında Kırım Harbi'nin başlaması (1853)

Bir Ayet: Göklerde ve yerde bulunanlar Allah’ı tesbih etmektedir. O üstündür, her yaptığında hikmet vardır. (Hadîd, 57/1)

22 Ekim 2021 Cuma

Hoş Görki Hoş Görülesin

 

Hoşgörü, kolaylık göstermek, iyi karşılamak, ayıplamamak, hatayı görmezden gelmek, kırıcı ve aşağılayıcı olmamak, affedici olmak, görüşleri sabırla karşılamak demektir. Hoş görmek; affedilebilecek kusurları düzeltme hususunda insanlara fırsat tanımayı, onları anlayışla karşılamayı gerektirir. Dolayısıyla hoşgörü, ne katlanma, tahammül etme gibi samimiyetsiz bir tavır ne de görmezlikten gelme, aldırış etmeme gibi sorumsuzca bir tutumdur. Aksine kişinin kendi irade ve tercihi doğrultusunda ortaya çıkan ahlaki bir meziyettir. Hoş görenin, hoş gördüğü şeyi bastırabilecek ya da engelleyebilecek güce sahip olması, fakat o gücü kullanmamayı yeğliyor olması gereklidir. Bir kimse diğer insanlardan hoşgörü görebilmek için öncelikle kendisi, başkalarına hoşgörülü davranmalıdır. Çünkü kişi, başkalarına hoşgörülü davrandığı ölçüde müsamaha görecektir. Bu prensip Hz. Peygamber tarafından, “Hoş gör ki, hoş görülesin.” (İbn Hanbel, I, 249) şeklinde özetlenmiştir.

KAYNAK: DİYANET TAKVİMİ
22 EKİM 2021

 

Bugün 22 Ekim 2021;

Fotokopinin icadı (1938)

Birinci Haçova Savaşı (1596)

Fenalıklardan uzak duran, daima verdiği sözü yerine getiren kişilerle dostluk etmelidir. (Hz. Ali)

Bir Hadis: İnsanın yediği en güzel şey, kendi kazancından olandır. (Ebû Dâvud, Buyû’, 77)

Size hediye verene karşılık verin, karşılık verecek bir şey bulamaz iseniz onun için dua edin. (İbn Hanbel, II, 96)