2 Ağustos 2008 Cumartesi

Atatürk'ün savaş anıları

Sırası gelmişken Sakarya Savaşı’na ait bir iki anımı anlatmak isterim.(*) Cepheye gider gitmez daha önce alınan önlemde değişiklikler yaptım.Savaş çok çetin olmuştu. Bu bir subaylar savaşıydı. Bir sabah erkenden genel karargahın bulunduğu köyün sokağında dolaşırken Afyon Milletvekili Ali (Taşpınar) Bey’i gördüm, kendisine: "Yahu Ali Bey, neden kaçağımız çok. Günde ne kadar? " diye sordum. "Bin kadar efendim." "Geriden cepheye gelen ne kadar? "
"Sekiz yüz kadar…" Şöyle bir hesap yaparak:
"Onbeş günde üçbin kadar…Pek fark etmez," dedim.
[sakarya savaşında ordu mevcudu yaklaşık 95 bin neferdi. toplam kaçak 45bin civarındaydı. o zaman nüfusumuzun 10 milyon kadar (anadoluda askerlik çağındaki genç erkeklerin sayısı enaz 500bin kadardı.) ve sakaryada harikalar yaratan ve ölümüne savaşan çılgın türklerin sayısının da 50bin civarında olduğunu düşünürseniz, yani %10... işte bu %10 yürekli yurtsever sayesinde bu devlet vardır. bu zaferin verdiği yüksek moralle sonradan orduya katılımlar çoğalmış dumlupınarda büyük taarruzda asker sayısı 200 bin nefere ulaşmıştı.
bu gün de bu çekirdek %10 vardır elbette... a.e]
*
Bir keresinde İsmet Paşa’yı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa benimle görüşmek istediğini söylemiş. Telefonu bana verdiler:
" Beni aramışsınız, buyurun." " Gizli emirlerinizi bildirmediniz. Yani geri çekilme gerekirse yönümüz ne olacaktır? "
Çok sinirlenmiştim, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana: " Paşa, paşa, gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir," dedim. ...
*
Savaş sırasında düşman, hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeliydi. Yedek kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedim. Yedek kuvvetimiz kalmadığı cevabını verdiler. Yalnız Giresunlu Osman Ağa’nın çetesi vardı. Onların da süngüleri yoktu. " Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır" dedim. Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanları eski yerlerine kadar sürdüler.
*

Bir gün Fevzi Paşa’nın ne yaptığını sordum:
" Kur’an okuyor, efendim," dediler.
"Çağrınız." Geldiğinde dedi ki:
"Efendim bir komutan yedekleriyle savaşır. Bir tek asker yedeğim yok.
yedeğimiz senin saygınlığından ibaret. Onun korunması için Kur’an
okumaktan başka ne yapabilirim?"
*

Sakarya’dan dönüşünde, Çankaya köşkündeki bir sohbet sırasında:
"Ben galiba en iyi şu askerliği yapabiliyorum," demiştim.
Bu savaşta iki şey buldum.
Daha iyi atılmak için çekilmeler yaptığım sırada, sırt vere vere ta Ankara kapılarına geleceğimizi göz önünde tutarak, bu hat da elden giderse hangi hattı savunacağız, diye benden üzülerek soran bir komutana;
"Vatanı müdafaada hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh baştanbaşa vatandır....’’ yanıtını vermiştim. Bu formülü bir gündelik emirle bütün orduya bildirdim. İkincisi de bana Sakarya’da gelen şu düşüncedir.

"Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı araçtır. Gaye, düşüncedir. Zaferin, bir düşünceyi kazandırdığı kadar değeri vardır. Bir düşünceyi kazandırmaya yaramayan zafer kalıcı olamaz. Her büyük meydan savaşından sonra yeni bir alem doğmalıdır. Yoksa başlı başına boşa bir çaba olur.’’
*
Bir gün bana, "Programınız nedir?’’ sorusuna Napolyon’un;
"Ben yürürüm. Programım kendiliğinden çıkar," dediğinin
hatırlatılması üzerine, "Ama o türlü giden sonunda başını Saint Helen kayalarına çarpar," yanıtını vermiştim.


(*)Kaynak: ATATÜRK ATATÜRK’Ü ANLATIYOR ‘’Savaşan Meclis’’ / İbrahim M. Karakaş – Gülnur Aksop

Hiç yorum yok: