Temelde enerjiyle ilişkili sera gazı emisyonları iki şekilde azaltılabilir: temiz enerji kaynaklarını tercih ederek (örneğin fosil yakıtlar yerine yakılmayan yenilenebilir kaynaklar kullanarak) ve/veya enerji tasarrufları ve enerji verimlilik kazançlarıyla genel enerji tüketimini azaltarak (örneğin ev yalıtımını iyileştirerek veya daha yeşil ulaşım seçeneklerini kullanarak).
Ancak iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak için bu değişimin çok kısa sürede, fosil yakıt rezervleri tükenmeden önce gerçekleşmesi gerekiyor. Atmosfere ne kadar fazla sera gazı salınımında bulunursak, iklim değişikliğine ait zararlı etkileri sınırlandırma olasılığımız o kadar azalır.
Elimizdeki görevin aciliyeti dikkate alındığında, karşımızdaki soru şu oluyor: halen fosil yakıt tabanlı enerjiye yatırım yapıyor muyuz veya yatırım yapmayı planlıyor muyuz? Enerji kaynağını sübvanse etme yönünde politika kararları, yatırım kararlarını da etkileyebilir. Bu açıdan destekler ve vergi teşvikleri, güneş ve rüzgar kaynaklarından yenilenebilir enerji üretimini güçlendirme konusunda oldukça kritik bir öneme sahip. Bu ayrıca pek çok ülkede teşvikine devam edilen fosil yakıt yatırımları için de geçerli.
Son yıllarda pek çok yatırımcı, yatırımlarını fosil yakıtlarla ilişkili faaliyetlerden uzağa kaydırma kararı aldığını duyurdu. Bu duyuruların bir kısmı etik endişelere dayalıyken, diğerleri yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmayı 2 °C ile sınırlandırmak için salınabilecek toplam sera gazı miktarını tayin eden bir tavan miktar belirlendiğinde (genellikle ‘karbon bütçesi’ olarak ifade edilen), bu tür yatırımların iş anlayışı açısından mantığı hakkında şüpheleri olduğunu belirtti.
Enerji üretimi genellikle büyük yatırımlar gerektiriyor ve işletime açıldıktan sonra bir elektrik santralinin on yıllar süresince hizmette kalması bekleniyor. Alışılmış kirletici teknolojilere yönelik mevcut ve planlı yatırımlar, temiz enerji kaynaklarına geçiş sürecini fiili olarak yavaşlatabiliyor. Bu yatırım kararları enerji seçenekleri ve kaynaklarını on yıllar süresince bağlayabiliyor, yeni çözümlerin benimsenmesini daha zor kılabiliyor.
Bu tür bir riski vurgulamak gerekirse, AÇA Avrupa’nın fosil yakıt kullanan mevcut ve planlı enerji santrallerini analiz etti. Bu analiz gösterdi ki, gelecek on yıllar içerisinde mevcut tesislerin ömrünü uzatır ve yeni fosil yakıt tabanlı santraller inşa edersek, AB ihtiyaç duyduğundan daha fazla fosil yakıt tabanlı enerji üretim kapasitesine sahip olma riskine girmiş oluyor. Farklı bir deyişle AB’nin iklim hedeflerine ulaşabilmek için, bu enerji santrallerinin bir kısmını faaliyetsiz olarak bekletmek gerekecek.
Buna benzer başka bağlanma riskleri örneğin ulaşım sektöründe de var. Hareketliliğimiz yüksek düzeyde fosil yakıt tabanlı içten yanmalı motorlara bağımlı ve buna ek olarak, geleneksel kara yolu ulaşım altyapısına sürekli olarak yatırımlar yapılıyor. Bu iki husus bir araya geldiğinde daha sürdürülebilir ulaşım şekillerine geçişin önünde bir bariyer oluşturuyor. Ancak iklim değişikliğini hafifletmek, hava ve gürültü kirliliğini azaltmak ve en nihayetinde insanların yaşam kalitesini iyileştirmek için bu değişikliğin yapılması zorunlu.
Enerji ve iklim ikileminin üstesinden gelebilmek kolay değil, ancak çoğu ümit vaat eden yenilik şimdiden şekil almaya başladı. AÇA ve European Environment Information and Observation Network – Avrupa Çevre Bilgi ve Gözlem Ağı (Eionet) tarafından sunulan yakın dönemli rapor Sustainability transitions: Now for the long term (Sürdürülebilir geçişler: Artık uzun vadede) enerjiyle ilişkili sera gazı emisyonlarını azaltma potansiyeli bulunan sektörlerdeki yeniliklerin bazılarını öne çıkarıyor. Gıda atıklarını azaltmak, şehirde tarım, daha iyi tedarik zincirleri ve güneş enerjili hava seyahati belki büyük yapbozun küçük parçaları olabilir, ancak bir araya geldiklerinde yenilikçi teknoloji ve uygulamaların nasıl ortaya çıkabileceğini ve sürdürülebilirlik alanında daha geniş çaplı bir değişimin önünü nasıl açabileceğini gösteriyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder